Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tarihin Bir Döneminde Kilise ve Sapkınlar… 4  (Okunma sayısı 4242 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 01, 2012, 06:14:05 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





Din, aynı toplumda yaşayan insanlar arasındaki birlik ve bütünlüğü sağlar.

Bunu yazdım sonra düşündüm gerçekten de öyle mi diye…

Dinler, tarih boyunca insanlar arasında karşıtlıklar yaratmış.

Bunun temel nedenlerinden biri, herhangi bir dinin inançlılarının birbirlerini “din kardeşi” olarak görmesi, başkalarını ise bu kardeşlik birliğinin dışında tutması hatta itmesi, ötekileştirmesi yani ayırımcılık yapması, bu kadarla da kalmayıp çoğu kez ötekileri düşman sayması gibi görünüyor.

Bu bakımdan öncelikle dinleri farklı toplumlar karşı karşıya gelmiş ama ne ilginçtir ki en önemli sorunlardan biri aynı toplum içinde çıkmış.

Bununun gerekçesi ne olabilir?

Bana göre toleransın yerini bağnazlığın alması… Siz farklı bir gerekçe üzerinde durabilirsiniz.

Bağnazlığın kol gezdiği bir ortamda, aynı toplum içinde din ya da inançları birbirlerinden farklı olan insanlar bir arada yaşayamıyor çünkü çünkü birbirlerine tahammül edemiyorlar.
 
Neden?... Ötekilere tolerans gösteremediklerinden… Tahammül edebilmenin gereği tolerans.

Konumuzun dışına çıkmadım. Başlıktaki konumuza bağlanabilmek için bu sözleri etme gereğini duydum.

325 yılında Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi devlet dini haline getirildiğinde, hayli zamandır ülkenin çeşitli yerlerinde süregelen huzursuzlukların dinmesi, bu yeni dinin birlik ve bütünlük oluşturması öngörülmüştü. Bunun için de, daha önce Hıristiyanlara çektirmedik acı bırakmamış olan Roma imparatorları, bu kez Hıristiyan olmayanlara eziyet etmeye başladı. Artık İmparatorluğun sınırları içinde yaşayıp başka tür bir dinsel inancı olanlar, devlete karşı suç işlemiş sayılıyordu.

Günümüzde insanlar, inanç ve dinleri bakımından birbirlerine karşı saygı göstermek, eskiye oranla daha toleranslı davranmak eğilimindedir. Fakat tarihte bu hiç de böyle değildi. Hele Hıristiyan dinini benimseyen toplumlarda hiç ama hiç değildi.
Yeryüzünün hemen her yerinde savaşların birçoğu din ya da mezhep uyuşmazlığından çıkmıştır; bunu biliyoruz. Fakat şunu da biliyor muyuz acaba: Bu savaşların en kanlıları, katliamların en acımasızları Hıristiyan toplumlarında ya da Hıristiyanlığın burnunu soktuğu ve halkını Hıristiyanlaştırmaya kalkıştığı, Hıristiyanlığın kendi içinde bile tek bir sistemin uygulanmasına ilişkin dayatma uygulandığı ülkelerde görülmüştür.

Hıristiyanlar, kendileriyle aynı inancı paylaşmayan herkesi sapkın saymıştır. Kendilerine de sapkınlarla savaşma, hatta onlara acı çektirme, hatta onları öldürme görevini vermiştir.

Elbette baş kışkırtıcıları da Roma’daki Katolik Kilisesi…

Forumda ve bu yazıyı okuyanlar arasında Hıristiyanlar olabilir… Onları tenzih ederim. Benim bu dediğim tarihsel bir olgu.

Ben diyorum ki, özellikle Orta Çağda ve hemen sonrasında Avrupa, bu konuda sayısız örneğin sergilenişine, vahşetlere sahne olmuştur.

Yanlış bilmekte olabilirim. Bunun böyle olmadığı görüşünü taşıyanlar, bildiklerini ortaya sürer; tartışarak doğruyu bulmaya çalışırız.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 02, 2012, 11:28:54 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Ne yazık ki,özellikle teist dinler insanlık tarihi boyunca kendilerine inananları da alet ederek nice zulüm ve katliamlara alet edilmiştir.

Müslümanlıktada da sık sık rastladığımız bu zulümlerin en korkunçları sayın ADAM'ın da belirttiği gibi katolik kilisesi tarafından yapılmıştır.

Hırıstiyanlıkta tek otorite olduğunu iddia eden katolik kilisesi,kendi dayatmalarının dışında hareket edenleri sapkın ilan ederek kendisi adına çalıştıklarını iddia ettikleri tanrının buyruğuyla,tanrı tarafından yaradıldığını söyledikleri insanları kolaylıkla katledebilmişlerdir.

Nasıl olur da  savunulduğu gibi Tanrı tarafından gönderilen bir din,Tanrı tarafından yaradılanları yok etmekte aracılık edebilir ?

Nasıl olur da Tanrı, var ettiği insan oğluna verdiği aklı ve iradeyi,sorgulama yetisini kullandığı için yaradılanın Tanrı adına çalışanlar tarafından  tarafından sapkın ilan edilerek katledilmesine göz yumabilir ?Bundan daha büyük bir çelişki olabilir mi ?...

Bütün bunların tek akılcı açıklaması,Tanrı adına çalıştıklarını söyleyenlerin kendilerince kullanılmaya uygun birtakım kurallardan oluşan dinler oluşturduklarını kabul etmek,hatta ısrarla savunmakla öngörülebilir.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 02, 2012, 02:29:20 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 187
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
Din, aynı toplumda yaşayan insanlar arasındaki birlik ve bütünlüğü sağlar.

Bu yargı daha çok var olan durumun belirtilmesi olarak nitelendiriyorum. Çünkü artık bu değişiyor

Tek bir lokasyonda başlayan dinler savaş,göç vs gibi olgularla coğrafi nitelikle hareket etmişler.

Ancak günümüzde bilgi akışı fiziksel nitelikten çıkıp lokasyon özelliğini kaybetmiştir.Bu değişim başlamış olamakla birlikte daha emekleme çağlarında.

İleride din inancı bakımından tanecikli bir yapı değil heterojen hatta homojen bir yapı görme olasılığımız yüksek.

Gelecekte klise bağnazlarının ve sapkınlarının yeri yok gibi ancak başka tehlikeler var gibi ...

Sayın ADAM şu cümleyi belirtirken bir an mason kardeşliği aklıma gelmedi değil.

Alıntı
Bunun temel nedenlerinden biri, herhangi bir dinin inançlılarının birbirlerini “din kardeşi” olarak görmesi, başkalarını ise bu kardeşlik birliğinin dışında tutması

Konu dışına çıkmamak en iyisi burada susmalıyım.

Sayın ADAM ın düşüncelerine katılıyorum.

Saygılarımla



Eylül 02, 2012, 11:37:06 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi



Sayın ADAM;

Değerli paylaşımınız için çok teşekkür ederim. İyi ki bu konu üzerine yazdınız! Son zamanlarda Ortaçağ Avrupa'sında kilise ve devletin el el verip, hayata geçirdikleri kanlı projeler üzerine okudum... Din kisvesi altında ötekileştirilen insanlar, katliamlar...

Ortaçağda yaşanan katliamların en çılgıncı en korkuncu ve zalim olanı sanıyorum "Cadı avcılığı" idi. Bu konu üzerinde bir şeyler yazmak isterim:


DİN KİSVESİ ALTINDA ÖTEKİLEŞTİRİLEN KADINLAR / Ortaçağ Avrupa’sında Cadı Avcılığı Örneği Üzerine

Kimi zaman dinin etkisi toplumsal yaşamda azalır gibi görünse de, devinim içerisinde din olgusunun kendisini farklılaştırarak ve çoğalarak toplumsal kararlara hakim olduğu bilinmektedir. Siyasal açıdan devlet yönetimlerine dolaylı ya da direkt yollarla nüfuz eden din kavramı, kitap üzerinde yazılanlardan ziyade; toplulukların uygulama biçimleri üzerinden kendine hayat bulmaktadır. Dolayısıyla din, davranış biçimlerini etkilemekte, bir sarkaç gibi gücünü kaybettiği zamanlar olsa dahi, yine enerjiyi dönüştürerek güçlü zamanlarına kavuşmaktadır.

Dinlerini, toplumsal yaşamın ortasına yerleştiren topluluklarda, din ile çerçevelenen davranışların dışında kalan kişilerin ötekileştirildiği bilinmektedir. Kötülük ve kötücül olma durumu, toplumsal normlar dışında kalan herkes için yakıştırılabildiği gibi; kötülüğüne inanılan kişi de toplumdan ötekileştirilebilmektedir. Ve bu çemberin dışına itilen kişi, artık tüm kötülüklerin ve ters giden şeylerin temel sebebi olarak görülebilir.

Dünya üzerindeki insan topluluklarının, yaşadıkları ülkelerdeki dini otoritelerin baskılarına ya da siyasi iktidarın çıkarlarına hizmet amacıyla, din kisvesi üzerinden, ötekileştirildikleri bilinmektedir. Bu doğrultuda toplumların, kendi içindeki azınlıklara karşı din üzerinden kolaylıkla kışkırtılabildiği söylenilebilir. Dolayısıyla dışlamanın ötekileştirmeyle, dışlananın kendi inanç, yaşam ve gelenek sisteminden olmadığı ortaya koyularak ve bazen de şiddet uygulamarıyla dışa vurularak gerçekleştiği söylenilebilir.

Ötekileştirme, insanların şablonlar üzerinden kategorilendirilmelerine ve toplum tarafından oluşturulan normlar dahilinde sistematize edilmelerine neden olmaktadır. Dışlamanın sebebi, birçok defa kendi kültür algılarının dışında yaşam tarzı benimsenmesinden ve bu kültür tarzının toplumun genelini bozma endişesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ötekileştirme ve yalnızlaştırma; toplumların kendi sistemlerini koruyabilmek için meşrulaştırdıkları davranışların bütünü olarak karşımıza çıkar. Dayanağı ne olursa olsun; “bizden olmayan”, “kötülüğün kaynağı”, “problemlerin sebebi”, “günah keçisi” gibi anlamların yüklenildiği kişiler; topluluğun sosyal patlama yaşamasını engellemiştir, çünkü her şeyin sorumlusu olarak etiketlenenler guruptan uzaklaştırılınca, kötülüğün de yok olacağına dair inanç, giderek artmıştır.

Kadınların, din kisvesi altında, inanç biçimlerinden, eğlence tarzlarına, düşünme, okuma, yazma ve araştırma gibi haklardan, cinselliğe kadar birçok konuda engellendiği bilinmektedir. Tarihsel süreç içerisinde farklı kültür ve medeniyetlerde çeşitli roller üstlenerek; farklı sembol ve adlarla anılan kadınlara eril bakış açısıyla anlamlar yüklenerek, belli başlı kabuller oluşturulmuştur (Örneğin: Türkiye toplumunda, kadına dair “yuvayı dişi kış yapar” ya da “hanım hanımcık” nitelemeleri). Dolayısıyla toplumlara ait kabullerin dışında kalan kadınlar ise, çağlar boyu süren erkek egemenliğinin etkisiyle ezilmiş, ötekileştirilmiş, din kisvesi altında sömürülmüş ve susturulmuştur.

Ortaçağ Avrupa’sında ise kadınlar, ‘şeytan toplantısına katılan’, ‘şeytanla işbirliği yaparak ona ruhunu satan’, ‘çocukları yiyen’ ve bu suç ve günahları dolayısıyla yakılması gereken bir cadı olarak görülebilmiştir. Avrupa tarihinde korkunç bir leke olarak anılan Cadı avcılığının sebep ve sonuçları üzerine, sosyal bilimlerin çoğu dalından tiyatro metinlerine kadar birçok eser ortaya konmuştur. “Mary Beth Edelson’ın Proposals For: Memorials To 9000 Women Burned As Witches in Christian Era” adlı oyun, bunun bir örneğidir (Salta, 2004: 61).

Ötekileştirmenin, azınlık olana, toplum içerisinde daha az rastlanana, ve tanınmayana karşı duyulan korku ve öfkeden kaynaklandığı söylenilebilir. Tarihte olduğu gibi bugün de imgeler; ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılaştırma gibi kimlik bileşenleri çerçevesinde düşünülebilmektedir. İmgeler ve imgelerin değişiminin, ötekilerin oluşumunda önemli bir yere sahip olduğu söylenilebilir (Nahya, 2011: 35).

Etnik çatışmalar, göçmen ve mülteci problemleri, ırkçılık, asimilasyon ve yabancı düşmanlığı gibi konular çerçevesinde yürütülen tartışmalar ile, “ötekilerin durumu” arasında elbette bir ilişkisi bulunmaktadır. Bu konular içinde yer alan imgeler de, ötekileştirmeleri ve benzeştirmeleri içeren, değişken olabildiği kadar, toplumun her alanından beslenen ve her alanında karşılaşılabilen düşünceler, duygular ve izlenimlerdir denilebilir (Nahya, 2011: 35).

Ortaçağın; savaşlar, salgınlar, açlık ve sefalet gibi tümüyle karanlık olayların yaşandığı hüzünlü ve zalim bir çağ olduğu bilinmektedir. Bu dönemde kilise, yaymak istediği bilgileri adeta unutmuş ve yeni bir düzen kurma amacıyla egemenliğini sağlam bir zemine oturtma çabasına girmiştir. Bu noktada büyücüler ‘cadı’ya dönüştürülmüştür. Eski uygarlıklarda ve ilkel toplumlarda bilgin olarak görülen büyücüler, artık şeytanın bir aracısı olarak görülmektedir.

Kitab-ı Mukaddes’te yer alan, “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın” hükmü, büyü ile ilgilenen kadınların katledilmesinin gerekçesi olarak sunulabilmiştir. Buna ek olarak, İncil’de geçen “Bir cadının yaşamı için uğraş vermemelisiniz” hükmü de, kadınların katledilmesine olanak sağlayabilmiştir


“Cadı” kelimesinin; ‘kötüniyetli’, ‘şeytani’, ‘karanlık’, ‘tehlikeli’ vb. tanımlamalarla özdeşleştirilmesi ve kadınların “cadı” olarak nitelendirilmesi, aslında onların, ataerkil sisteme rağmen, uğradıkları şiddet karşısında kendilerini savunabilen, ayakları üzerinde durabilen, inançları uğruna mücadele verebilen kadınlar olmalarından kaynaklanmaktadır denilebilir.

Bir çok Avrupa ülkesinde cadılıkla mücadele hakkında çıkarılan yasalar, Avrupa’da başlayan kapitalizm hareketinin doğuşu ile aynı döneme denk gelmektedir. Buradan yola çıkarak, cadılık ve kapitalizm arasında siyasi bir ilişki olduğu düşünülebilir. Zira Katolik klisesi hükmü ve engizisyon mahkemeleri ile, cadı avcılığı meşru bir zemine oturtulmuştu. Bütün bu bağlantılar, din kisvesi altında ikiyüz yıl süren katliamların ardındaki asıl nedenin, dini ve siyasi otorite ve çıkarları ile bir ilişkisi olabileceğini düşündürmektedir.

Avrupa da kapitalizmin, toprakları ellerinden alınan köylülerin, işçi sınıfına sokularak ve devlete bağımlı hale getirilmesiyle başladığı söylenilebilir. Ne tesadüftür ki, Cadı avcılığı da bu döneme rastlamaktadır. Üstelik yakılarak öldürülen kadınların büyük çoğunluğu ortak özelliklere sahiptir. Buradan yola çıkarak, öldürülen kadınların rast gele değil, bilinçli olarak seçildikleri çıkarımı yapılabilir. Katledilen kadınların büyük çoğunluğunun işçi sınıfından olması, bu özelliklerin başında gelmektedir. Onları suçlayan ve ötekileştiren çoğunluk ise toprak sahibi burjuvalardan oluşmaktadır.

Anne ve eş rolleri, kadınlara sistem tarafından biçilen en ideal roller arasındadır. Zira kadınların, evin geçimini sağlayan konumdaki erkeğe bağımlı olma durumu, iş bölümünün, toplum içerisinde cinsiyet farkına dayalı olarak yapıldığının bir göstergesi olarak görülebilir. Buradan yola çıkarak, sistemin, kapitalist-ataerkil bir toplum oluşumunu yaratmayı hedeflediği çıkarımı yapılabilir.

Cadılarla mücadele adıyla çıkarılmış yasaların, aynı zamanda kadın bedeni ve emeğini domine etmek üzerine kurulu olduğu da düşünülebilir. Zira sistem tarafından sürekli olarak kontrol altında tutulmaya çalışılan işçi sınıfı fikri ile, cadılıkla suçlanan kadınlara atfedilen, “süpürge üzerinde özgürce uçan cadı” imgesi zıtlık göstermekte ve otoriteye karşı bir tehtit içermektedir.

Cadılık suçlaması ile katledilen kadınların bir başka ortak özelliği ise, ebe olmalarıdır. Burada dikkati çeken önemli bir nokta, söz konusu kadınların doğum işleminde görev almalarının yanında, aynı zamanda -tabu sayılan- doğum kontrolü gibi konularda da oldukça bilgili olmalarıdır. Dolayısıyla bu da, gerek katolikler, gerekse kapitalist düzene dahil olmaya çalışan devletlere karşı tehdit oluşturacak bir durum olması dolayısıyla kabul görmeyecektir.

Emek gücünün artması için, işçi sınıfının büyümesi gerekmektedir ve tüketimin artması da ancak bununla mümkün olacaktır. O nedenle nüfus kontrolünün sağlanması, devletin ekonomik politikasının çıkarlarını zedeleyecektir. Buradan yola çıkarak, “cadı avcılığının”, Ortaçağ Avrupa nüfusunu ve dolayısıyla devletin kazancını artırmaya yönelik bir hareket olduğu kanısına varılabilir.



  Ortaçağ Avrupasında yaşanan cadı çılgınlığının doğurduğu sonuçlar şöyle kısaca şöyle maddelenebilir:

- Feodal yapının icinden çıkamadığı krizin faturasını, üzerlerine cadılık yaftası yapıştırılarak kadınlar
  ödemiştir.

- Ataerkil sistem, bitkilerden ilaçlar yapıp şifa dağıtan ve ekonomik özgürlüğünü elde etmiş kadınları
  katledilmiştir.

- “Din kisvesi” altında terör estiren kilisenin hüküm sürdüğü Ortaçağ Avrupa’sında kadınlar, baskılar ve
   engellemeler karşısında, kendilerini gerçekleştirememiş ve özne olmaktan alıkonulmuştur.

- Ortaçağ tıbbı, “cadı avcılığı” ile söz konusu kadınlardan arındırılmış ve kilise yönetiminde erkek egemen
   bir hava oluşturulmuştur.

- Dinler ve ataerkil sistemin suç ortaklığı, kadınların baskı altında tutulmasına yol açmıştır.

- Kadınlar, toplum içerisinde ya arzu nesnesi/şeytan ya da kutsal kadın/eş/anne konumunda
  olabilmektedirler.

- Kadın kimliği toplumsal cinsiyetin içine hapsedilmiştir.

- Sistem, kendini var etmek için bireyleri ve bireysel karsı duruşları dışlamış, sömürmüş ve   
  ötekileştirmiştir.

- Toplumun tüm muhalefet potansiyeli yok olmuştur

- Beşyüz bin insan, bir başkasının düşlerinde işlemiş oldukları suçlar nedeniyle öldürülmüştür

- Linç törenleri yayılmış ve insanlar yönetici sınıfa hepten bağımlı hale gelmiştir


Sonuç olarak “cadı imgesi”, cehaletin, toplumsal histerinin ve engizisyonun dayattığı koyu bağnazlığın bir ürünü olmuştur. Feodalizmin son bulmasıyla güçlü ulusal krallıkların ortaya çıktığı ve kilisenin mutlak otoritesinin tehdit altına girdiği bu karışık dönemde yoksulluk giderek artmış, toplum içerisindeki isyanlar büyümüş ve insanlar mesih’ten medet umar olmuştur. İşte “Cadı fikri” tam da bu evrede ortaya atılmıştır. Cadı olarak nitelenen kadınlar, zamanla tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülmüş ve bu da, otoritelerin, yoksul halk kitlelerine aradıkları düşmanı sunabilmelerine olanak sağlamıştır.


Açıkça görülüyor ki, kilise ve devlet, el ele verip hayali bir düşman yaratmış ve kendi suçlarını örtmek için kanlı bir proje hazırlamıştır. Böylece “Cadılık suçlamaları” aracılığıyla kitlelerin yaşadığı bunalımın sorumluluğu, kilise ve devletin üzerinden alınmıştır. Zira yoksul halk kitleleri bu cadı senaryosuna inanmış, böylece kilise ve devlet “yoksulluğun sorumlusu” olmaktan kendini kurtararak temize çıkabilmiştir. Bu durum, aynı zamanda kilisenin yoksul kitlelerin vazgeçilmezi hale gelmiştir, çünkü halkın ürktüğü “cadılığa” karşı insanlığın koruyucusu yine kilisedir.


Saygılarımla...




Din, aynı toplumda yaşayan insanlar arasındaki birlik ve bütünlüğü sağlar.

Bunu yazdım sonra düşündüm gerçekten de öyle mi diye…

Dinler, tarih boyunca insanlar arasında karşıtlıklar yaratmış.

Bunun temel nedenlerinden biri, herhangi bir dinin inançlılarının birbirlerini “din kardeşi” olarak görmesi, başkalarını ise bu kardeşlik birliğinin dışında tutması hatta itmesi, ötekileştirmesi yani ayırımcılık yapması, bu kadarla da kalmayıp çoğu kez ötekileri düşman sayması gibi görünüyor.

Bu bakımdan öncelikle dinleri farklı toplumlar karşı karşıya gelmiş ama ne ilginçtir ki en önemli sorunlardan biri aynı toplum içinde çıkmış.

Bununun gerekçesi ne olabilir?

Bana göre toleransın yerini bağnazlığın alması… Siz farklı bir gerekçe üzerinde durabilirsiniz.

Bağnazlığın kol gezdiği bir ortamda, aynı toplum içinde din ya da inançları birbirlerinden farklı olan insanlar bir arada yaşayamıyor çünkü çünkü birbirlerine tahammül edemiyorlar.
 
Neden?... Ötekilere tolerans gösteremediklerinden… Tahammül edebilmenin gereği tolerans.

Konumuzun dışına çıkmadım. Başlıktaki konumuza bağlanabilmek için bu sözleri etme gereğini duydum.

325 yılında Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi devlet dini haline getirildiğinde, hayli zamandır ülkenin çeşitli yerlerinde süregelen huzursuzlukların dinmesi, bu yeni dinin birlik ve bütünlük oluşturması öngörülmüştü. Bunun için de, daha önce Hıristiyanlara çektirmedik acı bırakmamış olan Roma imparatorları, bu kez Hıristiyan olmayanlara eziyet etmeye başladı. Artık İmparatorluğun sınırları içinde yaşayıp başka tür bir dinsel inancı olanlar, devlete karşı suç işlemiş sayılıyordu.

Günümüzde insanlar, inanç ve dinleri bakımından birbirlerine karşı saygı göstermek, eskiye oranla daha toleranslı davranmak eğilimindedir. Fakat tarihte bu hiç de böyle değildi. Hele Hıristiyan dinini benimseyen toplumlarda hiç ama hiç değildi.
Yeryüzünün hemen her yerinde savaşların birçoğu din ya da mezhep uyuşmazlığından çıkmıştır; bunu biliyoruz. Fakat şunu da biliyor muyuz acaba: Bu savaşların en kanlıları, katliamların en acımasızları Hıristiyan toplumlarında ya da Hıristiyanlığın burnunu soktuğu ve halkını Hıristiyanlaştırmaya kalkıştığı, Hıristiyanlığın kendi içinde bile tek bir sistemin uygulanmasına ilişkin dayatma uygulandığı ülkelerde görülmüştür.

Hıristiyanlar, kendileriyle aynı inancı paylaşmayan herkesi sapkın saymıştır. Kendilerine de sapkınlarla savaşma, hatta onlara acı çektirme, hatta onları öldürme görevini vermiştir.

Elbette baş kışkırtıcıları da Roma’daki Katolik Kilisesi…

Forumda ve bu yazıyı okuyanlar arasında Hıristiyanlar olabilir… Onları tenzih ederim. Benim bu dediğim tarihsel bir olgu.

Ben diyorum ki, özellikle Orta Çağda ve hemen sonrasında Avrupa, bu konuda sayısız örneğin sergilenişine, vahşetlere sahne olmuştur.

Yanlış bilmekte olabilirim. Bunun böyle olmadığı görüşünü taşıyanlar, bildiklerini ortaya sürer; tartışarak doğruyu bulmaya çalışırız.

[/size]
[/quote]


Eylül 03, 2012, 07:44:24 öö
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

Sayın Seherc, Büyücülük ve kara büyü yok olmaya meyil gösteren bir kavram. Bu yüzden büyücülük ve kara büyü nasıl yapılıyor bilmiyorum ben şahsen. Henüz bakir olan çocukların kanını içmek gibi ritüellerin şu an var olmaması veya varsa da çok nadir görülmesi eski toplumlarda var olmadığını kanıtlamaz. Yani cadı olarak isimlendirilmiş kara büyü ile ilgilenip çocukları katlederek onların kanını içen kadınların eski tarihlerde var olmadığını söyleyebilir miyiz.. Belki de bu tarz kadınların bu ritüellerde yakalanıp idam edilmeleri, günümüze dincilerin kadın katliamları başlığı altında bilinçli olarak sunulmuş olabilir. Yani kiliseyi karalama kampanyasında kullanılıyor olabilir diye düşünüyorum.

Genelde özellikle de zengin bir adam ise, baba vefat ettiği an çocuklar mal kavgasına girişirler bu istisnası pek olmayan bir durumdur. Mal varlığının ve paranın kötü olduğunu gösterir mi bu kavram. Hayattan para ve mal varlığı kavramını söküp atabilir misiniz? Güç ve iktidar için dinin ve mezheplerin kullanılagelmesini buna benzetiyorum. Ateist kesim genelde insanlardaki güç ve para hırsını görmeyip savaşların ve dökülen kanın nedenini din ve mezhep ayrılıkları olarak görerek dinin hayattan silinmesi gerekliliğini anımsatıyorlar. Bunu ellerine siyasi imkan geçtiğinde de gerçekleştirmek için katliamlar yapıyorlar. Fakat burda da ateistlerin aynı çukura düştüklerini görüyoruz yani siyasi güç ve para için benzer katliamları yapıyorlar. Bu demek değildir ki ateizm kötüdür ateistler yok edilmelidir. Benzer şekilde din de kötü değildir ve dindarlar yok edilmemelidir.

Bu deneyimlerden sonra çağdaş insanlar sekülerizmi yaratmışlardır. Sekülerizm din ve mezhep kavramlarına siyasi otoriteye oturmalarına izin vermiyor. Fakat ateist yaklaşımı da otoriteye koymayarak dini kesime baskı yaptırmıyor. Bu dengeyi tutturabilmek ise cambazın ipte yürümesinden farksız olduğu için kargaşasız bir tarihi seyir gözlemleyemiyoruz. Sanırım mal varlığı ve güç kavramlarını insanların elinden almadığımız müddetçe savaşsız bir toplum yaratmayı başaramayacağız.

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Eylül 03, 2012, 07:58:37 öö Gönderen: Masor1976 »


Eylül 03, 2012, 08:13:11 öö
Yanıtla #5
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın SEHERC'in bu başlığa katkısı çok değerli... Elbette Batı toplumunda bizim bu başlıkta irdelediğimiz tarihten az sonra mahut Cadı Avcılığı seri olaylarının başladığı görülür. Yanlış hatırlamıyorsam, ben daha önce bu konu ile bağlantılı bir de kaynak önermiştim. Yineleyeyim: Yalçın Kaya: "Batı'nın İki Yüzü (Bağnazlık ve Tolerans)" - 3. Kitap... Aslında 4 kitaplık bu dizinin hepsini okumakta yarar var.

Bu bağlamda Sayın SEHERC'e teşekkür ettikten sonra bir de eleştiri iletelim...

Özellikle belirli dinsel ya da politik eğilimleri olan kişiler, her nedense, belki doğal olarak, belki dürtüsel nedenle, her bir konuyu kendi alanlarına çeker, bir şekilde onunla bağdaştırmaya ya da benzeştirmeye girişir. Bu kimi zaman çok iyi ve çok güzel olur çünkü geçmişin olayları, özellikle yanlışları günümüzde bize ders olmalıdır. Fakat kimi zaman da konunun ekseninden dışarıya, ilgisiz ve bağlantısız bir yöne çekilmesine çalışılır. Örneğin işte burada Kilise ile Feodaliteyi bağdaştırmamak gerekir çünkü Feodalite Kilise'nin işine gelmez. Nitekim Feodalite'yi Kapitalızm'in başlangıcı olarak göstermeye kalkışmak da yanlıştır çünkü Kapitalizm de Feodalitenin işine gelmez.

Sayın SEHERC'in yazısında bundan başka böyle küçük, krpıntısal yanlışlar var... Belli bir ekonomik-siyasal tercih ile ötekilerin kötülenmesini öngören bir tutumun aralya sokuşturulmasına çalışılan yansımaları. Bunların bu konuyla zorla bağlantısını kurmaya girişmekten kaçınılmış olsa, (bunun kasıtlı değil, doğaçtan yapılmış olması pek olası) belki katkının kapsamındaki birkaç tümce çıkarılsa, çok daha güzel olacaktı.

Buna karşın bütünü bakımından Sayın SEHERC'in bu başlığa katkısı teşekküre değer.

Lütfen okuyunuz.

Ardından Sayın Masor1976'nın yazmış olduklarının ise konumuzun başlığı ile ilgisi ve bağlantısı yoktur. Bu ise tümüyle farklı, dinsel nitelikli bir başka kapılım ile yazılmış izlenimini vermektedir.   
 
 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 03, 2012, 09:52:42 öö
Yanıtla #6
  • Ziyaretçi

Sayın SEHERC'in bu başlığa katkısı çok değerli... Elbette Batı toplumunda bizim bu başlıkta irdelediğimiz tarihten az sonra mahut Cadı Avcılığı seri olaylarının başladığı görülür. Yanlış hatırlamıyorsam, ben daha önce bu konu ile bağlantılı bir de kaynak önermiştim. Yineleyeyim: Yalçın Kaya: "Batı'nın İki Yüzü (Bağnazlık ve Tolerans)" - 3. Kitap... Aslında 4 kitaplık bu dizinin hepsini okumakta yarar var.

Bu bağlamda Sayın SEHERC'e teşekkür ettikten sonra bir de eleştiri iletelim...

Özellikle belirli dinsel ya da politik eğilimleri olan kişiler, her nedense, belki doğal olarak, belki dürtüsel nedenle, her bir konuyu kendi alanlarına çeker, bir şekilde onunla bağdaştırmaya ya da benzeştirmeye girişir. Bu kimi zaman çok iyi ve çok güzel olur çünkü geçmişin olayları, özellikle yanlışları günümüzde bize ders olmalıdır. Fakat kimi zaman da konunun ekseninden dışarıya, ilgisiz ve bağlantısız bir yöne çekilmesine çalışılır. Örneğin işte burada Kilise ile Feodaliteyi bağdaştırmamak gerekir çünkü Feodalite Kilise'nin işine gelmez. Nitekim Feodalite'yi Kapitalızm'in başlangıcı olarak göstermeye kalkışmak da yanlıştır çünkü Kapitalizm de Feodalitenin işine gelmez.

Sayın SEHERC'in yazısında bundan başka böyle küçük, krpıntısal yanlışlar var... Belli bir ekonomik-siyasal tercih ile ötekilerin kötülenmesini öngören bir tutumun aralya sokuşturulmasına çalışılan yansımaları. Bunların bu konuyla zorla bağlantısını kurmaya girişmekten kaçınılmış olsa, (bunun kasıtlı değil, doğaçtan yapılmış olması pek olası) belki katkının kapsamındaki birkaç tümce çıkarılsa, çok daha güzel olacaktı.

Buna karşın bütünü bakımından Sayın SEHERC'in bu başlığa katkısı teşekküre değer.

Lütfen okuyunuz.

Ardından Sayın Masor1976'nın yazmış olduklarının ise konumuzun başlığı ile ilgisi ve bağlantısı yoktur. Bu ise tümüyle farklı, dinsel nitelikli bir başka kapılım ile yazılmış izlenimini vermektedir.   
 
 

Sayın ADAM; eleştiri ve önerileriniz için çok teşekkür ediyorum. Konu ile ilgili önerdiğiniz kaynağın tüm serisini de okumak gerek elbet.
Selam ve Saygılar..






Eylül 03, 2012, 11:28:58 öö
Yanıtla #7
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

sn.adam


Dinler, tarih boyunca insanlar arasında karşıtlıklar yaratmış.


sn.adam bu sözü alt yazısı ilede oldukça iyi açıklamış çok iyide olmuş,benim anlamadığım ise belki konu gereği öyle gidiyor fakat bu ötekileşme ve eyrıştırmacılık sadece dinde yok ,din bu motiflerden sadece biri .Önce örnekler vereceğim sonra sorumu soracağım.

Fenrbahçe galatasaray rekabeti yada real madrit barcelona rekabeti  yukarıda belirttiği tüm özelliklere hemen hemen uyuyor.Bağnazlık ve toleranssızlk sadece dinde olmuyor hayatın hemen hemen her renginde sn.adamın anlattığına rastlamak mümkün.Konu din ve kilise ile birlikte yürüdüğünden ve sadece bu konu irdelendiğinden konu dışı gibi görüksede benim sorum aynı öz ile alakalı olduğundan şudur.

Hayatın hemen hemen her alanında bu tecavüz var insan kendisi ve yaşadığı toplumun çıkarını önde tuttuğundan diğer fikre saygı göstermesi pek mümkün olmuyor.Din ile alakalı kısmın anlatımına paralel bu olguyu nasıl anlatabilir bize çünkü biz insanların problemi sadece din ile bağlantılı değil.

Anlatılan konu özde problem olarak herşeyde var sorununda temeli bana göre sanırım burada.

saygılarımla.

ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
15 Yanıt
6570 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 27, 2012, 07:05:05 ös
Gönderen: peacewings
9 Yanıt
4043 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 28, 2012, 08:52:25 ös
Gönderen: karahan
4 Yanıt
2860 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 03, 2012, 03:13:59 ös
Gönderen: ARCHITECT
3 Yanıt
2424 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 04, 2012, 02:24:45 ös
Gönderen: NOSAM33
1 Yanıt
2375 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 04, 2012, 11:21:36 ös
Gönderen: Alşah
1 Yanıt
2116 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 07, 2012, 05:45:58 ös
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
2411 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 09, 2012, 07:03:04 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
1968 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 30, 2012, 09:47:25 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
2926 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 03, 2012, 07:52:02 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
2802 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2012, 11:40:00 ös
Gönderen: Katharsis