TOPRAK REFORMUNUN EN ÇOK TARTIŞILAN MADDESİ:17. MADDE
Süleyman İnan
∗
Toprak Reformu Çabaları
Yeni Türk Devleti, kuruluşun daha ilk günlerinden itibaren toprak konusu üzerinde
önemle durmuştur.
1920’lerin başında, hükümetlerin daha çok büyük toprak sahiplerinin
çıkarlarını koruduğu söylenebilir. Çünkü, İstiklâl Savaşı, aynı zamanda, büyük toprak
sahiplerinin desteği ile kazanılmıştı. Dolayısıyla, ekonomik güçlerini sürdüren bir
kesimi hükümetin karşısına alması istenmemiştir. Üstelik, bu yıllarda, topraksız ve az
topraklı köylülere toprak dağıtılmasında, büyük mülklere dokunmak, bir anda sosyal
yapıyı değiştirebilecek bir hareket olarak görülmüştür.
Fakat, 1920’lerin ortalarında, özellikle Doğu Anadolu’da görülen isyan
hareketlerinde büyük toprak sahiplerinin oynadıkları rol, yönetimin, üzerinde toprak
sahibine bağımlı ortakçı, maraba, yarıcı gibi köylünün işlettiği büyük mülklere karşı
bir politika gütmelerine yol açmıştır. Nitekim, toprak dağıtımıyla ilgili ilk hüküm de,
1925 Yılı Bütçe Kanunun 25. maddesinde geçmektedir. Bu maddeye göre, “toprağa
ihtiyaç duyan ziraat erbabına, elde mevcut millî arazi, bedeli on senede taksitle
alınmak ve her aileye verilecek arazi miktarı ellerindeki topraklarla birlikte en fazla
200 dönümü geçmemek üzere, değeri bahasına” dağıtılacaktı.
1
1934 yılına kadar
böylelikle bir hüküm, Bütçe Kanunlarına konmuştur. Bu hüküm, aynı yıl, 2
Haziran’da kabul edilen 2490 sayılı “Artırtma, Eksiltme ve İhale Kanunu”nun 56.
maddesiyle daimîleşmiştir.
2
Cumhurbaşkanı Atatürk, 1928 yılının TBMM’yi açış konuşmasında,
hükümete, özellikle doğu illerinde “toprağı olmayan çiftçilere toprak sağlamak
meselesiyle önemli olarak” uğraşmak emrini vermiştir.
3
Nitekim, 8 Haziran 1929
tarih ve 1505 sayılı “Şark menatıkı dahilinde muhtaç zürraa tevzii edilecek araziye
dair kanun” çıkartılmıştır. Bu kanuna göre, doğu illerinden batıya nakledilen
kimselerin arazisini, “köylü, aşiret efradı, göçebe ve muhacirlere” vermeye hükümet
yetkili kılınmıştır. Hükümet, ayrıca, dağıtılmamış araziyi topraksız köylüye vermek
üzere kamulaştırabilecekti. Bu gibi arazilere, 1914 yılında kaydedilmiş vergi
kıymetinin 8 ile 10 katı arasında olmak üzere bir miktar ödenecekti.
4
Başlangıçta, daha çok siyasi nedenlerin zorladığı ve sadece Doğu ve Güney
Doğu Anadolu bölgesiyle sınırlı arazi mülkiyetini değiştirmeye yönelik hareketin,
1930’lu yılların başında, ziraî üretimi artıracağı düşüncesiyle birlikte, bütün ülke
çapında değiştirilmesi gerektiği anlayışı benimsenmiştir.
Aynı amaçla hazırlanan, 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı “İskan
Kanunu”nun 12. maddesinin (b) fıkrasında, öteden beri aynı mıntıkada bulunan aşiret
fertleriyle bu mıntıkanın yerli halkından olan veya herhangi bir sûretle yerleşmek
üzere oraya gelmiş bulunan topraksız veya topraklı çiftçilerin Bakanlar Kurulu
kararıyla, hazineye ait topraklardan toprak verilmek üzere toprağa bağlandırılacağı
yazmaktadır.
5
Toprak dağıtımı, 1935 yılına kadar çeşitli yasa maddelerine ve İskan Yasası’na
dayanmıştır. 1935’den itibaren ise, toprak konusuyla ilgili daha kapsamlı ve müstakil
bir yasa çıkarılması gereği hissedilmeye başlamıştır. Bu konuda ilk gösterge, 1935
∗
Yardımçı Doçent, Pamukkale Üniversitesi.
Journal of Historical StudiesToprak Reformunun En Çok Tartışılan Maddesi:17. Madde 46
yılında, iktidar partisi olan CHP’nin programına “Her Türk çiftçisini yeter toprak
sahibi etmek, Partimizin ana gayelerinden biridir.” maddesinin eklenmesi olmuştur.
6
Fakat, en ciddi taslak, yine aynı yıl içinde, İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 12
Kasım tarihli “İskan-Toprak Kanunu” tasarısıdır. Bu taslağa göre, hükümet, 2 000
dönümden fazla olan büyük arazileri ve sahipleri tarafından başında bulunarak
işletilmeyen 2 000 dönümden az arazileri hazine bonosu karşılığında üzerindeki
yapılarıyla beraber istimlâk edebilecekti. Kamulaştırılan arazilerin bedelleri 1914
vergi kayıtlarına göre hesaplanacaktı.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde hazırlanan bu taslak
7
, diğer bakanlıklara ve
komisyonlara verildiğinde anayasaya aykırılığı yüzünden tepkiyle karşılaşmıştır.
Çünkü, taslaktaki, kamulaştırılacak arazilerin bedellerinin hesaplanması ve
ödenmesiyle ilgili teklifin, o sırada yürürlükte olan 1924 Anayasasının 74.
maddesinde yer alan, kamulaştırmalarda zamanın piyasa değerine göre ödemenin
peşin yapılmasını gerektiren maddesiyle çeliştiği anlaşılmıştır.
8
Bu yüzden,
hazırlanmakta olan toprak reformunun uygulanmasını sağlamak amacıyla, piyasa
değerlerine göre peşin ödeme şartını ortadan kaldıracak bir anayasa değişikliğinin
hazırlığı başlatılmıştır.
Diğer taraftan, İçişleri Bakanlığının toprak reformunun, tarımın teknik ve
uzmanlığı ilgilendiren taraflarını göz ardı ettiği gerekçesiyle, konuyla ilgili çalışmayı
devam ettirme görevi bu Bakanlıktan alınarak Tarım Bakanlığına verilmiştir.
9
Tarım
Bakanlığı da, eleştirileri dikkate alarak 1937’de “Ziraî Islahat Kanun Tasarısı”
hazırlamıştır.
Bu arada, Atatürk, 1936 yılının TBMM açış konuşmasında, hazırlanmakta
olan toprak yasasının kısa bir zaman içinde çıkarılmasını ve topraksız köylü
bırakılmamasını istemiştir. Atatürk, şöyle demektedir:
“Toprak kanunun bir neticeye varmasını Meclisin yüksek himmetlerinden
beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin, geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması,
behemahal lazımdı”
10
.
Toprak reformu için Anayasada yapılacak değişiklik 5 şubat 1937’de
gerçekleşmiş ve Anayasanın kamulaştırmaya ilişkin 74. maddesine bir fıkra
eklenmiştir. Buna göre, artık çiftçiyi toprak sahibi yapmak için alınacak toprakların
kamulaştırma bedelinin belirlenmesi ve ödenmesi özel kanunlarla gösterilecekti.
11
Böylelikle, Anayasanın toprak reformunu engelleyici hükmü ortadan kaldırılmıştır.
Atatürk, 1937 yılının Meclis açış konuşmasında, çiftçiyi topraklandırma
yasasının ana ilkelerinin, 1) “ülkede topraksız çiftçi bırakmamak”, 2) “bir çiftçi
ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir şekilde bölünme”sine izin vermemek ve 3)
“büyük çiftçi ailesini ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin,
arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna göre ve toprağın verimliliğine
göre sınırlandırmak” olacağını açıklamıştır.
12
1938 yılı içinde, çiftçiyi topraklandırma yasa tasarısını hazırlamakla
görevlendirilmiş olan Tarım Bakanlığı’nın “Ziraî Islahat Kanun Tasarısı” yeni
baştan düzenlenerek tekrar ele alınmış; Meclis komisyonlarında ve diğer
bakanlıklarda değerlendirilmiştir. Fakat, II. Dünya Savaşının başlaması bu işin bir
tarafa bırakılmasına neden olmuştur. Çünkü, toprak meselesinde köklü bir değişiklik
yapmak, her bakımdan daha da güçlü olmak gereken savaş ortamında, ziraî üretimi
ve sosyal yapıyı büyük ölçüde etkileyebilirdi. Yine de, İnönü, savaş yıllarında 1941
ve 1943 yılı TBMM açış konuşmalarında toprak meselesinin Meclise sunulacak bir
yasayla çözümlenmiş olacağından söz etmiştir. Nitekim, Hükümetin, toprak reformu
Journal of Historical Studies47 Süleyman İnan
konusundaki tasarıyı savaşın bittiği günlerde TBMM’ye sevk etmeleri, bu konunun
savaş yıllarında bile gündemde kaldığını göstermekteydi.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanun (ÇTK) Tasarısının Gerekçeleri
“Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” hakkında kanun
tasarısı,Tarım Bakanlığınca hazırlandıktan sonra Başbakanlıkça 17 Ocak 1945 ve
6/143 sayılı yazısıyla TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu tasarı, toprak reformuna
en ciddi bir başlangıçtı.
Çiftçiyi topraklandırma kanunu tasarısının gerekçesinde
13
, arazinin genişliği,
çeşitliliği ve verimliliğinin millet hayatı için önemli olduğu vurgulanmakta; bütün
bunların milletin gelişmesine imkan verdiği; fakat, bu imkanların gerçekleşmesinin
esasta elverişli bir mülkiyet rejiminin ve bünyesinin varlığına bağlı olduğu
belirtilmektedir.
Türkiye’de, her ne kadar Medeni Kanunla “özel mülkiyet asıldır” denilmişse
de, arazi mülkiyeti bünyesinde “Cumhuriyet rejiminin ruhuna, Türk milletinin
zaruretlerine” uymayan yönlerinin olduğu bilinmekteydi. Bunun en belirgin
göstergesinin bazı büyük arazi mülklerinin varlığı olduğu gerekçede şu şekilde
açıklanmaktadır:
“Büyük arazi mülkleri başta Devlete, sonra bazı hükmî şahıslara, nihayet
kişilere ait bulunmaktadır. Öte yandan geçimini toprağa bağlamış olan büyük bir
kalabalık da topraksız veya geçinmeye yeter ölçüde topraktan mahrumdur. Büyük
arazi mülkiyetini elinde bulunduranların çoğu yaşayışlarını toprağa bağlamadıkları
halde, geçinmelerini toprağa bağlamış olanların hepsinin de elinde toprak
bulunmamakta veya arazi mülkleri kafi gelmemektedir.
Ellerinde büyük arazi mülkü bulunanların mühim bir kısmı hayatlarını
ziraattan kazanamadıkları için topraklarını işletememektedir. Bunlardan ziraatla
uğraşanları da, mülkiyetlerinde bulunan arazinin hepsinden faydalanamamaktadır.
Öte yandan maişetlerini ziraattan çıkaran fakat arazi mülkü olmadığından veya
yetmediğinden başkalarının topraklarını işleyenler, bu topraklara iyice
sarılamamaktadır. Halbuki, Türkiye ziraatının hızla geliştirilmesi memleket
topraklarının gerçekten benimsenip imar edilmesine bağlıdır. Bu sebepten toprağı
işleyenlerin ona sahip olması, toprağa sahip olanların, topraklarını işlemesi prensibi
üzerinden Türkiye yürümek zorundadır”.
Tasarıda, ayrıca, mülkiyet rejimi ve bünyesi ile birlikte, ona sımsıkı bağlı olan
ve arazinin kullanılması biçimi ve yöntemler demek olan uygun bir işletme rejiminin
gerekliliği belirtilmektedir. Arazi sahibinin veya müstakil bir çiftçinin, ortakçılıkla
veya kiracılıkla (icarla) arazi işletenlere göre araziyi daha iyi işletecekleri de
vurgulanmaktadır.
Tasarıda, hükümetin, özellikle toprak ağası ve işçileri arasındaki ilişkileri
çerçevesinde, topraksız ortakçı, yarıcılarca işlenen büyük arazi mülklerini ortadan
kaldırmak isteği şu görüş ileri sürülerek açığa çıkartılmaktaydı:
“Ortakçılıkla işletmenin hali hazırdaki şekli hem mülk sahipleri, hem
ortakçılar, hem de millet ekonomik çıkarları bakımından zararlıdır. Bu sistem içinde,
Türkiye ziraatının teknik, ekonomik ilerlemesini köstekleyen bütün engel kuvvetleri
toplamaktadır”.
Tasarının gerekçesinde, Türkiye’nin arazisinin daha fazla nüfusu
barındırabileceği de bazı rakamlar verilerek şöyle açıklanmaktadır: Toprak Reformunun En Çok Tartışılan Maddesi:17. Madde 48
“Bugünkü (1945) sınırlarımız içinde kalan arazi, (767 119) kilometre karedir.
Bu genişlik şimdiki nüfusumuza göre oranlanırsa, Türk milletinin arazi varlığının
uzun zamanlar için yeterliği anlaşılır. 1940 yılı istatistikliklerine göre bizim
nüfusumuz (17 820 950) dir. Bunun bütün vatan genişliği oranında kilometre kare
başına (23) kişi düştüğü anlaşılır. (...) Nüfusumuz 50 milyonu bulduğunda kilometre
kareye (65) kişi; 75 milyona vardığında (97) kişi düşecektir. (...) Şu halde Türkiye,
gerek şimdi, gerek gelecek için arazi genişliği bakımından sevindirici bir
durumdadır.”
ÇTK Tasarısının Yasalaşma Süreci: ÇTK Hakkında Komisyondaki Görüşmeler,
Tartışmalar ve 17. Madde
ÇTK tasarısını incelemek üzere Adalet, Bütçe, Ekonomi, Tarım, Maliye, Ticaret,
Anayasa ve İçişleri Komisyonlarından dörder üye seçilmek sûretiyle bir “Geçici
Komisyon” oluşturulmuştur. Komisyon başkanlığına İzmir Milletvekili Recep Köker,
sözcülüğüne ise Aydın Milletvekili Adnan Menderes seçilmişlerdir. Bu komisyon da,
üç aya yakın bir zaman çalışarak 45 toplantı yapmıştır. Toplantıların hepsine Tarım
Bakanı Ş.Ratip Hatipoğlu, bazı toplantılara Adalet ve Maliye Bakanları Ali Rıza
Türel ve N.Esat Sümer, son iki toplantıya da Başbakan Şükrü Saraçoğlu katılmıştır.
Geçici Komisyon, başbakanın katıldığı toplantılarda tasarıyı iki defa
görüşmüştür. Fakat, bu görüşmelerin ilkinden farklı olarak, ikinci görüşmenin
sonlarına doğru başbakanın teklifi üzerine bazı maddeler tekrar incelenmiş ve bunlar
üzerinde değişiklikler yapılmıştır.
Nihayet, Geçici Komisyon, 3 Mayıs 1945 tarih ve 1/386 sayılı raporunda
Hükümetin getirdiği tasarının esasına ilişkin bazı önemli değişiklikler ve eklemeler
yapmıştır. Öyle ki, Geçici Komisyon, hükümet tasarısındaki madde sayısını 50’den
66’ya çıkartmıştır. Fakat, her iki durumda da, bizzat Başbakan Şaraçoğlu ve Tarım
Bakanı Ş. Ratip Hatipoğlu’nun etkisinin ağır bastığı anlaşılmaktadır. Bir başka
anlatımla, tasarıdaki yeni düzenlemelerde, partinin hükümet organı etkili olmuştur.
Tasarıya karşı çıkanların en fazla üzerinde durdukları konu, aşırı istimlak
hükmü getiren tasarının 17. maddesi olmuştur. Aslında, hükümet tasarısında yer
almayan bu madde, komisyondaki işlerin hükümet tasarısının aleyhine gelişmeye
başlamasıyla, son anda yapılan bir değişiklikle komisyon raporuna geçirilmiştir.
Kütahya Milletvekili Alaaddin Tiridoğlu, 4 Haziran 1945’te Mecliste yapacağı
konuşmasında, bu konuda şu bilgileri vermektedir:
14
“Şayet, 17. madde olmasaydı, komisyondan gelen tasarı ile bilhassa
komisyonda bazı arkadaşların bu tasarının maddeleri üzerinde gayet ince ve
sanatkarane işletmelerinden sonra ‘Türk köylü ve çiftçisine toprak verme imkanı
kalmayacaktı’. Tasarının komisyonda her maddesi komisyonu teşkil eden bir kısım
arkadaşlar tarafından topraksız çiftçiye toprak vermek imkanını ortadan kaldırır bir
şekilde baltalanırken (Tarım Bakanı) Hatipoğlu ile beraber komisyonun buna
taraftar olan üyeleri buna itiraz ediyor ve Komisyon kararlarına bazen bir rey fazla
ile muarız kalıyorlardı.”
Geçici Komisyon, 17. maddeyi şöyle belirlemiştir:
“Topraksız veya az topraklı çiftçiler tarafından ortakçılık ve kiracılıkla
işlenmekte olan veya hiç arazisi olmayıp öteden beri tarım işçiliği ile geçinenlerin
üzerlerinde yerleşmiş bulundukları arazi, o bölgede (39) ncu madde gereğince
dağıtmaya esas tutulan miktarın kendi seçtiği yerde üç katı sahibine bırakılmak
şartıyla yukarıda yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştırılabilir.
Journal of Historical Studies49 Süleyman İnan
Sahibine bırakılacak olan arazi 50 dönümden aşağı olamaz. Şu kadar ki, bu
hükmün uygulanmasında daha yakınında dağıtılabilecek veya kamulaştırılabilecek
araziden bunlara verilmesi mümkün olan miktarın bu çiftçilere yetmemesi şarttır.
Civardaki çiftçiler tarafından ortakçılık veya kiracılıkla işlenmekte olan arazi dahi
bu çiftçilere dağıtılmak üzere yukarıdaki şartlar ve esaslara göre kamulaştırılabilir.
Bu gibi yerlerde köy varsa köy öğretmeni için köy tüzel kişiliği adına da bir yer
verilir”.
15
Daha komisyondayken tam bir anlaşmaya varılamamış 17. maddenin, Meclis
görüşmelerinde çok tartışılacağı belliydi. Çünkü, komisyon raporundaki 17. madde
yeterince açık değildi. 17. maddenin muğlaklığını, en berrak ve biraz da mizahî
biçimde, Seyhan Milletvekili Damar Arıkoğlu ifade etmiştir. Arıkoğlu, 14 Mayıs
1945’teki Meclis görüşmelerinde şöyle demektedir:
16
“17 nci madde o kadar karışık ki, bunun içinden çıkmaya imkan yoktur. Zenci
saçı gibi birbirine girmiştir. Okuyorsun, okuyorsun bir neticeye varamıyorsun.”
Nitekim, 17. maddenin değiştirilerek yeniden ele alınması devam eden Meclis
görüşmelerinde gerçekleşecekti.
ÇTK Hakkında TBMM’de Görüşmeler, Tartışmalar ve 17. Maddenin Yeni Biçimi
ÇTK hakkında Mecliste ilk görüşme 14 Mayıs 1945’de gerçekleşmiş ve 11 Haziran’a
kadar aralıklarla devam etmiştir.
17
Daha ilk günden çok sayıda milletvekili tasarının
17. maddesi hakkında konuşma yapmıştır.
18
17. madde konusunda, hatta genel anlamda tüm yasa maddeleri hakkında
Meclis içinde iki grubun olduğu saptaması, çok yanlış değildir. Toprak reformunu
daha çok sosyal ve siyasi açıdan değerlendiren birinci gruptaki aydın ve memurlar
17. maddeye destek verirken; konuyu daha çok teknik ve ekonomik açıdan
değerlendiren hemen hepsi geniş toprak sahibi olan ikinci gruptaki milletvekilleri ise
özellikle 17. maddeye karşı çıkmaktaydılar.
19
17. maddeyi destekleyenlerin çoğu, toprakları, “maraba, ortakçı, yarıcı” gibi
adlarla işleyen köylülerin, büyük arazi sahipleri ile olan feodal-benzeri bağımlılık
ilişkilerini tamamen değiştirilmesi gereğini savunmuşlardır. Bu durumu çarpıcı bir
biçimde dile getiren Gaziantep Milletvekili M. Canpolat şöyle demektedir: “Dünya
bilmelidir ki, biz (...) toprağı tırnakları ile deşen, alnının teri ile sulayan (...) Türk
köylüsünü, üzerinde kendisinin ve ecdadının kan ve emek döktüğü ve emek dökeceği
topraklarda köle olarak bırakamayız”.
20
Manisa Milletvekili Feyzullah Uslu da, benzer bir biçimde “Benim gönlüm
Türk çiftçisinin, şunun bunun kulu olmasına razı değildir. Ben istiyorum ki, Türk
çiftçisi kendi toprağının, kendi emeğinin kulu olsun” demiştir.
21
Bazı milletvekilleri de, tasarıyı Türkiye’nin rejimi ile ilgili siyasi kaygılardan
desteklemiştir. Bu kaygıyı en açık bir biçimde dile getiren Recep Peker olmuştur.
Peker, TBMM’deki görüşmelerde şöyle demektedir: “Bir toplumun toprakta çalışan
çiftçisi kendi işletmesine yeter toprağa sahibi kılınmazsa, bir toplumun insanları
evsiz barksız, yurtsuz bulunursa, (...) savaş sonunda azgın seller halinde bütün
diyarlara akacak olan ideolojik fikirlerin çeşit çeşit zehirleri nereden geldiği
sezilmeyen bir takım etkiler yaparak, toplumu, milli yapıyı içinden kaynatır ve
kökünden rahatsız eder. Eğer, (...) çiftçi ve toprak işi düzenlenirse toplumu hiçbir
rüzgar sarsamaz”
22
.
17 maddeye karşı çıkan milletvekillerinin hepsi ise, açıkça bu taraflarını belli
etmemişler; toprak reformuna esasında karşı olmadıklarını ileri sürmüşlerdir.
23Toprak Reformunun En Çok Tartışılan Maddesi:17. Madde 50
Gerçekte, hazırlığı yıllar öncesine giden ve bir inkılap niteliğinde görülen toprak
reformu düşüncesine, hiçbir milletvekilinin tümden karşı olması da beklenemezdi.
24
Fakat, bu milletvekillerinin çoğunun toprak mülkiyeti ile çıkarlarının olması
25
, ÇTK
tasarısına karşı sözler sarfedilirken, onların yanlış anlaşılma kaygısı yaşamalarına
neden olmuştur. Nitekim, Aydın Milletvekili Adnan Menderes, Mecliste ÇTK tasarısı
hakkında kabul edilebilir görüşler ortaya koysa bile, yine de, yanlış anlaşabileceğini
şöyle dile getirmektedir:
“Kabul etmek gerekir ki, şiddetli tedbirlere ve aşırı hadlere kadar gitmek
taraflısı olanların durumları kolaydır ve ne derlerse desinler bir çoklarına karşı
büyük kütlenin çıkarlarını koruyor görünmek mazhariyetindedirler. Asıl zor olan,
toprakla ilgili zümrelerin çıkarları bakımından değil, meselenin gerçeklere
dayanılarak, ülkenin genel düzen ve kalkınması bakımından değerlendirilenlerin
durumudur. Bu yoldaki değerlendirmeler, derhal, topraksızlara toprak verilmesini
istememek, birkaç bin mülk sahibinin çıkarı için milyonlarca serfi (topraksız işçiyi)
topraktan mahrum bırakmakta devama taraftar olmak anlamına alınarak
karşılanmaya çok uygundur”.
26
Yasaya karşı çıkanların bir bölümü, hükümlerin anayasanın ve Medeni
Kanunun tanıdığı özel mülkiyet haklarına aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
27
TBMM’nin 1 Haziran 1945 tarihli oturumunda, ÇTK tasarısının maddeleri
görüşülürken, sıra 17. maddeye gelince, Kütahya Milletvekili Alaaddin Tiridoğlu söz
almış ve toprak yasasının “ana maddesi” olarak nitelendirdiği bu maddenin
“vuzuhsuz gördüğü” bazı noktalarının düzeltilmesi için 321 milletvekilinin imzasını
taşıyan bir önerge vermiştir.
28
Alaaddin Tiridoğlu, önergenin hazırlanma gerekçesini şu şekilde ifade
etmektedir
29
: “(17.) maddeyi beş, on arkadaş aramızda ayrı ayrı anladık ve dedik ki;
‘Biz aramızda bu kanunla yakından ilgili olduğumuz halde, bu şekilde anlarsak yarın
bu kanunun tatbikatı sırasında ülkede daha fazla karışıklığa meydan verebilir’ dedik
ve [bu yüzden] önergeyi hazırladık”. Tiridoğlu’nun TBMM Başkanlığına sunduğu
bu önergenin gerekçesi, kısaca, 17. maddenin açık bir biçimde tanımlanamaması ve
buna bağlı olarak uygulamada çıkacak sorunlardı.
TBMM Başkanlığına verilen bu yeni önergeye göre, 17. madde şu şekilde
değiştirilmiştir:
“Topraksız veya az topraklı olan ortakçılar, kiracılar veya tarım işçileri
tarafında işlenmekte bulunan arazi, o bölgede (39.) madde gereğince, dağıtmaya
esas tutulan miktarın kendi seçtiği yerde 3 katı sahibine bırakılmak şartıyla, yukarıda
yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kanunlaştırılabilir.
Sahibine bırakılacak olan arazi 50 dönümden aşağı olamaz. Bu madde
hükmünün uygulanmasında 15 ve 16. maddelerin hükümleri işlemez. Geçici mevsim
işçileri hakkında bu hüküm uygulanmaz. İşçinin geçici mevsim işçisi olup olmadığını
Tarım Bakanlığı belli eder.”
30
Görüldüğü gibi, Tiridoğlu’nun önergesi, Geçici Komisyon raporundaki
tekliften farklı olarak, ortakçı, kiracı ve hatta tarım işçilerini dahi “çiftçi” tabiri içine
almakta ve “arazinin üzerinde yerleşmiş tarım işçisi” deyimlerini tasarıdan
çıkartmaktadır. Ayrıca, “sahibine bırakılacak olan arazinin 50 dönümden aşağı
olamayacağı” hükmünün uygulanması için gerekli olan, etrafta arazi bulunmama
şartını da kaldırmaktadır.
Aydın Milletvekili Adnan Menderes, aynı oturumda yapacağı konuşmada,
Tiridoğlu’nun bu önergesinden ayrıntılı olarak söz etmiştir.
31
Menderes, önce,
Tiridoğlu’nun önergesinin hazırlanma biçimini eleştirmiştir. Menderes’e göre, bu
Journal of Historical Studies51 Süleyman İnan
önerge normal ve usûlüne uygun yollarla TBMM’ye getirilmemişti. Menderes, kendi
bilgisi dahilinde, bu önergenin ortaya çıkmasını şöyle anlatmaktadır:
“İşittik ve gördük ki, (ÇTK) tasarısı Meclis huzuruna getirilmiş ve normal
olarak görüşülmekte iken ansızın bir önerge ortaya çıkmıştır. Önergeyi imzalayan
(Milletvekili) arkadaşlarımızın iyi niyetle hareket etmiş olduklarına en küçük şüphem
yoktur. Bu görevi üzerine alan müteşebbis bazı arkadaşlar bütün milletvekili
arkadaşlara ayrı ayrı başvurmuşlar, ‘Partinin, Hükümetin arzularının bu yolda
olduğu’ ifade olunmuş, ilk defasında imzadan kaçınan bazı (Milletvekili)
arkadaşlarımıza ikinci ve üçüncü defa bile müracaat olunmuştur. İşin asıl dikkati
çeken tarafı da Hükümet üyelerinin ve Komisyonda çalışıp bu önergede hükümlerin
tamamen aleyhine söz söylemiş ve oylarını kullanmış bazı (Milletvekili)
arkadaşlarımızın da maalesef bu önergeye imzalarını koymuş olmalıdır”.
32
Menderes’e göre, bu önerge ile birlikte, ÇTK tasarısının “belkemiği” olan 17.
madde, Mecliste görüşülmeden ve tartışılmadan, hatta bir emrivaki halinde kabul
edilmek istenmişti. Öyle ki, bu durum, Meclis kürsüsünden konuşmayı bile faydasız
ve gereksiz bir hale getirmişti. Çünkü, önergedeki imza sayısı (321), Meclisten bir
tasarının yasalaşması için gerekli olan yeter çoğunluğunu fazlasıyla geçmişti. Fakat,
bu durum, ona göre, “millî hakimiyet” ilkesine ve Anayasanın “esprisine” uygun
değildi.
Menderes, böyle bir önergenin ortaya çıkışını ihtimalli olarak iki nedene
bağlamaktadır. Menderes’e göre, birinci neden, önergenin TBMM’nin normal ve
serbest görüşülmesine arz edildiğinde, kabul olunmasının şüpheli görülmesi
olabilirdi. Eğer, böyleyse, “çok imzalı” önerge, daha başta, TBMM’de görüşülmeden
bile kabul ediliyor demekti. Ancak, bu durum, TBMM’de açık tartışmayı
önleyecekti. Ayrıca, bu tür uygulama, farklı düşünen milletvekillerinin görüşlerini
meclis kürsüsünden açıklayamamak gibi bir mahzura götürecekti.
Menderes’e göre, 17. maddeyle ilgili Tiridoğlu’nun önergesinin ortaya çıkışı
ile ilgili ileri sürdüğü diğer bir neden, önergenin Hükümetin etkisiyle çıkmış
olabileceğiydi. Bir başka deyişle, önerge kendiliğinden çıkmış olamazdı. Eğer,
böyleyse, Hükümet kanadının, toprak yasasının ana maddeleri üzerinde hâlâ açık ve
kesin görüşler taşımadığına hükmetmek gerekirdi. Menderes, şöyle demektedir: “15
senedir hazırlandığı anlatılan bu kanun etrafında Hükümetin kısa zaman içinde sık
sık fikir değiştirdiğini görüyoruz. (...) Çünkü, Hükümetin Meclise sevk ettiği
tasarıdaki hükümler başka, yine Hükümetin komisyonla anlaşmaya vardığı hükümler
başka; şimdi bu önerge ile ileri sürülmekte olan hükümler ise bambaşkadır”.
33
Menderes, ileri sürdüğü bu nedeninin ihtimali güçlü ise, Tiridoğlu’nun
önergesi ile beliren Hükümet tasarrufunun sonraki zamanlarda da devam edeceğini
ve bunun tekrarlanıp usûlleşeceğinden kaygı duymaktadır.
Menderes, Tiridoğlu’nun önergesinin hazırlanma biçiminden sonra, içeriğine
yönelik olarak da eleştiriler getirmiştir.
Menderes’e göre, bu önerge kabul edilirse, genişliği 50 dönümden fazla olan
arazinin “sahipleri tarafından düzenli ve teknik işletiliyor” olmasına bakılmaksızın,
50 dönümden fazla olan kısmı kamulaştırılabilecekti. Ona göre, önerge ile ayrıca,
bütün arazi mülklerinin 50 dönümden fazla olan kısımlarının kamulaştırılabilmesi
için tek kıstas getirmekteydi ve bu da, arazinin işlenmesinde çalıştırılan “amelenin
yerli olup olmamasıydı”.
34
Menderes ve onun gibi düşünen diğer milletvekilleri, bu önergenin asıl
amacının, kiracılık veya ortakçılıkla çalışan işletmeleri ve ayrıca, bütün küçük
işletmeleri –doğrudan sahibi tarafından işletilse bile- tasfiye edeceğini Toprak Reformunun En Çok Tartışılan Maddesi:17. Madde 52
düşünmektedir. En önemli karşı çıkış da, Tiridoğlu’nun önergesinin hazırlanma
tarzının, demokratik esaslarla çeliştiği ve TBMM’ye bir baskı oluşturduğu görüşünde
toplanmaktaydı.
Menderes’in bu konuşmasına en sert tepki, bizzat önergenin sahibi Kütahya
Milletvekili Alaaddin Tiridoğlu’ndan gelmiştir. Tiridoğlu’na göre, Menderes
görüşlerini fikir ve ilke bakımından savunmamakta; aksine polemik yapmaktaydı .
35
Tiridoğlu’nun bu konuşmasında Menderes’e yönelik suçlama mahiyetinde
sözler de dikkat çekmiştir. Tiridoğlu, konuşmasının bir yerinde şöyle demektedir:
“Bu tasarı, Komisyona geldiği günden beri, Komisyonu teşkil eden bazı arkadaşlar
tarafından gayet dikkatle ve ince bir takiple baltalandı. (...) Fikir ve prensipler bir
maksadı mahsusla müdafaa (edildi)”.
36
Tam bu sırada, söze Kütahya Milletvekili Recep Peker girerek, Tiridoğlu’nu
şöyle uyarmıştır: “Bir meclis, komisyon, çalışmasının maksadı mahsusla, baltalama
tarzında Millet Meclisi kürsüsünden söylenmiş olmasını protesto ederim.”.
37
Peker’in bu beklenmedik tepkisi karşısında, bir anda, sözlü tartışma Tiridoğlu
ve Peker arasında yaşanmış ve nitekim Tiridoğlu, “Bir milletvekili olarak Peker’ in
burada ders vermeye hakkı yoktur” diyerek oturumu terk etmiştir.
38
Adnan Menderes, Tiridoğlu’nun tepkisi üzerine tekrar söz almış ve kendini
savunmuştur. Menderes, tasarı aleyhinde bir tek kendisinin konuşmadığını, başka
Milletvekillerin, örneğin Hikmet Bayur
39
ve Lütfü Ülkümen’in
40
de, daha ileri sözler
sarf ettiğini iddia etmiştir. Menderes, ayrıca, komisyondaki çalışmaları hakkında
Tiridoğlu’na hesap vermek zorunda olmadığını, hiçbir şekilde yanlış hareket ettiğini
düşünmediğini ve Tiridoğlu’nun dikkatsizce kullandığı sözlerini Meclisin takdirine
bıraktığını söylemiştir.
41
Menderes’e karşı bu tepkinin nedeni, tasarının aleyhinde eleştiriler yapan
diğer milletvekillerinden farklı olarak, Menderes’in toprak yasa tasarısının içeriğine
yönelttiği eleştirilerinden çok, “usûl” üzerine yaptığı eleştirilerden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
17. madde, Menderes’in içinde bulunduğu bir grup milletvekilinin kabul
etmediği biçimiyle, 4 Haziran günü aynen kabul edilmiştir.
42
ÇTK Uygulanması (1945-1950) ve 17. Maddenin İşlersizliği
ÇTK tasarısı, 11 Haziran 1945 tarihinde oy çokluğu
43
ile yasalaşmıştır.
44
Yasanın uygulanma biçimini gösteren tüzük
45
ise, ancak, 25 Mayıs 1947
tarihinde, 3-5842 sayılı Bakanlar Kurulu’nun kararıyla yürürlüğe girmiştir.
46
Bu
tarihe gelindiğinde, büyük arazileri kamulaştırmak ile ilgili siyasi istek ortadan
kalkmıştır
47
. Çünkü, içte çok partili düzene geçiş ve dışta ise Türk topraklarına
yönelik Sovyet tehdidi, yönetimin, savaş sonrası uygulamayı tasarladığı ekonomik ve
sosyal politikaları büyük ölçüde değiştirmiştir. Özellikle, kurulan yeni partilerin
toprak yasası tartışmalarını politik malzeme olarak kullanabilme ihtimali, CHP
yöneticilerini iç siyaset anlayışlarında kaygılandırmış ve kırsal oylarda etkisi olan
büyük toprak sahipleri ile ilişkilerini düzeltmeye itmiştir. Öyle ki, 1948 yılında
yapılan hükümet değişikliği ile, toprak yasa tasarısına en çok karşı çıkan ve aynı
zamanda Çukurova bölgesinde geniş toprak sahibi olan Cavit Oral Tarım Bakanlığına
getirilmiştir.
48
Bu değişiklik, yönetimin ÇTK hakkında değişen zihniyetinin en somut
göstergesi olmuştur.
ÇTK’dan bir sene sonra 1946’da yapılacak ilk tek dereceli ve çok partili bir
genel seçime, iktidar partisi CHP’yi mevcut olan il ve ilçe örgütleriyle –ki Doğu ve
Journal of Historical Studies53 Süleyman İnan
Güneydoğu Anadolu’da parti örgütü bile yoktu- girmeye zorlamıştır. Bu parti
örgütleri ise, iktidar partisinin büyük ölçüde ÇTK ile karşı çıktıkları büyük arazi
sahiplerine dayanmaktaydı. Bu durum, CHP’nin toprak reformu konusundaki
görüşlerinin geriye bırakılmasında büyük etken olmuştur. Nitekim, 17 Kasım 1947
CHP Kurultayı, hükümete gerektiğinde küçük çiftlikleri bile kamulaştırma yetkisi
veren Toprak Yasasının 17. maddesini kaldırmıştır.
49
Böylelikle, ÇTK’nın en çok
tartışılan 17. maddesi gerçek anlamda uygulanamamıştır.
Bir süre sonra, Başbakan Şemsettin Günaltay, 6 Kasım 1949’da İzmir’de
yaptığı konuşmada, toprak dağılımına ait yeni bir yasa tasarısının TBMM’ye
verileceğini açıklamıştır.
50
Nitekim, Toprak Reformu Yasasının bazı maddelerinin
değiştirilmesi için bu yönde bir tasarı, 14 Mart 1950’de, Meclise getirilmiştir.
Yasanın yeni biçimi 22 Mart 1950’de kabul edilmiştir. Buna göre, artık büyük arazi
mülkleri devlet tarafından kolay kamulaştırılamayacaktı.
51
Böylece, toprak
reformunun 17. maddesinin tam karşıtı denilebilecek bir madde kabul edilmiştir.