Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ELIEZER BERKOVITS  (Okunma sayısı 2096 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 04, 2007, 09:54:54 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

1900’de Oradea, Transilvanya’da doğan Eliezer Berkovits 1934’de Hildesheimer Haham Okulundan mezun olmuştur. Berlin’de haham olarak görev yaptıktan sonra 1939’da İngiltere’ye gitmek için Almanya’dan ayrılmış ve Leeds’de 1940-1946 arasında hahamlık görevini sürdürmüştür. Daha sonra 1950’ye kadar Avustralya Sidney’de , 1958’e kadar Amerika Birleşik Devletleri Boston’da bu görevine devam etmiştir. Ardından Chicago’da İbrani Teoloji Koleji’nde Yahudi felsefesi bölümünün başkanı olmuştu. Bir çok eserinde Berkovits, Holokost’un dini sorununa teolojik bir cevap bulmaya çalışır.

Holokost hakkındaki en önemli yazılarından biri olan “Holokost’tan Sonra İnanç”ta Berkovits , Holokost kabusundan sonra bile hala iyilik yapan güçlü bir Tanrı’ya inanılabileceğini gösterir. Nazi döneminde yaşanan olayların ortaya çıkardığı teolojik ikilemler üzerine düşünen Berkovits, inanç sorununa kişinin ruhundaki acı ile göğüs gerilebileceğini iddia eder. Holokost’tan sonra Yahudilerin Tanrı’yı muhakeme etme ve O’nunla mücadele etme sorumluluğu vardır. Böyle bir düşünce kafirlik değildir, zira böyle korkunç bir olay karşısında sessiz kalmak imkansızdır. Tanrı’yı sorgulama fikrine, Yahudi Tarihinin ta en başında, Avraam’ın Tanrı ile, Sodom ve Gomore halkalarının kaderi hakkında mücadele etmesinde de rastlanır. Benzer şekilde, İyov da Tanrı’yla başına gelen talihsizlikler nedeniyle tartışmıştır. Dolayısıyla, ölüm kamplarında Tanrı’nın büyüklüğünü kavramak için O’nu sorgulamak, bu eski gelenekle uyumludur.

Berkovits’e göre, Yahudi halkının tarihi felaketlerle lekelenmiştir: Tapınak iki kere yıkılmış, Yahudi halkı sürgüne gitmeye mecbur edilmiş, İspanya Yahudileri yok edilmiş, hem Haçlı seferlerinde hem de daha sonraki yüzyıllarda toplu katliamlar meydana gelmiştir. Tanrı inancını devam ettirme sorunu o zamanlarda da, bu yüzyılda olduğu kadar hassas olmuştur. Ölüm kamplarında yanşanan trajedi, önceki tüm felaketlerden daha korkunç olsa da , bu diğer olayların etkisi de en az bu trajedi kadar yoğun olmuştur. Dolayısıyla Yahudilerin acı çekmesi, Yahudilik kadar eski bir olgudur.

Talmud zamanında, Yahudi alimler bu ikilemi, Tanrı’nın sessizliğine yalvararak ve merhamet isteyerek çözmeye çalışmışlardı. Kutsal Kitap terminolojisinde, bu kavram İbranice Hester Panim (Yüzünü saklaması) olarak ifade edilir. Felaketler olduğunda Tanrı yüzünü, insani kötülükten saklar. Berkovits , Teilim 44’te 17:26 bölümündeki Hester Panim’i örnek olarak gösterir:

Bütün bunlar başımıza geldi,
Yine de seni unutmadık
Antlaşmana ihanet etmedik,
Döneklik etmedik.
Adımlarımız senin yolundan sapmadı.
Oysa sen bizi ezdin, ülkemizi çakalların uğrağı ettin,
Üstümüzü koyu karanlıkla örttün.

Eğer Tanrımız’ın adını unutsaydık,
Yabancı bir ilaha ellerimizi açsaydık,
Tanrı bunu ortaya çıkarmaz mıydı?
Çünkü o yürekteki gizleri bilir.
Senin uğruna her gün öldürülüyoruz,
Kasaplık koyun sayılıyoruz.

Uyan ya Rab! Niçin uyuyorsun?
Kalk! Sonsuza dek terk etme bizi!
Niçin yüzünü gizliyorsun?
Neden mazlum halimizi, üzerimizdeki baskıyı unutuyorsun?

Çünkü yere serildik
Bedenimiz toprağa yapıştı.
Kalk, Yardım et bize!
Kurtar bizi sevgin uğruna!

Burada Tanrı insanların sıkıntılarından uzak olarak betimlenmiştir- Tanrı mağdur durumdakilerin yalvarışlarından Kendini gizemli biçimde uzak tutmaktadır.

Yüzyıllar boyunca Yahudiler Tanrı’nın trajediler karşısında sessiz görünmesiyle mücadele etmişlerse de hahamlar, Tanrı’nın Sessizliğinde orada olduğunu öne sürer. O yüzünü ilahi kayıtsızlığından dolayı saklamaz , aksine Tanrı’nın amacı insan özgürlüğü için ortam yaratmaktır. Tanrı bir insanın iyi, diğerinin kötü olacağına karar vermemiş, bunun yerine herkes için, ahlakın temsilcisi olarak hareket etme imkanı yaratmıştır. Tanrı her bakımdan iyidir, ve insanoğlu ahlaklı olmak için mücadele etme yeteneğine sahiptir. Bu da özgür seçimin gerekli olduğunu ve insanın özgürlüğünün Tanrı’nın Kendisi tarafından bile kısıtlanamayacağı anlamına gelir. Tanrı böyle bir özgürlüğe saygı göstermeseydi , sadece ahlak yok olmakla kalmayacak, erkekler ve kadınlar da insan olamayacaklardı. Özgürlük ve sorumluluk insanlığın özüdür, insanoğlu var olacaksa kendi hayatlarının seyrini seçme yeteneğinin de kendilerine verilmesi gerekir. Dolayısıyla Tanrı tahammüllü olduğu halde , kötülük kötülüklerini yapacaktır. Bunu alternatifi yoktur, insanoğlunun ilahi güç tarafından bastırılmadan özgürce hareket etmesi gerekiyorsa Tanrı’nın orda olmaması gerekir. Yani tarihteki Tanrı aynı anda hem vardır hem de yoktur. O, orada değildir ama ulaşılabilir.

Dolayısıyla, insanoğlunun özgür seçimi olabilir çünkü Tanrı tarih içinde gücünü kullanmaktan feragat etmiştir. Tanrı’nın kuvveti, her yerde olan gücünün önüne geçmesindedir. Ancak Tanrı Kendisini İsrael’in yaşamasında göstermiştir. Berkovits , bu küçük ve sürekli acı çeken ulusun tarihte yaşamını sürdürebilmesini, Tanrı’nın tarih içinde var olduğunun en güçlü kanıtı olduğunu vurgular. Berkovits’e göre, Tanrı’nın varlığına tanıklık eden Yahudiler , O’nun acı çeken hizmetkarlarıdır. Seçilmiş Halkının acı çekmesine karşı Tanrı kayıtsız değildir. Tanrı sadece insanların karar vermesi için bir ortam yaratmıştır. Bu bağlamda Holokost’tan sonraki soru Tanrı’nın bunca kötülüğe nasıl göz yumabildiği değil, Yahudi halkının , Tanrı’nın bulunması zor Varlığına tanıklık etmeye devam edip etmeyeceğidir. Berkovits’e göre, çağlar boyunca Yahudiler’in ayakta kalması ve sürgündekilerin Kutsal Topraklarda yeniden toplanması , Tanrı’nın anlaşılmaz şekilde saklı olmasının tam kalbindeki Varlığına işaret eder.

Berkovits, daha sonra yazdığı ‘Cehennem’de Tanrı ile’ adlı kitabında , Yahduileri’in toplama kamplarında Tanrı’ya şahit olma konusuna geri döner. Burada, işkence ve ölüm karşısında Yahudiler’in nasıl inançla yaşayabildiklerini gösterir. Binlerce Yahudi toplu mezarlara ve gaz odalarına Tanrı’ya güvenerek yürümüştür. Ölümleri yoluyla Tanrı’nın saklı Varlığına tanıklık etmişlerdir. Örneğin Auschwitz’de, Tanrı’nın emirlerini yerine getirmeye çalışan birçok dindar Yahudi vardı. Bunların arasından kurtulanlardan biri, Şabat ve bayramlarda inançtı bir biçimde çalışmayı reddeden bir Yahudi’yi anlatır: ‘İlk başta akıl sağlığını yitirdiğini zannettik. Ancak yıllar içinde , “deliliğini” aslında güçlü bir kişiliğin ve yüksek bir inancın manifestosu olarak takdir etmeyi öğrenebildik.’ (Berkovits, 1979,3).

Kamplarda dua edenlerede de sıklıkla rastlanırdı: Yahudiler kalben bildikleri duaları söyler, kişisel dualar ya da dua kitaplarının bütünü elle yazılırdı. Bazı Yahudiler tefilin bile kullanırlardı. Tora çalışmak isteyenler de çoktu. Kamplarda Talmud olmadığı halde , bir çok Yahudi bölümleri kalben ezbere bilirdi. Yahudi geleneklerine böylesine bir bağlılık, yemek kurallarında da göze çarpıyordu. Açlıkla mücadele ettikleri halde , bazı Yahudiler Yahudi kanunun gerekliliklerini bedeni ihtiyaçlarının üstüne koyarak yoksunluklarını alt edebiliyorlardı. Ancak yine de Pesah zamanında yasal olarak izin verilen yiyecekler sorunu özellikle hassastı. Normal şartlarda mayalı ekmek yasaktı, ama toplama kamplarında ne yapılabilirdi? Kendilerine verilen mayalı ekmeği yemek zorunda kalan dindar Yahudiler, Tanrı’ya içinde bulundukları ikilemi anlayıp olara güç vermesi için dua ederlerdi:

Göklerdeki Babamız! Sen Pesah bayramını kutlamak istediğimizi ve mayalı ekmekten sakınıp Matsa yemek istediğimizi biliyorsun. Ancak biz esarette olduğumuzu acı dolu kalbimizle anlamak ve kutlamalarımızı yapamadığımızı fark etmek zorundayız. Hayati tehlike içinde olduğumuzdan, ‘Onların yanında yaşayacak ancak onların yanında ölmeyeceksiniz’ emrini yerine getirmek istiyoruz. Bu nedenle Sana, bizi kurtarıp hayatımızı bağışlaman , böylece isteklerini yerine getirip tüm kalbimizle Sana hizmet etmemizi sağlaman için dua ediyoruz. Amen! (32)

Bu Yahudiler, dehşet karşısında İlahi bir Tanrı’ya inanarak hayatta kalabilmiştir. İnançlarına sadık kalarak , Tanrı’nın kamplardaki varlığını bir an için yakalayabilmişlerdir. İsrael’in Tanrı’sına ve Yahudiler’in geleceğine güvenerek ölüme yürümüşlerdir. Tam bir güvenceyle, Naziler’in günün birinde yok olacağına inanmışlardır. Ölüm kampların kabusuna rağmen , tefilin takmak için sabah erken kalkmışlar, dua edip çalışma fırsatı bulmaya çalışmışlar, bayramları kutlamışlar ve atalarının dinine sadık kalmışlardır. Deneyimledikleri korkunç olaylara rağmen , ahitlerine sadık yaşamışlardır. Yahudi geçmişindeki bütün nesillerle beraber Tanrı’nın varlığı önünde durarak, Tanrı’nın sesini O’nun sessizliğinde duymuşlardır. Berkovits, modern Yahudilerin , Nazi dönemindeki bu kahraman kişileri anlamaya çalışarak Yahudi inancının gizemi ve Tanrı’nın Seçilmiş insanlarının kaderi hakkında fikir edinebileceklerini vurgular.

‘Tanrı’nın öldüğünü’ iddia eden teologlar Yahudi şehitlerinin inancı karşısında sessiz kalmışlar, toplama kamplarında Tanrı’nın kutsal halkıyla beraber olduğunu görmezden gelmişlerdir. El Mistater olarak (Saklı Tanrı) acıları içinde kendini göstermiştir. Dudaklarında Tanrı’nın İsmiyle kamplarda ölen Yahudiler , çektikleri acılarda O’nun varlığını göz ucuyla görebilmiştir. Geçilemez karanlıkta , tarihin Tanrı’sına sadık kalmışlardır. Bugünkü Yahudiler , Holokost karşısındaki tavırlarında onlardan örnek almalıdır. Açıklanamaz olan, açıklanamadığı halde, öğrenilmesi gerekenin belirlenmesine olumlu bir etkide bulunabilir. Üzüntü her zaman kalacaktır ama bu üzüntü, dünyevi yaşamın trajedilerine rağmen Tanrı inancının vaat ettikleriyle kutsanabilir.



Kaynaklar ve Berkovits’in Temel Eserleri:

Eliezer Berkovits, Faith After the Holocaust, New York, 1973

Eliezer Berkovits, With God in Hell, New York, 1979