Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Eğitimin Temeli Olarak Özgür İrade  (Okunma sayısı 4265 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 26, 2012, 08:57:50 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

İnsan kendisine, kendisinin ve var oluşunun
anlamının hesabını vermek zorundadır (1).

Sorun

Günümüzde eğitim, ana-babalarla birlikte bütün aydınları ilgilendiren, üzerinde pek çok tartışılan bir konu olmuştur. Yürütülmekte olan eğitimin temelleri ve amaçları üzerine yaygınlaşan yakınmaları en iyi temsil eden Fromm’dan iki alıntı konunun yaşamımız için taşıdığı ciddiyeti ve burada yapmak istediğim görüşmenin açılıp gelişmesini sağlayacak niteliktedir:

“Öğrenmenin ereği temelde ilkokuldan üniversiteye değin pazar amaçları için olabildiğince bilgi toplamaktır. Öğrencilerden o kadar çok şey öğrenmeleri istenmektedir ki, sonunda düşünmek için pek az zaman ve güçleri kalmaktadır. Günümüzde daha çok ve daha iyi eğitim isteğine yol açan ana dürtü, öğretilecek konulara ya da bilgiye duyulan ilgi olmayıp bilginin kazandırdığı artan değiş-tokuş değeridir. Bugün bilgi ve eğitim için görkemli bir coşku ile karşılaşmaktayız ama, yalnızca “doğruluk”la ilgili, pazarda değiş-tokuş değeri olmayan, pratik olmadığı ve yararsızlığı öne sürülen bilgiye karşı kuşkucu ya da aşağılayıcı bir tavır da takınılmaktadır.” (2)

Yazarımız, düşüncelerini daha da geliştirerek şöyle diyor:

“Yüzyılımızda ağırlık, insan ve toplumun eleştirel çözümlemesine verilmekte, bu çözümlemelerde insanın nasıl olması gerektiğine ilişkin olumlu görüşler, yalnızca örtük bir şekilde dile getirilmektedir. Bu eleştirinin büyük bir önem taşıdığı ve toplumdaki her gelişmenin koşulu olduğu konusunda kuşkuya hiç yer olmadığı halde ‘ daha iyi’  bir insanı ve ‘daha iyi’ bir toplumu yansıtan görüşlerin yokluğu, insanın kendisine ve geleceğine duyduğu inancı felce uğratma etkisini yaratmıştır.” (3)

Eğitimin konusu olan insan, gelişmeye ve tamamlanmaya muhtaç, yetenekli bir varlıktır. Bütün canlılarda bu gelişme dürtüsünü görmek olanaklıdır; tohumda ve embriyonda olduğu gibi. Onlar doğal bir zorunlulukla büyüyüp gelişmekte, tamamlanmaktadır. Bu tamamlanma dürtüsü insanın hedefsel yanı için de geçerlidir. Fakat insanın bir de tinsel (manevî) yanı vardır. Bu yanı da gelişmeye muhtaçtır. Aslında insanı insan yapan, onu tüm diğer varlıklardan ayıran bu yanıdır. Buna göre gelişip insan olmak bu yanımızın açılıp gelişmesine bağlıdır.

Bu yanımızın gelişmesi, dolayısıyla tam bir insan olmamız da ancak, bu yanımızda mevcut etik, estetik ve hakîkat gibi yüksek değerlerin gerçekleştirilmesi ile olur; yaşamımıza anlam veren bu değerler ve onların gerçekleştirilmesidir. “Ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım?” sorularına verilecek tek bir cevap vardır; “Değerli olanı yap!”
O halde yetişkin bir insan olarak, yaşamda davranışlarımıza ve ilişkilerimize yön verebilmek için, yüksek değerlere göre anlamlı bir “dünya görüşü”ne varmamız, yaşam biçmimizi buna göre oluşturup seçmemiz gerekmektedir. Bu, aynı zamanda bizim yaşam sorumluluğumuzu deyimler; çünkü, seçmenin bulunduğu yerde sorumluluk vardır, seçme sorumluluğu da birlikte getirir.

İşte düşüncemizin vardığı bu noktada doğru bir eğitimin ne olacağı, ne gibi bir amaç işleyeceği açıkça ortaya çıkmaktadır: özgür ve sorumlu insan yetiştirmek. Nitekim Einstein:

“Okulun amacı her zaman delikanlıyı okuldan bir uzman olarak değil, uyumlu bir kişilik olarak çıkarmak olmalıdır. Bence bu, gençleri belli bir mesleğe hazırlayan teknik okullar için de doğrudur. En başta gözetilecek şey bağımsız olarak düşünme ve karar verme yeteneğini geliştirmektir, özel bilgiler kazandırmak değil.”(4)

ÖZGÜR OLABİLİR MİYİZ?

Wer sich nicht befehlen kann, der sol gehorchen.
(Kendine buyruk veremeyen, baş eğecektir.)
Nietzche (5)

Dünyada insan olmaktan daha büyük sorumluluk yoktur. Ve sanıyorum ki, siz de buna inanırsınız.
Buscaglia (6)

İnsana yönelen yasalar

Varlık, düzeni gerektirir. Var olabilmek bir düzene ve onu oluşturan yasalara bağlıdır. Salt bir kaos, anlamsızdır.

Düşünmek dahi bir takım yasalara (mantık yasalarına) göre gerçekleşir. İşte, var oluşumuzu sağlayan ve bizi çepeçevre kuşatan yasalar nitelikçe ikiye ayrılır: Doğadan gelen yasalar (doğa yasaları) ve vicdandan gelen yasalar. Doğa yasaları, insan da içinde olmak üzere tüm varlığı egemenliği altına alır ve onun varlık nedenini oluşturur. Vicdandan gelen yasalar ise vicdan yoluyla insanda mevcut olduğuna göre, sadece insanı, onun davranışlarını hedef alır.

İki yasa türü arasındaki ayrım, insanın özgürlük sorununun temelini oluşturur. Gerçi, doğa yasaları ile vicdandan gelen yasaları birbirinden ayırmak ilk bakışta kolay görünür. Bunun içindir ki, bunu ayıramayan gülünç duruma düşer, fıkra konusu olur. Nitekim böyle bir fıkra vardır:

“Küçük Rıza okuldan dönmüştü.
Babası Temel’e anlattı:

Baba bilir misin, yer çekimi kanunu olmasa şimdi hepimiz havada uçacaktık?
Vay anasını, dedi Temel… Peki ne zaman kabul edilmiş bu kanun?” (7)
Nedir ki iki yasanın gerçek nitelik farkı bilinmek istenirse, bunun pek kolay olmadığı hemen de görülür. Vicdandan gelen yasalara norm denir. Norm, bir “olması gereken”i deyimler; oysa doğa yasası “olan”ı gösterir. Örnek olarak alınacak iki yargı, iki yasa türü arasındaki ayrımı anlamamızı kolaylaştıracaktır: “Her insan ölür”, “Kimseyi öldürmemelisin”.

Bunlardan birincisi doğa yasası olup, koşullar elverdiğinde, doğada zorunlu olarak gerçekleşen bir olayı bildirir. Esasen doğa yasalarından kurtulmak ya da ona karşı çıkmak olanaksızdır. Nitekim ölümsüz, ölmeyecek bir insan düşünülemez. Doğada istediğimiz bazı sonuçları elde edebiliyorsak, bu yine ancak onun yasalarını izlemek, onlardan yararlanmakla gerçekleşmektedir.

“doğa ancak ona baş eğmekle ele geçirilir.” BACON (8)

Doğada tek bir olay dahi önceden mevcut bir doğa yasasına aykırı olarak gerçekleşse bu, o yasanın yanlışlığı ve geçersizliği için yeterlidir. Oysa normlar böyle değildir. Onlar zorunlu olarak gerçekleşen olayları değil, yapılması ya da yapılmaması gereken şeyleri bildirirler. Bu isteneni gerçekleştirecek olan da insandır. İnsan bu isteğe aykırı da davranabilir. Nitekim “Kimseyi öldürmemelisin” biçimindeki anlak normuna karşın, pek çok kimsenin diğerlerini öldürdüğünü ve bundan sonra da öldürebileceğinin olanak ve olasılığı bilinen bir gerçektir. Fakat bu olanağın varlığı, doğa yasasından farklı olarak, ahlâk yasasının ortadan kalkmasına neden oluşturamaz. Normlar, bu yolla ortadan kalkmaz. Belki de normların yaygın bir biçimde çiğnenmesi onların vicdan üzerine olan baskısını artırır.

Norm ve Özgürlük

Normlar doğa yasası gibi kendiliğinden gerçekleşmez; onlar insana seslenir, onun tarafından gerçekleştirilmeyi beklerler. İnsan, iradesini normların isteği doğrultusunda kullanırsa, onlar gerçekleşmiş ve böylece tamamlanmış olacaklardır. Normların içerdiği değer, saf insanda (onun tinsel yanında) mevcut bir kavram, düşünsel bir varlık olarak kaldıkça varlığını oluşturan önemli bir öğeden yoksun demektir. Çünkü her değer, değer olduğu için gerçekleşmeyi isterler ve insanın karşısına bir “olması gereken” olarak çıkarlar.

Ancak insan iradesi değerlerin (normların) içeriğini yerine getirebilme olanağına sahip midir? Daha açık bir deyimle insan iradesi özgür müdür? Görülüyor ki, insanın normlara uygun davranabilip davranamayacağı bir sorundur. Nedir ki, burada sorun olan dış özgürlük değil, iç özgürlüktür. Dış özgürlük, dışardan gelebilecek bir zorlamadan kurtulmuş olmayı deyimler. Almış olduğu kararları uygularken dışarıdan bir engelle karşılaşmayan ya da belli bir davranışa başkası tarafından zorlanmayan kimse bu anlamda özgürdür. Bu özgürlüğü sağlayacak olan, hukuktur. Hukuk içerdiği yasak ve buyruklarıyla, kimsenin diğer kişilerin davranış olanaklarını ortadan kaldırmasına izin vermez.

İç özgürlük ise, bir kimsenin almış bulunduğu kararı dış dünyada gerçekleştirebilmesi ile ilgili değil, bizzat iradî kararların alınmasındaki özgürlüktür. İradî bir karara varırken bir kimse, kendi kendiliğinden gelen dürtü, itki, motif gibi psikolojik etkenlerin baskısında kalmıyor, kararlarını akla ve vicdana uygun olarak belirleyebiliyorsa, kısaca, psikolojik baskılar karşısında şöyle ya da böyle davranabiliyorsa iç özgürlüğe, diğer adıyla, irade özgürlüğüne sahip demektir.

Tartışma

İnsan iradesinin gerçekten özgür olup olmadığı konusunda görüşler ikiye ayrılmaktadır:
Determinizm ve Endeterminizm.

Bunlardan Determinizme göre, insan iradesi özgür değildir. İrade psikolojik bir olaydır; diğer psikolojik olaylar gibi nedensellik bağı içinde oluşur. Nitekim pozitif bir bilim olarak psikoloji, bütün ruhsal olaylarla birlikte irade olaylarının da yasalarını araştırmakta, hangi ruhsal olayların hangi ruhsal olayları doğal bir zorunlulukla meydana getirdiğini saptamaya çalışmaktır.

……… O bakımdan, kesin bilimci davranan çevrelerden daima şu savı duymak mümkündür. İradenin özgürlüğü yalnızca görünürde bir özgürlüktür; gerçekte kesinlikle determinedir, irade. (9)

Endeterminizm ise iradenin özgürlüğü sorununda olumlu bir tutum sergilemekte, irade için bütün doğa olayları gibi belirlenmişliğe karşın, serbest bir alanın bulunduğunu kabul etmektedir.

Şu var ki, ruhsal alanda da, doğa yasası anlamında kesin bir belirlenmişliği benimseyecek olursak her türlü norm anlamını yitirir. Belli bir eylemde bulunmaya fizik olarak, sözgelimi sara nöbeti sırasında, zorlanmış bulunan bir kimseye hiç bir buyruk verilemeyeceği kesindir.

Bunun içindir ki bazı deterministler davranışlarımızın nedeni ile motifi arasında bir ayırım yaparlar; Sara nöbeti sırasındaki davranışlar, refleks, içgüdüsel eylemler gibi, nedensellik bağı içinde zorunlu olarak ve belli bir biçimde gerçekleşir. Oysa “yalan söyleme!” gibi bir norm anlamsız değildir. Çünkü insanları belli bir durumda kesinlikle yalan söylemeye ya da doğruyu söylemeye zorlayan bir neden yoktur. İnsanlar bazen yalan söyler, bazen de doğruyu söyler. Ne var ki, her iki durumda da belirlenmiş olup, özgür değildir. Bu belirlenmeye motivasyon denilmektedir.

Esasen normların etkinliği de, bu motivasyona, insan iradesinin bu yolla belirlenebilirliğine dayanmaktadır. Gerçekte normlar, içerdikleri yaptırım gücü ile, insan iradesini motive etmekteler ve böylece normun istediği sonuç ortaya çıkmaktadır.

Özgürlük Bilinci

Fosfora ışık nasıl bağlanırsa, yaptıklarımız da bize öyle bağlanır. (10) Dünyada en gerçek olan şey, her türlü düşünmenin kökü olan, kendi bilincimizdir. Bir karar öncesinde belli bir kararın lehinde ve aleyhinde olan nedenleri inceden inceye tarttıktan sonra, son anda belki de bir kapris yüzünden, karar verdiğimizin tam tersini yapabilme duygusu gibi bir özgüven duygusu “gerçek” değil midir? Böylesine bir kararın bazen birlikte getirdiği ve sorumluluk bilincimize bağlı şu kararsızlığımızdan doğan işkence, evet gerçek şey değil midir? (11)

İrademizin özgür olduğunun güvencesi, özgürlük bilincinde yatmaktadır. İnsan kendini eylemlerinin sahibi olarak algılar. Çevresince beğenilen davranış ve eylemlerinin kendisine yüklenmesinden büyük bir hoşnutluk duyar. Hele sanatkâr ise, yapıtlarının kendine özgü ve özgün olarak kabul edilmesini ister. Böylece bizdeki özgürlük ve sorumluluk bilinci, irademizin özgür olduğunun açık bir kanıtı olmaktadır.

Gerçi, deterministler bunun bir yanılgı olduğu savında bulunabilirler. Çünkü bu konuya ilişkin bir bilince sahip oluşumuz, o bilincin meydana gelmesinin bir nedeni olduğunu gösterir ama, o nedeninin ille de o konu olmasını gerektirmez.

Fakat bununla, o bilincin yanılgı olduğu da kanıtlanmış olmaz. Şimdi özgürlük bilincinin bir yanılgıdan ibaret bulunduğunu iddia eden, bunu kanıtlamakla yükümlüdür. Oysa çelişkiye düşülmeden de böyle bir girişimde bulunulamaz.

Bu konu (bir şey, bir obje) karşısında, onu kavrayıp bulmak üzere yer aldığımızda, irademizi özgürce (önyargısız ve kararlı olarak) o şeye yöneltmek durumundayız. İnsanların davranışlarının gerçekten özgür bir iradeye dayanıp dayanmadığını bilmek için de önceden kendi irademizi özgür kabul etmemiz gerekmektedir ki, işte bu tam bir çelişkidir.

Bu durumda, sonuç olarak irademizin özgür kararlara varabileceğini, böylece normların içerdiği davranışları gerçekleştirebileceğimizi kabul etmeliyiz.

Özgürlük bir ödev.
Fakat diğer yandan tek tek bireylere baktığımızda, onların hiç de tam anlamıyla özgür davranmadıklarını görmekteyiz. Onlarda yetkin bir özgürlüğün bulunduğu asla söylenemez.

Her ferdin şuur tezahürlerindeki sayıyı, kaliteyi ve yoğunluğu büyük ölçüde psikolojik muhitin karakteri tayin eder.

Eğer bu muhit çok fakir ise, zekâ ve ahlâk duygusu gelişmez. Eğer muhit fena ise bu faaliyetler kusurlu olur. Biz böylece sosyal muhit içine dalmış bulunuyoruz. (12)

En kötüsü, bizi görünmeyen eller büker ve üzer. (13)

Gerçekten özgürlük insanda tam yetkin olarak değil, gizli güç olarak bulunmaktadır; çekirdek olarak vardır. Onun gelişmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Oysa, yaşamda bu gelişme ve yetkinleşmeyi engelleyen etkenler pek çoktur:
Eğitimsizlik, kötü bir çevrede bulunmak, ırsî bir rahatsızlık gibi.

Fakat bu bahane edilerek, insana tıpkı bir eşya imiş gibi işlem de yapılamaz.

Bir insana, sanki o, bir nesneymiş gibi davranmak, suç demesek bile, bir sapıtmadır. Bir kişi ne kadar çökmüş ve şartların esiri olmuşsa olsun, kendini kabul ettirme ve şartların üstüne yükselme imkânı her zaman mevcuttur. (14)

Buna göre özgürlük “olan” birşey değil, “olması gereken” bir şeydir. Onun tam olarak gelişip aşılması insan için bir ödevdir. Çünkü, nasıl başkalarını bir eşya gibi görmek, onları araç olarak kullanmak ahlâka aykırı ise, insanın kendisini de, vicdanının buyruklarından uzak, doğasının yasalarına terk etmesi ahlâka aykırıdır; insan her bakımdan, bir eşya değil, bir özne (süje)dir.

Bir insanın gerçek değeri, herşeyden önce, kendinden kurtulmayı ne ölçüde ve ne yolda başardığına bakılarak anlaşılır. (15)

Bizim ahlâk sorunumuz, insanın kendi kendisine karşı kayıtsızlığıdır. Bu bireyin önemine ve biricikliğine ilişkin duyguyu yitirmiş ve kendimizi kendi dışımızdaki amaçların araçları yapmış olmamız; kendi kendimizi bir eşya olarak görmemiz ve kendi güçlerimizin bize yabancılaşmış olması olgusunda ortaya çıkan bir durumdur. (16)

Bu arada vicdanın buyruklarına, değerlerin istemine ulaşmanın çok güç olduğuna da değinilmelidir. Beden ve ruhtan gelen doğal güçlerle başa çıkmak, onların zorladığı doğrultudan kurtulmak kolay bir iş değildir. Nitekim Hesiodos, “Kötülüğü sürüyle elde edebilirsin kolayca. Düzdür yolu, pek yakındır yeri; meziyetin önüne alınteri koydular, ölümsüz tanrılar” (17) der.

Demokritos ise,
“Yalnız düşmanları değil, hazları yenen de yiğittir” (18) demektedir.

Üstelik özgürlük sorumluluğu da beraberinde getirir. Bu yüzden özgürlükten kaçışı anlayabilmekteyiz. Kitle hareketlerine katılmanın nedeni de budur. Gerçekte kitle hareketlerine, kişisel sorumluluğumuzdan kaçmak için katılırız, veya ateşli bir genç Nazi’nin dediği “hür olmaktan kurtulmak için” katılırız. (19)

Kaçanlar, aslında özgürlükten değil, sorumluluktan kaçmaktadırlar. Onlar sapık bir özgürlüğün düşünü kurarlar: Kitle hareketlerine katılıp sorumsuzca – sorumluluğu kitle yüklenmiştir – çalıp çırpmanın, yakıp yıkmanın, vurup öldürmenin keyfini yaşamak.

Oysa özgürlük sorumluluktan ayrı düşünülemez. Bunun içindir ki, değerlere aykırı dahi olsa, sorumluluğu üstlenilmiş bir davranışla insan kişiliğinden bir şey yitirmiş olmaz.

Acz, fazilete ahlâksızlıktan daha çok aykırıdır. (20)
Gülünçlük şerefsizlikten ziyade şeref kırıcıdır. (21)

O halde ne denli güç olursa olsun, özgür olmak, bunun için de sorumluluk almak, sorumluluğumuza bilinçli olmak zorundayız.

İşte eğitim ve öğretimin büyük olan önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Gerçekte insanın özgür ve sorumlu bir kişilik kazanmasında eğitim ve öğretime büyük rol düşmektedir. Bunun için de eğitimde önce, gerçek değerlere varmayı engelleyici dış etkenler ortadan kaldırılmalıdır. Bunlar yanlış inanç biçimleri ve ön yargılardan oluşur. Daha sonra değerlerin kavranılması gelir. Değerlerin kavranılmasında ise, insanın sonlu ve sınırlı bir varlık oluşundan ötürü bir takım güçlükler ve sınırlamalar vardır. Gerçi insan, olanaklı tüm değer ve değer oluşukları ile teorik bir ilişki kurabilir, onları içerikleri yönünden aklı ile kavrayabilir; fakat onları benimsemesi, onlar tarafından tutulması ve hepsini birlikte yaşama geçirmesi güçtür.

İnsan iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırmayı bir kursa devam ederek öğrenemez. Ahlâk, sanat ve din, gramer, matematik ve tarih gibi öğrenilemez. (22)

Çünkü değerler ancak, duygusal bir yaşantı ile benimsenebilir. Anlamak ve duyumsamak ise birbirinden çok değişik işlem ve olgulardır. Bu nedenle değerlerini bir fırsatla iç dünyamızda canlı bir örnekle ya da tiyatro, sinema, roman ve şiir gibi sanat yoluyla yaşanması, duyumsanması gerekir. Daha somut bir anlatımla, değerlerin kendilerinde gerçekleştiği yüksek kişilikler, eğitilecek kişinin gözünün önüne sürülmelidir. Bir kimsenin değerler konusunda eğitilmesinin en kolay ve güvenilir yolu budur. Çünkü insanlık kendisine örnek olacak dersleri Tanrı’nın takdir ettiği insanlarda bulabilir. (23)

SONUÇ

İnsanın özgürlüğü konusunda son söz olarak denilebilir ki, onun varlığı bilincimizin açık bir verisidir. Bununla birlikte iradenin özgür olduğu, her zaman tartışılmış ve tartışılacaktır; çünkü konu dünya görüşü ile ilgilidir; ya ona temel oluşturur, ya da onun tarafından belirlenir. Dünya görüşü ise, özünde değerlendirmelere ve bu nedenle de insanın duyusal yanına dayanmakla idealizm ve materyalizm gibi çok değişik biçimlerde ortaya çıktığı gibi aynı nedenden ötürü hiçbiri diğeri yararına ölüme mahkûm edilememektedir.

Nedir ki, bizi hayvandan ayıran değer bilincimiz, özellikle bizi ahlâkî bir varlık yapan ahlâkî bilincimiz, özgürlüğümüz konusunda en büyük güvenceyi oluşturmaktadır. İnsan diğer kimselerle ilişkilerinde temel ahlâkî bir tutum olarak söz veren, sözü ile kendini bağlayan, daha doğrusu özgürlüğünü kullanan, bununla da o’na sahip olduğunun bilincine varan bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır.

Ancak yukarıda da vurgulandığı gibi, özgürlük insanda “olan” bir şey, güncel bir olgu değil, daha çok “olması gereken” bir şey, gizli bir güçtür. Yaşamda, somut olaylarda, insan iradesi her zaman özgür olmamakta, çeşitli nedenlerle, doğal ya da toplumsal güçlerin etkisinde kalmaktadır. Bunun içindir ki, özgürlük insan için bir ödev niteliğindedir. İşte eğitimin temel amacı da bu ödevin bireyce yerine getirilmesinin zeminini ve olanağını hazırlamaktır. Özgürlük ödevinin yerine getirilmemesi, insanın kişilik kazanamaması ve böylece anti-hümanist bir dünyanın meydana gelmesi sonucunu doğurur. Böyle bir dünyada, bireyselliğine ve kişiliğine bilinçlenmemiş kimselerin oluşturduğu bütünsel varlık, bir insan toplumu niteliğini asla kazanamayacak, bir kitle olmaktan öteye geçemeyecektir.

KAYNAKÇA:

BUSCAGLIA, Leo - Sevgi (çev. Nejat Ebcioğlu) İnkılap Kitabevi, 2. Baskı İst. 1989.
CARRAL, Alexis - İnsan Denen Meçhul (çev. Refik Özdek) Yağmur Yayınları. İst. 1973.
EINSTEIN, Albert - Dünyamıza Bakış (çev. S. Eyüboğlu) Alan Yayıncılık. 2. Baskı, İst. 1990.
FROMM, Eric - Kendini Savunan İnsan (çev. Necla Arat) Say Kitap. Paz. İst.1982.
GIDE, Andre - Dünya Nimetleri (çev. Tahsin Yücel) Can Yayınları, İst.1981.
HOFFER, Eric - Kesin İnançlılar, Kitle Hareketlerinin Anatomisi, Tur Yayınları, 3. Baskı.
KRANZ, Walther - Antik Felsefe (çev. S.Y. Baydur)  Sosyal Yayınlar,  İst. 1984.
NIETZSCHE, Friedrich - Also Sprach Zarathustra, Insel Verlag, Erste Auflage, Baden-Baden 1976.
OKTÜRK, Şerif - Özlü ve Güzel Sözler, Milliyet Yayınları, 2. Baskı, 1978.
PLANCK, Max - Modern Doğa Anlayışı ve Kuantum Teorisine Giriş – (çev. Yılmaz Öner) Alan Yayıncılık, İst. 1987.
La ROCHEFOUCAULT, Dük de – Özdeyişler – (çev. Yaşar N. Nayır), Maarif Vekaleti Yayınları, İst. 1959.
SABAH GAZETESİ – Dünya Nelere Gülüyor – İst. 1986.
SCHUMAHER, E.F. – Aklı Karışıklar İçin Kılavuz – (çev. Mustafa Özel), İz Yayıncılık, İst. 1990.
VOLTAIRE, François Marie – Feylosofça Konuşmalar ve Fıkralar II – (çev. Fehmi   Buldaş), Millî Eğitim Basımevi, Ank. 1948.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Haziran 09, 2013, 04:12:25 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Eğitimin özgür irade ile bağdaşlaştırılabilmesi için bireysel insiyatifin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Çocukluk yıllarında kazanan beceriler, öğrenerek zamanla pratiğe dönüştürülmeli tabi. Şimdi bu olayı toplumsal açıdan değerlendireyim; Türk toplumunda bu becerinin 'istenmeden' önüne geçilmesi söz konusu. Ben bunun nedenini, toplumumuzun yapısına bağlıyorum. Ama bakınız yanlış anlaşılmak istemem; doktor olmak için steteskop ile oynayan bir çocuk ile çizgifilmde gördüğü karakterlerin yapmaya çalıştıklarını uygulayan çocuk farklıdır. Ben 1. modeli kastediyorum. Yani şöyle; bu anlamda elbette ki toplumun genelini ele alamayız ama, kimyager olmak isteyen bir çocuğun, evi sabun köpüğüne boğması veya meraklı bir çocuğun bıktırana kadar soru sorması, eve yorgun gelen ebeveynler için tahammül edilesi bir durum değil tabi. İşte anlatmak istediğim tam da bu. Hani özgür irade nerede ? Herkes çocuğunu en iyi yerlerde görmek ister muhakkak. Ama en iyi yerlere gelinmesi, pratik aşamasına gelindiğinde ne kadar basit ? Şimdi, okuyup anlamak ne güne duruyor diyeceksiniz,duyar gibiyim :) Ama şu da bir gerçek ki, yalnızca okuyup anlamak ile icra edilmeyen meslekler de var. Doktorluk bunlardan bir tanesi. Tıp okuyan biri eve kemikler ile geldiğinde ne olacak peki ? Kastettiğim bu, benim.

Adequatio intellectus et rei


Haziran 09, 2013, 04:46:49 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

Değerli karahan yazınızı okudum ve gerçekten de iyi bir makaleye benzemiyor,  bir birine bir çok konuda zıt olan entellektüellerin ve düşünürlerin  bir makalede  veya belli bir konuda uzlaştırmaya çalıştırmak veya fikirlerini aynıymış gibi göstermek doğal  gelebilir ama alıntılanan sözler bile çok yapmacık , mesela  yasalar vb şeyler Nietzsche'nin kabul etmediği  şeylerdir , ama burda onu Bacon'la Özgürlük ile aynılaştırmak doğal değildir.Kaynakçadan da okuduğumuz isimler gerçekten de özgürlükleri farklı bakış açılarıyla ele alırlar, sizin de bunun farkında olduğunuzu biliyorum, kaynakçadaki isimlerin çoğu sistem karşıtı entellektüellerdir ve fikirleri hiç de iyi temsil edilmemiştir bu makalede  :D


Haziran 09, 2013, 05:36:12 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 689

teorikle pratık bırbırını tutmuyor
Doğru rehberini bulana ne mutlu...


Haziran 09, 2013, 06:17:00 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Eğitim,bireyin ve toplumun enönemli sorunu...

Yeteri kadar eğitim almayanın ne kendisine ne çevresine nede yaşadığı topluma gerektiği kadar faydası olamıyacağı gibi,aksine zararları da olabilir.

Aldığımız eğitim kadarıyla gelişir,aynı oranda yaşadığımız topluma ve çevremize katkı sunabiliriz.

Temel eğitim de en önemli sorumluluk,ailelere ve toplumu yönetenlere düşer.

Eğitimin ve öğrenmenin yaşı ve sonu olmadığını biliyoruz.

Dolayısıyla,ergenlik sonrası alacağımız eğitim birebir kendimizle ilişkilidir;doğrudan doğruya istekliliğe ve cesarete bağlıdır.Cesaretten yoksun insan,istekli bile olsa,isteklerini erteleme yolunu tercih edecektir.

Kişide olması beklenen bu isteklilik ve cesaret temel eğitim esnasında;aile,çevre ve eğitmenler tarafından oluşturulursa,yaşamboyu devem etmesi beklenir.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 09, 2013, 06:27:48 ös
Yanıtla #5
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Teori ile pratik sadece burada değil hayatın hiç bir alanında ve hiç bir sisteminde dahi tutmuyor.Örnek demokrasi teoride herkes hayran ve tek isteği teoride tamam gibi gözüküyor ama ya pratik yüzyıllardır en büyük sorun değilmi?
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2625 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 31, 2007, 12:23:17 öö
Gönderen: shemuel
4 Yanıt
4637 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 04, 2007, 01:36:57 öö
Gönderen: shemuel
1 Yanıt
3218 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 28, 2009, 06:08:54 ös
Gönderen: Quantum
3 Yanıt
5484 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 12, 2009, 06:21:00 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
6950 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 06, 2010, 12:50:59 ös
Gönderen: belit
0 Yanıt
3804 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 17, 2010, 05:38:33 ös
Gönderen: Texan
0 Yanıt
3180 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2011, 06:18:15 ös
Gönderen: AQUA
1 Yanıt
4123 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2011, 08:20:23 ös
Gönderen: AQUA
0 Yanıt
2207 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 13, 2013, 03:51:01 ös
Gönderen: Melina
Tanrı , İnsan ve Özgür İrade ?

Başlatan Patolojiksarhos « 1 2 3 4 » Diger Konular

37 Yanıt
12569 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 04, 2014, 02:14:13 öö
Gönderen: resurrected