Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HERMETİZM İLE İSLÂM ARASINDA BAZI BAĞLANTILAR - 3  (Okunma sayısı 3737 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 08, 2010, 10:41:42 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





Hermetizm ile İslâm’dan bir arada söz ettiğimizde, benim asıl ilgi alanım Hermetizm… İslâm’ı o kadar iyi bilmiyorum. Hatta hiç bilmediğimi bile söyleyebilirim. Ancak merak ettiğim, zihnimi kurcalayan bir nokta var. Hermetizm tarihsel bakımdan İslâm’dan çok önce var olduğuna göre, İslâm ile Hermetizm arasında açıkça birtakım bağlantılar da görüldüğüne göre, acaba İslâm Hermetik geleneği sindirmiş mi? Sindirmişse ne ölçüde?... Buna belirgin ya da doyurucu bir yanıt verebileceğimi sanmıyorum ama bu benim konuyu biraz irdelemememe engel değil.




Günümüz Türkçesindeki coğrafi yönler doğu, batı, kuzey ve güney. Eskiden bunlara sırasıyla şark, garp, şimal ve cenup denirdi. Bunlardan şark, etimolojik bakımdan kökeni olan “işrak” kipinde güneşin doğuşu sırasındaki ışın yayan aydınlanma, parlama, gibi anlamlara gelir. Bir başka türevinde ise, “maşrık” ya da “meşrık” sözcüğü ile yine doğuyu dile getirir. Bunlardan türetilen iki sözcükten “meşrikiyye” doğuya özgü, “müşrikkiye” aydınlatıcı demektir.

Benim burada ilgilendiğim sözcük “işrak”.

İşrak, aynı zamanda akıl yürütme ya da bir bilgi aracılığına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması, iç aydınlanma, teşrif ve zevk yani tinsel deneyime dayanan edinimler için de kullanılır. İslâm ilâhiyatçıları bundan yola çıkarak onu varlığın belirerek geçerlilik kazanması olarak görür; bir başka yaklaşımla, arınan insan nefsinin ilâhi nurların tecellisi ile aydınlanıp, kemâle (yetkinliğe) ermesi şeklindeki ahlâki anlamda da kullanırlar.

Güneşin doğudan doğması ve her şeyi aydınlatması, ışığın ve aydınlanmanın ana yurdunun “şark hikmeti” olduğunun kabullenmesine neden olmuştur. İslâm dünyası, kendinden önceki sistemlerin geçtiği yollardan geçip, evrendeki nesnelerin ve düşüncelerin yapılanma ve algılanmasındaki yaklaşımlarında iki yoldan gitmiştir:

1.   İşrakiyye-işrakiyyun: Mistik deneyim, sezgi, ilham, keşif, zevk, hadiste edinilen tecrübe ve bilgileri esas alan akım.

2.   Meşşai-Meşaiyyun: Bilgi ve bilgilenmenin kaynağını akıl yürütmeye dayandıran akım.

İşrakilik diye de bilinen akım, 12. yüzyıl düşünürlerinden Şahabeddin es-Suhreverdi el Makdul’ün görüşlerini temellendirdiği “Hikmet-ül işrak” adlı yapıt ile şekillenmiştir. Suhreverdi, eskilerin bilgeliğine neden olan iki ana yolu birbirinden ayırmıştır. Ona göre; bu yollardan biri mistik deneyim ve sezgiyi kendine önder alan “yöntem” olup, Platon ve nur ile simgelenen eski Zerdüşt felsefesinin bir devamı olarak geçmişten gelmektedir. İkinci yol ise Aristoteles’in sınıflandırması ile şekillenen, temelinde araştırma, sorgulama ve akıl yürütme yer alan, bunun yöntemine bağlı olan, kanıtlamayı asal sayan yoldur.

Kimi eski İranlı bilginler ile Agathodemon, Hermes ve Asklepios gibi antik dünyanın tüm bilge ve düşünürleri, (Aristotoles hariç) keşif ve aydınlanma yöntemini benimseyip kullanan birer İşraki sayılabilir.

Bilgelerin en bilgesi olarak nitelenmiş Hermes, her türlü bilgeliğin önderi olarak benimsenmiş Platon, bilgeliğin sütunlarından sayılan Empedokles ile Pisagor (Pythagoras) da İşraki bilgeliğinin başta gelen çehreleridir.

Sühreverdi’nin en önemli ileri sürüşlerinden biri, eski İran inançları ile ilgili bir iddiasının olmadığı, kendisinin eski inançlara ilişkin bilgeliğin peşinden koşup onu büyütmeye çalıştığını anlatmaya çalışmasıdır. İşraki yaklaşımı, coğrafi bir yaklaşımdan çok farklı kültürlerdeki düşünürlerin yöntem birliğini simgeleyen bir kavram şeklindedir. Ona göre hakikate (doğruya) birbirini tamamlayan iki yolla ulaşılabilir. Birincisi “bahs yolu” olup, inceleme ve düşünmeye dayanır. İkincisi “teellüh yolu”dur ki, çile çekme ve ahlâki arınmada en yüksek düzeye ulaşmayı belirler. Düşünmeye ve araştırmaya gereksinme duymadan keşif yolu ile hakikatin bilgisine ulaşma düzeyine yükselmiş olanlara verilmiş nitelik “mütellih”tir.

Sühreverdi, hakikat savaşçılarını bahs ve teellüh yollarındaki seçimlerine göre üç ana grupta toplar:

a)   Teellühe daha çok önem verip, bahse önem vermeyenler: mütellih;

b)   Tefekkülü ve bahsi önemseyip, teellühü ihmal edenler: hakîm (bilge);

c)   Her iki yolu da izleyenler: Müteellih hakîm ya da ilâhi hakîm.

Kendine göre yaptığı sınıflandırmada Sühreverdi, peygamber ve sufilerin çoğunu birinci gruba, Aristoteles, Farabi, İbni Sina üçlüsünü ikinci gruba, kendisini de kattığı pek az sayıda kişileri ise üçüncü gruba sokar. Yaratıcı ilkeyi nur kavramı ile açıklayarak bir çeşit nur metafiziği yapmasında, Kuran’daki “Allah göklerin ve yerin nurudur” (En-nûr 24-35) âyetinin etkisinden başka, Gazzali’nin yapıtlarının da bu etkilenmeye neden olduğu düşünülmektedir.

Gazzali’nin oluşturduğu sisteme ilişkin bir diğer dikkat çekici nokta ise, İhvanüssafa ve ilk İslâm komüncüleri sayılan Karmatilerdeki imamet ve kutup kavramlarını, Yeni Pisagorcular ve Sabilerin yıldızlara yaptığı dua ve yakarışlar ile Hermetik gelenekten gelen daha birçok ayrıntıyı yapılandırdığı sistemin çerçevesinde bulmanın olanaklılığıdır. Ondan önce yaptığı çalışmalar ile ona yol göstermiş olan İbni Sina’nın Doğu bilgeliğini yeniden canlandırmak istediğini ama Hüsrevainiler denilen eski İranlı rahip krallar tarafından temsil edilen bilgeliğin kaynağını tanıyamadığı için bunu başaramadığını söyler.

Sühreverdi kendisinden önceki birçok düşünürün yapıtlarını okumuş, sonunda vardığı sentezi ile ışığın (nurun) ana yurdunun Doğu olduğunu benimsemiştir. Aristoteles’i İslâm Meşşailerinden ayrı tutmaya özen göstermiştir. Meşşailerin, yorumları ile Aristoteles’in felsefesini asıl amacından saptırdıklarını ileri sürer; hatta bir problemi, rüyasında Aristoteles’in yardımı ile çözmüş olduğunu iddia eder. Şöyle ki, Aristoteles ona rüyasında çözümü objektif varlık arasında değil, sübjektif dünyasında aramasını yani özüne dönmesini önermiştir. Anlatımlarında, birçok İslâm mutasavvıfını reddettiğini, sadece Bayezid-i Bistami ve Sehl et-Tüsteri gibi sufileri başarılı gördüğünü söyler. Rüyasındaki deneyimi ile gerçek felsefenin keşif ve sezgiye dayanan mistik ve teozofik düşünce tarzı olduğunu ortaya koyması ile ünlüdür.

Gazzali. Allah’ın semaların ve arzın nuru olduğunu belirten âyete dayanarak (Nûr suresi: 35) daha sonra Sühreverdi’nin ortaya koyduğu İşrakiye felsefesini andıran teozofik ve Hermetik bir yol ortaya koymuştu. Ona göre Allah en yüce ve hakiki nurdur. Diğer tüm nurların kaynağı odur. Diğer tüm şeyler, ruhani ya da cismani olsun O’nun yansımalarıdır. “Nurul envar” denilen ve ilk nurdan uzaklaştıkça nurluk dereceleri azalan nurların o ölçüde zulmet (karanlık) dereceleri artar. Bu nurların sayılmayacak kadar çok derecesi vardır. Allah’a en yakın nur peygamberin ruhudur. Kuran-ı Kerim’de ışık saçan meşale olarak nitelendirilmiştir. (Azhab suresi: 46)

Gazzali, nur kuramı ile ilgili olarak tüm nurların kaynağında diğer nurlara ışık saçan ama onlardan nur almayan ilk ve öz bir nura dayandığını anlatırken, “İşte bütün nurlar tertip üzere ondan işrak eder.” der. Başka bir anlatımında ise, Allah’ın varlığının çok açık olduğunu ama nurunun işrakı (parlaklığı) nedeniyle insanlığa kapalı hale geldiğini vurgular.

İbni Sina, bir Doğu felsefe ve bilgeliğinden (Hikmet ül Maşrükkiye) söz etmekteydi. Suhreverdi, elbette kendinden önce gelen bu bilginin düşüncelerini biliyordu. Fakat ona göre İbni Sina bu işin temelini yani Doğu kaynağını bilmiyordu.

Sühreverdi, eski İranlılar arasında Allah’ın tek tanrı olarak rehberlik ettiği ve onlara hakikati gösteren parlak bilgelerden oluşan bir topluluk bulunduğuna inanmaktaydı. Bunlar Mecusîlere hiç benzemiyordu. “Hikmet-ül işhak” adlı kitabında Platon’un ve ondan öncekilerinin tanığı olduğu nur felsefesinin dindirildiğini anlatıyordu. Bunu ondan önce hiç kimsenin yapmadığını belirtiyordu. Anlatımlara göre; bu ünlü yapıkını hazırlarken haç halinde görülen bir rüyada Hermes (İdris) ve Platon’un belirlediği ruhani varlıkların çokluğu ve Zerdüşt’ün de sözünü ettiği “izzet nuru” ile “melekût nuru”nu, o ileriki ışınmayı keşfetmişti. Öyle ki, ruhani bir coşku, hükümdarların en inançlısı olan Keyhüsrev’i o kutsal ışığa doğru yükseltmişti.

Sühreverdi’nin kozmolojisi, Melekiyet ile de bağlantılı olup, kabalistik nitelikli İbrani açılımlarına gönderme yapmaktaydı. Duruşması sırasında “Allah’ın ne zaman isterse hatta şu anda bile bir peygamber yaratabileceği” görüşünü ileri sürmesi, mahkûm edilmesine neden olmuştu. Şeriat getiren bir peygamberlik, resûllük değil de ezoterik nitelikli nebilik olsa bile, bu iddia en azından gizli bir Şiilik içeriyordu.

Böylece Sühreverdi, gerek yaşamı gerekse nebilik felsefesinin âdeta bir şehidi olarak öldü. Aslında idam edilmedi; batıya sürüldü. Batı sürgünü (gurbeti garbiye) trajedisini son noktasına dek yaşadı. Onun yolundan gidenlerin oluşturduğu ekol olan İşrakkiyun, en azından İran’da günümüze dek süregelmiştir. Bu nedenle de öyle kolay kolay küçümsenemeyecek bir doktrindir.

Neresinden bakarsanız, işin temelinde Hermetizmi, Hermetik geleneği görmek olanaklıdır.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
6555 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 02, 2007, 10:12:50 öö
Gönderen: ohannesburq
İTTİHAD-I İSLAM (İSLAM BİRLİĞİ)

Başlatan LuckyEye « 1 2 ... 11 12 » Islam

118 Yanıt
51387 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 18, 2009, 04:46:32 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
4134 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2010, 08:55:29 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3979 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 06, 2010, 07:35:04 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2803 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 07, 2010, 02:26:28 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4162 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 09, 2010, 02:20:53 ös
Gönderen: Texan
0 Yanıt
2774 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 01, 2010, 07:45:00 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3751 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 07, 2010, 02:37:50 ös
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
4738 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 27, 2011, 05:55:21 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
1473 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2015, 02:05:33 öö
Gönderen: ayilmaz92