Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 40  (Okunma sayısı 2870 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 13, 2011, 02:24:01 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Toplantı odasındakiler Kral Süleyman’ın dönmesini bekliyordu.

Gelince hepsi ayağa kalkarak onu saygı ile selâmlayarak yerine geçmesini bekledi. Süleyman oturup, diğerlerinin de oturmasına izin verir vermez, daha önce Sur Kralı Hiram’ın önermiş olduğu üzere on iki valinin belirlenmesi için kura çekimi işine geçileceğini söyledi. Zadok söz istedi. «Yüce kralım, seçilmiş on beşlerden hepsinin bu görev için gönüllü olduğunu varsaymaktayız. Oysa belki kimileri bağışlanma dileğinde bulunur. Elbette bu dileğin bir gerekçesi de olmalıdır. Eğer buna fırsat verilirse, belki kura çekilmesine bile gerek kalmayabilir.» diye bir öneride bulundu.

Kral Süleyman durdu; kaşlarını çattı; Zaduk’un yüzüne ters ters baktı. «Peki ama üçten çok seçilmiş birden bağışlanma dileğinde bulunursa ne olacak? Eksik kalır.» deyince, Zadok «O zaman atama yapılır. Hiç kimse kralımızın buyruğunu geri çeviremez. Ancak elbette yüce kralımız da böyle çok önemli bir görevin gönül istekliliğiyle alınmasının  yerine getirilmesindeki verimi artıracağını da bilir.» diye yanıt verdi.

Süleyman Zadok’un önerisini akla yatkın buldu. Seçilmiş on beşlere dönerek, «Aranızda bu görevden bağışlanmak dileğinde bulunan var mı?» diye sordu.

İlke elini kaldıran Yoapert oldu.

Süleyman, «Peki, Yohaben… Sen bu görevden bağışlanmak istiyorsan dileğine uyabiliriz ama Zadok’un belirtmiş olduğu gibi bir gerekçen de olmalı. Bunu herkesin önünde açıklamalısın.» dedi.

Gerçi Zadok belirtmişti ama Yoapert öyle bir açıklamayı yapmaya hazır değildi. Fakat bunu söyleyemezdi. Yalan da söylememesi, bir şey uydurmaması gerekirdi. Kendisini şöyle bir yokladı. Böyle bir görevi almaya çok kişi can atardı. O niçin istemiyordu acaba?

Burada, sarayda çok rahat olduğum için mi?...

Hayır!... Sarayda kalmak, ilk bakışta çok rahat gibi görünebilirdi. Fakat burada bir görevli olarak yaşamanın getirdiği birtakım başka zorluklar, sıkıntılar vardı. Sarayın kural ve zorunlulukların, Yoapert’e şantiyedeki bedensel çalışmadan çok ağır geldiği zamanlar oluyordu.

Buradaki görevin geçici olduğunu öngörerek, gençliğinden beri sürdürdüğü mesleğine dönmek için mi?

Hayır, o da değil!... Aslında dönmek isterdi elbette ama bu onun elinde değildi; Kral Süleyman’ın izin ve onayına bağlıydı. Öyle ki, öz yurduna dönmek istese bile kralın onayını almalıydı.

Bir bölgede vali olmanın ona yükleyeceği sorumlulukların ağır gelişi ve bu işi başarıyla yapabileceğimden çekindiği için mi?

Galiba işte o!... Bir bölgenin en üst düzeydeki görevlisi olmak insana onur kazandırırdı. Yetki kullanmak insana ayrıca bir doyum verirdi. Fakat sorumluluklar ona ağır gelmişti. Bugüne dek çok şey yapmayı başarmıştı. Bunu da yapabilirdi belki ama açıkçası biraz korkmuştu.

Şimdi bunu nasıl söyleyecekti?... Dolambaçlı sözler edemezdi; bu ona yakışmazdı. İçtenlikli olmalıydı.

Düşüncelerini herkesin önünde, hiç saklamadan, dosdoğru söyledi. «Ancak, diğer seçilmişler de benim gibi düşünür ya da bir başka gerekçeyle bağışlanma dileğinde bulunursa, sonunda eksik bir görev yeri kalacak olursa, kralımızın buyruğunu elimden geldiğince yerine getirmeye de hazırım.» diye eklemekten geri kalmadı.

Bu açıklaması üzerine Süleyman’ın bir şey söylemesini bekliyordu. Ancak hiçbir şey demedi. Ne “Peki!” ne de “Olmaz!”. Sadece «Yohaben’i dinledik. Başka kura dışı kalmak isteyen var mı?» diye sordu.

İki el daha kalktı. El kaldıranlardan biri Zerbal’dı, diğeri Gareb. Süleyman, sırayla her ikisine de gerekçelerini sordu.

Önce Gareb özetle şöyle dedi: «Benim asıl işim değerli madenleri işlemektir. Bir rastlantı sonucunda seçilmişler arasına katıldım. Benim mesleğimi pek az kişi biliyor. Bana söylendiğine göre, diğer bilenler de benim kadar iyi bilmiyor. Artık mabetteki işimizi bitirdik. Ben vali olarak bir bölgeye atanacak olursam, bu meslek âdeta sona erer. Oysa burada kalıp gençleri yetiştirmeme olanak tanınırsa çok daha yararlı olurum.»

Zerbal ise gerekçesini şöyle açıkladı: «Ben, yapım gereği çok katı bir insanım. Bunu biliyorum. Nitekim yıllardan beri yürüttüğüm görev öyle olmamı gerektirmiştir ama ben bunu biraz da asker kökenli oluşuma bağlıyorum.. Oysa anlatılanlara göre, bir vali gerektiğinde yumuşak davranmasını da bilmelidir. Hep sertlik gösteren kişi, devlet adına hareket etmekte olsa bile toplumu iyi yönetemez ve yönlendiremez. Bir yerde düzen kurulacaksa bunun yöntemi baskı ve sindirme olamaz. Öyle kurulmuş bir düzene “düzen” denemez; çünkü en ufak bir fırsatta zamanla birikmiş olan karşıtlık baş kaldırmaya dönüşür. Benim yapımdaki bir kişi bu bağlamda çok yanılgıya düşebilir. Ben bir yerde belki “ikinci adam” olabilirim ama en yetkili kişi olmamı sakıncalı görürüm.»

Üç kişi bu görevden bağışlanmak isteyince, geriye zaten tam on iki seçilmiş kalmıştı ama Süleyman bir kez daha «Başka görevi üstlenmek istemeyen var mı?» diye sordu. El kaldıran olmadı.

Bunun üzerine Süleyman Zadok’a dönerek, «Zaten hep senin önerin en doğru sonucu verir.» dedikten sonra her üç seçilmişe de gerekçelerini geçerli bulduğunu, onayladığını açıkladı.

Durum böyle olunca, Süleyman’ın buyruğu üzerine Zerbal ile Yoapert oturdukları yerden kalkıp olağan görevlerinin başına geçti.

Süleyman Gareb’e dönerek, «Her şeye karşın bugün burada hepimiz gibi sen de çok şey öğrenmiş oldun. Bundan böyle her ne kadar bir bölgeye vali olarak atanmayacaksan da, herkes seni de diğerleri gibi “Yetkin Emerek” olarak tanıyıp öyle anacaktır.» diyerek ona oturması için bir başka yer gösterdi. Böylece, vali olarak atanacak kişinin “her bakımdan doğru ve sözüne güvenilir” olması gerektiğini de vurgulamıştı.

Gareb oturacağı yere geçer geçmez ama daha oturma fırsatını bulamadan, Süleyman «Artık on ikiler seçilmişi yetkin emerekleri kuşandırmanın zamanı geldi.» diyerek, ayağa kalktı.

Herkes kalktı.

Süleyman’ın buyruğu üzerine seçilmiş on ikiler yine salonun ortasına geldi. Süleyman teker teker her birine daha önceden hazırlanmış, görevlerine özgü birer nişanı doğrudan kendisi taktı.

Tam yerine dönüyordu ki bir an durdu. Kahkahalarla güldü. Onun böyle güldüğü pek ender görülmüş bir olaydı. «Bakın ne yanlış yaptık.» dedi, «Elimizde bu nişanlardan tam on iki adet var. Oysa Gareb de artık “yetkin emerek” unvanını taşıdığına göre, onun da bir nişan vermemiz gerekirdi.» diyerek, Ben Dekar’a bu konuda en kısa zaman içinde eksikliğin giderilmesi bakımından gerekeninin yapılması için yönerge verdi.

Süleyman yerine geçtikten sonra sıra Akizar’a gelmişti.
Akizar, Bundan böyle “yetkin emerek” unvanını taşıyacak seçilmiş on ikileri birer kılıç ile kuşandırdı. Bu işlem hayli uzun sürdü. Çünkü Akizar herhangi birinin kılıcını kuşandırdıktan sonra yerine dönüyor, kınıyla birlikte bir başka kılıç getirip sonraki seçilmişe takıyordu.


Son olarak Yoapert ile Gareb’e de birer kılıç verdi.

Yoapert şaşırmıştı. Hadi Gareb tamam, ona da “yetkin emerek” unvanı verilmiş olduğuna göre o da bundan böyle kılıç takma hakkına sahip olabilirdi. Zerbal zaten öteden seri görevinin gereği kılıcını yanından hiç eksik etmezdi. Ancak ona niçin kılıç veriliyordu ki?...

Akizar onun zihninden geçeni yüzünden okumuş gibiydi. Başıyla “Öyle, öyle!” gibisinden bir işaret yaptı. Elbette öyle olmalıydı. Yoapert bu görevden kendi dileğiyle çekilmişti. Çekilmemiş olsa belki o da seçilmiş on ikiler arasında yer alacak ve “yetkin emerek” unvanını edinecek, dolayısıyla kılıç taşıyacaktı. Bundan yoksun edilemezdi. Aslında herhalde Akizar bu işi kendi kafasından yapmamıştı; mutlaka Kral Süleyman daha önce kurada seçilmemiş olanlara bu hakkın tanınması konusunda ona buyruk vermiş olmalıydı.

Seçilmiş on ikilerin kılıç kuşanması da sona erince, Süleyman, kılıcını çekti. «Bana katılın.» diye seslenince, salondaki herkes kılıcını kınından sıyırdı. Gareb ile Yoapiert de onlmara uyarak kılıçlarını ellerine aldılar.
Kral Süleyman kılıcını yetkin emereklerin ayaklarına doğru uzattı. Diğer herkes ona uydu; elbette Gareb ile Yoapert de…

Kral Süleyman, «Bundan böyle ve benim adıma herkes sizin isteklerinize ve buyruklarınıza uyacaktır.» dedi.

Bundan sonra kılıcını onların başlarının üzerine doğru uzattı. Elbette diğer herkes onu izledi.

Süleyman «Ben bu ülkenin kralı Süleyman ve tüm görevliler, düzeni kurmak ve yürütmekte hepinize her zaman destek verecek, sizin onurunuzu da kendi onurumuz gibi koruyacağız.» dedi. Tam kılıcını kınına koyuyor ve diğer herkes de onu izliyordu ki, beklenmedik bir şey oldu.

Seçilmiş on ikilerden biri kılıcını çekti ve henüz yerine oturmamış olan Kral Süleyman’ın ayaklarına doğru uzattı. Sanki bu önceden belirlenmiş bir ritüelmiş gibi diğer seçilmişler de ona uydu.

Süleyman’ın yüzüne bir gülümseme yayıldı.

«Teşekkür ederim. Kılıçlarınızı kaldırabilirsiniz.» dedi ve «İyilik, doğruluk ve göreve bağlılık karşılıksız kalmaz. Ancak hiç kimse iyi ve doğru, görevine bağlı bir kişi oluşu nedeniyle mutlaka bir ödül alacağını sanmamalıdır. Ödüllendirilmek için yerine getirilen görev içtenlikten uzaktır ve bu art niyetli bir davranış olur. Ne mutlu bize ki yetkin emereklerin hiçbir art niyetli değildir. Her birinin dürüstlüğünü ve bağlılığını görev yerine de taşıyıp sürdüreceğine güveniyorum.» diye ekledi.

Süleyman oturarak, diğer herkesin oturmasına izin verdi. Tam seçilmiş on ikiler de yerlerine geçecekti ki, beklenmedik bir olay daha oldu.
Oturma izni verilmiş olmasına karşın Adoniram oturmamış, ayakta kalmıştı. Söz istedi. Verilince, «Tapınağımızın yapımından sorumlu olarak, tüm bu yaşadığımız olayların benden önceki mimarımız Hiram Usta’nın öldürülmesi üzerine doğduğunu da göz önünde tutarak, izin verilecek olursa ben de yetkin emerekleri bedensel çalışmanın ve somut bir yapıt üretmenin simgesi olan birer önlük ile kuşandırmak istiyorum. Bu önlük, inşaat ustaları adına kendilerine verilen bir armağan olacaktır.» dedi.

Süleyman izin verince, yanlarına gidip bellerine birer inşaatçı önlüğü bağladı. Tek farkla ki,  tam ortasına Kral Süleyman’ın tahtının arkasında görünen resimdeki gibi, “alev almış yürek” motifinin farklı bir biçimde düzenlenmişi işlenmişti.

Süleyman Adoniram’ın seçilmiş on ikilere taktığı önlüğü görünce, «Adoniram, senin yanındaki ustalar inşaatta çalışırken böyle bir önlük mü kuşanıyor?» diye şaka yollu takıldı. Sonra da sordu: «Sahi, senin yanında ne kadar seçilmiş var?»

Adoniram bu soruyu ilginç bir tarzda yanıtladı:  «Seçilmişlerin sayısı 12’den fazladır. Bunlardan on ikisi artık on iki kavmin başındadır.»

Süleyman Adoniram’a, «Sen onların yeni görevlerinde başarılı olacaklarına inanıyor musun?» diye sorunca, Adoniram hiç duraksamadan «Elbette! Bundan hiç kimse kuşku duyamaz.» diye yanıt verdi.

«Bu güvencenin kaynağı nedir yani onları başarılı kılacak olan nedir?» diye sorduğunda ise, Adoniram’ın yanıtı kısaca «Al Om.» oldu.

Süleyman Zadok’a baktı. Başıyla «Ne demek istedi?» gibisinden bir işaret yaptı.

Bunun üzerine Zadok, «Sözlük anlamı bakımından alacak olursak bu terim “Tanrı’nın gücü” demektir ama sanırım Adoniram bunu simgesel bir anlamda kullandı.» dedi. Süleyman da «Öyleyse, herkes bundan ne anlamak istiyorsa ona göre bir yorum yapar.» diyerek, bu konuyu kapattı.
Akşam olmuş artık çoktan gün bitimi zamanına gelinmişti.
Süleyman yapılmış olan çalışmaları yeterli bulduğunu belirtti. Ayağa kalkınca herkes kalkarak onun toplantı salonunu terk etmesini bekledi.

Ancak Süleyman salondan çıkmadı. Yine kılıcını çekerek tahtının önündeki boş kürsünün üzerine bırakıp yerine döndü. Bunun üzerine salonda bulunan tüm görevliler kılıçlarını kınından çıkarıp kürsünün üzerine yerleştirme eylemine katıldı. Ancak seçilmiş on ikiler de katılma eğilimi gösterince Akizar onları “Siz değil, sadece biz.” dercesine bir el işaretiyle durdurdu. Son olarak geldi; kılıcını kürsünün üzerine bıraktı ama o kadarla kalmadı; tüm kılıçların uçları birleşik olacak şekilde bir düzenleme yaptı.

Yoapirt bu işin önceden belirlenmiş bir ritüel olduğunu düşündü.

Süleyman, «On iki seçilmiş yetkin emerek, görevlerine başlamak için yarın yola çıkacak. Her birine hangi bölgeye atanmış olduğuna ilişkin buyruğumuz hazırlanıp teslim edilecek. Herkes nerede görevli olduğunu o zaman öğrenecek.» dedi.

Böylece asıl önemli olanın görevin kendisi olduğunu, görev yerinin ise o kadar önemsenmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Yoapert, Süleyman’ın, önemli bir şeyin anlaşılmasını sağlamak istediğinde, bu gibi sözler etmesine alışmıştı artık.

Süleyman ona, «Yohaben, benimle gel.» diyerek kapıya doğru yürüdü.

Yoapert tam Süleyman’ın arkasından dışarıya çıkacaktı ki, Süleyman yüz geri döndü. Herkese doğru yüksek sesle «Siz kimsiniz?» diye sordu.

Salondan çıt çıkmadı. Süleyman kendi sorusunu kendisi yanıtladı: «Siz, hepiniz birer emereksiniz. Her zaman öyle olun.» dedikten sonra çıktı.

O önde, Yoapert arkasında, dosdoğru çalışma odasına gittiler. Süleyman orada Yoapert’e her bölge için ayrı ayrı olmak üzere yetkin emereklerin yetki belgelerini dikte ettirip yazdırdı. Bitince, hepsini teker teker mühürledi.

Doğruluktan ve göreve bağlılıktan ayrılmayanlar, bir gün mutlaka bunun karşılığını görür.

Doğa ve her öğesi, belli yasalara uyarak oluşur, değişir ve gelişir. Kimi zaman bu oluşum, değişim ya da gelişimde birtakım düzensizlik ya da uyumsuzluklar görülebilir.  Aslında bunların hiçbirinde düzensizlik ya da uyumsuzluk yoktur. Bizim onları düzensiz ya da uyumsuz gibi görmekte oluşumuz, doğanın ilgili yasalarını yetirince bilmeyişimizden ileri gelir.

Doğanın hiç değişmez yasalarından biri, her olay ve her olgunun kapsamında bir “kesinsizlik” ilkesinin bulunmasıdır. Gerçekleşmesi umulan ve beklenen bir olgunun yanı sıra, hiç umulmadık ve beklenmedik bir olgunun doğması olasılığı her zaman vardır. Aslında böyle bir olay ya da olgunun da hiç beklenmedik ya da umulmadık sanılışı, gene aynı nedenden, elimizdeki veri birikiminin yetersizliğinden kaynaklanır.

Doğa hakkındaki bilimsel nitelikli bilgilerimiz geliştikçe, bir diğer deyişle veri birikimi arttıkça beklenmedik ya da umulmadık olay ve olgular azalır.

Şans, bilimsel olarak “rastlantı” denilen olgunun, birey için olumlu ya da sevinç verici bir doğrultuda gerçekleşmesidir.  Bunun olumsuz, üzücü olabilen ya da sevinç sağlamayan tarzda gerçekleşmesi “şanssızlık” olarak nitelenir ama bu da aynı rastlantının tümüyle bir diğer biçimde oluşumundan başka bir şey değildir. Rastlantı ise, doğa yasaları kapsamında yer alan bir olgudur.

Doğruluk ve göreve bağlılık aslında ödül beklemez. Bunun karşılığında ödül beklenecek olursa, doğruluk yerine “içten pazarlıklılık”, göreve bağlılık yerine de “çıkarcılık” geçmiş demektir. Doğruluğun ve göreve bağlılığın sonunda bir ödül gelmesi rastlantısaldır.

Toplumda üstün düzeye gelmiş bir kişinin alçak gönüllü, doğru, onurlu ve başkalarına karşı saygılı olması, öncelikle kendisine karşı olan görevlerindendir.

Kişinin toplumuna, toplumunu oluşturan insanlara karşı da belirgin görevleri vardır. Bunların başında da, halkın yasa dışı eylemlere karşı korunması ve böyle tutum ya da eylemlerle ezilmesinin önlenmesi, aynı zamanda ülkelerine ve devletlerine karşı olan yükümlülüklerinin de adalet ilkeleri uyarınca yerine getirmelerinin sağlanması için çalışmak gelir.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 21, 2016, 04:57:03 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 234
  • Cinsiyet: Bay

Yine abartılı bir bağlantı yapmış olacağım sanırım ama hikaye ilerledikçe çıkarımlar Kabbala ile örtüşür olmaya başladı. Elbette yanlış bir şey söylüyorsan düzeltiniz. Fakat böyle bir benzeşme dikkatimden kaçmadı. Acaba geleneksel açıdan yakın oldukları için mi böyle bir benzeşme var yoksa aralarındaki bağ daha mı kuvvetli?
« Son Düzenleme: Ocak 21, 2016, 04:59:41 ös Gönderen: kurt »
“Tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi öğrendi.” Albert Schweitzer


Ocak 23, 2016, 08:16:29 ös
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Öyle gibi görünmesi bir yanlış bilgiden kaynaklanıyor.

Burada Kabala ile bir bağdaştırma yok. Sefirot ile bir benzeştirme var.

Yanlış bilgi, Sefirot'un salt Kabala'ya özgü sanılmasıdır.

Kabala hakkındaki yanlış bilgilere değinmeyeceğim  çünkü konu dışı.

O alegoriyi çok iyi anlamak için Sefirot ile bağlantılı bilgiler de yetmeyebilir. Gerekli bilgi kaynağını bulmak ise, ilgi gösteren kişinin uğraşısı olmalı. (Armut pişirilmemeli.)
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 25, 2016, 05:38:04 öö
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 689

Biraz sezgi biraz bilgi.... elinize saglik
Doğru rehberini bulana ne mutlu...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5903 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
0 Yanıt
2844 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2010, 10:31:32 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3286 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2010, 05:25:21 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2651 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2010, 12:40:35 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2386 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2010, 06:31:13 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2458 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 06, 2010, 12:03:30 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2327 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 03:31:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2463 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 06:09:00 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2442 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 06:33:54 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3557 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2012, 03:17:13 ös
Gönderen: ADAM