Osmanlı Devleti’ndeki ilk mason locasını 1721 yılında İstanbul’da Fransız masonların kurduğu söyleniyor.
[Yorum: Aslında tarih anlatılırken yorum yapılmaz. Ancak benim yapacağım anlatı biraz da yazılı söyleşi niteliği taşıyacak. Bu nedenle ara sıra yorum da yapacağım ama böyle ayrı bir parantez içinde… Bilin ki bunlar benim öznel görüşlerimdir. Şimdi şu 1721 yılına benim pek aklım yatmadı. Çünkü Fransa’ya Masonluk o tarihte yeni giriyor ve tek tük locaların kurulmasına başlanıyor. Hani 10 yıl kadar sonra olsa neyse. Kaynakta bir yanlışlık olduğunu sanıyorum. Belki baskı sırasında bir rakam hatası. Yoksa şu işe bakın bir: Benim kısaca Masonluk deyip geçtiğim ama masonik yazında “Spekülatif Masonluk” diye de anılan bu kurum, Fransa ile birlikte aynı tarihte Osmanlı Devleti’nde de örgütlenmiş. Şahane!]
Adı bilinen ilk Türk masonun, Fransa’da elçi olarak bulunduğu sırada Masonluğa girmiş olan Yirmisekiz Mehmet Çelebizade Sait Çelebi olduğu söyleniyor. Bir diğeri de aslında bir Fransız soylusu olan Kumbaracı Ahmet Paşa.
İstanbul’da kurulan ilk mason localarının ömrü pek uzun sürmemiş. Sultan 1. Mahmut mason localarının çalışmasını yasaklayıvermiş. Öyle ki, onun 1754 yılında ölümünden sonra da sürmüş bu yasak; neredeyse 18. yüzyıl sonlarına kadar…
Ancak bunun sadece İstanbul’da geçerli olduğunu da bilelim… Rumeli ve Makedonya’da mason localarının çalışmasına ses çıkarılmamış, göz yumulmuş ya da belki farkına bile varılmamış.
Sultan 3. Selim’in kafası Batı düşüncesine biraz daha yatkınmış. Onun padişahlık döneminde İstanbul’da da çeşitli yabancı mason locaları kurulup çalışmış. İngilizlerin, İskoçların, Fransızların, İtalyanların çeşitli ülkelerin yanı sıra Osmanlı Devleti’nde de locaları varmış. Üyelerinin büyük çoğunluğu elbette yabancı; Türkler hatta Osmanlı uyruklu azınlıklardan olanlar bile tek tük.
Kırım Savaşı sırasında (1833-1856) Osmanlı Devleti’nin, birçok Avrupa ülkesiyle gerek ticari gerek kültürel bakımdan yakınlaşma sağlamış olduğunu biliyoruz. İşte bu dönemde Osmanlı Devleti’nde, özellikle Batı Trakya, İstanbul ve İzmir’deki mason locaları da giderek artmış. Öyle ki, yabancı obediyanslar da tutum değiştirmiş; Türk aydınlarını da giderek daha çok sayıda aralarına almaya başlamışlar.
Osmanlı Devleti sınırları içindeki ilk obediyans, 1857 yılında “Grande Loge de Turquie” ‘Türkiye Büyük Locası) adı altında İzmir’de kurulmuş. Altı locası varmış. Her biri ayrı bir dilde çalışırmış. Türkçe çalışan locanın adı “Orhaniye” imiş. Ancak pek uzun ömürlü olamamış bu masonik örgüt. Bunun nedeni de oradaki locaların üyelerinin çoğunun geçici olarak İzmir’de bulunan yabancı masonlar olduğu, görev süreleri dolunca yurtlarına döndükleri, bu nedenle locaların çalışamayıp kapandığı söylenir.
Daha Osmanlı Devleti’nde doğru dürüst bir büyük loca yokken, 1861 yılında İstanbul’da Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin bir yüksek konseyi kurulmuş: Adı Şûrayı Âlîyi Osmanî (Osmanlı Yüksek Şurası). Başında da Grankomandör (Hâkim Büyük Âmir) niteliğiyle Mısır asıllı Prens Halim Paşa varmış. Ancak önemli bir etkinlik gösterememiş.
[Bu aşamaya kadar değindiklerim ister istemez hep mişli geçmiş oldu. Gerçi mason tarihçiler bunları belgelere dayanarak anlattıklarını ileri sürüyor ama doğruluk ölçüsü bakımından benim kuşkularım var. Ötesi şu Osmanlı Devleti’ndeki ilk yüksek konseyin nasıl olup da oluşturulduğu da kuşkulu çünkü bunun için 33. derecede en az 9 mason gerek. Bu kişilerin kimler olduğu bilinmiyor. Kaldı ki, simgesel derecelerde çalışan localar bile pek zor koşullar altında iken, yüksek konseye bağlı atölyelerin varlığı daha da kuşkulu. Ancak şunu da göz ardı etmek olanaksız: Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin dünya yüzündeki örgütlenişine ilişkin pek ilginç bir çizelge var. 1930’lu yıllarda yapılmış ve yüksek konseyler bu ağacın birer dalı gibi betimlenmiş. İşte orada Türkiye dalının tarihi 1861 olarak veriliyor. Ritin dünya yüzündeki yüksek konseylerinden bunu yadsıyan yok.]
Osmanlı Devleti’nde Masonluğun asıl gelişimini Sultan Abdülaziz’in padişahlık döneminde (1861-1876) sağladığını söyleyebiliriz. İşte bu sıralarda İstanbul’daki Ermenilerin kurmuş olduğu “Ser” (Sevgi) adlı bir loca var; Fransa Büyük Doğusu’na bağlı ama sonradan Türk masonların egemen olduğu bir loca. O dönemin mason olan aydınlarından çoğu bu locanın üyesi: Keçecizade Fuat Paşa, Mithat Paşa, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Tunuslu Hayrettin Paşa, İbrahim Hakkı Paşa, Şinasi, Namık Kemal ve Osmanlı tarihinde adı bilinen daha birçok ünlü kişi… Dahası, Sultan 5. Murat ile kardeşleri Şehzade Nurettin ve Kemalettin efendiler.
1861 yılında Sultan Abdülaziz tahta çıkarken Şehzade Murat da veliaht ilân edilmiş, babası 1876 yılında tahttan indirildiğinde, 5. Murat adıyla padişah olmuştu. Ancak iki ay sonra o da tahttan indirilip, yerine meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren 2. Abdülhamit getirilmişti. Meşrutiyeti ilan etmişti etmesine ama Rusya ile girişilen savaşta Osmanlı ordusu bozguna uğrayınca bundan ötürü Meclis-i Mebusan’ı sorumlu tutarak kapatmıştı. Bundan sonra da ülke içinde dehşetli bir baskı rejimi kurdu. Böylece, tarihte genellikle “İstibdat Devri” olarak anılan dönem başladı.
Osmanlı Devleti’ndeki Masonluk açısından pek zor bir dönemdir bu… Düşünce özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına çalışılan, en ufak bir yenileşme girişimine bile fırsat verilmeyen, 2. Abdülhamit’in her tür tehlikeye karşı öncelikle kendi saltanatını korumaya çalıştığı bir dönem…
Böyle bir dönemde başka İstanbul olmak üzere yurtta Masonluğun yeniden yasaklanması pek doğaldı. Ancak öyle olmadı. Yurt içinde dehşetli baskı kuran 2. Abdülhamit, Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinde hayli yumuşak ve uyumlu bir tavır takınmaktaydı. Bu nedenle de mason localarının çalışmasına pek ses çıkarmıyordu. Bir koşulla: Türkler o localara üye olamaz hatta toplandıkları yerlerde burunlarını kapıdan içeri bile sokamazlar. Zaten Türk aydınlarının, hele devletin üst düzeyinde görevi olan kişilerin akşamları kendi aralarında bir araya gelmelerine de kesinlikle izin yoktu. Hepsi sıkı bir hafiye izlemesi altındaydı. Bu arada Sultan 5. Murat da elbette Çırağan Sarayı’nda tutsak.
Sultan 5. Murat’ın tutsaklığına ilişkin söylentiler çoktur. Hatta Sultan 2. Abdülhamit’in onun sağlığına çok özen gösterdiği bile söylenir. Ola ki kazara zehirlenip ölüverecek olursa, mason olduğu için yabancıların bundan onu sorumlu tutacağından, bir darbe ile tahttan indirilmesine kadar bile varabileceğinden çekindiği belirtilir.
Sonradan sultanın kulağını bükenler oldu. Masonların arasında Türkler de vardı ve bunların birçoğu yabancılarla mason locaları dışında da sıkı fıkıydı. İyisi mi, varsın localarının toplantılarına katılsınlardı. Ne yapıp ettiklerini sıkı bir şekilde izlemek ve buna göre önlem almak Osmanlı’nın dış politikası bakımından daha elverişliydi.
Öyle de yapıldı. Bir farkla ki, mason olduğu kesinlikle bilinen üst düzey devlet görevlilerinden birçoğu taşraya atandı. Ne olur ne olmaz diye!
Sultan 5. Murat 1904 yılında öldü. Masonlar üzerindeki baskı da şiddetleniverdi. Özellikle İstanbul’daki birçok loca kapanmak zorunda kaldı.
Batı Trakya’daki locaların birçoğu Selânik’te çalışıyordu. Bunlardan bazılarının 1905 yılında kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile de yakın ilişkileri vardı. Oradaki locaların üyelerinde ünlü kişiler arasında Kâzım Paşa, Mithat Şükrü (Bileda), Talât Paşa, Faik Süleyman Paşa, ve Cemal Paşa sayılabilir. Bir de elbette ister istemez hayli spekülasyona uğramış olan Emanuel Karasu. Bu kişiler, 1908 yılında padişaha zorla kabul ve ilan ettirilmiş olan 2. Meşrutiyet’in öncüleri arasındaydı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin padişahı tahttan alaşağı etmek üzere bir darbe hazırlığı içinde olduğu biliniyordu. Ancak üyeleri bir türlü ele geçirilemiyor, ne yaptıkları saptanamıyordu. Adları bilinbsin bilinmesin, üyelerinin “İttihatçılar” olarak anılmasına başlanıştı Aysına bakarsanız ittihat “birlik” demektir ama o tarihlerde bu sözcü “ihtilâl” ile âdeta eş anlamlı tutuluyordu.
Nitekim Sultan 2. Abdülhamit’in tahttan indirilip 2. Meşrutiyet’in kurulmasında, bu örgütün önemli payı oldu; dolayısıyla da masonların. Bu yüzden, bir de padişaha tahttan indirildiğini yüzüne karşı bildiren kişinin Emanuel Karasu olması üzerine, elbette hem İttihat ve Terakki Cemiyeti Masonluk ile özdeşleştirildi hem bu eylemin sorumlu doğrudan Masonluk sayıldı.
[Bu olay, özellikle antimasonik yazında çiklet gibi çiğnenmiştir ve bu örnekle masonların “!ihtilâlci” olduklarının gösterilmesine çalışılmıştır. O tarihlerde Batı Trakya’da, özellikle Selânik’teki bazı locaların İttihat ve Terakki Cemiyeti yakın ilişkileri olduğu yadsınamaz. Fakat bu ilişkiden söz edilirken, mason locaları ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni özdeşleştirmek, bunların birlikte çalışıp padişahı devirmek üzere aralarında iş birliği kurduklarını söylemek yanlış olur. Gerçi kimi Türk masonlar İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne de katılmıştır; bu da yalanlanamaz ama herhangi bir locanın üyelerinin tümü aynı zamanda bu örgütün üyesi olmadığı gibi, bu örgütün üyelerinin tümü mason değildir.]
O tarihlerde sadece yabancıların üye olduğu localara bakıldığında, bir başka olgu daha görüyoruz:
Bazı mason localarında, padişah ya da saltanata değil, doğrudan Osmanlı Devleti’nin ekonomik-politik çıkarlarına karşı birtakım girişimler tasarlanıyordu. Mason locaları, bu ülkede, kendi ülkelerinin âdeta bir organı gibi etkinlik gösteriyordu. Kendi ulusal misyonlarını Masonluğun evrensel amaç ve ilkelerine oranla öncelikli tutup, Masonluğu kendi ülkelerinin çıkarları doğrultusunda kullanıyorlardı. Bunun farkına varan Türk masonları ellerinden geldiğince böyle girişimleri önlemeye çalışıyordu ama ancak yapabildikleri kadar.
[Locaların yabancı ülkelerin çıkarlarına araç edilmesinin önlenmesi, Osmanlı Devleti’nde de Masonluğun ulusal bir nitelik kazanmasına, bunun ardından yabancı locaların ortadan kaldırılmasına bağlıydı. Türk masonlar bunun farkındaydı ama Masonluğun genel yapısı ve çalışma tarzı, localarındaki üyelerin bir an önce çoğaltılıp bunun gerçekleştirilmesine olanak tanımıyordu. Önce yurtta özgürlük gerekliydi. Bunun için ülkede bir politik rejim değişikliği yaratılması zorunluydu. Nitekim Türk masonlarından birçoğunun İttihat ve Terakki Cemiyeti ile de iş birliği ederek 2. Meşrutiyet’in ilanını destekleyişleri, buna da bağlanabilir.]
İzleyecek bölümde, Osmanlı Devleti'nde ulusal nitelikli Masonluğun örgütlenişine geleceğiz.[/size]