Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Felsefecilerin Metafizik Anlayislari  (Okunma sayısı 2479 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 30, 2009, 12:03:55 ös

John Locke’de Metafizik

Bilgi teorisini, bilgi üzerindeki araştırmaları başlı başına bir felsefe dalı olarak ilk defa gerçekleştiren Locke olmuştur, Locke her türlü Metafizik savı bir yana bırakıp doğrudan doğruya bilginin yapısını ele alan, ilk filozoftur. Ve bu araştırmayı da “Essay”sinde ele almıştır. “İnsan Anlığı Üzerinde Bir Deneme”nin konusu ve amacı, Locke’un kendi sözleriyle: “İnsan bilgisinin kökü, kesinliği ve genişliği üzerine bir araştırmadır...

Leibniz’in Metafizik Anlayışı


Leibniz önce, bu dünyadaki kötülüğün, günahın Metafizik bir gerçek olduğunu reddeder. Yanlış doğrunun eksikliği olduğu gibi, monadlardaki pasiflik de aktifliğin eksikliğinden ileri gelir; günah, bulanık ve karışık tasarımların oluşturduğu bir tutku durumunun sonucudur. Kötülüğü “fizik”, “moral” ve “Metafizik” kötülükler diye üçe ayıran Leibniz, gerek fizik kötülüğün gerekse moral kötülüğün köklerini “Metafizik Kötülük”te bulur. Başka bir deyişle: fizik ve moral kötülükler, sonlu monadların karışık ve bulanık tasarımları ile bunların oluşturduğu durumlardan ileri gelir; fizik ve moral kötülükler Metafizik eksikliğin bir sonucudurlar. Yalnız, bu Metafizik eksiklik pozitif bir şey olmayıp yetkinliğin derece derece eksik olmasıdır. Pozitif olarak var olan yalnız yetkinliktir. Acı olmasaydı haz olmazdı. Günah olmasaydı sevap da olmazdı; yetkin olmayış yetkin olmanın koşuludur. Tek tek monadlara baktığımızda, diyor Leibniz, bunların hep yetkin olmadıklarını görürüz. Tanrı bir dünya oluşturacaksa-etkinliğini göstermek için oluşturması gerekirdi-bunun sonlu varlıklardan kurulması bir zorunluluktu. İşte sonlu varlıların eksik oluşları, yetkin olmayışlar “Metafizik kötülük”tür. Tanrı dünyayı oluştururken mutlak olarak özgür değildi, sonsuz bilgeliğinin olanaklarına bağlıydı.


Immanuel Kant’ın Metafizik Anlayışı


Deneye dayanmayan Metafiziğin yargılarının hepsi a priori’dir. Ama Metafizikte de –matematik ve fizikte olduğu gibi- gerçek bilgilere varmak istersek, yalnız kavram çözümlemelerinde kalmamalı, sentetik yargılarımız da olabilmelidir. Şimdi Metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün mü? İşte Kant için bütün dava buradadır. Çünkü “Salt Aklın Kritiği”nin ana problemi, “Metafizik mümkün müdür?” sorusudur. Kant’a göre gerçi “doğal bir Metafizik” vardır; istesin istemesin insanın aklına Metafizik nitelikte bir takım sorular dadanır; ama bilimsel bir metafiziğe henüz varılamamıştır. Bu son düşünceleri Kant, “Salt Aklın Kritiği”nin araştırdığı konuları özetleyen şu üç soruda toplar:

1- “Metafizik nasıl mümkündür?”
2- “Doğa bilimi nasıl mümkündür?
3- “Bir bilim olarak Metafizik nasıl mümkündür?”

Sonuncu soruda Kant’ın demek istediği, Metafiziğin bir bilim olması mümkün müdür? Ya da tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik olabilir mi? Buna göre, Metafiziği güvenilir bir temele dayatmak için Kant’ın giriştiği iş, çok basit bir adımla başlıyor; çünkü bu güç problem tek bir formüle bağlanmaktadır: A priori olan sentetik yargılar nasıl mümkündür?

Kant (Leibniz-Wolf) Metafiziğini şöyle eleştirir. “Duyular-olmayan”ın, “duyular-üstü”nün bir bilimi olmak istek ve iddiasında olan bu Metafiziğin üç ana konusu vardır: Ruh, Evren ve Tanrı. İşte Kant da, Metafiziği incelerken bu üç konunun eleştirisini yapmaktadır.
Onun burada göstermek istediği şudur: Akıl ile aklın sonuç çıkarmaları ve metafizik arasında içten bir bağlantı vardır. Çünkü akıl, yapısı gereği Metafiziğin üç büyük konusu ile ilgili olan bir takım sonuçlar çıkarır. Şimdi Kant’a göre, sağlam bilgi ancak deney verileri ile a priori form öğelerinin karşılaştıkları, birbirleriyle kaynaştıkları yerde meydana geliyordu. Bundan dolayı, Metafizik de anlığın başlatmış olduğu “birleştirmeyi” sonuna kadar götürürse –istediği de budur- olumlu bir şey yapmış olur. Kant, böyle bir şeyi denemek, insan aklının yapısı gereğidir der ve metafiziğin insanda “doğal bir yatkınlık” olarak bulunduğunu söyler.

“Salt Aklın Kritiği”nin gözönünde bulundurduğu başlıca bir iş, rationalist Metafiziği eleştirmekti. Bu eleştirmenin sonunda Kant’ın Metafizik karşısındaki durumunun ne olduğunu bilmek istersek, şunu söyleyebiliriz: Metafizik deyince, “duyular üstü”nün bilinmesini anlarsak, böyle bir şeyi düşünmek isteğini Kant yersiz bulmaz. Ona göre, Metafizik insan için doğal bir istidattır, bu yapısı insanı zorunlu olarak Metafizik sorulara sürükler.

Ancak, son sözü söylemeyi bu doğal Metafiziğe bırakmamalı, bilim niteliğinde olan bir Metafiziğe varmaya çalışmalıdır. Bilimsel bir Metafiziğin olup olmayacağı konusunda, Kant’ın birbirleriyle tam olarak denkleştirilemeyen iki davranışı var:
Bir yandan Metafizik düşmanı bir anlayış, öbür yandan da pratik akıl temeli üzerinde akıl bakımından zorunlu olan yani bir Metafizik kurma denemesidir.

Metafizik düşmanlığı, numenî bilemeyeceğimizi ileri süren öğretiye tutarlı olarak bağlı kalmak demektir. Biz ancak fenomenleri, deney çerçevesine girenleri biliriz; onun için bu çerçeveyi aşandan kaçınmalıdır; “kritik”ten maksat da “duyulur-üstü”ye geçmeyi önlemektir. “Salt Aklın Kritiği”nden çıkan başlıca bir sonuç budur. Buna karşılık Kant’ın pratik akla dayanan yeni bir Metafizik kurmak isteğinden şüphe edilemez. Böylece o, teorik akıl ile bilimsel bir Metafizik kurulamayacağını göstererek, zamanına kadar bu yolla geliştirilmiş olan Metafiziği yıktıktan sonra, yeni Metafiziği pratik akıl inancı üzerinde, duyguya değil de, akla dayandığı için zorunlu olan bir inanç üzerinde kurmayı denemiştir. Onun için “Kant Metafiziği yıkmıştır” demek pek doğru olmaz; yıktığı bir Metafizik yanında kurduğu bir Metafizik de var demek daha doğru olur.


Campanella’nın Metafizik Anlayışı

Konusu bakımından düşünülürse, evrensel felsefe yahut Metafizik, prensiplerin yahut varlığın ilk şartlarının bilimidir. O, kaynakları, araçları, metotları bakımından aklın bilimidir, kesinliğiyle ve otoritesiyle deneysel bilime üstündür.
Evren, zihinsel, meleksel yahut Metafizik alemi (melekler, otoriteler, alemin ruhu, ölmez ruhlar), ezeli ve ebedi yahut Metafizik alemi ve dünyevi yahut cisimsel alemi içeren bir mertebeler silsilesidir. Bizzat cisimler aleme varıncaya kadar, bütün bu alemlerin mutlaktan payları vardır ve onu oluşturan üç unsur kendilerinde bulunur:
İktidar, bilgi, irade; o derecede ki, bizzat ölü tabiat, ölü değildir; duygu, zeka, irade, inorganik madde de dahil olmak üzere, bütün varlıklarda farklı derecelerde bulunur.


Francis Bacon’un Metafizik Anlayışı

İngiltere’de felsefî reform, sakson ırkının dehasından gelen ve İtalya’dakinden çok farklı bir karakter kazanıyor. Ilımlı ve pozitif karakterli İngiliz ruhu, aynı zamanda skolastik gelenekten ve serbest Metafiziğin çabuk yapılmış sentezlerinden sakınır. Çabuk tepeye varan ama orada duramayıp, cesareti kırılmış olarak şüpheciliğe düşen İtalyan düşüncesine, deney yoluyla yavaş ve derece derece yükselmeyi tercih eder.
Francis Bacon Yeniçağ pozitivizminin babasıdır; şu anlamdaki, ilk olarak, açık ve belagatlı sözlerle, hakiki felsefe ile bilimin bağlılığını ve ayrı bir Metafiziğin boşluğunu dile getirmiştir. Aşkıncılığın açık ve belli düşmanı olarak okuyucularından “niyetinin felsefede eski Yunanlılar veya bazı yenilik şeklinde bir tarikat kurmak olduğunu düşünmemelerini” açıkça rica ediyor; onun amacı bu değildir ve “bir zihnin tabiat ve eşyanın prensipleri hakkındaki soyut fikirlerinin ne olduğunu bilmek insanların işleri için pek az önemlidir.”
Şu halde, hıncı yalnız Aristoteles’e değil fakat “tabiat hakkındaki her soyut fikre, yani bilimlerden ayrı bütün Metafiziğedir.

Esasen, ilk felsefe ile Metafizik’i birbirinden ayırmaktadır. İlk felsefe, özel bilimlere yani, medeni tarih ile tabii tarihi kapsayan tarih’e, şiire ve tabii ilahiyat, tabii felsefe ve beşeri felsefe diye ayırdığı felsefeye ortak temel hizmetini gören kavram ve genel önermelerin bilimidir. Metafizik, tabii felsefenin spekülatif kısmıdır; o, formlar ve gayelerle uğraşır, oysa tabii felsefenin iş gören kısmı yahut tam anlamıyla fizik, yalnız kuvvetler ve cevherlerden bahseder. Fakat, Bacon Metafiziğe çok az önem veriyor ve gayesel nedenlerin kısır bakirelere benzediklerini söyledikten sonra, bunların hakiki yeri olarak bu bilimi gösterdiği vakit, bu bir alay gibi görünüyor. Tabii ilahiyata gelince, onun biricik amacı ateizmi çürütmektir. Doğmalar, bilimin değil inancın konusudur.

Descartes’in Metafizik Anlayışı

Descartes her şeyden önce matematikçidir, o kendini geometri ve cebire veren bir filozof olmaktan çok, Metafizik yapan bir geometrici ve cebircidir. Bunun için felsefesi sadece genelleştirilmiş bir matematik olmak ister; amacı matematik metodu evrensel bilime uygulamak, bunun felsefe metodu yapmaktadır. Kesin bir bilim yapmak amacıyla geometrik metodu Metafiziğe uygulamak Dekartçılığın ana fikri işte budur.


SONUÇ

Buradan anlaşıldığına göre Metafizik; kapsama alanı çok geniş olan bir bilim dalıdır. Tarih boyunca hemen hemen bütün filozofların ilgi odağı olmuş bir disiplinin adıdır. Zaman ne kadar geçerse geçsin Metafizik evrenselliğini devam ettirecek, geçmişteki insanların ilgi odağı olduğu gibi gelecekteki insanların da ilgilendiği bir alan olmaya devam edecektir.
Metafizik geçmişte varlığını felsefe içerisinde devam ettirmiştir, fakat günümüz dünyasında baktığımızda artık felsefeden yavaş yavaş ayrıldığını ve kendi başına bir disiplin olduğunu görmekteyiz. İnsanoğlu artık fizik dünyasını aşmış, metafizik alemine dalmaya başlamıştır.İnsanlığın sonuna dek metafizik dünyasına dalmaya devam edecektir.
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5276 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 08, 2013, 03:34:33 öö
Gönderen: GOASISG
2 Yanıt
2900 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2015, 05:07:38 ös
Gönderen: HERKÜL