Yapılan bazı yorumların, geçen hafta kulak misafiri olduğum "Tayyip ne yapsa doğrudur" diyen çocuğun yorumları kadar taraflı olduğunu düşünüyorum. Yine de bu konuya fazla girmeyeceğim.
Evet sayın ceycet haklı. Bence de macera peşinde koştukları oldu. Düzgün bir şekilde ne istediklerini ifade edemediler. Ortak bir hareketlenme yoktu. Evet bazı talepler çok yanlış ve anlamsızdı. ceycet'in bu tespitlerine tamamen katılıyorum, sadece "goşist tepkiler" ibaresine katılmıyorum. Evet yanlışları oldu hatta arada "başka amaçlar peşinde koşanlar" da vardı. Ama ben genel anlamda o gençlerin şiddete başvurduğunu düşünmüyorum. Haklarını düzgün bir yolla arayamadılar ama şiddete de başvurmadılar. Dükkanları yağmalamadılar, yakıp yıkmadılar. Hayır silahlanmadılar, işi oraya getirmediler.
Sayın karahan'ın sözleri arasında da katıldığım noktalar var.
Evet epey yalan haber döndü.(iki kesimden de çıktı yalan haberler bunu da görmezden gelmemek gerek) Bazıları bu durumu fırsat bildiğinden insanları galeyana getirmek için, bazıları sırf eğlence için, bazıları hit amaçlı yaptı bu yalan haberleri diye düşünüyorum. Ama eylemcilerle bu yalan haberlerin bir ilişkisi olmadığına da eminim. Çoğundan "yalan haberleri yayınlamayın, haberin doğruluğundan emin olmadan paylaşmayın, şüpheli haberleri bile yayınlamayın" tarzı şeyler duydum pek çok kez. Çünkü farkındalardı, yalan haberler onların uğraşına zarar vermekten başka bir işe yaramıyordu. O yalan haberlere de ihtiyaçları yoktu. Yani kimse bu yalan haberlerin ne denli tat kaçırdığını görmezden gelmesin. Aynı zamanda da bu yalan haberler için eylemcilere pay çıkarılmasının "saçmalık" olduğunu da inkar etmesin.
"yalan haberler yapıldıııı!!! hep senin yüzünden eylemciii!!" mantığı, eksik akılla varılan bir sonuçtur. Zaten bir çoğunun yalan olduğunu da eylemde bulunanlar sayesinde öğrendik...
Yine Sayın karahan'ın "kim haklı kim haksız her şey birbirine girdi" sözüne de katılıyorum. Gerçekten karıştı. Ama zaten tamamen haklı ya da tamamen haksız bir taraf olmadığı için böyle bir şeyin olması beklenilen bir şeydi. Bence iki tarafında doğru-yanlışları var...
Sayın karahan'ın "kimin eline ne geçti?" sorusunu çok mantıklı ve gerekli görmekle beraber, bir şey kazanıl(a)mamasının haklılık veya haksızlıkla doğrudan ilişkili olmadığını da belirtmek istiyorum. Yani birisi çıkıp "eylemciler böyle böyle yaptı ama bak bir şey elde edemediler bu yüzden onlar haksız" manası taşıyan sözler söylerse, konuşmuş olur. Sadece öylesine konuşmuş olur.
Sayın karahan bu olayların bir tezgah olduğundan, benzerinin yapıldığından, bunu konu eden belgeselden bahsetmiş. Sonrada "Ben neler olduğunu biliyorum ama yinede soruyorum" demiş ve sorusunu yöneltmiş. Ben neler olduğunu bilmiyorum. Gözlemlerim var, ama bilmiyorum. Tutarlı tezler oluşturabilir, olayları bir mantık zincirine bağlayabilir, fotoğraflarla, videolarla, önceden olmuş olaylarla kendi fikirlerimi destekleyebilirim. Ama bütün bunları yapabiliyorum diye ben "biliyorum" diyemem. Çünkü her tutarlı açıklamanın-tezin-fikrin "gerçek" olmadığını biliyorum. Tutarlılık ve gerçeklik ayrı kavramlar, bunu biliyorum. Bu yüzden biliyorum diyemeyeceğim...
Peki Sayın karahan'ın dediği gibi bu olaylar bir tezgah olabilir mi? Evet olabilir. Occopy bir işin içindeyken nasıl kesin olarak olamaz diyebilirim ki? Ben de revolution business belgeselini tavsiye ediyorum. İzlemekte kesinlikle fayda var.
Ayrıca bu konuda beni en çok aydınlatan isim Banu Avar'dır. Bu olaylardan çok daha öncesinde düzenli olarak takip eden başkaları varsa, böyle söylememin sebebini anlayacaklardır.
Banu Avar'ın bu olayların daha en başında yaptığı yorumlar;
http://www.ilk-kursun.com/haber/147534Benim de olan biteni yakından gözlemleme şansım oldu. Beşiktaş'ta oturuyorum ve çoğu zaman kendim giderek yaşananlara şahit oldum. Size katılıyorum, eylemciler ortak hareket edemedi. Ciddi anlamda elle tutulur bir şey kazanamadılar. Mantıksız davrandıkları oldu, iyi organize olamadılar. Yanlış isteklerde bulundukları da oldu. Bunlar onların yanlışları. Ama tek suçlu onlar değil. Olayları bu duruma getirmek için çaba sarf eden kişiler oldu. Başbakanımız mesela. Daha olaylar hiç bu duruma gelmeden onların eylem yapmasını engelleyen zihniyet suçludur. Kimse etrafa saldırmadı, kime esnafa zarar vermedi. Sadece yürüyorlardı. Önleri kesildi, susturulmaya çalışıldı. Bu da herkesi daha çok kızdırdı. Bu müdahaleyi yapan zihniyet suçludur. Bu müdahale yapıldı çünkü Sayın Başbakan bu ülkeye hizmet etmek için değil de, istediğimi asarım istediğimi keserim zihniyetindedir. "Biz karar verdik yapacağız isteyen istediği kadar protesto etsin" diyen zihniyet suçludur. "benim elimde %50 var %50yi sokağa salarım" diyen zihniyet suçludur. Olaylara yapıcı yaklaşmak yerine tam tersi bir şekilde diktatör gibi davranan zihniyet suçludur. İnsanları yollarda sürükleyip 7 kişi yerde adamın yüzünü tekmeleyen polis zihniyeti suçludur. 30 derece açıyla atılır o gazlar. İnsanlara değil, ortaya atılır. Gaz sayesinde kalabalık dağıtılır. Doğrusu budur. Ama eylemcilerin yüzüne, kafasına vücuduna attı benim polisim. Hem deriyi eritecek kadar çok sıcak hem de sert. Bunu yapan zihniyet suçludur. Kimse bana "polis sert müdahalelerde bulunmadı" demesin. Zırvalık. Gözümle gördüm sert müdahaleyi. Hatta barikat kurulduktan sonra taksime girmeye çalışanlara öldüresiye vuruldu. Bunu yapanlar da suçludur. Bu yanlış kararlar olmasaydı, bu iş bu noktaya gelmezdi. Başbakan'ın bu ülke için çok faydalı şeyler yaptığına inanıyorum. Ancak o dik duruşunu, o sert tavrını bizi dışarıda desteklerken yapsın. Davosta yapsın. Başka yerde yapsın. Kendi halkına "siz ne derseniz diyin ben yaptım olacak" demesin. Kendi halkına biber gazı kullanmasın, önünü kesip susturmasın, yerde tekmeletmesin, joblatmasın. Kendi halkını bu denli bölmesin. O "sokağa salarım" dediği kesim ile eylemci kesim arasında bir uçurum oluştu. Evet eylemcilerin yanlışları var, ama başbakanın bu yanlış kararları, yanlış zihniyeti, yanlış sözleri olmasaydı, işler bu hale gelmezdi. Çok net. Eylemcilerin yanlışlarını gördüğümüz kadar, diğerlerinin de yanlışlarını görelim. Tabi amacımız fanatiklik yapmak değil de buysa...
Son olarak neden "madem sizin amacınız çevre duyarlılığı" ya da "madem amacınız 3-5 ağaç" tarzı sözlerle cümleye başlayıp "niye o zaman böyle yaptınız?" tarzı sorular yöneltiliyor hala anlamıyorum. Herkes konunun çevreyi ağacı çoktan aştığının farkında. Eylemcilerin kendisi "siz hala konuyu ağaç mı sanıyorsunuz?" tarzı şeyler söylüyor. Hatta en çok eylemciler konunun sadece çevre olmadığını söylüyor. I. dünya savaşına giren ülkelere inatla "madem amacınız avusturya tahtının veliahtı arşidük franz ferdinand’ın hakkını aramak o zaman niye böyle yapmıyosunuz?" tarzı sorular sormak ne kadar anlamsız ise, eylemcilerede "madem amacınız ağaç..." tarzı sorular sormak o derece anlamsız. Herkes, en çokta eylemcilerin kendisi sorunun sadece ağaç olmadığını söylüyor zaten...
Oradaki eylemcilerin asıl sorunu açıkça belli. Çok alakalı bir örnek olmayacak ama en azından anlaşılacağına inanıyorum; Bush 11 Eylül saldırısından sonra "Onlar bizim hayat tarzımıza saldırıyorlar" demişti bildiğiniz gibi. İşte tam olarak olay budur. Kimisinin içkisi, kimisinin sigarası, kimisinin 19 mayısı, kimisinin emek sineması, kimisinin inancı, kimisinin inaçsızlığı...
Liste uzar. İnsanların derdi bunlardı. Onlar AKP'yi sevmiyorlar. İstemiyorlar. Hiç sevmediler hiç istemediler. Çünkü AKP hayat tarzları için bir tehdit oluşturuyor. İnandıkları ilkeler(bkz: iki ayyaşın yazdığı anayasa) için bir tehdit oluşturuyor. Bu insanlar azımsanacak bir sayıda değiller. Türkiye'nin bir parçası. Bizim bir parçamız. Sayın Erdoğan onların da başbakanı. Onlara da "hizmet etmek" için seçildi. Oy kullanmayanları da hesaba katarsak bu ülkede de %30-40 arası AKP'li bir kesim de var. Onları da atamayız. Onlarda Türkiye'nin bir parçası. Onlar da bizim bir parçamız. Bu yüzden "bize hizmet etmek için seçilenler" kim olduklarını hatırlayarak, bu iki kesimin arasındaki uçurumu daha çok açmamak için, bizi daha çok bölmemek için uğraşsın! 3. köprü yapılmış yapılmamış, ağaç dikilmiş, avm yapılmış, içki yasaklanmış, HATTA ekonomi yükselmiş, imfye borç bitmiş vs tüm konulardan daha önemli bir şey bu. Bizim bütünlüğümüzden, birliğimizden daha önemli başka bir konu göremiyorum. Zaten biz bu ülkede o bütünlüğü sağladığımız gün, milletçe her sorunun üstesinden geliriz. Bu yüzden her şeyden önce bunu farketmeli, bir söz söylerken, bir karar alırken bunu göz önünde bulundurmalıyız. %50yi üzerinize salarım demekle, kendi halkını polise dövdürtmekle yerde tekmeletmekle de olmaz o iş. (üzerinize salarım da nasıl bir sözdür bilmiyorum köpeğin tasmasını bırakıyor sanki. Ben kimsenin üzerine salınacak biri değilim. Tasmam da yok. Umarım o %50lik kısımda kabul edip üzerine almamıştır "sokağa salarım" sözünü. Keşke kendi seçmenleri "biz sokağa çıkıp kendi kardeşimize saldırmayız" diye tepki gösterseydi...)
Ben olayların tarafsız incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. İki tarafında doğruları yanlışları var ve bunlar söylenmeli. Takım tutar gibi taraf tutulmamalı, fanatiklik yapılmamalı. Bu olayın az önce bahsettiğim iki kesimi daha çok böldüğünü, aramıza uçurumlar açtığını fark edip engel olmalı. Sağ ve sol (tam doğru olmasada yakın bir tabir) görüşlüler arasında bu olaylardan sonra resmen uçurum açıldı. Benim de çevremde pek çok ayrılma, kavga, gruplaşma meydana geldi. Sayın karahan'da yaşamış. Bence en büyük sorunumuz budur. İçki bizi ayırmasın, din bizi ayırmasın, türban bizi ayırmasın, partiler bizi ayırmasın. Ne içki içeni ne türban takanı ötekileştirelim. Hepsi bizim, hepsi bizden. Bakmayın siz Sayın Başbakana. O şaşırmış.