Eğer evler kentin ortak mülkiyetinde olacaksa, yiyecekler herkese dağıtılacaksa, ileri doğru atılacak bir adım daha var demektir. Kaçınılmaz olarak bir giysi sorunuyla karşılaşılacak ve bunun da tek çözüm yolu, bütün giysi mağazalarının kapılarını ardına kadar halka açmak ve herkese, neye gereksinimi varsa alabileceğini söylemek olacaktır. Giysilerde ortak mülkiyet, herkesin, mağazalardan ya da dikiş atölyelerinden gereksindiği giysiyi alma hakkı, evlerde ve giysilerde uygulanan komünist ilkenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır.
Kendiliğinden de anlaşılacağı (ve bizim sivri zekâlı, yaratıcı kafalı muhaliflerimizin öne sürdükleri) gibi her yurttaşın üzerinden paltosunu alıp kent alanlarından birinde koca bir giysi tepesi oluşturmak, sonra da bunları herkese kurayla dağıtmak gibi bir yola başvurulmayacaktır. Kimin giyecek bir paltosu varsa, güle güle giysin, giymeye devam etsin; hatta çok olasıdır ki, on tane bile paltosu olandan bunların bir tekini bile almak kimsenin aklından geçmeyecektir. Burjuvanın birkaç kez giyip beğenmediği için bir köşeye attığı paltoyu yeni paltoya yeğleyecektir pek çok kişi; o bakımdan da elde o kadar yeni giysi olacaktır ki, kimse kimsenin eski giysilerini giymek zorunda olmayacaktır.
Büyük kentlerin giyim kuşam mağazalarında ne kadar giysi bulunduğuna ilişkin elimizde bilgi bulunsaydı eğer, Paris, Lyon, Bordeaux ve Marsilya'da bütün komünlerin elinde tüm yurttaşlara yetecek kadar giysi bulunduğunu görürdük. Ama diyelim ki her yurttaşa hazır giysi yetmedi ya da bazı yurttaşların üzerine iyi oturmadı giysileri, terzilerimiz bu açığı hızla kapatacaklardır. Bugün artık yeni makinelerle donanmış, büyük çapta üretim yapmak üzere örgütlenmiş terzilerin ne büyük bir hızla dikiş diktiklerini, giysi ürettiklerini çok iyi biliyoruz.
"İyi ama, o zaman da herkes samur kürk ya da her kadın kadife entari giymek isterse ne olacak?" diye haykırabilecek muhaliflerimize vereceğimiz yanıt gayet kısa: Umurumuzda bile değil bu nokta. Herkes ne samur kürk düşler, ne de kadife giymeye can atar. Bugün bile Parisli kadınlara kendilerine giysi seçmelerini önersek, alabildiğine yalın giysiler seçen pek çok kadınla karşılaşırdık ki, beğeni denilen şey, içinde bulunulan zamana göre değişir ve devrim anında yalın, basit beğenilerin egemen olacağından da kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Toplumlar da, tek tek kişiler gibi, huy, alışkanlık, töre gibi şeylerde tam bir düşüş dönemi yaşadıkları gibi, yiğitlik, kahramanlık dönemleri de yaşarlar. Bugün olduğu gibi küçük, kişisel çıkarlara saplanıp kaldıkları düşüş dönemlerinden geçebilecekleri gibi, yüce şahlanış dönemlerinde bu durum bütünüyle değişebilir. Toplumların da soylu davranışlarla dolup taştığı dönemler olabileceği gibi, kendini kapıp koyuverme dönemleri olabilir. Bugün düzenbaz, üçkâğıtçı, işini bilir kişilerin sahip oldukları etki gücüne o dönemlerde içten, dürüst kişiler sahip olur. Özveri sözleşmeleri yapılır; yüce ve soylu örnekler taklit edilir; benciller bile ötekilerden geri kalmayı kendileri için utanç sayarlar ve onlar da yüce gönüllü, yürekli insanlar gibi davranmaya özenirler.
1793 büyük devrimi bu türden örneklerin bol bol yaşandığı bir hareket olarak önümüzde duruyor. İşte, tek tek insanlar için olduğu kadar toplumlar için de alabildiğine doğal olan böylesi ahlaki yeniden doğuş dönemlerinde insanlığı ileri doğru atan yüce şahlanışlar ortaya çıkar.
Biz burada, ne güzel duyguların olası rollerini abartmak istiyoruz, ne de bu duygulan toplumsal ülkümüzün çıkış noktası ya da temeli olarak görüyoruz. Ama bu duygulardaki kabarmanın, şahlanışın, işin başındaki ilk ve en büyük zorluklan aşmamızda bize yardımcı olacağını söylemek hiç de abartma sayılmamalıdır. Kuşkusuz, bu türden şahlanışların gündelik hayatta da sürüp gideceğini ummamalıyız, ama başlangıçta bu böyle olacaktır ve bu da, bizim için gerekli olan her şey demektir. Yüzyıllarca süren kölelik, ezgi, zulüm yönetimlerinin yığdığı pisliklerden toprağı anndırırken, kardeşçe duygulardaki bu şahlanış anarşist toplum için çok gerekli olacaktır. Bundan sonrası için kimsenin özverisine gerek duymadan varlığını sürdürebilecek bir atılıştır bu, çünkü bu duygu boyundurukları kıracak, zulmü, esareti yok edecek ve her türden dayanışma duygularının önüne engin bir ufuk açan, herkesin ihtiyaçlarının karşılandığı bir yapılanmaya dayanan yeni bir toplumun yaratılmasını sağlayacaktır.
Öte yandan, devrim eğer şu bizim sözünü ettiğimiz çizgiyi tutturabilirse, tek tek kişilerin özgür inisiyatifleri de, bencillerden, çıkarcılardan gelebilecek engellerden kaçınabilmemizde bize yardımcı olacaktır. Her sokakta, her mahallede, görevi giysi sorunuyla ilgilenmek olan gruplar oluşturulacaktır. Bunlar, ayaklanan kentin giysi envanterini tutacak ve neredeki, hangi giysi deposunda ya da mağazasında, yaklaşık olarak ne kadar giysi bulunduğunu ve bu giysilerle hangi ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını giderebileceğini aşağı yukarı bilecektir. Yurttaşlar ise, tıpkı yiyecek-içecek konusunda olduğu gibi "bol olan her şeyden istediği kadar, sınırlı miktarda olanlardan ise, dağıtımdan payına düşen kadarını" alacaktır.
Bütün erkeklere samur kürk, bütün kadınlara kadife giysi dağıtabilme olanağı bulunmadığına göre, ayaklanan toplum, çok olasıdır ki, gereksiz-gerekli şeklinde bir ayrıma gidecek ve en azından geçici bir süre için kadife giysilerle samur kürkleri gereksizler arasına alıp, bugün lüks sayılan şeylerin herkesin kullanabileceği nesneler haline nasıl getirilebileceği sorusunu gelecekte çözülecek bir sorun olarak erteleyecektir. Anarşist kentte yaşayan herkese zorunlu ihtiyaç maddeleri sağlandıktan sonra, tek tek kişilerle ilgilenmeye başlanabilir: Bu kapsamda hastalara ve güçsüzlere bugün için lüks sayılan şeyler, sağlık durumu pek iyi olmayanlara, herkesin gündelik yaşamda kullanamayacağı -ve herhalde kullanmak da istemeyeceği- şeyler verilebilir(1) .
"İyi ama, bu, herkesin paydasını eşitlemek, herkese kara keşiş cüppesi giydirmek gibi bir şey olmayacak mı?" diyenler çıkacaktır. Ve eklenecektir: "Bu, yaşama güzellik katan, onu süsleyen her şeyin lükstür denilip çöpe atılmasına, yitip gitmesine neden olmayacak mı?"
Hayır efendim, olmayacak! Biraz sonra, anarşist toplumun, yurttaşlarının tüm artistik zevklerini -hem de onlara dudak uçuklatıcı faturalar çıkarmadan- nasıl tatmin edeceğini göstereceğiz.
1 Bu alanda insanlık akıl almaz ilerlemeler kaydetmektedir. Örneğin, ipeği alalım. Binlerce yıl boyunca ipek (dolayısıyla da kadife) büyük lüks sayıldı. Çünkü dut ağacının yetiştiği ülkeler yeryüzünde belli bir kuşak üzerinde yer alırlar, ipekböceğinin bakımı çok zordur vb.vb. Günümüzde ipek fabrikalarda odun elyafından üretilmeye başlandı; uçsuz bucaksız Kanada ormanlarından ve Amerika ormanlarından elde edilen ipek, renk bakımından da, yumuşaklık, esneklik vb. bakımından da en iyi Lyon ipeğiyle yarışabilecek niteliktedir. Bugün bu ipeklerden yapılmış giysileri en iflah olmaz moda düşkünü kadınlar bile seve seve giymektedirler. Elmas konusuna gelince, Afrikalı zenci emekçilerin bu taşı çıkarabilmek için neler çektiğini öğrenen binlerce kadın, bu taşa sonsuza dek lanet etmiş, ona el sürmemeye ant içmişlerdir. Ama gün gelecek, elmas da fabrikalarda üretilmeye başlanacak.