Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Necip Fazıl Kısakürek..!  (Okunma sayısı 20006 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 12, 2007, 09:04:53 ös
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

Biyografi

 26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir
konakta doğdu.

Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.

Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977)

Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. (öl. 19 Mayıs 1916)

Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait
Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi.

Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.

Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.

1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.

Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)

17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. (1921)

O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922)

« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 02:59:40 ös Gönderen: dogudan »
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:05:58 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki
(sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)

Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi.

1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı.

O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı.

1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı.

Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti.

1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929)

Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti.

Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi.

Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.



"O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:
"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret...
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.
Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:
-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!
Diyemiyordum.
Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..."

 1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremiyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi.

Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı.

Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle), büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu.

Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. (1935)

Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:11:11 ös
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

KENDİSİNE GÖNDERİLEN MEKTUPLAR

Dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel'in mektubu:

T.C.
MAARİF VEKİLLİĞİ
HUSUSİ
26.5.1941

Kardeşim,

--------------Maalesef İstanbul'da sizinle konuşmaya müsait bir zaman bulamadım. Doğru olduğunu bildiğimiz ve iyi yaptığımıza inandığımız işlerde memleket efkârı umumiyesine ve onun makesi olan vicdanlarımıza hesap vermekten başka bir vazife tanımıyoruz. Bununla müteselliyiz. Gözlerinizi öperim kardeşim.

Yücel
   
***********************************************

Abidin Dino'nun Mektubu:

Necip,

Mehmedin doğması - bilmem inanır mısın - benim için bir bayram. Çok seviniyorum. Yüzünü gözünü merak ediyorum. Nasıl şey, çok bağırıyor mu? Görmek lazım vesselam

Dünya yüzüne ayağı uğurlu geldi. Mehmet bu, şaka değil, kolhoz reisi filan olur inşallah.

Seni öperim

Karına, yeryüzüne bir Mehmet kazandırdığı için teşekkür, ellerinden öperim.

Abidin

(Mehmed'e selam, artık çabuk büyüsün, unutma söyle)

***************************************************

Aziz Nesin'in Mektubu:

Aziz Nesin
NESİN VAKFI
P.K.5 - ÇATALCA
İstanbul - 5 Aralık 1980

 

Üstad,

Çoktan beri ziyaretinize gelmek istiyorum. Ancak ben, sizden çok uzakta oturuyorum. Çatalca'da kimsesiz çocuklar için kurduğum vakıfta yaşamaktayım. Yine de bir gün ziyaretinize geleceğim.

Kültür Bakanlığı büyük ödülünü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını onurlandırdınız.

Size gelecektim, ama üç gün sonra Almanya'ya gidiyorum; bir ay sonra döneceğim.

Altı yıldan beri "Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı" adı ile bir yıllık çıkarmaktayım. Size son sayısını gönderiyorum, tetkik etmeniz için. İnşaallah yüzüncü yaşınızda da sizi tebrik etme bana kısmet olur. Ben sizden dokuz yaş küçüğüm.

Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı için, yetmişbeşinci yaşınıza dair bir yazı vermenizi rica ediyorum. Bu yazıyı eski Türkçe yazabilirsiniz. Size daha kolay gelirse. Yazmağa zamanınız yoksa bu mektubu size getiren hanıma söyleyerek yazdırabilirsiniz. Ama ben sizin yazınızı tercih ederim.

Yazı istediğiniz uzunlukta olabilir. Her ne isterseniz yazınız. Mesela yetmişbeşinci yaşınız dolayısıyla bir muhasebe, geçmişle muhasebe... Yahud hatıralarınızdan bir bölümü anlatabilirsiniz. Şiirinizde yahud tiyatro yazarlığınızdaki merhaleleri de açıklayabilirsiniz, ya da büsbütün başka şeyler...

Yazınızla birlikte bir de fotoğrafınızı rica ediyorum.

Bu yıllığın neşri gecikmişti. Bu münasebetle mümkün olduğu kadar çabuk gönderirseniz beni sevindireceksiniz.

Ziyaretinize geleceğim.

Yolunuz düşerse bir gün sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım.

Neslihan Hanımefendiye lütfen saygılarımı bildiriniz.

Her zaman dostluklar...

Azin Nesin

***********************************************

Süleyman Demirel'in Mektubu:

Muhterem Efendim,

12 nolu rapor ile iki adet Sabah gazetesi elime ulaştı. Çok teşekkür ederim.

Vatanın bu mübarek köşesinde, Cenab-ı Allah'tan millete ve memlekete yardımcı olmasını niyaz ederek, toprağı kanlar içinde kucaklamış kefensiz şühedanın aziz ruhlarına manevi huzurunda olmanın engin hissiyatı içerisindeyim.

Türkiye'ye sadakatle bağlı olanların doğru olan yolunda yürümeyi nasip ettiği için Allah'a şükürler olsun.

Mübarek kurban bayramınızı tebrik eder sevgi ve saygılar sunarım.

******************************************

Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:14:31 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

İKİ İTHAF



Hasan Ali Yücel: "- Hakkında her sıfatın aciz kaldığı şair Necip Fazıl'a -"
26.9.1938
Hasan Âli YÜCEL


*****************



Abdülhak Hâmid:" - Yegane beğendiğim genç şair Necip Fazıl'a -"
--------------------------------------Abdülhak Hamid
-------------------------------------------------------1935
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:19:26 ös
Yanıtla #4
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

HAKKINDA SÖYLENENLER


Yaşar NABİ:

«  BİR MISRAI BİR MİLLETE ŞEREF VERMEYE YETER!»

Mustafa Şekip TUNÇ:

« Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bizi nadir bir san'atkâr ve hakiki bir şair ile karşılaştırıyor: Necip Fazıl»

Nurullah ATAÇ:

« Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...»

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU:

« Her vakit söylediğim gibi, şiirde Necip Fazıl, Türk nazmı bakımından bize yeni ve tamamiyle orijinal bir ses ve ahenk getirmiştir.»

Ahmet Hamdi TANPINAR:

« Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım.»

Abidin DİNO:

« Necip Fazıl'ın şaheseri (Senfoni), isyan bayrağını çeken şiirdir. Senfoni, 19. ve 20. yüzyılın fert bunalımını, kâh bir fikir kalıbı içinde, kâh bir deli gömleği içinde mükemmelen ifade ediyor.»

Sedat SİMAVİ:

« Büyük Mütefekkir üstad şairimiz Necip Fazıl Kısakürek bir taraftan fikirlerini Cumhuriyet gazetesinde neşrediyor, öbür taraftan da piyeslerini şehir tiyatrosunda Ertuğrul Muhsin'e oynatırken bu iki san'at faaliyetinin de üstünde hummalı bir şiir yetiştiricisi olmaktan geri kalmıyor.

Necip Fazıl'ın fikrince, memleketimizde şiirlerini neşretmeye razı olacağı bir edebiyat mecmuası yoktur. Necip Fazıl'dan şiirlerini neşretmek üzere bizi intihap etmesini rica ettiğimiz vakit güzide sanatkâr mecmuamızın malik olduğu geniş okuyucu zümresi dolayısiyle Yedi Gün'ü tercih etmekte hususî bir zevk duyacağını bildirmiş, teklifimizi memnuniyetle karşılamıştır. San'at ve fikirde kalite işlerine de ne kıymet verdiğini her gün biraz daha ifade eden Yedi Gün Necip Fazıl'ın en yeni şiir tecrübelerine sahne olmaktan kendisini bahtiyar addeder.

Yunus NADİ:

« Neslinin en keskin şöhret, ve en sağlam kıymeti Necip Fazıl Kısakürek, senelerden beri (Senfoni) isimli bir manzumeye çalışıyordu. Mümtaz şairin bu fevkalâde faaliyetini hemen herkes duymuştu. Bazı mecmualar, şiir üstünde tefsirler yapmış, san'at ve edebiyat mahfellerini eserin dedikodusu çalkalamıştı. Şairin büyük bir ehemmiyet atfettiği ve baş eseri olarak gösterdiği bu manzume nihayet tamamlandı.»

Taha AKYOL:

« Acısını, onun çektiği bir muazzam ıstıraba, bugünkü Türk nesilleri olarak biz çok şeyler borçluyuz. Dayanılmaz fikir ve aksiyon çilesini o çekti ama biz, sayıları elliye ulaşan büyük bir eser külliyatına kavuştuk. Sadece bu mu? Hayır! CHP diktatörlüğünün en ceberrut devrinden başlayıp ömrünün sonuna kadar «bir derecelik inhiraf göstermeksizin» devam eden bir mücadele örneği�»
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:23:09 ös
Yanıtla #5
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

Ahmet Hamdi TANPINAR
VARLIK,   nr. 1,    13 Temmuz 1933


NECİP FAZIL VE KOP DAĞINDAKİ DÜKKÂNI

Necip Fazıl, Hikâye ve Tahlillerini, Kop Dağında Bir Dükkân adlı güzel olduğu kadar doğru bir san'at mülâhazasiyle bitiriyor.

Kop Dağında bir dükkân açmak, güzel'in peşinde koşanların en tabiî ve meşru arzusudur. Doğrusunu isterseniz, bu dükkân on seneden beri açıktır ve oldukça geniş bir müşteri kafilesine nadir emtiasını dağıtıyor.

Ben, o dükkânın ilk ve devamlı alıcılarından biriyim. Örümcek Ağı'nın titiz örgüsünü orada buldum, Kaldırımlar'ın yalnızlığını orada tanıdım. Fener, Gözler, Otel Odaları, Sayıklama, Geçen Dakikalarım... Bütün bu acının yenilmez arzu ve tutulmaz vehim usarelerinden süzülmüş emsâlsiz ve bahasız içkiler, hep oradan, yirmi yaşında genç bir adamın bundan on sene evvel, Kop Dağı'nın bir dönemecinde �üstünde fırtınalar didişen ve ayağının ucunda uçurumların baş döndürücü dâveti işitilen ücra bir köşesinde� açtığı dükkândan geldi.

Fakat ne yalan söyleyeyim, ben bu dükkânda çok nadir şeylerin daha fevkinde bir lezzet buldum: Satıcının kendisi. Onun için beraberimde götürdüğüm ganimetlerden ziyade, tezgâh başında yaptığımız sohbetleri hatırlıyorum.

İnsan, eserinin fevkine çıkmadıktan ve bir gün, hayatının istediği bir gününde onu fırlatıp atmak kudretini kendinde bulmadıktan sonra niçin yazmalı? Boş rakam kalabalığının üstüne çıkabilmek, ancak bu cins adamların hakkıdır. Ben ve Ötesi şairinde bir ruh kudreti vardır.

O, en zalim bir rüyayı bile sonuna götürmeden uyanmasını istemez. Fakat en cazibini bile üç defa üstüste görmeğe razı değildir.

Birkaç defa düşündüm; her hayat dâvetinin önünde, yelesi taze ve keskin bir bahar kokusu ile kabarmış bir küheylân gibi, burun delikleri açılıp kapanarak şahlanan bu genç adam, kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı, acaba ne olurdu? Belki, zaferini terennüm eden tunç boruların akislerini ufkun dört köşesinden üstümüze bir altın yağmuru halinde yağdıran bir kahraman, belki köksüz bir adam, belki de daha büyük bir ihtimalle sadece bir deli.

Kaç defa bu ikinci ihtimalin korkunç gölgesini onun başı üstünde, avını arayan bir kartal gibi daireler çizerken gördüm ve onun süzülüp inmek üzere olduğunu ve biraz sonra siyah çelik gagasının ucunda acaip parıltılı bir elmasla boşluklarda kaybolacağını düşünerek, gözlerimi kapadım. Fakat hayır, hiçbirinde bu tehlike ciddî değildi.

O bu anda, sadece bir ihtimalin son haddini zorluyordu.

Bazı insanlar, ara sıra ayaklarını imkânsızın denizinde yıkadıkları içindir ki, zaman zaman başları bulutlarla çarpışır.

Eserinden bahsetmiyorum. İlâhî kıvılcımın içlerinde tutuştuğunu hisseden gençler onu okusunlar. İyi şeyler, ancak iyi şeylerden doğar.

******

Peyami SAFA
Hafta Mecmuası, sayı: 4 - 1985


«TOHUM» VE ANADOLU

Necip Fazıl'ın «Tohum» adlı harikasını gördükten sonra eserin felsefesi ve temsili hakkındaki fikirlerimi Tan gazetesinde yazmıştım. İçinde bir kâinat vizyonunun bütün unsurlarını taşıyan büyük kategoride piyesler, her sınıf düşünceyi ayrı ayrı mihraklarda harekete getirmek kabiliyetinde oldukları için Tohum'u bir başka tarafından anlamaya çalışmak istiyorum.

Necib'in eserinde Millî Mücadele sadece mazlum bir milletin emperyalizme karşı ayaklanması ve Anadolu, sadece bir istihsal perspektifi içinde mütalâa edilecek alelâde bir toprak yığını, ruhsuz ve şapşal bir tabiat parçası değildir. Zekâyı maddeden kaidesi üstüne kaskatı bir idrak cihazı gibi oturtan materyalist görüşü parçalayarak bu maddenin dibini ve ruhunu eşeleyen Necip Fazıl, silâhın silâha değil kendi muhtevasını seferber etmiş bir kahraman ruhunun bütün bir kavga endüstrisine karşı çıkarak onu nasıl mağlûp ve kepaze ettiğini göstermek suretiyle ruhun topa tüfeğe, gizlinin açığa, sırrın bedâhete, namerinin meriye, kavranmıyan yakalanmayan mahiyetin, tutulan ve dar bir idrakte zincire vurulan sathî realiteye galebesini ilân, telkin ve ispat etmiş oluyor. Bu yepyeni idealist görüşle Anadolu bir seyyah fotoğrafçının filme çektiği standardize bir dere, tepe, yayla, toprak manzarası değildir. Basit ve geçici gözün gördüğü Anadolunun altında bir de görünmeyen, hakikî Anadolu vardır. Bakınız işte, üçüncü perdede Anadolunun ezelî ifadesi, kaval, size uzaklardan bu görünmeyen Anadolunun içini söylüyor. Bu sesin mantığı materyalist mantık mıdır? Bu sesin içindeki mânanın riyaziyesini tâyin etmek kabil midir? Hayır... Bu içeri plân, çizgi, fotoğraf, dar bakışa sığmaz. Fakat Necib'in piyesinde içinden dağlar geçen göz deliğinden, içinden deve geçen iğne deliğinden daha küçük bir cevhere, Tohumun cevherine bütün bir kâinat sığar. Anadoluyu anlamak, mevzuu anlamaktır. Nitekim her şeyi anlamak da yine Tohumun beşerce mümkün olabilecek en geniş idrakine varmak demektir.

******

Cahit Sıtkı TARANCI
Kurun Gazetesi;  4.11.1935


NECİP FAZIL VE PİYESİ

İnsan ruhunun derinliklerinde çağlayan suların gizli şırıltısını bize kadar getirip ebedileştirilmenin sırrını bilen Necip Fazıl, bir eli Yunus Emre'nin yakasında, bir elinde de Baudelaire estetiğinin meşalesi, bir mistik olduğu kadar da modern şairimiz, kuş uçmaz, kervan geçmez «Kaldırımlar»dan harikulâdeye susamış milyonlarca bakışın göz kamaştıracak kadar aydınlattığı sahneye atladı. «Tohum», piyesini yazdı.

Tiyatronun san'atkârı halkla burun buruna denilecek kadar temasa getiren bir san'at şubesi olduğu ve sanatkârın da şahsiyetinin etrafında bir mahşer kalabalığı bir ayin şenliği görmek arzusiyle için için yandığı, düşünülecek olursa, şair olsun, romancı ve hikâyeci olsun, her çeşit yazıcının tiyatroya karşı duyduğu zaafı, kabuğu soyulan bir muz gibi, kendiliğinden bütün mahremiyetiyle ortaya çıkar...

Halbuki Necip Fazıl, kemiyetçe mahdut, fakat keyfiyetçe namütenahi, seçkin bir okuyucu halkasının aydınlık ve şuurlu hayranlığını, güzeli çirkinden ayırt edip edemediği meşkük bir kalabalığın müphem ve hayat kadar fani alkışlarına tercih eden, beğenilmek, sevilmek hususunda da eserin inşasında gösterdiği titizliği gösteren nâdir sanatkârlardandır.

Edebiyatımızın bulutlu göklerine bir kavsi kuzah çizen bu anlayış, hakikatte, Necip Fazıl için, Necip Fazıl'ın tefekkür dünyası için ne zamandan beri olgunlaşa olgunlaşa dallarını kıracak bir raddeye gelen meyvelerin çatlayıp düşmesi kadar tabii ve derunî bir zaruretti; zira «Tohum» Eflatun'dan Bergson'a kadar insanlığın yüzyıllardır yetiştirdiği bütün büyük kafaların uykusunu kaçırmış olan bir meseleyi, ruh ve madde münakaşasını diriltmekte, Necip Fazıl'ın bütün estetiği ise özün kabuğa, ruhun maddeye üstünlüğü prensibine dayanmaktadır.

Necip Fazıl, şiirin «kelimeler arasındaki esrarengiz izdivaçlardan doğduğuna inanan» cins şairlerdendir. Bunun için «Ben ve Ötesi»nde, fikirlerini bize yalnız nağme ve lezzet halinde veren, şiirin büyüsü bozulur endişesiyle �pek haklı olarak� tefekkür dünyasını bulutlar ve sular arkasında gizlemeye mecbur kalan şair, Tohum'u yazmakla şiirin intizam ve güzellikten ibâret olan ülkesini muvakkat bir müddet için terkederek nesrin hudutları içine girmiş, bulutları ve sesleri dağıtarak sonsuzluk bahçesini kapısını ardına kadar açmış oluyor. «Tohum» «Ben ve Ötesi» şairinin bugünkü edebiyatımızın temel taşlarından biri olduğunu kabul etmekle tereddüde düşenleri bu yersiz tereddütlerinden kurtaracaktır, sanıyorum.
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:24:47 ös
Yanıtla #6
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

TÜRKLÜĞE HAKARET DAVASI'NDAN / 1947

"Yüksek muhakemenize karşı kuru usul ve basit (prosedür) yoluyla söylenecek son söz, bu âna kadar riyazî bir ispata kavuşturmuş bulunduğumuz emniyetiyle, şudur:
- İzahını biraz evvel yaptığımız gibi, en uzak olduğumuz hedef padişahçılık, kâmil zıddiyle aksini yaptığımız iş de Türk milletini tahkirdir. Teşhir ve tahkir bakımından fertlerle, fertlerin şahıs cepheleriyle de hiçbir alışverişimiz yoktur.
Fakat işi, "hâkimin takdiri" denilen fevkalâde geniş ve şamil hakkaniyet duygusuna tevdi edince, kaydetmek zorunu duyduğumuz birkaç nokta kalıyor:

(Büyük Doğu), gerçek, saf ve aslî mânasiyle müslüman; başımıza ne gelmişse İslâmiyeti anlıyamamak, onu en yeni ve en ileri zaman ve mekânlara tatbik edememek yüzünden geldiği hükmüne bağlı; üç asırlık gerileme ve bir asırlık garplılaşma tarihimizin baştanbaşa cehil, taassup, anlayışsızlık, derken sahtelik, taklid, şahsiyetsizlik panayırlariyle doldurulduğuna kâni; hele Meşrutiyetten beri gelen inkılâplardan hiçbirinin eski hastalığa deva getirmediğine, eski yarayı büsbütün azdırdığına emin; millî kurtuluş hareketinin ise Türkü mekân ve madde pilânında kurtardıktan sonra zaman ve ruh plânında tam akamete düşürmüş bir seyir takib ettiğini muterif; bütün çareyi öz kökümüzle Garbın müsbet bilgiler lâboratuvarı arasında kurulacak asliyet ve şahsiyet temellerine dayalı bir köprüde bulan; ve yalnız bir dâvanın tecridini, teşhisini, tahlilini, terkibini, müdafaasını, taarruzunu, ilmini, polemiğini, mürakabesini, mücahedesini yapan, millî, millî üstü millî bir mefkûrenin ismidir. İşte bütün kabahat ve günahımız, yahut biricik fazilet ve sevabımız bundan ibarettir. Bizden yalnız bunun için nefret ederler; ve yalnız bunun içindir ki, gözlerine birtakım vesile mikroskopları takıp, hangi kabahatli uzvumuzu kesmekle kalbimizin durabileceğini ararlar. Çünkü onlarca baş suçlu kalbimizdir; kanun ise bu uzva hiçbir suç biçmemektedir. Topu topu iki yılı dolduran intişar hayatımızda üç kere kapatıldık. Yedi kere mahkemeye verildik. Politikanın doğrudan doğruya hüküm giydirdiği her defa yandık; kanunun mizan teşkil ettiği her defa da beraat ettik.

Muhterem Adalet Mümessilleri!..
Eğer kanun bir tansiyon âleti gibi, yalnız gördüğünü kaydeden, hatır ve gönül dinlemeyen, bir çöpçü ile bir hükûmet reisini bir tutan ulvî terazi ise, bu terazinin üzerinde sıfır noktasını geçecek hiçbir sıkletimiz yoktur. Yok, eğer kanun, ille bu terazinin ibresi bir sıklet kaydetsin diye sırtımıza zorla giydirilmek istenen kurşun yüklü gömleklere müsamaha edici bir politika telkiniyetine müstait bir nesneyse, sıkletimiz bir sene değil, tam altı sene ağır hapis istihkakını göstermektedir. Kanunun ne demek olduğunu ise mahkemeniz gösterecektir.
Alman devlet reisinin tehdidine "Berlin'de hâkimler vardır!" diye karşılık veren köylünün meşhur cevabını elbette biliyorsunuz. Eğer bu mahzun memlekette ve bu hazin şartlar içinde, hak ve hakikat adına çırpı nan, yırtınan, kıvranan birkaç mücadeleci kalem varsa, onların da tek tesellisi, kanunî mevzuların sıhhat ve adaletle tartılacağı bakımından "Türkiye'de hâkimler vardır!" kanaatıdır. Yoksa bütün teşkilatiyle üzerimize yürüyen zînüfuz ve zîşevket politika saikine karşı, hâmi ve müdafî, sığınak ve kucak diye kimi ve neyi bulacaktık? O zaman belki her fikir adamına, ya kasidecilikten, yahut tanzifat ameleliğinden başka bir iş düşmeyecekti. Yalnız sizin mevcudiyetinizdir ki, muhterem hâkimler, bize, üçbuçuk fikir ve dâva adamına, hak ve hakikatı belirtmek cesaretini vermekte ve arkamızı dayıyacak aziz bir siper teşkil etmektedir.

Muhterem hâkimler!
Ben bu ağzımla katiyyen beraetimi istiyemem! Bir masumun bir mahkemeden isteyebileceği ve benim istediğim tek nimet bu olsa da, ben bu vaziyette "beraetimi istiyorum!" demekten hayâ ederim! Ben sizden, Türkiye'de hâkimler bulunduğunu göstermenizi istiyorum!
Bir Türk fikir adamı, sizden, Türk kanunlarının bütün hakikatiyle tecellisini istiyor. Bir fikir adamı ki, (Hristantos veledi Prodromos) ismini taşımadığı için Türklüğe hakareti muhaldir... Bir fikir adamı ki, Sarayı Hümayuna mensup kilercibaşı bilmem ne paşanın oğlu da değildir ve hasbîlikten başka hiçbir vasfı yoktur... Bir fikir adamı ki, yalnız "Allah ve ahlâk" dediği için hapishaneye atılmıştır. Bir fikir adamı ki, ancak iki taksi otomobilini doldurabilen ve kendisine yüksek tahsil genci süsünü veren birkaç taharri memuruna karşılık, hakikatte bütün Türk gençliğiyle Türk halkının ketum ruhundaki sessiz alkışlar içindedir... Bir fikir adamı ki, İstanbul'u ziyarete gelen ve ne kendisini tanıyan, ne de kendisinin tanıdığı bir Prensesten para istediğini ima edecek kadar esfel ve ahmak; ve o Prensesi kapı kapı dolaştırıp "bu menfur yalana imkân olduğunu bilseydik İstanbul'a gelmezdik!" dedirtecek kadar denî ve şaşkın bir propagandayla çevrilmek istenmiştir... Böyle bir fikir adamı, Türk kanunlarındaki hakkını beklemekte; yalnız şu kadar söyleyebilmektedir:

- GERİLERDE, DERİNLERDE, ENGİNLERDE TEK BİR ÜMİT KIVILCIMINA YER KALABİLMESİ İÇİN, TÜRKİYE'DE HAKİMLER BULUNDUĞUNU GÖSTERİNİZ!"
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Ekim 12, 2007, 09:26:00 ös
Yanıtla #7
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

REJİMİ KÖTÜLEME DAVASI'NDAN / 1947

"İSLAMİ NİZAMI PROPOGANDA ETTİĞİMİZİ SÖYLÜYORLAR! ŞÜPHE Mİ VAR? BİZ YALNIZ BU İŞİ YAPMIYOR. BU İŞİ YAPMAK İÇİN YAŞIYORUZ. FAKAT PROPOGANDA KELİMESİNE İŞTİRAK EDEMEYİZ. BU HASİS VE SEFİL KELİME, İSLAMIN ULVİYET VE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ TESBİT ETMEK GİBİ BİR FİİLE ALEM OLAMAZ. İSLAMIN ULVİYET VE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ HAYKIRMAK VE ANLATMAK KANUNCA BİR SUÇ MUDUR? "İSLAM ULVİDİR" DEMEK, BAŞKA HER ŞEY SEFİLDİR VE YIKILMALIDIR" DEMEK MİDİR"



 Yazılı iddianamesine (Bedeviyyet) kelimesini koymayıp bunu huzurunuzda söyliyen ve yüzlerce müslümanı bu odada can evinden yaralıyan savcıya, ellinci kuşak büyük babasıyla ellinci kuşak torunu davacı olacağı zaman kurtulabilmesi için, çare olarak şimdi ayağa kalkıp nadim olduğunu söylemesini ve istiğfar etmesini hatırlatmak müslümanlık vazifemdir."
« Son Düzenleme: Ekim 12, 2007, 09:38:24 ös Gönderen: hiario »
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


Kasım 24, 2007, 07:08:47 ös
Yanıtla #8
  • Ziyaretçi

Sayın Hiario;

Yahu ben size Necip Fazıl'ın hainliğinin resmen kanıtlarını sunmuşum siz ise herkese açık olan vikipedia adlı yada yobaz Amerikancı kesimin yazdığı çapulcu necip biyografisi ve saçma mektupları alıp buraya eklemişsiniz.

Necip Fazıl nasıl bir adam olduğunu anlamak için Hüseyin Üzmez'in "Şu Bizimkiler" kitabını okuyunuz. Hatta ona da gerek yok Necip Fazıl'ın "Son Devrin Din Mazlumları" kitabını okuyunuz. Necip Fazıla göre vatan haini kürt Şeyh Said din için gaza etmiş bir insandır(!).

Günümüzün terörist ibda-c'ci hainleride her sene necip fazıl'ın mezarının önünde tekbir getirmektedirler.

http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=2713.0
« Son Düzenleme: Kasım 24, 2007, 07:10:45 ös Gönderen: LEON COMANDANTE »


Kasım 24, 2007, 07:15:11 ös
Yanıtla #9
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 788
  • Cinsiyet: Bay

kaynaklar vikipedia filan değil ancak senin sunduğun kaynaklardan daha kapsamlı,objektif ve gerçek..

anlaşılır olsun diye,bir çok değerli insanın NFK hakkında ki görüşlerini de eklemiştim,sonra davalarla ilgili savunmaları ekledim,ama okuduğunu zannetmiyorum,direk yorum yazmışsındır eminim ki,neyse canın sağolsun,kimseyi fikrinden caydırmak gibi bir emelim yok,inandığın yolda sana başarılar..
Vostede é vostede. . Nunca perder o caducidade. .


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
44 Yanıt
18893 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 22, 2007, 08:33:36 öö
Gönderen: zarathustra
7 Yanıt
22727 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2007, 01:01:06 ös
Gönderen: Supeluta
NİHAL ATSIZ - necip fazıl

Başlatan LEON COMANDANTE Diger Konular

9 Yanıt
16846 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 25, 2007, 01:53:02 öö
Gönderen: Itzhak
0 Yanıt
2122 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2008, 01:28:02 öö
Gönderen: blossom
1 Yanıt
5455 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 24, 2008, 01:45:35 ös
Gönderen: dogudanesen
0 Yanıt
2826 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 18, 2011, 06:09:26 ös
Gönderen: karahan
15 Yanıt
8148 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 02, 2012, 08:04:32 ös
Gönderen: yazbenide
1 Yanıt
3057 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 03, 2012, 06:00:25 ös
Gönderen: Tij
2 Yanıt
3593 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2012, 03:41:10 ös
Gönderen: ARCHITECT
1 Yanıt
2345 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 24, 2015, 04:29:48 ös
Gönderen: İNSAN