Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ROMA’DA KADINLARIN YERİ - 4  (Okunma sayısı 6921 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 14, 2010, 10:55:29 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Günlük İşler

Kayıtlı tarihin büyük bölümü boyunca kadınlar ve erkekler, doğanın verdiğini düzeltmek(!) için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlardır. Daha Sümer çağlarında gözlerini büyütmek için çevresine “sürme” çekmiş ve kızıl boyalarla yanaklarını renklendirmişlerdi.

Aristophanes’in dediğine göre; Atinalı kadınlar, rimel olarak antimon cevheri, yüz pudrası olarak kırmızı boya, göz altlarını gölgelemek için de beyaz kurşun, yosun boyası ve güzellik yakıları (yüz kremi) kullanırdı. Bu karışımların çoğu, ne yazık ki suya dayanıklı değildi. Helenli ozan Eubulos, hinlik ederek «Yazın dışarı çıktığınızda, gözlerinizden iki kara derecik akar; yanaklarınızdan akan ter allık damlalarını boynunuıza dek taşır ve alnınızdaki pudradan saçınız bembeyaz olur!» demişti.

Helen kadınlarının giydiği, peplos ve chiton denen giysiler bedene yapışırdı. Kemerleri vardı ve kimi zaman belde toplanırdı. Bu nedenle Helenler, “korse” konusunda önemli ilerleme göstermişti. Günümüzdeki gibi bilimsel olarak yapılandırılmış olmasa da, yeterince işe yarayan yarım sutyeni icat etmişlerdi. Kuşakları da vardı. Bunları daha çok hamile olduğunu gizlemek isteyen hetairalar takardı.

Romalı kadının ise, stoa adı verilen, daha bol ve hatlarını gizleyen bir giysisi vardı; daha ince ipeklilere parası yetenler ve mutlaka gelecek olan eleştiri yağmurunu göz ardı etmeye hazır olanlar dışında... Bedenini en göz alıcı biçimiyle gösteremediği için, yüzüne ve saçlarına çok zaman ve para harcardı. Sabah ilk iş, gece yüzünde kalmış olan yüz kremiyle ekmek lapasından yüz maskesini siler, ardından, uzun zaman alacak olan saçını yapma işine koyulurdu.

Kimisi saçlarını “öğle güneşi” gibi parlatacak losyonlar sürer, kimisi de doğal rengini çirkin bularak kızılımsı sarıya boyatırdı. Kızılımsı sarı saç, Romalıların Germen kabileleriyle ilişkileri sonucunda moda olmuştu. Siyah saçlarından her nasılsa hoşnut olan kadın, kocasının parasını, siyah saçlarını Arabistan’ın tüm parfümlerine bulamaya harcardı. Bir de, hafif bir alevin üstünde ısıtılıp saçı kıvırarak lüleler halinde dalgalandırmakta kullanılan demir gereçler vardı. Kaşların üstüne düşmesi için ne zahmetler çekilir; alna neredeyse hiç yer kalmazdı. Aklaşan saçlar acımasızca kopartılır, Hindistan’dan ithal edilmiş saçlardan yapılma peruklar takılırdı.

Romalı ornatrix (süsleme uzmanı-kuaför), hanımının saçı yapıldıktan sonra, aynı derecede uzun sürecek bir işe girişir, yüzü üzerinde çalışmaya başlardı. Fondöten, koyun yünü yağından elde edilirdi. Arpa unu, öğütülmüş geyik boynuzu, bal ve kızıl güherçile köpüğü gibi malzemeler içeren birtakım başka krem ve losyonlar da vardı. Anlaşılan, Romalı kadınlar gözleri, yanakları, kaşları ve dudakları için, Aristophanes’in söz ettiklerine benzer karışımlar kullanmaktaydı.

Sanat eseri tamamlandığında, -günün ilerleyen saatlerinde, hamamdan sonra her şeyin yeniden yapılması gerekecekti- geriye kalan tek şey, süslenmesi olanaksız her şeyi süslemeye yetecek sayıda mücevher seçmek, bir tunik giymek, üstlükle tozluk arasında kullanılacak mendili, sinek kovan işlevi de gören tavus kuşu tüyünden yelpazeyi, hava koşulları gerektiriyorsa, parlak yeşil bir güneşlik seçmekti. Ardından, son pelerin örtüsüne de bürünen kadın, günün asıl işlerine girişmeye hazır olurdu.

Neydi günün asıl işleri?

Terziye ya da kuyumcuya gitmek... Tahtırevanla sokaklarda gezinmek... Dostlarını ziyarete gitmek... Tapınakta dua etmek... Bir gladyatör dövüşünün kanlı heyecanını yaşamak amacıyla amfiteatra ya da tiyatroya gitmek... Elbette, kendi özel hamamları olanlar için bile gözde bir toplumsal merkez olan hamam...

Son olarak da, akşam yemeği hazırlıklarını denetlemek üzere eve dönmek... Günlük etkinlikleri arasında bir tek bu sonuncusu belki “iş” olarak nitelenebilir.

Başka “iş”i yoktu ki kadının!... Olamazdı ki.

Cerbezeli Kadınlar

Tüm yukarıda anlattıklarımıza karşılık, Roma tarihi, azimli, tuttuğunu koparan, devlet yönetiminde etkili, entrikacı kadınların adlarıyla doludur.

Bu bağlamda Pompeius’un erdemli karısı Cornelia ve çağın önde gelen politikacısı olan âşığı Cornelius Cethegus üzerindeki nüfuzu sayesinde gücünün her şeye yettiği düşünülen ama pek erdemli olmayan Praecia, Brutus’un olağanüstü annesi Servilia ile azimli karısı Porcia, sonraki dönemlerde Augustus’un eşi Livia ile aralarında Julia ve Julilla, Livilla, Drusilla, Poppaea, Marcia ve Messalina’nın da bulunduğu birçok soylu kadının adı sayılabilir.

Roma’nın yükselişinde olduğu gibi yıkılmasında da bu soylu kadınların eylemlerinin ve etkinliklerinin büyük payı olduğu yadsınamaz.

    

İmparatorluk sarayının kadınlarını birbirlerinden ayırmak, kimin hangisi olduğunu söylemek, bazen çok zordur. Birbirlerine çok benzediklerinden değil, adları ve dönemlerinin tarihçilerinin onlara yönelttikleri suçların benzerliği yüzünden...

Erken dönem Roma’da erkekler iki, bazen üç ad taşırdı ama kadınlar geleneksel olarak tek bir adla, aile adıyla anılırdı. Kız kardeşleri varsa, birbirlerinden sayılarla ayrılırlardı. Gerçi evlendiklerinde kocalarının adlarının da (iyelik ekiyle) adlarına eklenmesi tanınmalarını biraz kolaylaştırırdı ama işte o kadar...

Bu nedenle, Publius Clodius adlı bir adamın üç kız kardeşi, kocalarının adları da birer ön ad olarak eklendiğinden, “Pius’un Clodiası”, “Agrippa’nın Clodiası”, “Octavius’un Clodiası” diye tanınırdı.

İmparatorluk döneminde kadınlar da iki ad almaya başladı. Önce aile adı, ardından da babanın ikinci “verilmiş” adı ya da annenin ikinci adı...

Buna karşın,, iki aile arasında örneğin Julius ile Claudius ailesi arasında olduğu gibi yoğun ve çapraz evlilikler yapıldığında, olasılıkların sayısı kısıtlı kalırdı. İmparatorluk evinde Julialar ve Claudialar bolluğu olmasının nedeni budur.

Roma tarihi, özellikle saray çevresindeki kadınların karıştığı çeşitli türden olaylar, düzenbazlıklar, zehirleme örnekleriyle doludur.

Yazılı tarih, çoğu aykırı düşünce sahiplerini ya da aykırı görülen mezhepleri sapkınlıkla suçladığı için, kadınların çoğunun çağdaşlarınca benzer biçimde suçlanmış olması doğaldır.

Nemfomani, taşkınlık ve zehir şişesi konusunda ustalık, antik Roma’da kalıtımsal birer hastalık mıydı acaba?

Genel olarak bakıldığında, anlaşılan söz konusu kadınların çoğu, onları eleştiren kişilerce kendilerine yakıştırılan kötü alışkanlıklara ilişkin köklü bir geleneğin kurbanlarıydı.

Romalılar kadınlara yöneltilen eleştiriler, olağan dışı boyutlara taşımayacak kadar mantıklı ve dinsel bağnazlıktan uzaktı. Ancak, seks âlemleri ve yönetim karşıtlarıyla yakınlık kurmak, geleneklere karşı gelen kadınlara yöneltilecek akılcı suçlamalar gibi görünüyordu.

Seks âlemleri, gerçekten de kadınların girdiği gizemli bazı dinlerin özelliği olabilir ama 9. yüzyıla dek kadınların sorumlu tutulduğu zehirlemelerin çoğu, büyük olasılıkla aslında doğrudan Salmonella bakterisinin eseriydi.

Durum böyle olsa bile, pek çok iyi eğitimli, akıllı ve canı sıkılan kadın, eğer yoldan çıkmışsa; sorulması gereken soru, temelde eril olan bir toplumda buna neden böylesine uzun bir zaman boyunca izin verildiğidir.

Nedenlerden biri, hiç kuşkusuz, cinsel haşarılıkların kadınları politik yaramazlıklardan uzak tutmasıydı. Bir diğeri ise, Romalı kocanın kendisine sorun çıkarmadığı sürece karısının ne yaptığına pek de aldırmamasıydı.

Ancak en önemli neden, çevrede çok kadın olmamasıydı.

Erkeği evliliğe çeken, bir oğul ve vâris sahibi olma olasılığı ile geleneksel drahoma uygulaması sayesinde işe yarar tutarda bir para elde etmekti. Sonradan karısı için duyguları her nasıl olursa olsun, drahomayı korumasının tek yolu onu hoş tutmasıydı. Bu nedenle sıkı bir rekabet yaşanmaktaydı.

Nitekim bu yüzden Latincede “evde kalmış kız” anlamına gelen bir terim yoktur.

    

Özetle, Roma dünyasında M.Ö. 3. yüzyılın sonuna gelindiğinde kadın, artık manus “elde” olmaktan çok, “elden çıkmış” durumdaydı. Belki de erkekler bunun böyle olduğundan yakınıp duruyordu.

Ne yazık ki bunu ne doğrulayacak ne de çürütecek yazılı kadın kaynak vardır. Sadece Romalı kadınların, önceki çağların o soylu ve terbiyeli evli kadınını dehşete sürükleyecek eylemleri düşünmelerinin ötesinde, bu gibi işlere girişmeye hazır oldukları aşamaya geldikleri bilinir.

Helen dünyasında olduğu gibi Roma’da da “kadın hakları” konusunda farklı bir uygulama yürürlüğe konmamış ve İlk Çağ dünyasından Antik uygarlıklara geçen ataerkil toplum düzeninin kadın baskıcılığı ve kadını aşağılayan görüşleri hiçbir değişikliğe uğramadan yer almıştır. Üstelik tüm tolerans dışı uygulama ve düşünceler hukukî bir konum bile kazanmıştır.

Kadın hakları ve özgürlükleri konusunda Hıristiyanlığın tutumunun çok farklı olacağı, toleranslı görüş ve davranışların ortaya çıkacağı sanılmamalı... Kadınlardan yana böyle bir umut taşıyan düşünürler de yanıldıklarını kısa sürede görmüştür.





Bundan sonra yazar “Eski Türk Toplumunda Kadın” alt başlığı altında okuruna bir karşılaştırma olanağı vermiş. Ancak o bölüm konu başlığı dışında kaldığı için ben burada kestim. Eğer özellikle merak eden olursa ve istenirse ekleme olanağı var.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
8067 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 28, 2009, 04:12:50 ös
Gönderen: Nueva
3 Yanıt
5051 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 18, 2009, 09:15:11 öö
Gönderen: concordia
0 Yanıt
3673 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 19, 2009, 11:30:56 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
6578 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 22, 2009, 01:36:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3435 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 05:27:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
10772 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2010, 11:07:13 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3700 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2010, 03:52:53 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
6588 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2010, 08:13:44 ös
Gönderen: ozak1977
0 Yanıt
7571 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2010, 06:08:59 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3972 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 04, 2010, 06:42:35 öö
Gönderen: calatrava