Türkiye’de milliyetçiliğin türleri-Ş.Alpay
31-03-2005 Zaman
Şahin Alpay
Geçen yazımda sözünü ettiğim milliyetçilik türlerinin hepsinin izlerine Türkiye’de de rastlamak mümkün. Türk kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesine anti-emperyalist, anti-kolonyalist milliyetçi fikirlerin öncülük ettiğine, bu hareketin bağımsızlık fikriyle anayasal yönetim fikrini birleştiren liberal milliyetçiliğin unsurlarını barındırdığına kuşku yoktur.
Bu yüzden Türkiye’de milliyetçilik genelde ilerici, demokratik, olumlu bir anlam kazanmıştır. Avrupa’da milliyetçiliğin son derece olumsuz bir çağrışım yapmasının nedeni ise, 20. yüzyılda ırkçı, saldırgan ve yayılmacı bir niteliğe bürünmesi ve kıtayı kana bulayan iki korkunç savaşa yol açmasıdır. Türkiye’ye dönersek, 1990’lardan bu yana Türk milliyetçiliğinin başlıca dört türünün görüldüğü söylenebilir. (Bkz.: Tanıl Bora, “Nationalist Discourses in Turkey / Türkiye’de Milliyetçi Söylemler”, South Atlantic Quarterly, 102: 2/3, 2003.)
Resmi milliyetçilik: Devlet seçkinlerinin temsil ettiği (”Atatürk milliyetçiliği” olarak da anılan) milliyetçiliğin, bir yanda Kurtuluş Savaşı döneminden kaynaklanan vatandaşlıkla ve ülkeye sadakatle tanımlanan bir milliyetçilik anlayışı ile öte yanda (1930’larda aynı dili konuşan, aynı dini ve kültürü paylaşan Bir Türk milleti inşası politikalarından kaynaklanan) Türk kültürüne bağlılığı esas alan, etnik, ırka dayalı bir milliyetçilik anlayışı arasındaki gerginliği barındırdığı söylenebilir. Resmi milliyetçiliğin başka bir paradoksal özelliği bir yanda Batılaşmacı-kalkınmacı fikriyatı ile öte yanda Batı’ya derin bir kuşkuyla bakan yönüdür.
“Ulusalcılık”: Bu tür milliyetçiliğin kaynağında 1930’larda “Kadro”, 1960-70’lerde Yön-Devrim dergileri çevresinde kümelenen ve “Türk Baasçılığı” olarak nitelenebilecek, Marxizm ile milliyetçiliğin bir sentezini yapmaya çalışan solcu milliyetçiliği görmek mümkündür. Günümüzde “Cumhuriyet” gazetesinin sözcülüğünü yaptığı bu akım, ekonominin liberalleşmesine ve dışa açılmasına karşı tepkilerle İslamcılığın yükselişine karşı resmi ve positivist laiklik anlayışının savunulmasına odaklı bir fikriyatı ifade ediyor. “Ulusalcılık”ın Baasçı, demokratik ilkelere kuşkuyla bakan, “cumhuriyetçi”, seçkinci bir yorumu olduğu gibi, Bülent Ecevit tarafından temsil edilen popülist bir yorumu da mevcut. “Ulusalcılar”, değişik dozlarda anti-Batı, Üçüncü Dünyacı bir felsefede buluşmakta.
Etnik milliyetçilik-Türkçülük: Türkçülük ya da aşırı biçimiyle (bütün Türkleri tek bir bayrak altında toplamayı amaçlayan) Pantürkizm, resmi milliyetçiliğin etnik milliyetçi damarından esinlenen bir yorumu. 1960’lardan itibaren MHP’nin sözcülüğünü yaptığı Türkçü akım, 1980’lerde Türk-İslam sentezine, yani Türk kimliğinin Türklük kadar İslam tarafından da tanımlandığı düşüncesine; 1990’larda ise daha ılımlı bir milliyetçiliğe, siyasetin merkezine yöneldi. Bu sırada İslam vurgusu giderek zayıfladığı gibi resmi laiklik anlayışı harekete yeniden hakim oldu. 21. yüzyılın başında Türkçü akımın giderek daha radikal bir çizgiye otururken, siyasi ve ekonomik liberalleşmeye, AB ile bütünleşmeye karşı çıkan bir tutumu benimsediği gözleniyor.
Liberal yeni-milliyetçilik: Resmi milliyetçiliğin Batılaşmacı-kalkınmacı fikriyatı ile akraba olan bu akım, Atatürk’ün hedef koyduğu “çağdaş uygarlığı yakalama”yı esas alıyor; çağdaş uygarlığı, Batı uygarlığının temsil ettiği siyasal ve iktisadi liberalizmle tanımlıyor. Amacı, Batı ölçülerinde kalkınmış, demokratik bir Türkiye.
Tanıl Bora’nın dörtlü ayrımına dinsel milliyetçilik de eklenebilir. 21. yüzyılın başında Türkiye’de İslamcı seçkinler artan ölçüde liberal, kalkınmacı ve “çağdaş uygarlıkçı” bir anlayışı benimserken, hareketin tabanında ümmetçi, Batı-aleyhtarı, anti-modernist eğilimler etkinliğini korumakta. Ulusalcı, Etnik ve Dinsel milliyetçi akımların ortak bir özelliği, küreselleşmeye karşı tavır almaları ve saflarında Batı düşmanlığının ve anti-semitizmin kendini hissettirmesi.