Her ne kadar insan ve dünya üzerinde her ne kadar negatif kehanetlerde bulunulsa da , her olumsuzluğun ardından bir olumluluk sürecine inanan biriyim. İnsanlığın yada varlığımızın sona erebileceğine pek ihtimal veremiyorum; olsa olsa tekamül eşiğini atlarken bir takım olumsuz görünen ama aslında gelişmemizi sağlayan bir etkinin olduğuna inanan biri olarak, eskilerden elimde olan kitap dan okuduklarımı sizlerle paylaşmak istedim.
- Tezahür etmiş evrendeki her şey titreşimsel bir doğaya sahiptir. Bilimimiz, var olan her şeyin titreşimsel olduğu, her şeyin bir şekle olduğu gibi, bir sese ( ya da titreşime) de sahip olduğu ve şekiller ile titreşimlerin birbirlerine dönüşebilecekleri gerçeğini ortaya çıkarmaya devam etmektedir. Bir şeyin şekli ile titreşim frekansı arasında direkt bir ilişki vardır. Işık ve ses de dahil olmak birbirine bağlı , bileşik enerji alanlarıyız. Bedenimizin organlarını ve sistemlerini oluşturan çeşitli hücreler, diğer hücrelerle birbirine bağlı ve bileşik ses titreşimleri yayarak hücresel rezonanslara yol açarlar. Aslında, bedenimiz yürüyen bir senfonidir. Bu bir benzetme değildir, çünkü bizler, sürekli bir şekilde enerji yayan, böylece çok sayıda ses rezonansı yaratan parlak "yumurtalarız" . Örneğin bedenimiz, bir çok gücün birlikte yarattığı bir sabit dalga kalıbıdır, ve bedenimizi oluşturan bu çeşitli sabit dalgalar Dünya ile rezonans halindedir- ve ayrıca, Dünya'nın geçirdiği değişikliklerden de etkilenmektedir.
Halen, Dünya büyük bir geçiş dönemindedir ve onun rezonansları ve titreşimleri değişmekte ve yeni bir denge haline doğru ilerlemektedir. Bundan dolayı , bedenimizin rezonans alanları da , atom-altı ve atomik düzeyden, hücresel düzeye kadar yeni bir denge haline geçmekte ve bu tüm organlarımızı ve sistemlerimizi etkilemektedir. Bu büyük bir içsel, biyolojik gerilime neden olmaktadır ve bu da bazen hastalıklar, bazen de yorgunluk ya da çalkantılı haller şeklinde ortaya çıkan fiziksel rahatsızlıklara yol açmaktadır. Duygusal alemde ise bu duygusal dengesizlik şeklini almaktadır.
Duygular da sese ve titreşime sahiptirler, çünkü onlar gerçekte, beyindeki sinirsel kalıpları da içeren çok-düzeyli bir fenomendir. Bedenimizdeki hormonal tepkiler de duygu değişiklikleriyle ilişkilidir. Duygular, kanın kimyasında değişikliklere neden oldukları gibi, solunum modelinin ve kandaki oksijen düzeyinin değişmesine de yol açarlar. Tüm bu değişiklikler belli harmonikleri başlatırlar. Bu titreşimsel değişiklikler saptanabilir ve bilim de bunu yapmanın eşiğindedir. Yakında, tüm duyguların bir ses ya da titreşim imzasına sahip olduklarını keşfedeceğiz. Böylece tüm duygular-bazıları melodik ve yatıştırıcı, bazıları ise sinirlendirici ve ahenksiz (kakafonik)- müzikal akortlar olarak görülebilecektir.
Ses ya da duygu imzası, bedenimizin belli bölgelerindeki rezonant alanlar vasıtasıyla hücreler arası olarak tutulur. Bununla şu kastediliyor: Örneğin, öfke gibi bir duygu ve onun imzası, kendine has bir niteliğe-belli bir ses rengine, perdesine ve şiddetine-sahip olacaktır. Bu ses imzası, bedenimizin hücrelerinden, hücresel rezonanslarından belli bir bölgede ortaya çıkacaktır. Bir çok insan, öfkesini göğsün üst bölgesinde ve kollarının dış yüzeyinde hisseder. Üzüntü ise genelde kalp bölgesinde ve gözlerin içinde ve çevresinde hissedilir. Böylece, her duygu yada duygusal tepki, bedenin hücreler arası rezonant alanları içinde bir doğum yerine sahiptir. Ve bu duygusal tepkiler ya da kalıplar, benin kimyası ve elektromanyetik alan kalıpları üzerinde belli etkilere sahiptirler.
Duyguların bastırılması sağlıklı bir şey değildir. Duyguların bastırılması, bedenin biyokimyası içinde şiddetli bir geri-itmeye neden olur. Biz, öncelikle, ses ve titreşim rezonansları yayınlayan enerji bedenler ya da parlak yumurtalar olarak göründüğümüzden, duygularımızı kasten bastırdığımızda , ses imzası daha derine, bedenin hücresel yapısına iner. Eğer sürekli olarak yeterince rezonans aşağı inip tekrar tekrar bastırılırsa,böylece duygu ya da enerji derinlerde, hücrelerin içinde tutulursa, giderek ortaya bazı olumsuz fiziksel sonuçlar (hastalıklar) çıkabilir. Örneğin, hiddet yüksek tansiyona dönüşebilir; ve-duygusal enerjinin art arda bastırılmasının sonucunda-duygunun fiziksel rahatsızlıklara nasıl dönüşebileceği ile ilgili daha bir çok örnek verebilir."
Devamı gelecek olan bu alıntıları arkadaşların yorumlarına açmak ve bu konuda ki yorumları faydalı bir duruma getirmek amacındayım. Günümüzün, insanlar üzerinde ne gibi sonuçlar doğurduğu malum; ve bu sonuçlardan nasıl kaçınabiliriz ve neler yapabiliriz de dengemizi koruyabiliriz. İşte bu istikamet de bazı alıntıları buraya getirmek istiyorum. Çünkü olumlu ve olumsuz duyguları yaşamamız gerekiyor.Bununla da ilgili bir kaç satırı atlamak istemiyorum:
-Hislere ya da duygulara direndiğimizde, duygusal bedenimiz uygun biçimde titreşemez ve "donar" ya da kilitlenir. o uygun biçimde devinemediği ya da titreşemediği zaman, zihnen daha az farkındalık içinde oluruz ve düşüncelerimiz donuklaşır, karışıp bulanıklaşır.
Gezegenimizde bu gün ortaya çıkan yaşam durumları ve onların ürettikleri duygular, gerçekte, yükseliş ve üstatlığa giden yüksek bilincin başlangıç aşamalarıdır. Kadim Mısır tapınaklarında yüksek bilinç yolunda bulunan bir inisiye, her biri giderek daha da yoğunlaşıp zorlaşan farklı inisiyasyonlardan geçerdi. Ancak bugün, bizim günlük yaşamımız bu inisiyasyon sürecini oluşturmaktadır.
İnisiyasyonlar elde etmek için gitmemiz gereken hiç bir yer yok, çünkü biz her neredeysek orada hayat tarafından inisiye ediliyoruz. Burada önemli olan, yaşadığımız durumlar karşısında hissettiğimiz duygusal tepkilerin farkında olmak, bunları yadsıyıp bastırmamak, böylece kendimize, onları fark edip dengeleme fırsatı vermektir. Ancak bu farkındalığımızla tekamülümüzü son derece hızlandırabiliriz."