Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Adam Olmak 2 - Düşünmek  (Okunma sayısı 3339 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 12, 2016, 04:37:26 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 2105
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk ve Masonlar






Maddî ve manevî olaylar arasında bulunan «münasebetleri keşfetmek demektir. Buda bizi ilim, felsefe ve dine götürür. Bunların hepsi soyut faaliyetlerdir ve büyük nisbette dil ve semboller sistemine dayanır. Düşünce, tabiata ve eşyaya dayandığı takdirde, kendisine sağlam bir zemin bulabilir. Fakat düşünce, genellikle kendisine daha yakın olan kelimelere dayanır. Felsefede görüldüğü üzere, kelimelere dayanarak da hakikate erişmek mümkündür. Kelimeleri kullanmada bir bilgi, öğrenim, tecrübe ve maharet gereklidir.

Aydınlar genellikle kelimelerle düşünen, sosyal münasebet kuran ve tesir eden insanlardır. Kelime, düşünce ve hayallerle oynama; hayvancı, ekinci, tüccar ve zanaat erbabından daha farklı bir hava verir. Kendilerini tabiat, hayat ve maddenin ağarlıklanndan kurtulmuş hisseden aydın veya düşünce erbabı, hürriyeti bütün varlığında hisseder. Aydınlar varlığı yukardan seyrederken; maddeye, işe, günlük hayatın zaruretlerine bağlı insanların gördüklerinden daha güzel manzaralar ve güzellikler görürler.


Devamı Gelecektir


Kaynak: Mimar Sinan Dergisi / Sayı 71 / Ziya FIÇICIOĞLU
Gnothi Seauton

Yaşamak, kendini adam etmektir. Zeka ve bilgiyi kullanarak, etinden, kemiğinden kendi heykelini yapmaktır. - Goethe


Ekim 20, 2019, 12:29:32 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay

Felsefi Anlamda Düşünmek Nedir, Nasıl Gerçekleşir?

Düşünmek insanın bir yetisi, zorunlu bir yaşam koşuludur.



İnsan dediğimiz zaman öncelikle “düşünen varlık”ı anlıyoruz. Pascal, insanın tüm değerinin düşüncesinde olduğu fikrindeydi. Çünkü insan yaşamının bir yüzü eylem ise, öteki yüzü, yani eylemin öncesinde yer alan temel düşüncedir. Shakespeare’in Hamlet’inde bize bu insan gerçeği şöyle anlatılır: “Konuşmadan önce düşün, eylemeden önce tart.” Gene Hamlet’de düşünmeyle ilgili şu cümleyle karşılaşırız: “Hiçbir şey kendinde iyi ya da kötü değildir, her şey o şeyle ilgili düşüncemize bağlıdır.”



Peki düşünebilen tek varlık olarak övünen insan, yeterince düşünüyor mu? Zaman zaman insanların iyi düşünmemesinden ya da yeterince düşünmemesinden yakınıyoruz. Çoğumuz düşünmeyen bir dünyada yaşıyor olmaktan yakınıyoruz. İnsanların büyük bir bölümü en az düşünceyle bütün bir yaşamı omuzlamak gibi bir kolaycılığı benimsiyor. Hatta kimileri düşünceyle alay ederken kimileri gerçekten düşündüklerini sanıyorlar. Düşünmeyenlerin büyük bir çoğunluk oluşturduğu bir dünyada, düşüncenin lüks sayıldığı bir dünyada her şeye karşın düşünen insanı gerçek insan diye belirliyoruz.

Jean-Jacques Rousseau “Emile” ya da “Eğitim” adlı o çok ünlü kitabında düşünmenin bir eğitim sorunu ortaya koyduğunu söyleyerek şöyle der: “Düşünmek insan için doğal bir şey değildir. Düşünmek onun tüm diğerleri gibi öğrendiği ve çok zor öğrendiği bir sanattır. Her iki cins için birbirinden gerçek olarak ayrı iki sınıf düşünüyorum: biri düşünenler sınıfı öbürü hiç düşünmeyenler sınıfı. Bu ayrım hemen tümüyle eğitimden gelmektedir.”

Düşünce geçmiş zamanlarda genellikle duygunun karşısına konmuş, çok yerde bir duygu-düşünce karşıtlığı üzerinde durulmuştur. Buna göre çok zaman duygular büyük ölçüde tehlikeli, düşünceler ise kurtarıcı görülmüştür. Biz bugün duygulanmanın da bir tür düşünme biçimi olduğunu bilmekte ve bunların iki ayrı alan oluşturmadığını, her ikisinin de iki ayrı kaynaktan değil, tek bir kaynaktan geldiğini görmekteyiz. Ama eskiler soruna daha değişik bakmışlardır. Onlar duyguların ya da sık sık kullandıkları bir terimi kullanarak söyleyelim tutkuların aklı, bilinci bulandırdığını, dolayısıyla onların giderilmesi ya da baskı altında tutulması gereken şeyler olduğunu düşünmüşlerdir. Örneğin Jean-Jacques Rousseau “Yalnız Gezerin Düşleri”nde şöyle demiştir: “Yüreğim ve zihnim aynı bireyin değil denebilir. Yıldırımdan daha hızlı olan duygu ruhumu doldurur, ancak beni aydınlatacak yerde beni yıkar ve sarsar. Düşünmek için soğukkanlı olmalıyım.”



Her ne olursa olsun, düşünmek insan olmanın ilk koşuludur ve insan yaşamını oluşturan değişimin de belirleyici gücüdür. Biz de bu gerçeği Ernest Renan gibi olumsuzlama yoluyla şöyle anlatabiliriz: “Değişmemenin tek yolu düşünmemektir.” Öte yandan düşünmek onaylamaktan çok karşı çıkmayı düşündürür bize. Gerçek anlamda düşünebilen insan hayır demeyi alışkanlık edinmiş insan değildir; ama gerektiğinde kesin bir biçimde hayır diyebilen insandır. Alain Badiou şöyle der: “Düşünmek hayır demektir. Dikkat edin, evet işareti, uyuyan bir adamın işaretidir. Uyanıklıkta insan, tersine, başını kaldırır ve hayır der.”

Düşünmek insana, insan yaşamına bütünsel bir bakışla bakmaktır. Descartes insan bilgisinin bir bütün olduğunu söylüyordu. Düşünce alanımızı daralttığımız zaman dünyaya yeterince yerleştiğimizi söyleyemeyiz. Düşünmek dünyaya bir ya da birkaç açıdan değil bütün açılardan bakmayı bilmekle olur. Karl Jaspers “Felsefi Otobiyografi” adlı kitabında şöyle der: “İnsan olma koşulu, bireyin yaşama, bütün içinde katılmasını ve yaşamı anlamasını gerektirir, oysa uzmanlaşma bireye kendi mesleğinde yetkin bir çaba gösterme olanağı sağlar. Dünyada yalnız uzmanlar olsaydı, insanlık güç kullanarak insanlara baş eğdirmek isteyecek kişiye av olacaktı. Hepimiz dar alanlarımızdan çıkmak ve insanlığın yazgısına ortak olmak zorundayız. Bu da insanın en genel bilgisine ulaşmak zorunda bırakır bizi. Bu elbette her alanda bilgi sahibi olmak gibi bir çabayı düşündürmemeli bize. İnsan ömrü her alana uzanmamızı olası kılmayacak kadar kısadır. Bu yüzden yaşamımızı iyi kullanmak zorundayız, bunun için yöntemli olmak, ayıklayıcı ya da seçici olmak, birbiriyle ilgili olmayan bilgileri bilincimizde gelişigüzel bir biçimde bir araya getirmeme konusunda özenli olmak zorundayız.”

Gerçek anlamda düşünmek dünyayı ve kendini, dünyadaki kendini ve kendindeki dünyayı doğru olarak kavrayabilmek için usunu iyi kullanmaktır. Usumuzu iyi kullanmamız gerektiğini bize ilk olarak üstüne basa basa söyleyen 17. yüzyılda Descartes olmuştur. Descartes’ın başlıca amacı düşüncede ve eylemde her şeyi açık bir biçimde görmek ve böylece yaşamın yollarında güvenle yürüyebilmektir. Daha önce Eski Çağ’ın akılcı filozofları olan Stoacılar ussal düşüncenin önemi üzerinde durmuşlardı. Onlar için insan aklının kaynağı doğadaydı. Doğanın bir parçası olan insan doğaya uygun yaşamalıydı, ussal yaşam doğaya uygun yaşam demekti. İmparator Marcus Aurelius şöyle diyordu: ''Kısa bir zaman için bile olsa ustan başka bir şeyi yol gösterici diye almamak; her zaman aynı kalmak, büyük acılarda, bir çocuğu yitirdiğimizde, uzun hastalıklarda...” Her türlü acıya usumuzun gücüyle katlanacak, her türlü sıkıntıyı usumuzun gücüyle alt edecektik. Ahlakın temelinde de ussallığın bulunması gerekiyordu, mutlu bir yaşam da ancak usu iyi kullanabilmekle olasıydı: “Kendinin efendisi olmak, kendini başka şeyin sürüklemesine bırakmamak, her koşulda hastalıklarda bile sevinçle davranmak, kişiliğinde yumuşaklığı ve ciddiliği mutlu bir biçimde bütünleştirmek...”



17. yüzyılda Kant insanın küçüklüklerini alt edebilmesi için usunu iyi kullanmak zorunda olduğunu bildiriyordu. İnsanın kurtuluşu için tek çıkar yol herkesin kendi usunu kullanabilme yürekliliğini göstermesiydi. İnsanlar genellikle başkalarının usuyla iş görüyorlardı. Küçüklüğün kaynağını bu kolaycı tutumda aramamız gerekiyordu. Küçüklükler kolaydır, diye düşünüyordu Kant, tüm küçüklükleri korkaklığın ve tembelliğin beslediğini söylüyordu. Ona göre çok zaman insanlar bir kitabı uslarının yerine, yöneticilerini bilinçlerinin yerine koyabiliyorlardı ve bundan rahatsız olmuyorlardı. Başkasının usuyla düşünmek yani düşünmemek bir alışkanlık olmuştu sanki. Bu yüzden küçüklük insan olmanın neredeyse zorunlu bir koşulu durumuna gelmişti. Kant’a göre bireylerin kendi doğaları durumuna gelmiş olan küçüklüklerinden sıyrılmaları zor da olsa zorunluydu, bu sıyrılma insan olmanın temel koşuluydu. Şöyle der Kant: “Usla yönelmek uygundur. Gizemli ve sözümona bir doğru duygusuyla ya da inanç diye nitelendirilen aşkın bir sezgiyle yönelmek uygun değildir.”

Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve "Sosyolojiye Giriş" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Diğer Ders Notları (Ömer YILDIRIM), "Felsefeye Giriş" Afşar Timuçin




Okunmasında fayda gördüğüm için buraya taşıdım ...
Saygılar


Us Nedir?

Düşünme yetisi.



Us, insanın eylemsel çabasıyla oluşmuş bir güçtür. Ağaçlara tırmanabilmek için ön ayaklarını arka ayaklarından başka türlü kullanmasını beceren 3. zaman maymunu, insanlaşma yolunda eylemselliğin alanına girmiş bulunuyordu. Ön ayakların ayaklıktan büsbütün kurtularak el’leşmesi ve yavaş yavaş birçok işler (eylemler) yapabilecek duruma girmesi organik yapının bütününü etkilemiş, yararlandırmış ve geliştirmiştir. Ayaklıktan kurtulup eylemde bulunabilmek için serbest kalan el, emeğin ortaya koyduğu bir üründür ve karşılıklı etkiyle emeği geliştirerek işbirliğini ve sonunda toplumsallığı sağlamıştır. El-emek diyalektiği, işbirliğini doğurarak insanları birbirlerine anlatmaları gereken bir şeyleri olmak durumuna getirmiş ve di’i ortaya koymuştur. Yüz binlerce yıl süren bu oluşma içinde, el-emek-dil diyalektiği, bir hayvan beyninden bir insan usunu meydana çıkarmıştır.



Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 3. Sınıf "Çağdaş Felsefe Tarihi" Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); "Felsefe Sözlüğü" Orhan Hançerlioğlu
« Son Düzenleme: Ekim 20, 2019, 01:12:58 ös Gönderen: NOSAM33 »
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Ekim 21, 2019, 05:55:59 ös
Yanıtla #2

 İnsan varoluşundaki doğası gereği,bilmeden,kendi statüsüne uygun cevrelerin içinde gezer ve buna uygun cevredeki kişilerle diyalog kurar.Bu, kişinin yaşam içindeki bakış acısını ve  şahsi yerini belirler.Kendini bilmeden kendi tanımladığı düzeyde huzur bulur,yada; varlığının üstü seviyede kalmaya çalışırken huzursuzluk yaşar.Aslında kaçınılmaz olan çevresiyle dengelenmesinin kaçınılmaz olduğudur.

Seçim basittir;

Ya huzurlu bir çevrede kademeli bir düşüş; ya da, olunmak istenen yerde sancılı bir yükseliş.

Tarih içinde derin konulara ilgi duyan ve mistik olduğunu sanan  herkesin dünyası,yaşamın "sen basitsin" tokadını 1 kez yemiş fakat 2'nci kez yememiş insanlar topluluğunca oluşur.2'nci kez de zayıf olduğunu gören kişi, bu varoluşun bir parçası fakat herşeyi olmadığını fark eder.

Zayıf olduğunun ruhani acısını 3'ncü kez fark eden  ve yaşayan kişi; Kendini bilme kavramının kadim kapısına kendini bir adım daha yakın bulur.Kendini onlara ait sandığı tüm değerlerin sonunda,fakat; kendinin aslında kim olduğu yolun başında bulur.

Saygılar
Sen Özelsin


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
4902 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2009, 12:47:15 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2707 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:28:20 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2835 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:30:37 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2745 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 10:34:18 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3776 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2009, 06:05:52 ös
Gönderen: Prenses Isabella
3 Yanıt
3819 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 25, 2009, 03:08:20 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2517 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 25, 2009, 08:11:43 öö
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
5412 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 22, 2009, 02:06:40 ös
Gönderen: KUZEYDOĞU
5 Yanıt
4985 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2009, 12:42:03 ös
Gönderen: Prenses Isabella
1 Yanıt
3448 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2009, 02:40:07 ös
Gönderen: Prenses Isabella