Bu konu, Sayın Adam'ın İdeal Toplum Yönetimi Tasarıları adlı yazı dizisindeki, ekonomik yönetim başlığı altına cevap yazarken aklıma geldi.
http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=7757.0Mandeville'in Arı Masalı (THE FABL OF THE BEES) nedir, önce kısaca buna bakalım, ben internette açıklayıcı bulduğum bir yazıyı buraya aktaracağım;
Orhan Hançerlioğlu'ndan.
"Bernard de Mandeville (1670-1733), Arılar, Efsanesi ya ,da Genel Zenginliği Yapan Kişisel Kötülüklerdir (The fable of the bees or private vices made public benefits) adlı küçük yapıtını 1714 yılında yayınladı. Yapıt, XViii'nci yüzyılın aydınları arasında gerçek bir fırtına kopardı. Kavgalar, dövüşler oldu. Düşünce, kendi gücünün heyecanını yaşıyordu. Sokratesin tohumlarını attığı, birçok büyük düşünürlerin geliştirdikleri olumlu erdem kuramı kökünden sarsılıyordu. Mandevillein düşüncesi, bilimsel bir denemeye dayanmaktaydı; Shaftesbury'nin The Moralist adlı yapıtına karşı yazılmıştı.
Mandeville, insan toplumunu bir arı kovanında inceliyordu İnceleme bir hayli ilgi çekiciydi.
Arıları durmadan çalıştıran, güvendiren, zengin eden, örgütleyen, örnek bir toplum haline koyan neden, erdemlilik değil, erdemsizlikti. Arı kovanındaki
yükselmenin nedenleri hırsa, çekememezliğe, kendini beğenmişliğe, açgözlülüğe, zevk düşkünlüğüne dayanıyordu. Gelişme, refah kötülüklerden doğuyordu. Genel zenginlik, özel kötülüklerin çatışmasından çıkmıştı.
Kişisel tutkular, hırslar, açgözlülükler, çekememezlikler birbirleriyle karşılaşıp çatıştıkça arılar toplumu gelişip güçlenmekteydi. Genel çıkarlar, özel çıkarların toplamından başka bir şey değildi (Dostoyevski'nin Raskolnikof'u da, Suç ve Ceza'da, bu düşünceden yola çıkmıştı).
Mandeville, bundan sonra, düşüncesini masallaştırıyor: Erdemsizlikle zengin olmuş bir arı düşünürü, bu genel erdemsizliği gözleyerek, insan toplumlarında olduğu gibi, erdem elden gidiyor, halimiz nice olacak! diye haykırmaktadır. Kuşkusu gün geçtikçe, öteki arıları da etkilemiştir. Şimdi bütün arılar erdemliliği özlemektedirler.
Oysa Jupiter (Yunanlıların Zeus'ü) gerçeği görmekte, arıların bu nankörlüklerinden ötürü öfkelenmektedir. Sonunda, onları bir çırpıda erdemli kılarak cezalandıracaktır.
Erdemli arıların kovanı ıssız bir çöle dönmüştür. Mahkemeler kapanmış, yargıçlar ekmeksiz, papazlar aç kalmış; devlet memurları, işsizlikten bunalmaya başlamışlardır. Her arı azla yetinmekte, kimse çalışmamaktadır. Sadece gerekli olan iş yapılmaktadır; herkes tutumlu olduğu, aşırı zevklerinden sıyrıldığı, başkalarını kıskanmadığı, pek azla doyduğu için çok az şey gereklidir. Lüks, düşünce, sanatlar sıfıra yönelmiştir. İşsizlik almış yürümüştür. İyi arılar savaş güçlerini de yitirmişlerdir. Düşmanları bundan kolaylıkla faydalanıp onları kılıçtan geçirirler. Canını kurtarabilen pek azı da bir ağaç kovuğuna sığınırlar. Artık, erdem yoluyla mutluluğa kavuşmuşlardır. Sokrates şunu demişti: Erdemlerimiz olmazsa, toplumumuz çürür. Bernard de Mandeville de ters açıdan şunu demektedir: Erdemsizliklerimiz olmazsa, toplumumuz gelişmez.
Mutluluk erdemli olmaya bağlıdır, diyen Shaftesburycilere karşı çıkan Mandeville'e göre mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir. Bencil olmadıkları, birbirlerini kıskanmadıkları, azla yetindikleri gün arılar toplumu ıssız bir çöle döner.
Mandeville'e göre erdem, kendimizi başkalarından üstün tutmak çabasıdır. Bir başka deyişle, bir çeşit komplekstir, aşağılık duygusudur. Erdemimizi böbürlenmek için ediniriz. İyiliği sadece iyilik için istediğimiz zaman da kendimize karşı böbürleniriz. Oysa uygarlığı yaratan erdemsizliklerdir. Bir yandan erdem oyunlarıyla kendimizi pöhpöhlerken, öbür yandan sürüyle erdemsizlikler etmeseydik toplumumuz gelişmezdi. Erdemsizlikler insanları ileriye götüren bir kamçıdır.
Bencillikle kamçılanmayan insan miskinin biridir, ne kendine hayrı olur ne de toplumuna. "
Kaynak:
http://www.aymavisi.org/makale/Aydinlik%20Ama%20Kac%20Mumluk%20-%20Orhan%20Hancerlioglu.htmlİlginç değil mi?
Bu yazıda benim katılmadığım bir nokta var.
Sayın Adam'ın başlığına yazdığım cevaplarda da görüldüğü üzere, ben "kimseye zarar vermeyen bencilliği" gelişmenin ana motoru görmekle birlikte, bunun kesinlikle bir erdemsizlik olduğuna inanmıyorum. Erdemsizliğin, ancak, zarar vermekle birlikte görülebileceğini söylüyorum. Burada Mandeville de, kanımca, kendi keşfini yanlış yorumlamış ve "gelişme daima erdemsizlikle birliktedir" gibi, korkunç bir kural ortaya koymuş. Bu, diyalektik kaos severlerin, Batman'ın Joker'inin çok seveceği bir cümle olurdu kuşkusuz. Fakat rasyonel bir bencillik, bırakın erdemsiz olmayı, erdemliliğin en yüksek doruğudur.
Gelişmeyi sağlayan da, her insanın kendi çabasıdır.
Hançerlioğlu, yorumunda "bencillik" için şu sözleri yazmış;
Hırs
Çekememezlik
Kendini beğenmişlik
Aç gözlülük
Zevk Düşkünlüğü
Hiç şüphesiz, Orhan Hançerlioğlu, bunları negatif anlamlarıyla kullanmıştı ve gerçekten dilimize baktığımızda, tüm bu niteliklerin olumsuz anlamlarla yüklü olduğu görülüyor. Fakat ben, bu nitelikleri oluşturen ana duygu olan "egoizm"in türevleri olduğunu düşünüyorum. Yani bencilliğin.
Hem Hançerlioğlu'nun, hem de Mandeville'in yanıldıkları bir nokta var; bencilliği ne olursa olsun kötü görme eğilimindeler. Mandeville, bu kötü unsurun toplumdan uzaklaşmasından sonra toplumun içine düştüğü miskinliği görmüş olmasına rağmen, nedense, bencilliği hala erdemsizlik olarak nitelemeye devam etmiş.
Rasyonel bir bencillikte "hırs", eğer kimseye zarar vermiyorsa son derece yararlı bir güdüdür. Hırs, bir amaca odaklanmışlığı ve bu amacı gerçekleştirmek için çalışmakla beraberdir. En azından bu davranışları uyarır. Ancak Hırs, dilimize olumsuz anlamıyla yüklenmiştir. Tamam o zaman buna "azim" diyelim. Ne değişti? Hırs ile azim sizce birbirne çok yakın değil mi? O halde kötülük hırsın veya azmin kendisinden değil, bir diğer faktör olan "kısa yoldan elde etmeye", "başkasına zarar vermeye" yöneliyor. Tek başına hırs, hiçbir zaman kötü değildir ve üstelik teşvik edilmelidir.
Çekememezlik. Bence çekememezlik, 20.yy'ın ünlü psikoloğu Alfred Adler'in dediği gibi, her insanın bir dönem yüzleşmek zorunda kaldığı "yetersizlik" ve "aşağılık" duygularından kaynaklanan DOĞAL bir duygudur. Çekememezlik yine negatif bir anlamda. Hadi bunu değiştirip, biraz daha soft bir duygu olan kıskançlığa ve hatta olumlu anlamdaki "gıpta"ya çevirelim. Ne olursa olsun, temel, yani "bir başkasının sahip olduğuna imrenme" söz konusudur ve insanlarda iyiye yönelik bir teşvik unsurudur. Komşunuz otomobil alınca, buna imrenmekte ne gibi bir kötülük var? Kıskançlık ve çekememezlik, komşunuzu bundan men etmeye çalışır, fakat imrenme ve gıpta olumlu duygulardır. Ancak Alfred Adler'in tespitindeki gibi, bir dönem hepimiz, kendimizin başaramadığı bir şeyi bir başkasının ne kadar kolay başardığını gördüğümüzde durum kendi yetersizliğimizi hatırlattığı için rahatsız oluruz. O kişiye dair duygularımız karmaşıklaşır. Bu, özellikle ilk çocukluk ve ergenlik dönemine has bir duygudur. Yetişkin bir insanın çekememezliği de olabilir, ancak olması gereken imrenmedir. Çekememezlik kötülüğe yol açabilir. Ancak kıskanma, çekememezlik gibi duygular, eğer o kişiye zarar vermeden tatmin edebiliyorsak bizi çalışmaya motive edecek araçlardır. Ünlü bir özdeyişteki gibi; "pek az kişi bir dostunun başarısını kıskançlık duymadan tebrik edebilir". Bu doğal bir duygudur. Doğal olmayan, kıskanma ve hased sebebiyle çalışmak motivasyonuna kapılmak yerine, o kişiyi olduğu düzeyden indirmek için, arabasını parçalamak veya statüsüne iftira atmak vb. davranışlardır. Yoksa kıskanmak, insani bir duygudur ve çalışma teşviğidir.
Kendini beğenmişlik. İnsanın kendini sevmesini kötü görüyorsanız, tabii ki bu durumu "kendini beğenmişlik" olarak göreceksiniz. İnsanları gözlediğimde, çoğu insanın, ortada hiçbir sebep yokken, o insanın hiçbir kötülüğüne şahit olmamışken, sırf şık giyinmesinden, düzgün konuşmasından, hayır diyeceği noktada korkmadan hayır diyebilmesinden, kendine güveni olmasından dolayı "kendini beğenmiş" olarak yaftalandıklarını gördüm. Kendine güven ile kendine beğenmişlik arasında bir fark vardır ve çoğu kişi bu farkı görmezden gelme eğilimindedir. Yeterince kendine güveni olmayan kişi, kendine güveni olan kişinin yanında pek bir varlık gösteremediğinden o kişiye antipati besler ve onun olmadığı ortamda onu anında "kendini beğenmiş" olarak yaftalar. Her türlü kendine güven, yeterince kendine güvenemeyen, zayıf insanların olduğu bir toplumda tabii ki "kendini beğenmişlik" olarak görülecek ve aşağılanacaktır. Bunu, hem Mandeville, hem de Hançerlioğlu böyle görmüş. Çok üzücü.
Aç gözlülük. Başkasına zarar vermiyorsa, bir insanın hayatını daha olanaklı yaşamak için daha fazla çalışmak istemesinin kime ne gibi bir zararı olabilir? Eğer zararı olursa zaten bunun adı "aç gözlülük" olmaz, "hırsızlık, katillik, dolandırıcılık, fesatlık" vb. olur. Kimseye zararı olmadığı, bunun kişinin kendisini ilgilendirdiği bilindiği için, çoğu kişinin daha fazla para kazanmak istemesi "aç gözlülük" olarak görülür. Neden? Çünkü kendisi yeterince aç gözlü değildir. Bunun gibi, türlü iktisadi başarılar da "aç gözlülük" olarak görülür. Her türlü hırs da aç gözlülük olarak görülür.
Başarılı insanlar, başarısız insanlarca daima yıldırılmaya çalışılacaktır. Onların çalışma aşkı "hırs" diye kötülenecek, başkalarına imrenmeleri "çekememezlik" diye yaftalanacak, kendilerine güvenleri "kendini beğenmişlik" diye aşağılanacaktır. Şükür ki başarılı insanlar, başarısızların bu yaftalarına gülüp geçiyorlar ve miskinlik daha çok ikincileri buluyor.
Zevk düşkünlüğü. Zevkine düşkün olmak, zarar vermiyorsa iyidir. Bir insan eğer kimseye zarar vermeden zevklerine zaman ayırıyorsa bunda ne gibi bir kötülük olabilir ki? Toplumun tepkisinden korktuğu için, yıllardır imkanı olmasına rağmen Ege'ye bir haftalık tatile gidemeyen çoğu muhafazakar aile tanıyorum. Giderlerse etraftan eleştiri alacaklar diye korkarlar. Çoğu genç, karşı cinsiyle özgürce iletişime geçmekten korkar, çünkü geçerlerse ahlaksız olarak damgalanacaklar.
Tüm bunları, asıl başarısız, asıl erdemsiz olan kişiler yapar. Şu yukarı saydığım tüm nitelikler, aslında "erdemsizliğin" değil, asıl erdem olan çalışma ve hayat sevgisinin, yeterince çalışkan olamayan ve hayatı sevemeyen kitlelerce yapıştırılan yaftalarıdır. Arılar, çalışmayı ve hayat sevgisine sahip oldukları için geliştiler. Erdemsizliklerinden ötürü değil. Erdemsizlikleri, düşmana gerek olmadan kendilerini çürütürdü. Orada bir kaos ve terör ortamı oluşurdu. Sanat ve lüks gelişmezdi. İstihdam olmazdı.
Ben bu hikayeyi bu yüzden çok severim fakat burada bütün erdemlerin erdemsizlik olarak görülmesi çok büyük bir yanılgının eseri olsa gerek. Jüpiter'in kızgınlığında bir hikmet var
(Arı masalıyla ilgili bir başka yazı; neyazık ki burada da tüm gelişim yasaları erdemsizlik olarak görülüyor.
http://www.tempohaber.com/yazar.asp?yaziID=7822 )