Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Tarih => Konuyu başlatan: voyageur - Nisan 18, 2007, 01:51:41 ös

Başlık: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 01:51:41 ös
İstanbul'a gelen yerli yabancı her turist, mutlaka en az iki gününü 'Tarihi Yarımada'yı gezmeye ayırmalı. Bu mesaiyi haklı kılacak o kadar çok şey vardır ki Tarihi Yarımadada... Binlerce yıllık tarihin çok net bir özeti gibidir bu bölge: Mısır'dan Roma'ya, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar birçok uygarlığa şahitlik yapmış öğeleri bir arada görebilirsiniz.

Unutmayın; binlerce yıl hükümdarlara en yakın olmuş bu bölgeye adım atmanız, Ayasofya, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii'nin yanı sıra, Haliç, Fener ve Balat gibi buram buram tarih kokan semtlerdeki asırlık kilise, cami ve ev gibi yapılara hiç olmadığınız kadar yaklaşmanız anlamına gelecektir.

Tarihi Yarımada, kuzeyden Haliç, güneyden Marmara Denizi, doğudan İstanbul Boğazı, batıdan ise Fatih'le çevrilidir. Bölgede, Eminönü, Sultanahmet, Beyazıt, Laleli, Aksaray, Süleymaniye, Fener, Balat ve Haliç gibi şehrin tarihi ve kültürel açıdan en önemli semt ve merkezleri yer alır.

Bölgede keşfedebileceğiniz ilk yer Eminönü Meydanı'dır. Yeni Camii, Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi önemli eserleri bünyesinde barındıran meydan, son yıllarda çeşitli kültür ve sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapmaktadır.

Aynı zamanda, Adalar, Kadıköy, Üsküdar ve Boğaz hattında yer alan semtlere giden vapurların iskeleleri ile turistik Boğaz gezisi yapan motorların da kalkış noktasıdır. Eminönü Meydanı, İstanbul'un birçok semtine sefer yapan otobüslerin ana terminalleri arasında da yer almaktadır.

 
Sultanahmet Meydanı
Gelelim Sultanahmet Meydanı'na... Burası Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetildiği bölge olması dolayısıyla özel bir öneme sahiptir. Bölge nüfusunu daha çok, yerli ve yabancı turistler oluşturur. Meydan ve meydanın dört bir yanında yer alan tarihi saray, müze, sarnıç, çeşme ve sütun gibi birçok eserler keşfetmeniz için hazırdır. Bu arada, meydanın güzelliğine güzellik katan fıskiyeli süs havuzunu da unutmamak lâzım.


Sultanahmet her gelir grubuna yönelik konaklama alternatifleri açısından da oldukça zengindir. Bölgede, beş yıldızlıdan tutun da pansiyonlara kadar çeşitli konaklama imkânları bulabilirsiniz.   

Sultanahmet’te bölgeyi keşfe çıkanların dinlenip yemek yiyecekleri her keseye uygun kafe, restoran ve barlar mevcut. Bu mekanların bazıları otantik bir dekorasyon anlayışını benimseyerek geleneksel türk lezzetlerini sunarken, bazıları da misafirlerine dünya mutfağından seçilmiş lezzetleri servis eder. Mekânların çoğunda alkollü içecek bulabilirsiniz. Ayrıca, özellikle Sultanahmet-Beyazıt arasındaki bölgede yer alan kafe ve tarihi medreselerde, Türk kahvesi, geleneksel ince belli cam bardakta çay ve nargile içebilirsiniz.

Eğer ülkenize dönerken, sevdiklerinize İstanbul ve Türkiye'yi hatırlatacak hediyelik eşya satın almak istiyorsanız, kesinlikle doğru yerdesiniz. Bölgede kendi tarihi dokusuyla paralel olarak geleneksel eşyalar ve mücevher satan birçok mağaza yer alır.

Sultanahmet'i ziyaret etmek isteyenlere “Sultanahmet'i hakkıyla gezmek için iki gün yetmez bile!” demek zorundayız... Eminönü'nden 'modern' tramvayla gelin Sultanahmet'e erkenden... İçinde öldüresiye yarışlar yapılan, gladyatörlerin etrafında döndükleri anıtların etrafında dolaşın, inceleyin... Saray kalıntılarının olduğu tarafa da uğrayın... Dönün yüzünüzü Ayasofya'ya. Acıkmışsınızdır; 'tarihi' Sultanahmet Köftecisi'nde köfte ve piyaz yemeden Sultanahmet'ten ayrılınır mı ki zaten? Yemekten sonra parkta oturun, dinlenin... O ünlü Sultanahmet Camii'ni gezin. Sonra aşağıya doğru salının, Yerebatan Sarnıcı'nı gezin... Açık havada göremediğiniz tarih mirası içinse Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret edin... Sonra, Bizans'tan Osmanlı'ya bir yolculuk için Topkapı Sarayı da sizi bekler unutmayın...

 
Her dem hareketli!
Sultanahmet Meydanı'nı karşınıza aldığınızda doğu yönüne doğru yürüyüş mesafesi uzaklığında bulunan Beyazıt ise daha çok görkemli mimarisi ve kapısı ile dikkat çeken İstanbul Üniversitesi ile tanınır. Tıpkı Sultanahmet Meydanı gibi, arnavut kaldırımlarından oluşan bu büyük meydan, en çok güvercinleri ile dikkat çeker. Etraftaki kafelerden birine oturup dört bir yanı tarihi binalar ve eserlerle çevrili bu meydanının keyfini çıkartabilir veya yine meydandaki satıcılardan bir avuç yem alıp, kuşlara atabilirsiniz. Aynı zamanda ziyarete açılan Beyazıt Kulesi'ne çıkarak da Beyazıt ve çevresini yükseklerden izlemenin keyfini sürebilirsiniz.

Meydanda ayrıca, el yazması da dahil, piyasada kolay kolay bulunamayan kitapların yer aldığı sahaflar da vardır. Sahafların dizi dizi sıralandığı avlunun sonunda ise, ana girişi Eminönü Meydanı'nda bulunan Kapalıçarşı'ya açılan kapılardan biri ile karşılaşırsınız.

Yine Tarihi Yarımada’da ye alan en önemli bölgelerden biri de Süleymaniye'dir. İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının arkasında kalan semt, adını Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nden alır. Osmanlı İmparatorluğu'nu 1495 - 1556 yılları arasında yöneterek imparatorluğa “Yükselme Dönemi”ni yaşatan ve dünya tarihine yön vermiş en önemli liderlerden biri olarak kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmış bu eserleri, tarihi yarımadada mutlaka görmeniz gerekir. Semt, dokusu itibarıyla da size, tarihin sayfaları arasında geziniyormuşsunuz hissi verecektir.

 
Eyüp, Fener ve Balat
Çok mu yoruldunuz? O zaman oturun bir kahveye, ince belli bardakta çayınızı yudumlayın, bir yandan da nargilenizi fokurdatın. İyice dinlenin. Birazdan Haliç'e doğru uzanacaksınız çünkü… Son dönemlerde birbiri ardına açılan restoran, müze ve kafelerle hızlı gelişen Haliç bölgesi, Eyüp, Fener ve Balat gibi semtleri ile de İstanbul gezginlerinin ana durakları arasında yer alır. Asırlık yapıların yer aldığı bölgede hâlâ orijinalliğini korumuş mahalle ve sokaklar, eski Türk evleri de eminiz çok ilginizi çekecek. Dilerseniz, biraz tepeye doğru çıkıp Piyerloti'den tüm Tarihi Yarımadayı kuş bakışı seyretmenin de tadını çıkarabilirsiniz.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 01:55:16 ös
SULTANAHMET CAMİİ

Sultanahmet Meydanı'nda yer alan Sultanahmet Camii, İstanbul'a Osmanlı İmparatorluğu döneminde armağan edilmiş en önemli eserlerin başında gelir. Osmanlı Sultanı I. Ahmet tarafından 1609 - 1616 tarihleri arasında inşa ettirilen eserin bilinen bir diğer adı ise, kendisini yaptıran padişaha ithafen Sultan I. Ahmet Camii'dir. 

 
Ayasofya Müzesi'nin tam karşısında yer alan Sultanahmet Camii, yapıldığı dönemde İznik'ten getirilen 20 bini aşkın mavi çini süslemesi nedeniyle, genellikle turistler tarafından “Mavi Camii” olarak da bilinir. Camide son yıllarda gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarında, kurtarılamayacak durumdaki mavi çiniler, klâsik Osmanlı döneminin renk ve motiflerine uygun olarak yenilenmiştir.

Klâsik Türk sanatının en tipik örneği olan eser, orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen ilk camidir. Caminin bir diğer özelliği ise, İstanbul şehrinde yaşamış tüm uygarlıklardan izler taşıyan Tarihi Yarımada'nın denizden
seyredilebilen “muhteşem” siluetine damgasını vurmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun efsanevi mimarı olan ve İstanbul'un her yanını tasarladığı eşsiz eserlerle donatan Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa, söylenene göre, camiyi inşa ederken, üstadının daha önce denediği bir planı daha büyük bir ölçüde uygulamıştır.

 
Caminin minarelerinde de yine klâsik Osmanlı üslubunu görebilmek mümkündür. Minareler de yine kubbeler gibi kurşun kaplama olup, uçlarında yer alan alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmıştır. Camide yer alan şereflere ulaşılabilmesi için spiral merdivenler inşa edilmiştir. Mihrap, en kalabalık günlerde bile camide namaz kılan kişilerin en rahatça
görebileceği şekilde tasarlamıştır.

Caminin girişi, Sultanahmet'te yer alan ve Roma Devri'nden kalmış hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile birbiri üzerine yükselen kubbeler görülür. İçeriye açılan üç kapıdan herhangi birinden girildiğinde, dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekân büyük bir bütündür. Ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı dört iri sütun üzerinde yükselir.

Caminin üç tarafı balkonlarla çevrilmiştir. Yerler ise her camide olduğu gibi halı ile kaplanmıştır. Ana giriş kapısının karşısında mihrap yer almaktadır. Mihrabın hemen yanı başında da Osmanlı oyma işçiliğinin en güzel örneklerinden birinin sergilendiği mermer minder bulunur.

 
Tüm Osmanlı camilerinde en önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkan kubbe, Sultanahmet Camii'nde 23.5 metrelik bir yükseklikte çıkar karşımıza. Cami özellikle yaz aylarında birçok ses ve ışık gösterilerine sahne olur. Dönemin pek çok camisi gibi Sultanahmet Camii de içinde sosyal ve kültürel içerikli pek çok yapıyı barındıran bir kompleks olarak tasarlanmıştır.

Kompleksin içinde ise kapalıçarşı, Türk hamamı, aşevi, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet'in türbesi gibi eserler yer almaktadır.

Genellikle Mayıs ve Eylül ayları arasında gerçekleştirilen bu gösterilerde:

Sultanahmet Camii'nin yapımı, özellikleri, Padişah I. Ahmet'in sadrazamı ile başmimarı Sedefkâr Mehmet Ağa'ya ithafen konuşmalar, Osmanlı Devleti'nin geçirdiği safhalar, İstanbul'un düşmanlar tarafından işgali, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu aktarılır.


Bu çok özel gösteriler, milli ve dinî senfonik bir müzik eşliğinde Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak anlatılmaktadır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:00:29 ös
AYASOFYA

İstanbul denince akla gelen ilk tarihi yerlerden biri olan Ayasofya, günümüzde tarihin insanoğluna armağan ettiği en özel yapılardan biri olarak kabul edilir. I. İustinianos tarafından yaptırılan bir Bizans eseri olmasına rağmen Roma mimari geleneğinin tipik bir örneği olan Ayasofya'nın, kendinden önce herhangi bir benzeri olmadığı gibi ölçüleri de yapımının ardından 1000 yıl süre ile aşılamamıştır.

 
Yapıldığı dönemde görkemiyle herkesi hayrete düşüren yapı, insanlarda ancak ilahi güçlerin desteğiyle böylesine bir eserin meydana getirilebileceği inancını doğurmuş ve Ortaçağ mistisizminin de bir sembolü olmuştur. Orijinal adı Hagia Sofia olan eser, yanlış bir şekilde Saint Sofia olarak da bilinir. Oysa yapı, Sofia isminde bir azize değil, Hıristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan “Kutsal Hikmet”e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır. Ancak ilk yapıldığı dönemlerde, Bizans halkının “Büyük Kilise” (Megale Eklesia) olarak da adlandırdığı yapı, 1453 yılında Türklerin İstanbul'u fethetmesinin ardından Ayasofya olarak anılmaya başlamıştır.

İlk yapıldığında üstü ahşap çatı ile örtülü bir bazilika şeklinde olan Ayasofya'nın açılışı, 15 Şubat 360'da gerçekleştirilmiştir. Ancak, İstanbul Patriği İoannes Krisostomos'un 20 Haziran 404'te İç Anadolu'ya sürülmesinin ardından çıkan ayaklanmada, bu ilk yapının kısmen yandığı bilinmektedir. Onarım ise, İmparator II. Teodosios (408 ile 450) zamanında gerçekleştirilmiştir. Ayasofya, İmparator I. İustinianos (527 - 565) döneminde, imparatora karşı, 13 Ocak 532 tarihinde başlayan Nika ayaklanması sırasında ikinci kez yanmıştır. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından ise imparator, ikinci kez yaralanmış olan yapıyı onarmaktan da öte, o dönem için son derece görkemli bir ibadethane inşa edebilmek için harekete geçmiştir. Bu konuda da İsidoros ve Tralles'den Antemios adlı iki mimarı görevlendirir. 

O güne kadar görülmemiş bir ibadethane açmayı amaçlayan imparator, beş yıl süren inşaat sırasında hiç bir masraftan kaçınmamıştır. Hemen her yerden malzeme toplanan inşaat için Batı Anadolu'da yer alan Efes ve Artemis'den pagan mabetlerinin sütunları da İstanbul'a getirilmiştir.

 
Eşi ve benzeri bulunmayan bir ibadethane olarak inşa ettirilen Ayasofya, yapıldığı günden bu yana, yangın ve deprem gibi çeşitli olaylar nedeniyle tahribatlara uğramış ve zaman zaman çeşitli onarımlardan geçmiştir. Ancak Ayasofya tarihindeki en büyük tahribata IV. Haçlı Seferi sırasında uğramıştır. 1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler, Ayasofya'nın Hıristiyanlık için kutsal olan pek çok eşyasını yağmalamışlardır.

Şehir, 1261 tarihinde Bizans tarafından Haçlıların istilasından kurtarılmış ve yine bazı onarım çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Ancak tarih 1453'ü gösterirken, yani Bizans İmparatorluğu'nun çözülme dönemi yaşanırken, kilise bakımsızlıktan bir harabeyi andırmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed tarafından kuşatılmış olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 yılında fethedilmiştir. Padişah, öğle saatlerinde şehre girdikten sonra ilk olarak Ayasofya'ya gitmiş ve yapının camiye dönüştürülmesi ve gerekli onarımının yapılması için talimat vermiştir.

Ayasofya tipik bir imparatorluk eseridir. Bir zevk ve gösteriş ürünü olarak karşımıza çıkan eserde, gerçekten de yapıldığı dönemde bir eşi ve benzerinin olmaması gibi bir kaygının güdüldüğü açıkça görülmektedir.

Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönünde bulunan orijinal kapıdır. Girişin ortasındaki yüksek kapı “İmparatorluk Kapısı”dır ve üzerindeki mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel'in portreleri bulunur.

 
Ayasofya'ya adım attığınız ilk andan beri, görkemli kubbenin etkisi derhal hissedilir. Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı kaplamaktadır. Duvarlar ve tavanlar rengârenk mermer ve mozaiklerle kaplıdır. Alt katta ve galerilerde toplam 107 sütun bulunur. Sütun başlıkları 6. yüzyıl Bizans süsleme sanatının en karakteristik ve en belirgin örnekleridir. O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık ve gölge oyunu oluşturur. Ortalarında imparator monogamları bulunur. Apsis yarı kubbesinde, kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda ise Baş Melek mozaikleri yer alır.

Galeriler seviyesindeki duvarlara asılmış ve deri üzerine yapılmış büyük diskler ile kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatır. 19. yüzyıl ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan - Hüseyin isimleri yazılıdır.

Döneminin güzel örnekleri olan mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı ile yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu, Türklerin döneminde eklenmiştir.

Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun hakkında bolca efsane vardır. Halka arasında bu sütuna parmak sokup dilek dilendiğinde kabul olacağına dair yaygın bir inanış vardır.

Kuzey kanatta bir, güney kanatta da üçlü figürler halinde üç mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Buradaki konu, son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen üçlü figürdür. Ortada İsa, onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır

İç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük mozaik pano ise 10. yüzyıldan kalmadır. Bozuk perspektifli figürler, ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö. 2. yüzyıldan kalma muazzam bronz kapılar, Tarsus'tan ya da belki de bir pagan mabedinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır.


Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:03:09 ös
TOPKAPI SARAYI

Günümüze kadar ulaşabilmiş en eski ve büyük saraylardan biri olarak kabul edilen Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu yöneten hanedanın 15. yüzyıldan itibaren tüm yaşamına tanık olmuş, görkemli ve gizemli bir yapıdır. Cumhuriyetin ilanının ardından müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayı’nda bugün dünyada eşi ve benzeri bulunamayan ve paha biçilemeyen şaheserler sergilenir.

İstanbul'un 1453 yılında fethedilişinin ardından, dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmed, imparatorluk tahtını buraya taşıyarak İstanbul'u başkent ilan etmiştir. 1470 yılında ise şu anda Sultanahmet'te yer alan Topkapı Sarayı'nı yaptırarak buraya taşınmıştır. Sarayı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği büyüklüğü ve heybetidir. Tarihi yarımadanın en uç noktasında, 700 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş olan saray, uzunluğu beş kilometreyi bulan surlarla çevrilidir.

 
Tipik bir Osmanlı sarayı olan yapı, fonksiyonu açısından tarihteki diğer saraylardan bazı farklılıklar göstermekteydi. Osmanlı padişahının ikamet ettiği yer olmasının yanı sıra, devlet yönetimi açısından da merkez konumundaydı. Bugünkü adıyla Bakanlar Kurulu burada toplanırdı. Hazine ve Darphane ile imparatorluğun arşivleri de bu sarayda bulunurdu. İmparatorluğun yüksek öğrenim kurumu ve sultanların özel haremi de buradaydı.

1853 yılına kadar en şaşalı dönemini yaşayan Topkapı Sarayı, Osmanlı hanedanının Dolmabahçe Sarayı'na taşınması nedeniyle, atıl bir durumda kaldı ve bakım yapılmadığı için çok yıprandı. Cumhuriyetin ilanının ardından gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarının ardından saray müzeye dönüştürüldü. Sarayın bölümlerinden bazıları:
 
Birinci avlu
Sarayın sekiz kapısından en görkemlisi olan “Bab-ı Hümayun” olarak adlandırılan Padişah Kapısı birinci avluya açılmaktadır. Kapının hemen dışında ise 18. yüzyıl Türk sanatının en güzel örneklerinden biri olarak kabul edebileceğimiz bir çeşme vardır. Birinci avluda, Çinili Köşk, Arkeoloji Müzesi gibi önemli yapılarla birlikte, darphane, muhafız alayı gibi önemli bölümler yer alır.

Harem
Sultanın annesi, kız ve erkek kardeşleri, ailenin diğer fertleri ile onlara hizmet eden cariye ile harem ağalarının kaldığı bölüme “Harem” adı verilir. Topkapı Sarayı’ndaki harem, dar ve uzun koridorlardan oluşan 400 odalı bir bölümdür. Osmanlı'daki en güçlü kadın, sultanın annesi olan “Valide Sultan”dı. Haremin yönetimi de tamamen valide sultanın yönetimine bırakılmıştı. Bu nedenle sultanın karısı unvanını alan kadınlar arasında, kendi “şehzade”lerinin (sultanın erkek çocuğu) tahta geçmesi için büyük bir mücadele yaşanırdı. Dışarıya kesinlikle kapalı olan bu bölüm Osmanlı yaşamının belki de en gizemli yönlerinden biridir. Haremle ilgili yüzyıllardır anlatılan çeşitli hikâye ve efsaneler günümüzde bile çekiciliğini korumaktadır.

Topkapı Sarayı'ndaki harem gezisi 40 odalı bölümden başlar. Burası sultanın annesine tahsis edilmiştir. Daha sonra yüzlerce yıldır resimlere, fotoğraf ve film karelerine ilham veren büyük kubbeli Harem hamamı gelir. Devamında ise sultan salonu vardır. İçinde çeşme ve havuzların olduğu büyük salon, bölümün en ilgi çekici yerlerinden biridir. Salon, 16. yüzyıl Türk çini sanatının en güzel örnekleri ile süslenmiştir.   
 
Silah koleksiyonu ve divan odası: Divan-ı Hümayun, Osmanlı'da Sadrazam (baş vezir) başkanlığında yapılan kabine toplantılarının gerçekleştirildiği yerdi. Sultan, divan odasında gerçekleştirilen toplantılara katılmaz ancak toplantıları odaya bakan ve bir perde ile kapatılmış büyük bir pencerenin ardından dinleyebilirdi. Divan-ı Hümayun'un bir diğer özelliği ise elçiler ağırlanırken ziyafet sofralarının da burada kurulmasıydı. Ana giriş bölümünün yanında yer alan bu bölümde, padişah, saray mensupları ve Osmanlı ordusunun kullandığı değişik çağlara ait silahlar ile başka ülkelerden Osmanlı sarayına hediye edilmiş silahların yer aldığı zengin bir koleksiyon sergilenmektedir.

Üçüncü avlu

Üçüncü avlu, sarayın en önemli bölümlerinden biridir. Burada yer alan yer alan Bab-üs Saade denilen kapıdan, özel izni olmayan hiç kimsenin giremediği sultanın özel avlusuna girilirdi. Burası, sultanın elçi olarak kabul ettiği yüksek devlet memurları ile görüştüğü bölümdü. Sultanın taht odasına hizmet edecek kişiler, güvenlik önlemleri nedeniyle sağır ve dilsiz kimselerden seçilirdi.

Elbiseler
Sarayda sergilenen ve Osmanlı hanedanının kıyafetlerinden oluşan koleksiyonun dünyada bir başka benzeri daha yoktur. Sultanlar için özel tezgâhlarda, elde yapılmış kumaşlardan üretilmiş olan bu kıyafetler, 15. yüzyıldan itibaren de sandıklarda saklanmıştır. 

 
Hazine
Topkapı Sarayı'nda görebileceğiniz mücevher koleksiyonu, bu anlamda dünyada görebileceğiniz en zengin koleksiyondur. Dünyada eşi benzeri olmayan hazine koleksiyonu, değişik dönemlere ait Türk mücevher işçiliğinin en güzel ve özel parçalarını içermektedir. Ayrıca Uzakdoğu, Hindistan ve Avrupa'dan Osmanlı sarayına gelmiş çok özel mücevherler de burada yer alır.

Koleksiyonda ayrıca devlet madalyonları, 48 kilo som altından yapılmış dört büyük şamdan, 16. yüzyıla ait merasim fenerleri, takılar, hançerler, sarayın sembolü olan Topkapı hançeri, yine dünyanın en büyük ve değerli elmaslarından biri olan Kaşıkçı Elması, Sultan III. Mustafa'nın altın ve değerli taşlarla süslü beşiği gibi eserleri görebilme imkânı bulabilirsiniz. Mücevher koleksiyonu, ekstra ücret ödenerek gezilebilir.   

Saat koleksiyonu bölümü

Topkapı Sarayı'nda görebileceğiniz saat koleksiyonu, dünyada görebileceğiniz en zengin koleksiyondur. Sergilendiği bölümün sağında Türk sanatkârları tarafından yapılmış saatler yer almaktadır. Burada çok değerli duvar, masa ve cep saatleri teşhir edilmektedir.

 
Kutsal emanetler bölümü
16. yüzyılda Mısır'ı fetheden Osmanlı İmparatorluğu, burada bulunan ve Müslümanlık için önemli olan kutsal emanetleri İstanbul'a getirmiştir. Getirildiği tarihten beri Topkapı Sarayı'nda saklanan bu emanetler arasında, değerli bir kutu içerisinde Hz. Muhammed'in hırkası en dikkat çekici olanıdır. 

Dördüncü avlu
Üçüncü avlusunda yer alan koridorlarla ulaşılabilen dördüncü avlu, 17. yüzyılda yapılmış Bağdat ve Revan Köşkü ile saraya inşa edilen son yapı olan Mecidiye köşklerini içermektedir. Bağdat Sarayı'nın önündeki teras, İstanbul'da görebileceğiniz en güzel manzaralardan birine bakar. Sarayın yamacında bulunan bahçeler ise halkın da gezebildiği parklar olarak kullanılmıştır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:06:02 ös
YEREBATAN SARNICI

Basamaklardan aşağıya inmeye başlıyorsunuz. Önce geçmiş zamanların kokusu sarıyor etrafınızı, sonrasında ise binlerce yılın gizemli fısıltıları... Derinden gelen su sesi içinizi ürpertiyor bir anda... Işıkların dansı ise başınızı döndürüyor. Bir an için olduğunuz yerde mıhlanıp kalıyor ve ortama kendinizi adapte etmeye başlıyorsunuz. Yerebatan Sarnıcı’nın büyülü dünyasına hoş geldiniz...

“Bazilika Sarnıcı” olarak bilinen ve şehrin su ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla, Bizans İmparatoru I. İustinianos (527 - 565) tarafından yaptırılan Yerebatan Sarnıcı, mutlaka görülmesi gereken tarihi eserlerden birisidir.

Bu büyük yeraltı sarnıcının suyun içinden yükselen mermer sütunlarını gören İstanbul halkı, sarnıca "Yerebatan Sarayı" ismini vermiştir. Halk arasında sadece akan suyun içilebileceğine dair bir inanışın yaygın olması nedeniyle, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana sarnıç olarak kullanılmamış, sadece tarihi bir eser olarak korunmuştur.

Sarnıca giriş, Sultanahmet Meydanı'nın Ayasofya'ya bakan batı kısmındaki küçük binadan yapılır. Toplam 9.800 metrekarelik bir alana sahip olan sarnıç, yaklaşık 100 bin ton su depolama kapasitesine sahiptir. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen sarnıcın içerisinde, her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunur. Suyun içerisine, birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlatmakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer girmez büyülemektedir.

 
Sarnıçta yer alan en heyecan verici eserlerden biri de Roma Çağı heykeltıraşlık sanatının en özel örneklerinden biri olan “Medusa heykelleri”dir. IV. yüzyıla ait bu heykellerin buraya nasıl getirildiği konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, heykellerin inşaat sırasında sütun kaidesi olarak kullanıldığı görüşü benimsenmiştir.

Peki, bu kadar uzun bir süredir ayakta olan yapının duvarları sudan etkilenmemiş midir?

Yapılan araştırmalar, sarnıç duvarlarının 3 - 5 santimetre kalınlığında su geçirmez bir harçla sıvandığını ortaya çıkartmıştır. Yine yapılan temizlik ve restorasyon çalışmaları ile sarnıcın tabanı da tuğlalarla kaplanmıştır.

Yerebatan Sarnıcı geçirdiği onarımlardan sonra Cumhuriyet döneminde müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. 1985 yılında başlatılan çalışmalar doğrultusunda, sarnıç 1987'de tekrar ziyarete açılmıştır.

1994 Mayıs ayında ise yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçerek bundan sonraki yaşamına tıpkı geçmişte olduğu gibi balıklarla birlikte devam etmeye başlamıştır.

Yerebatan Sarnıcı’na geldiğinizde, bir yandan sütunlar arasında balıkların dansını seyredebilir, bir yandan da kahvenizi yudumlayarak sarnıcın o kendine has mistik havasının tadını çıkarabilirsiniz.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:09:44 ös
SÜLEYMANİYE CAMİİ 

Tarihi Yarımada’da Eminönü ilçesine bağlı bir semt konumunda olan Süleymaniye, Osmanlı İmparatorluğu'na ait eserlerin bir kısmını barındıran özel bir bölge ve şehrin Osmanlı dönemine ait en önemli simgelerinden biridir. İstanbul'da yer alan camilerin en görkemlisi kuşkusuz Süleymaniye Camii'dir. Gerek iç ve gerekse dış estetiği ile ziyaretçileri büyüler.

Camiye girildiğinde göze çarpan ilk şey, yerleri kaplayan mihraplı ve el yapısı halıdır. Başka bir eşi olmayan halının buraya 1950'li yıllarda yerleştirildiği bilinmektedir. İçeri girince dikkatinizi çekebilecek bir diğer detay ise “mihrap”tır. Mihrabın duvarları, caminin inşa edildiği dönem olan 16. yüzyıla ait Türk motifleri ile süslü vitraylarla kaplıdır.

 
Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu'na “Yükseliş Dönemi”ni yaşatan ve tarihe damgasını vurmuş en büyük devlet adamlarından biri olarak kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman tarafından, dünyanın en önemli mimari dehalarından olan Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Osmanlı sanatının en güzel örneklerinden biri sayılan caminin inşaatı 1550 yılında başlamış ve 1557 yılında tamamlanmıştır. Cami bir anlamda Mimar Sinan'ın sanatının üstünlüğünü gösteren bir abide olarak tasarlanmıştır.

Cami, içinde okul, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkanlar bulunan Süleymaniye Külliyesi'nin içinde yer alır. Etrafı revaklarla çevrili ve ortasında şadırvan bulunan iç avlu, aynı zamanda caminin ana girişinin bulunduğu yerdir. Dört minareli olarak tasarlanmış olan caminin üzeri 53 metre yüksekliğinde ve 26.50 metre çapında büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeyi içerden, “fil ayağı” denilen dört büyük kolon taşımaktadır.

 
Statik bakımdan kusursuz bir dengeye sahip olan mekânın en büyük özelliği, yapıldığı günden günümüze kadar İstanbul'da yaşanan depremlere rağmen, en küçük bir çiziğinin bile olmamasıdır. Cami girişinin sağında yer alan bronz kafesli bölme ise dikkat çekici bir diğer ayrıntıdır. Bölme, Türk maden işçiliğinin en güzel örneklerinden birini oluşturur. Süleymaniye Camii'ini süslemekte olan levhaların tümü ünlü hattat Hasan Çelebi tarafından çizilmiş ve yazılmıştır. Hasan Çelebi'nin güzel eserlerinden olarak mavi zemin üzerine beyaz harfleri oluşturan mineli çiniler gerçekten övgüyle anlatılacak eserlerdir.

Mimar Sinan, caminin içinde devamlı olarak hoş ve güzel hava bulundurmak için yeraltında yollar kazdırmış ve kemerler yaptırmıştır. Caminin tabanının orta kısmında yer alan bu yollar üzerine tahtadan kapaklar konularak aşağıdan gelen hava akımı ile caminin havasının temiz ve aynı zamanda yaz aylarında serin, kış aylarında ise sıcak olması sağlanmıştır.

Caminin arka avlusunda, Kanuni Sultan Süleyman'ın “Saçının tek bir teli için tüm servetimi ayaklarının altına sererim” diyecek kadar çok sevdiği karısı Hürrem Sultan ile kendisinin türbeleri yer almaktadır. Kompleksinin bir ucunda ise Mimar Sinan'ın küçük ve gayet mütevazı mezarı bulunmaktadır.
 
 
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:12:24 ös
KAPALIÇARŞI

İçine girdiğiniz andan itibaren büyük gösterişli mimarisi, yüksek kubbeli tavanı ve mağazaların dışına taşan otantik ürünleri ile sizleri alıp bambaşka diyarlara götüren bir mekâna, Kapalıçarşı'ya doğru yola çıkıyoruz...

 
Çağlar boyu İstanbul'un en otantik yerlerinden biri olmuş olan Kapalıçarşı, dünyanın en eski çarşılarından biri olarak kabul edilir. Nuriosmaniye ve Beyazıt Camii ile Mahmutpaşa Çarşısı arasında, üzeri dam ve kubbelerle örtülü sokaklardan oluşan Kapalıçarşı, 31 bin metrekarelik bir alan üzerine konuşlanmıştır. Yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki tavanı, üzeri pencereli yüzlerce kubbeyle örtülüdür.

Büyük çarşı Kanuni Sultan Süleyman, kuyumcuların yoğunlukta olduğu bölüm ise Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. İstanbul'un fethinin hemen ardından Fatih, Ayasofya Cami'sine gelir sağlayabilmek amacıyla çevresi, sergi ve tezgâhlardan oluşan iki taş bedesten kurdurur. Ancak daha sonra tezgâhların açık değil kapalı bir alanda iş yapmasının daha iyi olacağı düşünülerek, yapının üstü kiremitli ve tonozlu çatılarla örtülür. Böylece, Kapalıçarşı'nın şimdiki sokakları ortaya çıkar.

 
Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal ve ekonomik yaşamında önemli bir yere sahip olan çarşı, ilk inşa edildiği dönemlerde ahşap bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca yangın ve deprem gibi çeşitli felaketlere maruz kalan Kapalıçarşı, her seferinde çeşitli onarımlardan geçerek şimdiki görünümüne tam 250 yılda gelmiştir. Çarşıda ağırlıklı olarak deri kıyafetler ve aksesuarlar, kilim-halı ve özel hediyelik eşya satan dükkânlar bulabilirsiniz.



Dünyanın en büyük kuyum çarşısı
Bugün Kapalıçarşı'da 25 bin kişi çalışıyor. 3 binden fazla mağazanın bulunduğu çarşıyı her gün 250 bin kişi ziyaret ediyor. Turistlerin yoğun olarak geldiği yaz aylarında ise bu sayı 400 bini buluyor.

 
Bugün, yolu İstanbul'a düşüp de ismi neredeyse şehirle özdeşleşmiş olan çarşıdan geçmeyen yok gibidir. Çarşıda ağırlıklı olarak deri kıyafetler ve aksesuarlar, kilim-halı ve özel hediyelik eşya satan dükkânlar bulabilirsiniz. Ancak Kapalıçarşı'nın en çok göze çarpan özelliği ise dünyanın en büyük kuyum çarşısı olmasıdır. Türkiye'deki altın piyasasının kalbi de Kapalıçarşı'da atmaktadır.

Son dönemlerde meydana gelen gelişmelerle Kapalıçarşı, sadece bir alışveriş noktası olmanın ötesine geçerek İstanbul'un gündelik yaşamının önemli bir merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Birçok büyük markanın çarşıda şubelerini açması ve butik restoran ve kafelerin yerini almasıyla, Kapalıçarşı İstanbul'u ziyaret edenlerin yanı sıra, İstanbulluların da buluşma noktası oldu.

Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:14:23 ös
MISIR ÇARŞISI

Eminönü'nde yer alan Yeni Camii ile Çiçek Pazarı'nın hemen yanında yer alan Mısır Çarşısı, İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından biridir. Osmanlı döneminde, ağırlıklı olarak Mısır'dan getirilen baharat ve eşyalar satıldığı için Mısır Çarşısı olarak adlandırılan mekân, günümüzde de aynı isimle anılmaktadır. 1660 yılında IV. Mehmed'in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından mimar Kazım Ağa'ya yaptırılmış çarşı, restore edilerek günümüze kadar gelmiştir. Altı farklı kapıdan giriş yapılan çarşıda toplam 86 dükkân yer alır.

Çarşı, ağırlıklı olarak baharat, bitkisel çay ve lokum gibi geleneksel Türk lezzetlerini arayanların birinci adresidir. Çarşının en belirgin özelliği, içeriye girer girmez burnunuza gelen yoğun baharat kokusudur. 'Doğal eczane' görevi gören çarşıda, geçmişte de belli ot karışımlarından yapılan ilaç reçeteleri dükkânların önüne asılır ve isteyen müşterilere bu karışımlar sunulurmuş. Bu gelenek günümüzde de devam ediyor. Çoğu dükkânda, çeşitli hastalıklara iyi geldiği belirtilen farklı baharat ve ot karışımları satılıyor.

 
Çarşıda, ağırlıklı olarak bitkisel çaylar, baharatlar ve doğal sabunları satılsa da Türk kültürünün simgesi nazar boncuğu, fes, tespih, otantik kıyafetler ve hediyelik eşya satan dükkânlara da rastlayabilirsiniz.

Buradaki keyifli dakikaların ardından, dilerseniz çarşının Tahtakale çıkışında yer alan dükkânlardan ve açık pazardan da her türlü sebze, meyve ve şarküteri alışverişinizi yapabilirsiniz.

Bu arada, çarşının hemen karşısında yer alan geleneksel Türk markalarından Kurukahveci Mehmet Efendi'den Türk kahvesi almayı sakın unutmayın.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:16:44 ös
MOZAİK MÜZESİ

Şimdi, İstanbul'a Bizans dönemine ait eserlerin en güzel örneklerinin sergilendiği bir mekâna; Mozaik Müzesi'ne doğru yola çıkalım. Müze, Sultanahmet Camii'nin hemen arkasında yer alan Arasta Çarşısı'nda, Bizans döneminden kalma Büyük Saray'ın revaklı avlusunun kuzeydoğu bölümünde, kısmen sağlam kalmış mozaik döşemeyi içine alacak şekilde konuşlandırılmıştır.

Müzenin temelleri 20. yüzyılın başında Büyük Saray ve çevresinde yapılan çalışmalar sonucu atılmıştır. Yapılan kazı çalışmalarında çok değerli yeni mozaikler keşfedilirken bir yandan da varolanların restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Ardından da bu eşsiz eserlerin aynı çatı altında sergilenmesini sağlayacak bir müze ihtiyacı doğmuştur. Arasta’da yapılan
çalışmalar ile Büyük Saray'da sergilenmeleri sağlanmıştır.

Helenistik ve Roma geleneğinin çok uzun yıllar devam ettirilmesinin bir sonucu olarak mozaik sanatının en güzel örneklerinin verildiği Bizans döneminde, imparatorluğun her yanından gelmiş sanatçılar, Bizans İmparatorluk Atölyesi'nin çatısı altında çalışmıştır. Çoğu, sanki bir tuval üzerine tablo yapar gibi çalışılan eserlerde, mermer gibi materyallerin yanında değerli taşlar da kullanılmıştır.

Eserlerin en dikkat çeken özelliği ise, konularını günlük yaşamda karşılaşılan sahnelerden almış olmalarıdır. Mozaiklerde aynı zamanda Mitolojik Çağ'a ait figürlere ve o çağa göndermelere rastlanırken, sanat çalışmalarında oldukça sık rastladığımız Hıristiyanlığa ait sembollere pek rastlanmamaktadır. Müzede bugün Büyük Saray mozaiklerinin yanı sıra, İstanbul'un çevresindeki eserlerin mozaikleri de sergilenmektedir.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:21:44 ös
BİNBİRDİREK SARNICI

İstanbul'un en eski kapalı sarnıcı olan Binbirdirek Sarnıcı'nın İmparator Iustinianos döneminde yaptırıldığı bilinir.

Adliye Sarayı'nın hemen karşısında, İmran Öktem Caddesi üzerinde bulunan bu sarnıcın gerçek ismi ise Filoksenus Sarnıcı'dır. Filoksenus'un Romalı bir senatör olduğu bilinmektedir.

Halk arasında “Binbirdirek Sarnıcı” olarak bildiğimiz bu yapıda 224 sütun bulunmaktadır. 64 metre uzunluğunda 24 metre enindeki Filoksenus Sarnıcı, diğer sarnıçlar gibi Osmanlı döneminde çok ilgi görmemiştir.

Sarnıç, yedi yıl gibi çok uzun bir restorasyon çalışmasının ardından 2002 yılında ziyarete açılmıştır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:23:36 ös
BEYAZIT KULESİ

Beyazıt Kulesi, tarihi boyunca pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da, yangın gözlem kulesi olarak inşa edilmiştir.

Beyazıt Meydanı’nda bulunan ve görkemli ana giriş kapısıyla hemen dikkat çeken İstanbul Üniversitesi bahçesinde yer alan kule, bugünkü haliyle ilk olarak 1828 yılında Osmanlı padişahı II. Mehmed tarafından Mimar Senekim Balyan’a yaptırılmıştır. O dönemde, bu alan Seraskerlik Kapısı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1749 yılında Süleymaniye’de yaptırılan İstanbul’un ilk ahşap yangın kulesi, Beyazıt Kulesi, tarihi boyunca pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da, yangın gözlem kulesi olarak inşa edilmiştir.

Hemen ardından Sultan II. Mahmud, ahşap olan bir yangın kulesi daha yaptırdıysa da bu kule yeniçeriler tarafından kundaklanmıştır. 1828 yılında da bugünkü Beyazıt Kulesi inşa edilmiştir.

Kule, bundan sonra bir takım ekleme ve onarımlardan geçerek bugünkü halini almıştır. Beyazıt Kulesi, görkemli duruşu ve şehri kuşbakışı izleme olanağı vermesi nedeniyle, İstanbul’a farklı bir güzellik katmaktadır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:25:32 ös
ALMAN ÇEŞMESİ

Sultanahmet Meydanı'ndaki Hipodrom’un girişinde, görkemli mimarisiyle yer alan Alman Çeşmesi hemen dikkatinizi çekecektir. Alman Çeşmesi, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından II. Abdülhamid'e armağan olarak yaptırıldı. Çeşme, 1901 yılının başlarında şatafatlı bir törenle halkın hizmetine sunuldu.

Alman Çeşmesi'ni sadece bir armağan olarak da görmemek gerekir. 1900'lerin başlarında, Almanya'nın doğuya yayılma politikası doğrultusunda, Osmanlı İmparatorluğu ile yakınlaşması bilinen bir gerçektir. Hatta bu yakınlaşma ileride I. Dünya Savaşı'na aynı saflarda katılmaya kadar gidecektir. Alman Çeşmesi'ni bu nedenle, iki imparatorluğun yakınlaşmasının bir simgesi olarak görmek mümkün.

Planını İmparator II. Wilhelm'in danışmanı mimar Spitta'nın çizdiği çeşme için ayrıca Schoele, Carlitzik ve Joseph Antony gibi başka mimarlar da çalıştı. Ortaya ise Alman neo-rönesansının etkisinde kalan ve aynı zamanda da Osmanlı şadırvanlarına benzeyen bir yapı çıktı. Bunun doğal bir sonucu olarak, çeşme, o dönem Avrupa’sında sıkça rastlanan üstü açık ve etrafı melek motifleriyle süslü çeşmelerin yanı sıra, Osmanlı çeşmelerinden de oldukça farklı bir çizgiye sahip.

Çeşmenin şüphesiz en dikkat çekici ve görkemli kısmı ise kubbesi… Kemerlerle birbirine bağlı, sekiz sütundan oluşan yeşil renkteki kubbe, mozaik tekniği ile süslenmiş. Mozaiklerde ise hammadde olarak altın kullanılmış.

Sekizgen olarak tasarlanan çeşmenin oldukça yüksek bir tabanı bulunuyor. Çeşmenin renkli taşlardan yapılmış ve geometrik motiflerle süslenmiş zemini platform şeklinde tasarlanmış ve kenarlarına ise mermerden oyma kanepeler yerleştirilmiş.

Sultanahmet'e gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken Alman Çeşmesi, bir gösteriş ve ihtişam abidesi olarak meydanı süsleyen onlarca tarihi eserden biri olarak günümüzde de varlığını sürdürüyor.

Sultanahmet Meydanı'nın en görkemli yerine kurulmuş olan Alman Çeşmesi, sadece susuzluğumuzu değil, muhteşem mimarisiyle tarihe olan özlemimizi de gideriyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:27:53 ös
ARKEOLOJİ MÜZESİ

Gülhane Parkı'nın giriş kapısının hemen sağında, Topkapı Sarayı'na çıkan yokuşun üzerinde yer alan Arkeoloji Müzesi, ressam Osman Hamdi Bey tarafından 1891 yılında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşamış tüm medeniyetlere ait eserlerin birarada sergilenebilmesi amacıyla kuruldu. Sultanahmet Meydanı'ndan müzeye ulaşabilmemizi sağlayan yokuşun adı da bu nedenle “Osman Hamdi Bey Yokuşu” olarak anılıyor. İçinde Anadolu, Balkanlar, Mezopotamya, Afrika ve Arap yarımadası gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalan tüm bölgelerde kurulmuş medeniyetlerle ilgili yaklaşık bir milyon eser barındıran müzenin önemi, dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ilk 10 yapı arasında yer alması nedeniyle bir kat daha artıyor.

Müze, Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Arkeoloji Müzesi, 1881 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yapımına başlanan ana bina ile 1902-1908 yılları arasında tamamlanan ek bina, bu bölümde bulunuyor.

 
Neoklâsik bir tasarım anlayışının izlendiği ana binanın mimarı Alexadre Vallaury'nin, binanın tasarımını müzede yer alan İskender ve Ağlayan Kadınlar lahitlerinden esinlenerek oluşturduğu söyleniyor. Ana binanın üst katında çanak, çömlek, toprak heykelcikler, tali eserler, hazine sikkeleri, nişan, mühür ve madalya gibi eserleri inceleyebilirsiniz. Binanın alt katında ise antik çağa ait kabartmalar, heykeller ile İskender ve Ağlayan Kadınlar lahitleri gibi şaheserler ve yine Satrap, Lykia ve Tabnit Lahti gibi Sayda kral mezarlarında bulunan ünlü lahitler yer alıyor. Burada ayrıca arkaik dönemden Bizans dönemine kadar yapılmış heykel çalışmalarından örnekler de bulunuyor.

Ek bina altı kattan oluşuyor. Buranın ilk dört katı, sergi salonu olarak değerlendiriliyor. Giriş katında “Çocuk Müzesi” ile mimari eserler, birinci katta “Çağlarboyu İstanbul”, ikinci katında “Çağlarboyu Anadolu ve Troia” ve en üst katında ise “Anadolu Çevre Kültürleri; Kıbrıs, Suriye - Filistin” sergi salonları yer alıyor.

Şark Eserleri Müzesi
1883 yılında Güzel Sanatlar Okulu olarak yaptırıldı. Osman Hamdi Bey tarafından yaptırılan okul, daha sonra müze olarak düzenlendi. Bu bölümde, Mısır, Arap, Mezopotamya ve Anadolu eserleri sergileniyor. Ancak müzedeki en ilgi çekici koleksiyonu ise 75.000 adet çivi yazılı tablet arşivi oluşturuyor.   

Çinili Köşk
İlk olarak 1472 yılında Fatih Sultan Mehmed döneminde köşk olarak inşa edilen bina, daha sonra müzenin bölümlerinden biri haline geldi. Türk çini sanatını inceleyebilmeniz açısından oldukça doyurucu olan müzede Selçuk ve Osmanlı döneminden kalma yaklaşık 2000 adet parça yer alıyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:29:55 ös
İSTANBUL'UN SURLARI

Jeopolitik açıdan çok önemli bir yerde bulunan ve tarihi boyunca birçok kez fethedilmek istenen İstanbul’un en önemli savunma aracı surlar olmuştur. Büyük bir kısmı maalesef günümüze kadar ulaşamamıştır. Bizans İmparatoru II. Teodosios tarafından inşa ettirilen ve bugüne kadar gelebilen surlar “Haliç Surları”, “Marmara Surları” ve “Kara Surları” olmak üzere üç bölümden oluşur.

Kara Surları, Ayvansaray’ın Haliç kıyılarından Yedikule’nin Marmara Denizi kıyısına kadar uzanan surlara verilen addır. Geç Antik dönemin en gelişmiş savunma yapılarından biri olarak tanımlayabileceğimiz İstanbul Kara Surları, kenti yaklaşık 1000 yıl boyunca kuşatmalara karşı korumuştur. Kara Surları’nın en büyük özelliği diğer surlardan farklı olarak üç engelli şekilde inşa edilmiş olmasıdır. Asıl surlar en arkadadır. Asıl surların önünde bir hendek, hendeğin önünde ise yine surlar vardır. 6.5 kilometre uzunluğundaki bu surlar şehrin Osmanlı İmparatorluğu tarafından kuşatılması sırasında tahrip olmuş, ancak İstanbul’un Osmanlı’nın denetimine geçmesinin ardından onarılmıştır. Günümüze kadar en sağlam şekilde ulaşan surlar da Kara Surları’dır. 

Sarayburnu ile Yedikule arasında yer alan Marmara Surları, sahil şeridi boyunca uzanmaktadır. Surların yapılış amacı, kenti denizden gelebilecek saldırlara karşı korumaktır. Günümüze çok az bir kısmı ulaşmış olan bu surların orjinal uzunluğu 8.5 km kadardır. Duvarların yüksekliği ise 12 - 15 metre arasında değişmektedir. Burç kısımlarında bu uzunluk 20 metreye kadar çıkar. Toplam 188 burç ile 36 kapısı olan bu surların belli bölümleri daha sonraki yüzyıllarda demiryolu ve karayolu yapımı sırasında zarar görmüştür.

Avansaray’dan başlayarak bütün Haliç boyunca devam edip Sarayburnu’na kadar uzanan surlar ise Haliç Surları’dır ve tek bir duvardan oluşur.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:32:39 ös
PİYERLOTİ KAHVESİ

Tarihi Yarımadada bulunan ve adını Fatih Sultan Mehmed'in emriyle İslam dünyası için önemli bir şahsiyet olan Eyüp-el Ensari için yapılmış Eyüp Sultan Camii ve türbesinden alan Eyüp semti, birçok tarihi eserin yanında, bugün artık İstanbul'un simgelerinden biri haline gelmiş Piyerloti Kahvesi'ne ev sahipliği yapıyor.

Altın Boynuz'u tepeden gören ve İstanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip olan Piyerloti Kahvesi, Türk kahvesi, çay ya da nargile içmek için en ideal yerlerden birisi...

 
İstanbul'da “Altın Boynuz” olarak da adlandırılan Haliç'in dünyada eşi benzeri bulunmayan muhteşem manzarasını en iyi görebileceğiniz yer olan Piyerloti Kahvesi, adını aynı zamanda yazar olan Fransız deniz ataşesi Pierre Loti'den alır.

Kahveye Eyüp semtinden arabayla, teleferikle ya da yaya olarak, mezarlıklar içinden geçen patika yoldan ulaşabilirsiniz. Zaten Eyüp semtine varıp da herhangi birine Piyerloti'nin nerede olduğunu soracak olursanız, çevre halkı bu çok bilinen yeri size hemen tarif edecektir.

Eyüp sırtlarından Haliç'e bakan taş bir teras görünümünde olan kahvenin, hafta içi öğle saatleri dışında oldukça kalabalık olduğunu belirtelim. Mekânda hafta sonları, özellikle de terasın ön kısmında manzaraya karşı olan masalardan yer bulmak hayli zor. Kahvenin doyumsuz manzarasının tadını çıkarabilmeniz için buraya erken saatlerde gitmeniz önerilir.

Geleneksel Türk motifleriyle döşenen mekânda, bol köpüklü Türk kahvesi, ince belli cam bardakta çay, bitki çayı ve diğer kahve çeşitlerini tadabilirsiniz. Tabi, bu arada geleneksel nargile keyfini de unutmamak lâzım.

Kahvenin giriş kısmı ve bir bölümünde ise kartpostallar, hediyelik eşyalar ve kitaplar satılıyor. Kahvenin arkasında kalan bölümde ise eski İstanbul evleri şeklindeki konuşlanmış apart oteller, restoran ve kafelerden oluşan bir kompleks bulunuyor.

Pierre Loti kimdir?
1850 - 1923 yılları arasında yaşamış ve gerçek adı Louis Marie Julien Viaud olan yazar, bir okyanus seferi sırasında Büyük Okyanus'ta yetişen bir çiçeğin adı olan Loti takma adını kullanmaya başlamıştır.

Mesleği nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini gezen Loti, İstanbul'a geldiğinde şehirden ve Osmanlı kültüründen oldukça etkilenmiş, bu nedenle de şehri defalarca ziyaret etmiştir.

 
Loti'nin şehirde en sık ziyaret ettiği yerlerden biri de Eyüp mezarlığının sırtlarında bulunan “Rabia Kadın Kahvesi”dir. Özellikle nargileye meraklı olduğu bilinen Loti'nin, sık sık bu kahveye gelerek nargile içtiği ve etraftakilerle sohbet ettiği bilinmektedir. 
 
Loti, daha sonra “Aziyade” isimli bir roman yazmıştır. Eleştirmenler tarafından olumlu eleştiri alarak geniş kitleler tarafından tanınan yazarın, romanda bahsettiği “mukaddes dağ”ın sürekli geldiği Rabia Kadın Kahvesi olduğu da iddia edilmektedir. Ayrıca yine romanın ismini, yazarın İstanbul'da tanıştığı Aziyade isimli bir kadından aldığı da söylenmektedir.

Zaman içerisinde pek çok kişi tarafından değişik isimler altında işletilen kafenin ismi daha sonra, buraya âşık olan yazarın anısına Piyerloti Kahvesi olarak değiştirilmiş ve günümüze kadar da öyle gelmiştir.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:34:33 ös
KUMKAPI

İstanbul’un Eminönü ilçesine bağlı olan Kumkapı semti, Bizans döneminde bir balıkçı köyü olarak kurulmuştur. Osmanlı döneminde de yemeye, içmeye ve eğlenmeye düşkün gayrimüslim vatandaşların yaşadıkları bir bölge olma özelliğini sürdüren semtte, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden günümüze kadar ulaşmış kilise gibi tarihi yapılar görebilmek mümkündür.

 
Bugün de Kumkapı denince akla ilk gelen şey yine “yeme-içme” ve “eğlence”dir. İstanbul’un en önemli turistik bölgelerinden olan semt, şehirde yaşayan Türk, Ermeni ve Musevi vatandaşların ortak bir kültürü olan “meyhane”lerin toplandığı en önemli merkezdir. Semtteki Arnavut kaldırımıyla döşenmiş sokaklara taşan masalar, akşamın ilk saatlerinden itibaren yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından doldurulmaya başlar.

Meyhanelerin mönüsünde, topik, fasulye pilaki, Çerkez tavuğu, fava, humus, haydari, acılı ezme, lakerda ve midye dolma gibi geleneksel Osmanlı mezeleri yer almaktadır. Mezelerden sonra ana yemek olarak mevsimine göre değişen taze balık çeşitleri sunulur. Yemeğe ise yine geleneksel bir Türk içkisi olan “rakı” eşlik eder. Meyhanelerde dileyenler için şarap gibi diğer alkollü içecekler de bulunmaktadır.

Her masada farklı dilden bir sohbete tanık olabileceğiniz Kumkapı’da yemek sırasında keman, darbuka ve klarnetten oluşan gezici müzisyenler eşliğinde geleneksel Türk müziklerini dinleme (fasıl) ve bazı meyhanelerde ise oryantal dans şovu izleyebilme olanağına da sahip olabilirisiniz.

 
İstanbul’u ziyaret eden yerli ve yabancı misafirlerin gitmek için tercih ettikleri yerlerin başında gelen ve akşam olunca tamamen bir şenlik alanına dönüşen Kumkapı’daki bu eğlence sabah 05.00’e kadar devam etmektedir.

Meyhanelerin çoğu, uzun saatler süren eğlencenin ardından yorulan ve alkol alan ziyaretçilerine, Kumkapı’dan ayrılmadan önce ertesi güne daha dinç ve sağlıklı uyanabilmeleri için özel terbiyeli çorbalar ikram ederler.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:36:25 ös
CAFERAĞA MEDRESESİ

"Soğukkuyu” olarak da adlandırılan Caferağa Medresesi, Sultanahmet'teki Zeynep Sultan Camii'nin tam karşısında yer alıyor.

1559 yılında yani Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan tarafından inşa edilen medrese, mimarisi ile de oldukça dikkat çekiyor. “Türk Kültürüne Hizmet Vakfı” tarafından restore edilerek bir eğitim kurumuna dönüştürülen Caferağa Medresesi'nde bugün ebru, hat, tezhip, minyatür ve vitray gibi klâsik Türk sanatlarıyla ilgili 20'nin üzerinde kurs veriliyor.

Kafeye dönüştürülen medrese avlusu, gerek kursiyerler gerekse Sultanahmet'i keşfe çıkıp da yorulanlar ya da bu tarihi atmosferi yaşamak isteyenler tarafından oldukça yoğun ilgi görüyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:38:48 ös
SÜTUNLAR

Dikilitaş
Sultanahmet Meydanı'nda, Roma ve Bizans döneminden kalma taş sütunlar arasında en ilginci kuşkusuz Dikilitaş'tır. Taş kaideleri tanımlamak için kullanılan “dikilitaş” terimi, meydanın en büyük ve ilgi çekici kaidesinin özel ismi olarak da kullanılmaktadır.

Hiyerogliflerle süslü bu Mısır dikilitaşının İstanbul'a geliş hikâyesi ise oldukça ilginçtir: M.Ö 1502 - 1488 yılları arasında yaşadığı sanılan Mısır hükümdarı III. Thutmosis tarafından M.Ö 1450'de diktirilen taş, yıllarca eski Mısır'ı süslemiş bir eserdir.

Roma İmparatoru I. Constantinus, yeniden kurduğu ve kendi adını verdiği şehri süsleyebilmek için çeşitli yerden topladığı anıtları İstanbul'a getirmesiyle ünlüydü. Bu taşın Mısır'da İstanbul'a getirilmesi girişimi de ilk olarak I. Constantinus zamanında, kendisinin oğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ancak İskenderiye'ye kadar getirilen anıtın İstanbul'a ulaştırılma girişimi başarısız olmuş ve anıt orada bırakılmıştır.

 
Dikilitaş, daha sonraki yıllarda İmparator İulianus tarafından İstanbul'a getirilmiştir. İstanbul'a getirildikten sonra mermer bir kaide üzerine oturtulmuştur. Bu kaidelerin iki tarafında Grekçe ve Latince kitabeler vardır, diğer iki tarafında da taşın dikildiği alan olan hipodromdaki at yarışları tasvir edilmiştir. Anıtın Karnak'ta yer alan Amun - Ra mabedinin üzerine yer alan resimlerinden yaklaşık 1/3'lük kısmı eksiktir, ancak bunun nedeni bilinmemektedir.

Dikilitaşın dört yüzünde de hiyeroglifler yer almaktadır. Hiyerogliflerde sık sık Mısır Tanrısı Amun - Ra ile Thutmosis figürleri görülür. Taşın en tepesindeki piramit kısımda bulunan dikdörtgen çerçevede ise yine firavunla Tanrı elele tasvir edilmiştir.

Yılanlı Sütun
Yılanlı Sütun... Büyük Konstantin tarafından Delfi şehrinden İstanbul'a getirtilip diktirilen bu sütun, Helenistik döneme ait abidelerin en eskisi... 29 burmadan oluşan ve üstündeki üç yılan başına kadar 8 metre yüksekliğindeki anıtta, birbirlerine sarılmış olan yılanların vücutları 6,5 metre yükseklikte birbirlerinden ayrılıyordu. Yılanların başları üzerinde üç ayaklı bir altın vazo bulunduğu rivayet ediliyor.

Üç başlı ejderha şeklinde olan bu direğin, akrep, çıyan ve yılan gibi hayvanları kentten uzak tutuğuna inanılırdı... Evliya Çelebi tepedeki bu objenin etkisini nasıl yitirdiğini şöyle açıklar: "Başının birisini bir yeniçeri kılıçla vurarak kırmıştır. O anda direğin tılsımı tamamen bozulmuş ve İstanbul'un içine yılan, çıyan, akrep ve benzeri hayvanlar dolmuştur. Denildiğine göre yarı yüksekliği, Sultan Ahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır."

Milyonbar
Milyonbar, bir demir direğin çevresinde örülen 300 bin kadar taştan yapılmış ve bugüne kadar gelebilmiş bir büyük anıt... Sütunu yaptıran VII. Konstantin sütunun tepesine, ortadaki demir mile tutturulan mıknatıslı bir taş koydurarak mıknatısın demiri çekme özelliğinden ötürü bu sütunun kıyamete kadar yıkılmasını engellemeyi bile düşünmüştür.

 
Gotlar Sütunu
Roma devrinden kaldığı bilinen Gotlar Sütunu, Gülhane Parkı'nda yer almaktadır. Eserin 4. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Ayrıca anıtın kim tarafından inşa ettirildiğine dair çeşitli görüşler vardır. Kimi tarihçiler, anıtın Roma İmparatoru II. Claudius, kimisi de I. Theodosius tarafından inşa ettirildiğini ileri sürmektedir.

Ancak tüm tarihçiler, anıtın Romalıların Gotlara karşı kazandığı bir zafer sonrasında dikildiği görüşünde birleşir. Çünkü anıtın üzerindeki kitabede Gotlara karşı kazanılan zaferden bahsedilmektedir. Ancak kabartma yazı ile yazıldığı anlaşılan kitabe, günümüzde oldukça silik durumdadır. 

Mavi damarlı mermerden inşa edilmiş olan anıt 15 metre boyundadır. Anıtın tepesinde yer alan ve korint üslubunda olan başlık ise günümüze kadar olduğu gibi korunabilmiştir. 

Çemberlitaş (Konstantin Sütunu)
Sultanahmet Meydanı'nı Beyazıt'a bağlayan yol üzerinde yer alan Çemberlitaş Sütunu, İmparator I. Constantinus zamanında (330), Roma İmparatorluğu'nun başkentinin Roma'dan İstanbul'a getirilmesi vesilesiyle dikilmiştir.

Yeni başkent şerefine dikilen anıt, günümüze orjinalinden daha kısa hali ile gelebilmiştir. Ayrıca anıtın üzerinde bir zamanlar yer alan Constantinus'un güneş tanrısı pozu da yine günümüze gelemeden yokolmuş önemli ayrıntılar arasındadır. Anıtta yer alan mermer başlıklar 12, alttaki takviye kısmı ise 18. yüzyıla aittir.

Anıt, tarihte İstanbul'da meydana gelen yangınlardan oldukça etkilendiği için, günümüze demir çemberlerle korumaya alınmıştır. Ayrıca anıtla ilgili yüzyıllardır dile getirilen bir söylenti de ilgi çekicidir: Buna göre, sütunun dibindeki bir küçük odada, Hıristiyanlığa ait kutsal emanetler yer almaktadır...
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:40:35 ös
MİNİATÜRK

Edirne Selimiye Camii'nden Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı'na ne kadar zamanda gidebilirsiniz? Peki, Trabzon'daki Sümela Manastırı'ndan Antalya'daki Yivli Minare'ye? Evet, bunların her biri Türkiye'nin bir başka ucunda...

Üstelik dahası da var: Selanik'te, Cumhuriyetin kurucusu ulu önderimiz Atatürk'ün doğduğu ev ile Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı da aynı gün görebilirsiniz. Hem de yan yana... Konya'daki Mevlana Türbesi'ni, İngiltere'deki Halikarnas Mozolesi'ni, Anıtkabir'i, Süleymaniye Camii'ni ya da Nemrud Harabeleri'ni... Peki, size hepsini birkaç saat içinde görebileceğinizi söylesek... Nasıl mı? 
Hepsini bir arada görebileceğiniz çok özel bir müze var: Haliç kıyısındaki Türkiye'nin ilk ve tek minyatür parkı: Miniatürk! Burası, Türkiye ve çevresindeki önemli tarihi eserlerin minyatür maketlerinin sergilendiği bir minyatür kent olarak karşımıza çıkıyor.   

Miniatürk'ün en büyük özelliği tüm Türkiye'yi doğudan batıya, kuzeyden güneye geziyormuşsunuz hissi vermesi... Antik Çağ'dan Roma'ya ve Bizans'tan Selçuklu ve Osmanlı'ya kadar bu topraklarda hüküm sürmüş ve iz bırakmış her medeniyet Miniatürk'te buluşuyor

70'e yakın sabit ve yüzlerce hareketli maketin yer aldığı, toplam 60.000 metrekare alana kurulu bulunan Miniatürk'ü ünlü Türk besteci Fahir Atakoğlu'nun müziği eşliğinde gezebilirsiniz. Yine eserlerin yanındaki Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça olmak üzere altı farklı dilde bilgi veren sesli rehberlik sistemi ile de mekânda yer alan yapılarla ilgili detaylı bilgi alabilirsiniz.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:42:25 ös
FENER RUM ERKEK LİSESİ

Tarihi Yarımada’da yer alan Fener semti, İstanbul’un sahip olduğu gizli hazinelerden biridir. Haliç sırtlarında yer alan semt, gerek tarihi gerekse kültürel değeri ile İstanbul’u keşfe çıkanların her dem merakını cezbetmeyi başarmıştır. Aynı zamanda, Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin 1601 yılından beri Aya Yorgi Kilisesi’nde faaliyetlerini sürdürmesi nedeniyle de Fener semti, Rumların manevi başkenti gibidir.

Şimdi bu semtte yer alan ve bir okuldan çok gizemli bir şatoyu andıran bir mekâna; Fener Rum Erkek Lisesi’ne doğru yola çıkalım...

Patrikhanenin hemen arkasında, Sancaklar Yokuşu’nda yer alan okul, tamamen Fransa’dan getirtilen kırmızı tuğlalardan inşa ettirildiği için halk arasında “Kırmızı Okul” diye de anılmaktadır. Haliç boyunun her iki tarafından da görülebilen okul, kırmızı rengi ve kubbeli ilginç mimarisi ile hemen dikkat çeker.

Okul, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden önce patrikhanenin himayesinde “Patrikhane Akademisi” adıyla faaliyet gösteren bir eğitim kurumuyken, fetihten sonra eğitime bir süre ara verdi. Daha sonra Fatih Sultan Mehmed’in izniyle faaliyetlerine devam eden okul, şimdiki binasına yerleşmeden önce “Fener Rum Okulu” ismiyle şehrin çeşitli semtlerinde eğitime devam etti.

Bugünkü bina ise mimar Dimaolis tarafından 1881 yılında yapılmıştır. Kırmızı renginin yanı sıra, kendine has bir mimari çizgisi de olan binanın tasarımında hiç bir üsluba bağlı kalınmamıştır. Oldukça yüksek tavanlara sahip olan okulda, tören salonun duvarlarını süsleyen Homeros’un İlyada Destanı’ndan ilham alan mitolojik temalı yağlıboya tablolar oldukça dikkat çekicidir. Sütün başlıkları, zekânın simgesi baykuş ve kuş figürleri ile tören salonu, adeta bir Yunan tapınağının mistik havasını çağrıştırır.

Edebiyat ve tarih ağırlıklı bir eğitimin verildiği okulda bir zamanlar sadece erkek öğrenciler eğitim görüyordu. Günümüzde ise okulda az sayıda öğrenci ile karma eğitime devam ediliyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:45:06 ös
HİPODROM

Osmanlılar zamanında “At Meydanı”, Roma ve Bizanslılar tarafından ise “Hipodrom” olarak adlandırılan Sultanahmet Meydanı, birçok medeniyet tarafından İstanbul'un merkezi olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle de imparatorluklar, en görkemli eserlerini bu bölgeye inşa etmiştir.

Bizans döneminde bugünkü Sultanahmet Camii'nin hemen önünde yer alan Hipodrom'da, tekerlekli araba yarışları yapılıyordu. Arabalar, Dikilitaş, Yılanlı Sütun ve Milyonbar anıtlarının yer aldığı, “Spina” olarak adlandırılan bu alanın etrafında dönüyordu. Ayrıca, eğlenceler, taç giyme merasimleri ve zafer alayları gibi birçok önemli etkinliklerin de yapılması nedeniyle meydan, şehrin en merkezi bölgesiydi.

Genişliği 117, uzunluğu ise 480 metre olan Hipodrom, 100 bin kişilik bir kapasiteye sahipti. Birçok eserin sergilendiği duvarlarda, at heykelleri dikkat çekiyordu. Kentin Latinler tarafından istila edilmesiyle bu heykeller Venedik'teki San Marco Meydanı'na götürülmüştür. Hipodrom'da İmparatorluk Sarayı, anıtsal ibadethaneler ve bugünkü Topkapı Sarayı'nın bulunduğu alanda ise Akropolis inşa edilmiştir.

Osmanlılar İstanbul'u fethettikten sonra, araba yarışlarının yapılması nedeniyle bu bölgeye “At Meydanı” adını vermiş ve şehrin merkezi olarak da bu bölgeyi seçmişlerdir. Topkapı Sarayı'nın meydana oldukça yakın bir yere inşa edilmesi de bunun en önemli göstergesidir.

16. yüzyılda, meydanda İbrahim Paşa Sarayı, Sokullu Mehmet Paşa ve Ayşe Sultan sarayları bulunmaktadır. Hürrem Sultan (Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi) tarafından Mimar Sinan'a 1555'te yaptırılan Haseki Hürrem Hamamı da meydana renk katmıştır. Bölgeye bugünkü ismini veren ise Sultanahmet Camii'dir.

Cumhuriyetin ilanından sonra turistik bir çehreye bürünen meydanda, bugün daha çok oteller, pansiyonlar, restoranlar ve mağazalar yer alır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:47:14 ös
AYA İRİNİ KİLİSESİ 

 Bizans'ın Ayasofya'dan sonra en büyük ve en eski kiliselerinden biri olan Aya İrini'yi 330'lu yıllarda İmparator Konstantinus inşa ettirdi. Aya İrini, aynı zamanda o dönemlerde Hristiyanlığı yaymaya çalışan bir azizenin de adıdır. Putperestlerin öldürmeye çalıştığı Aya İrini, yılanlarla dolu bir kuyuya atılmasına ve taşlanarak yerlerde sürüklenmesine rağmen mucize eseri ölmemiştir. Bu olağanüstü olayları gören putperestlerin çoğu da Hristiyan olmuş ve İrini ise halkın gözünde azize mertebesine yükselmiştir. Tek tanrılı dinin savunucusu İmparator Konstantinus yaptırdığı kiliseye bu azizin ismini vermiştir. Ahşap olarak inşa edilen kilise, 532 yılında Nika Ayaklanması sırasında yanmıştır. Bu ayaklanmada Ayasofya'nın da yandığı bilinmektedir. İmparator İustinianos, Ayasofya ile birlikte Aya İrini'yi de yeniden inşa ettirmiş, ancak yapı 564 yılında tekrar yanmıştır. Bundan sonra meydana gelen depremler de kiliseye zarar vermiştir.

Her defasında yeniden onarılan kilise, İstanbul'un fethinden sonra yeni bir döneme girmiştir. Topkapı Sarayı'nın inşasıyla, sarayın avlusu içinde kalan Aya İrini uzun bir süre silah deposu olarak kullanılmıştır. 1869 yılında kilise farklı bir işlev üstlenerek müze haline getirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk müzesi olan ve uzunca bir süre bu şekilde kullanılan Aya İrini Kilisesi, günümüze gelen atriumlu (etrafı varaklarla çevrili avlu) tek kilisedir.

Ayasofya Müzesi'nden alınan özel izinle gezilebilen bu ruhani mekân, akustiğinin de uygun olmasından dolayı çeşitli kültür-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor.
 
 
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:48:49 ös
ARASTA ÇARŞISI

İstanbul’da kendinize ya da sevdiklerinize şöyle el emeği göz nuru bir el halısı ya da kilim almak istiyorsanız, hiç tereddüt etmeden rotanızı Arasta Çarşısı’na çevirin deriz.

Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Arasta Çarşısı, 17. yüzyıldan bu yana, İstanbul’un en ilgi çeken alışveriş yerlerinden biri oldu. Osmanlı döneminde, ağırlıklı olarak sipahi (atlı asker) malzemeleri satıldığı için Sipahiler Çarşısı olarak da anılırdı.

1912 yılında çıkan bir yangında ağır hasar gören Arasta Çarşısı, 1980’li yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildi.

Yetmişten fazla dükkânın yer aldığı Arasta Çarşısı’nda, ülkenin dört bir yanından gelen el dokuması halı ve kilimler sergileniyor. Yerli ve yabancılar tarafından çok ilgi gören bu halılardan bazıları antika değerinde, bir kısmı ise orijinal modellerine sadık kalınarak yeniden üretilmiş. Bu çarşıda sadece halı ve kilim yok. Lületaşı gibi doğal taşların yanı sıra, altın ve gümüş takılar ile deriden yapılan çeşitli hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz.

Arasta Çarşısı, İstanbul’daki üstü açık tarihi çarşılardan kalan son örnek olması dolayısıyla da ayrı bir önem taşıyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:52:24 ös
HAMAMLAR

İnsanların banyo yapabilmek için şehirlerde kapalı yerler inşa etmesi, ilkçağlara kadar uzanan bir gelenektir. Bu gelenekten Roma ve Bizans İmparatorluğu da nasibini almıştır.

Osmanlı İmparatorluğu İstanbul'u fethettikten sonra, var olan hamamları muhafaza etmenin yanı sıra, şehrin çeşitli yerlerine de pek çok yeni hamam inşa etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda var olan sosyal yaşamın en renkli bölümlerinden birini oluşturan hamamlar, yüzyıllardır dünyadaki diğer toplumlar tarafından da en çok merak edilen yerlerin başında gelir.

Büyük, yüksek kubbeleri ile mermerden yapılmış göbek taşları ve sadece temizlenmenin değil, şehirde gerçekleştirilen pek çok eğlencenin de merkezlerinden biri olması, hamamlara duyulan ilginin günümüze dek sürmesine neden olmuştur.

 
Halkın buluşma noktası: Hamamlar
Osmanlı İmparatorluğu'nda kadın ya da erkek, herkes haftada en az iki kere hamama giderdi. Çoğu evde küçük “ev hamamları” da olmasına rağmen, halkın büyük bir bölümü, haftanın en az bir kaç gününü hamamlarda temizlenmek için ayırırdı. Çünkü hamamlar, bir temizlenme mekânı olmasının yanı sıra, özellikle kadınlar için bir araya gelme, oğullarına evlenebileceği kızları beğenme ve genç kızlar içinse “görücüye çıkma” yeriydi. Özellikle kadınlar tarafından düzenlenen hamam sefalarında, dansözler eşliğinde yapılan sazlı-sözlü ve yemekli eğlenceleri de unutmamak gerekir tabi...

Erkekler için de hamam, dostlarla birlikte olmak, sohbet etmek, bazen iş konuşmaları yapmak için bile kullanılırdı. Erkeklerin de hamam keyfine yemek ve meyve eşlik ederdi.

Geçmişteki gibi bir hamam geleneğinin günümüzde de tam anlamıyla yaşatılabildiğini söyleyemeyiz. Ancak hamamlar yine de Türk halkı tarafından çok seyrek de olsa gidilerek gerçek temizliğin sağlanabildiği ve nostalji keyfinin yaşandığı yerler olarak görülür. Yabancı ziyaretçilerin ise keşfetmek istedikleri mekânların başında gelir.

Peştemal, takunya, sıcaklık, göbek taşı, kurna…
Türk hamamlarında önce soyunma kabinine girip kıyafetlerinizi çıkarır ve size verilen kareli “peştemal” kumaşlara sarınırsınız. Ayağınıza ise “takunya” adı verilen özel hamam terliklerinden giyersiniz. Burada dikkat etmeniz gereken ıslak zeminde ahşap ve yüksek tabanlı bu terlikle kayıp düşmemek olacaktır.

 
Hamamlardaki ana bölümü “Sıcaklık” adı verilen yer oluşturur. Türk hamamı mimarisinde “sıcaklık”ların daima yüksek bir kubbesi vardır. Yine bu bölümde duvarlara yapışık olarak duran, mermerden yapılmış ve sıcak suyun olduğu “kurna”lar yer almaktadır. Kurnalardan bakır hamam tası aracılığıyla su dökülerek sabunlanma ve durulanma temizlenme işlemi yapılır.

Sıcaklıkta daha önce bahsettiğimiz kubbelerin tam altına denk gelen yerlerde ise yine mermer bir kaideden yapılmış ve yerden biraz yüksek “göbek taşı” adı verilen bir platform bulunur. Dileyenler, göbek taşına yatarak önce kese ardından da sabunlama ve masaj yaptırabilir. Göbek taşında bu hizmeti sunan erkek görevlilere “tellak”, kadınlara ise “natır” adı verilir.

Hamamlarda “halvet” adı verilen özel banyo odaları da yer almaktadır.

Çemberlitaş Hamamı

İstanbul'da hamam denince ilk akla gelen yerlerdendir. 1584 yılında Mimar Sinan tarafından tasarlanan hamam, Osmanlı padişahı III. Murad'ın annesi Nûrbanû Sultan tarafından yaptırılmıştır. Sultan, hamamı Üsküdar'da yer alan Atik Valide Sultan Külliyesi'ne yardım sağlayabilmesi amacıyla yaptırmıştır. Böylece hamamdan elde edilen gelir de Külliye’ye devredilmiştir,

Birbirinin tamamen benzeri bir “çifte hamam” olarak tasarlanan bu yapıdaki hamamlardan biri kadınlara, diğeri ise erkeklerin kullanımına ayrılmıştır.


Cağaloğlu Hamamı
Osmanlı Sultanı I. Mahmud tarafından Ayasofya Camii'ne gelir getirebilmesi amacıyla yaptırılmış bu hamam, Eminönü ilçesinin Cağaloğlu semtinde yer almaktadır. Mimarının kim olduğu bilinmemekle birlikte yapı, klâsik Osmanlı mimarisi ve Barok üslubu ile dikkat çeker. Bu hamam da tıpkı Çemberlitaş Hamamı gibi hem erkekler hem de kadınlar için ayrı bölümleri bulunan bir çifte hamam olarak inşa edilmiştir.



Süleymaniye Hamamı
1557 yılında yapılan ve Mimar Sinan tarafından “Kalfalık eserim” diye nitelendirilen Süleymaniye Hamamı, o yıllarda Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan'ın en sık ziyaret ettiği yerlerden biriydi. Hamam, daha önceki sayfalarımızda bahsettiğimiz Süleymaniye Camii'ni içeren Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçasıdır.

Sultan Süleyman'ın banyo yaptığı loca hâlâ hamamın içinde yer almaktadır. Günümüzde tamamen turistik bir tesis olarak işletilen hamamda, kadın ve erkekler bir arada banyo yapabiliyor.


Galatasaray Hamamı
Galatasaray Hamamı, İstanbul'un en merkezi yerinde yaralan ve özellikle turistik açıdan en çok ilgi gören hamamlardan biridir. 1715 yılında halka açık bir cami hamamı olarak yapılmıştır. O günden beri popülerliğini korumuş, zaman içinde de çeşitli tadilatlar geçirmiştir. Mimari olarak klâsik Türk hamamı çizgilerine sahiptir.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:54:19 ös
KARİYE MÜZESİ

Tarihi Yarımada’da yer alan Fatih ilçesinin Edirnekapı semtinde bulunan Kariye Müzesi, Bizans resim sanatının son dönemine ait şaheserleri barındırması açısından oldukça önemli bir merkezdir.

 
Kariye Müzesi'nin tam olarak ne zaman inşa edildiğine dair kesin bir veri yoktur. Tarihi kaynaklara göre, bir zamanlar kentin surları dışında kalan eski şapelin yerine, İmparator Iustinianos (669 – 711) zamanında bir kilise yaptırılmıştır. Eski Yunanca “b” sözcüğünden gelen “kariye” “kent dışı” anlamına gelmektedir.

Çeşitli onarımlardan geçerek varlığını devam ettiren yapı, 11. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise, dönemin imparatoru I. Aleksios'un kayınvalidesi Maria Doukania tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Latin istilası sırasında oldukça yıpranan kilise, şehrin ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından onartılmış, kilisenin sahip olduğu muhteşem mozaik ve freskolar ise yine bu dönemde eklenmiştir.

İstanbul'un fethinden sonra da kilise olarak hizmet veren Kariye, önce camiye çevrilmiş, Cumhuriyet'in ilânını izleyen yıllarda ise müzeye dönüştürülmüştür. Cami haline getirilmesi sırasında boyanmak ya da yok edilmek yerine üzeri kapatılan mozaik ve freskolar, bu doğal korunma nedeniyle günümüze kadar mükemmel şekilde ulaşabilmiştir. Bu muhteşem eserler, 1948 ile 1958 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen çalışmalar ile de tekrar ortaya çıkarılmıştır. 

 
Burada yer alan mozaik ve freskoların en büyük özelliği, Bizans resim sanatının son dönemine ait en güzel örnekler olmasıdır. Eserlere derinlik verilmiş ve figürlere hareket kazandırılmıştır. Mozaikler, Hıristiyanlığın doğuşu ve İsa'nın hayatına ilişkin hikâyeleri anlatmaktadır: İsa'nın doğumu, meleğin Yusuf'a görünüp Meryem'i alıp gitmesini öğütlemesi, felçlilerin iyileştirilmesi vb…

Ana kiliseye giriş kapısının üzerindeki mozaik ise oldukça dikkat çekicidir. Bu mozaikte, kiliseyi onartan ve mozaiklerle süsleten Theodoros Metokhites, İsa'ya kilisenin maketini verirken tasvir edilmektedir. Mozaikler arasında dikkat çeken bir diğeri ise İsa'nın ortada olduğu, solunda Meryem, Meryem'in altında ise İsaakios Kommenos'un yer aldığı mozaiktir. İsa'ın solunda ise bir rahibe görülmektedir.

Müzede yer alan mozaiklerin bir diğer özelliği ise Meryem'in İncil'de yer alamayan hayat hikâyesinin de anlatılmasıdır: Meryem'in dünyaya gelişi ve bebekliği, Cebrail'in Meryem'e bir bebeği olacağını haber vermesi… Kilisenin ana bölümünde ise Meryem'in ölümü resmedilmiştir. Ancak apsiste görülen “Diriliş” sahnesi, bir şaheserdir. Sahnenin üst kısmında ise “Son duruşma” sahnesi yer almaktadır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:56:07 ös
SOĞUKÇEŞME SOKAĞI

Tarihi Yarımada’da yer alan Soğukçeşme Sokağı'nın geçmişi 8. yüzyıla kadar dayanıyor. Sokak, ismini 1800 yılında yapılmış bir çeşmeden almaktadır. Roma İmparatorluğu'ndan kalma bir sarnıç, su depoları ile eski İstanbul evlerinin de yer aldığı Soğukçeşme Sokağı, tarihi bölgenin karakteriyle de eşsiz bir uyum gösteriyor.   

 
1980'li yıllarca ciddi bir restorasyon çalışmasından geçen Soğukçeşme Sokağı'nda yer alan dokuz bina pansiyon, Roma döneminden kalma sarnıç ise taverna olarak hizmet veriyor. Trafiğe kapalı olan bu sokaktaki her evin de kendine has özel bir ismi bulunuyor: Yaseminli Ev, Hanımelili Ev, Güllü Konak, Mor Salkımlı Ev gibi... Geleneksel Türk mimarisinin bir örneği olan evlerin dekorasyonunda ise 19. yüzyıl üslubu göze çarpıyor. Kadife perdeler, konsollar, büyük aynalar göze ilk çarpan detaylar arasında…

İstanbul Kitaplığı
Soğukçeşme Sokağı'nda yer alan bir diğer önemli yapı ise İstanbul Kitaplığı… Kütüphane, geçtiğimiz yıllarda yitirdiğimiz, İstanbul'un birçok sokağı ve bölgesi için önemli ve anlamlı projelere imza atmış olan, İstanbul aşığı Çelik Gülersoy tarafından kuruldu. 1990 yıllında kapılarını ziyaretçilere açan kütüphanede, İstanbul hakkında 10 bini aşkın nadir kitap yer alıyor. İstanbul'un köklü tarihinin tüm tanıklarına rastlayabileceğiniz bu kütüphanede, tarihi bir mekânda kitap okumanın tadına varabilirsiniz.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: Hamlet - Nisan 18, 2007, 02:57:39 ös
Hocam naptin sen yaa... yavas biraz, ayrica bari basliklari kalin yada renkli yazsaydinda, insanlar ilgilendigi basliklari okusaydi. Kitabi komple koymussun foruma :D

Guzel bilgiler ama saol.

Yani guzeldir herhalde, daha okumadim :D
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 02:58:23 ös
FENER RUM PATRİKHANESİ

45 milyonluk Ortodoks dünyasının merkezi olan Fener Rum Patrikhanesi nedeniyle, İstanbul ve dolayısıyla Fener semti, Ortodoksların manevi başkenti sayılmaktadır. Yunanistan kralı Konstantin'in torunu Prenses Maria Olimpia'nın vaftiz töreni de bu patrikhanede gerçekleştirilmiştir.

Sadrazam Ali Paşa Caddesi'nde yer alan Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks Rumlarının en kutsal mekânıdır. 1601 yılında bugünkü binasına taşınan Patrikhane, şimdiki görüntüsüne 1800'lü yıllarda yapılan kapsamlı bir restorasyonla kavuşmuştur.

 
Fener Rum Patrikhanesi'nin tarihi 12. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Patrikhane'nin tarihi ibadet yeri olan Aya Yorgi Kilisesi 1601'e kadar “Kadınlar Manastırı” olarak kullanılmıştır.

Patrikhane'nin kütüphanesi dünyanın en önemli arşivlerinden biridir. El yazması eserler, padişah fermanları, minyatür, resim, gravür, fotoğraf gibi dokümanlar kütüphanede özenle korunmaktadır.

Patrikhaneye üçlü bir kapıdan girilir. Basamaklardan yukarı doğru çıkıldığında ana kapı ile karşılaşılır. Ancak günümüzde bu kapı kapalı tutulduğu için giriş, hemen soldaki kapıdan yapılır. Bu kapıdan patrikhane kilisesi olan Aya Yorgi'ye geçilir.

Mevcut binanın ilk yapısı “Burç Kilisesi” diye anılan “Kadınlar Manastırı”dır. Patrik II. Timoteos zamanında yeniden inşa edilerek 1614 yılından sonra “Ortodoks Rum Patrikhanesi Kilisesi” olarak kullanılmaya başlandı. Bina, bir rivayete göre 1701'de Osmanlı padişahı I. Mustafa'nın, bir diğer rivayete göre de padişah III. Ahmed zamanında baş vezirin emriyle 1704 yılında yıkıldı. Bazilika şeklinde inşa edilen bina, 1720 tarihinde yeniden yapıldı, 1798 yılında ise bir tamir daha geçirdi.

Kilisenin ana ibadet mekânı 12 sütun üzerine inşa edilmiştir. 12 havariyi ifade eden bu sütunlar üzerinde de havarilerin tasvirleri yapılmıştır. Çeşitli kiliselerde bulunan taşınabilir üç mozaik ikon da burada yer alır.

Bu ikonlardan dünyada sadece on ya da on beş tane bulunduğu bilinmektedir. İkonalardaki tahta oymacılığı (ikonostasion) gerçekten etkileyicidir. Söylentiye göre, iki usta bunun üzerinde kırk yıl çalışmıştır. Kilisenin sağ tarafındaki demir kaplamadan görülen sütun parçasında bir delik vardır ki, bunun da İsa'nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılır.

Patriklik tarihi
Patriklik M.S 34'te kuruldu. 325'e kadar bugünkü Gümüşhane'de gizli bir kilisede çalıştı. 313'te Hıristiyanlık yasak din olmaktan çıktı. Patriklik, İstanbul'a, Galata bölgesine taşındı.

330 – 360 yılları arasında şimdiki Aya İrini Kilisesi'nin eski binasındaydı. 360'da eski Ayasofya'ya taşındı. 532'de yeni Ayasofya yapılırken İstanbul'da bilinmeyen bir yere geçti. 537'de, yeni Ayasofya'ya taşındı. 1204'te Latin istilası sırasında İznik'e sığındı. 1261'de İstanbul'a dönerek 1453 yılına kadar orada kaldı.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettikten sonra II. Gennadios'u patrik ilân etti. Patrikhane, Oniki Havariler Manastırı (Fatih Camii'nin yeri), Çarşamba'da Pammakaristos Meryem Ana Manastırı, Fener'deki Meryem Ana Kilisesi ve Ayios Dimitrios Kilisesi'nde görev yaptı.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:01:09 ös
Saol  Hamlet,başlıklar için kusura bakmayın artık,bu kez böyle oldu,umarım okudukça beğenirsiniz.. :) 
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: Hamlet - Nisan 18, 2007, 03:03:09 ös
Ben yavas diyorum... bu ezip gecip devam ediyor...
Seninki mum isiginin aydinligini yaymak degil, sanki gozune spot tutmak gibi oldu :D

Elbet okuruz. O kesin ama biraz surecek okumamiz oyle gorunuyor.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:03:34 ös
GÜLHANE PARKI

Tarihi yarımadayı keşfederken mola verebileceğiniz yerlerin başında gelen Gülhane Parkı, şehrin en eski parklarından biri olarak kabul edilir. Topkapı Sarayı, Sarayburnu ve Çizme Kapısı üçgeninin arasında yer alan hafif eğimli bir alanda yer alır. İstanbul'da yaşamış tüm medeniyetlere ait izler taşıyan park aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti için önemli olayların cereyan ettiği yerlerden de biridir.

Bizans döneminde kışla ve askeri depoların yer aldığı askeri bir bölge olarak kullanılan park, çevresinde Hagios Georgies Manastırı ve Panagia Hodegetria Ayazması gibi dini nitelik taşıyan yapıların yer alması nedeniyle, aynı zamanda kutsal bir bölge olarak da kabul ediliyordu.

 
İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Fatih Sultan Mehmed,  Sarayburnu'nu surlarla çevirerek buraya Çinili Köşk'ü inşa ettirdi. Bölge daha sonraki yıllarda ise cirit yarışları gibi saray yaşamının önemli sosyal olaylarının gerçekleştirildiği bir bölge haline geldi. Gerçekleştirilen eğlence ve gösteri gibi organizasyonlar sırasında bölgeye birçok nişantaşı da dikildi. Yine burada yer alan İncili Köşk ise, Padişah III. Murad zamanında inşa ettirilmiş bir eserdir.

İstanbul'un oksijen koridoru
Gülhane Parkı günümüzde tarihi yarımadada keşfe çıkmış kişiler için en önemli dinlenme noktalarından biri olmasının yanı sıra, sahip olduğu bitki örtüsü ile de İstanbul'un nefes alabildiği oksijen koridoru gibidir.

Yakın bir döneme kadar hayvanat bahçesi olarak hizmet veren park, geçtiğimiz yıl, içinde barındırdığı tarihi eserlere zarar verilmeden yeniden düzenlendi. Yüzyıllık ağaçları, lale ve özellikle de gülden oluşan bitki örtüsü ile İstanbul'da görülmesi gereken yerlerden biri olan Gülhane parkında, ağaçların gölgesinde yürüş yapmayı ya da keyifli bir mola vermeyi unutmayın...   

 
Gülhane Parkı'nda tarihe damgasını vuran önemli olaylar…
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk anayasacılık hareketi olarak adlandırabileceğimiz Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1836 yılında Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafında halka Gülhane Parkı'nda okunur. Bu nedenle fermana, Gülhane - i Hattı Hümayun da denir. 

Gülhane Parkı'nın şahit olduğu bir diğer önemli olay ise 1880'li yıllarda gerçekleşir. Ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey'in girişimiyle, Padişah II. Abdülhamid, burada Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış tüm medeniyetlere ait eserlerin sergileneceği büyük bir müzenin (Arkeoloji Müzesi / Müze-i Hûmayun) yapılmasına izin verir. Hâlâ ziyarete açık olan müzeyle ilgili ayrıntıları “Arkeoloji Müzesi” başlığının altında bulabilirsiniz.

Bölgenin tarihi boyunca tanık olduğu bir diğer önemli olay ise, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından 24 Kasım 1928 tarihinde, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Gülhane Parkı'nda düzenlenen bir organizasyonla Latin harflerini halka tanıttığı törendir.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:04:30 ös
 :D :D
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:08:01 ös
HALİÇ,FENER VE BALAT

Tarihi Yarımada’dan bahsederken unutulmaması gereken bölgeler arasında tarihi dokularıyla dikkat çeken Fener, Balat, Eyüp ve bu semtleri kucaklayan Haliç'tir...

Haliç bölgesi, Çatalca Yarımadası'nın güneydoğu ucunda yer alır. Boğaziçi'nin tam girişinde doğal bir liman konumundadır. Şehrin tarihi yarımada ve Beyoğlu bölgelerini birbirinden ayırır, şehrin Avrupa kıtasında kalan kısmını ikiye böler. Güneyde Sarayburnu, kuzeyde ise Kâğıthane'den Tophane'ye kadar uzanmaktadır. “Haliç” ismi, günümüzde sadece bu doğal limanı değil, çevresindeki pek çok semti de kapsayan bir bölgeyi tanımlayabilmek için kullanılır.
Bölge bir zamanlar balıkçılık, tarım ve ulaşım açısından önemli bir merkez olduğu için, ilk yerleşimin gerçekleştiği andan itibaren “bereket”i çağrıştıran “Altın Boynuz” adıyla da anılır.

 
Haliç, kültürel ve tarihi doku açısından oldukça zengin bir mirasa sahip bir bölgedir. Bölgede yer alan eserlerin birçoğu korunarak günümüze kadar ulaşmıştır ve İstanbul'da yaşamış tüm kültürlerden de izler taşırlar.

Bölgeyi kuşbakışı olarak izlemek ise İstanbul'daki en güzel manzaralardan birine tanık olmak anlamına gelir. Gerçekten de Altın Boynuz'un manzarasını en güzel Eyüp sırtlarında yer alan Piyerloti Kahvesi'nden izleyebilirsiniz.

İstanbul'u keşfetmek isteyenlerin mutlaka görmesi gereken bölgelerin başında gelen Haliç, balık restoranları ile de dikkat çeker. Hatta günümüzde, çeşitli tarihi yapılar restore edilerek balık restoranı olarak hizmet vermektedirler. Bu restoranlarda, İstanbul'un balık kültürünü yansıtan pek çok balık çeşidi ile Türk, Rum ve Ermeni mezelerini de tadabilirsiniz.

 
Fener bölgesi
UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınan Fener, Fatih ilçesinin sınırları içinde, Haliç'in batı yakasında yer alır. Balat'la komşu olan semtin tarihi, İstanbul'un tarihi kadar eskidir.

Osmanlı döneminden önce de Haliç kıyılarının en önemli deniz fenerinin burada olması dolayısıyla “Fanarion” olarak bilinen semt, Osmanlı dönemiyle birlikte “Fener” adını almıştır 

Fener günümüzde adım başı rastlayabileceğiniz tarihi kilise, cami ve evleriyle İstanbul'un en özel ve keşfedilmesi gereken bölgelerinden biridir. Genellikle yerleşmek için Rum aileleri tarafından tercih edilmiştir. 1601 yılında Rum Patrikhanesi'nin semtteki Aya Yorgi Kilisesi'ne yerleşmesi ile birlikte bölgedeki Rum nüfusunda hızlı bir artış gözlenmiştir. Semt, günümüzde de patrikhaneden dolayı Ortodoks mezhebinin merkezi konumundadır.

 
Balat
Balat semti de tıpkı Fener gibi UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi'nde yer almakta, tarihi değer açısından Fener'le benzer özellikler göstermektedir. Ancak Balat'ın Fener'den küçük bir farkı vardır. Burası, Bizans döneminden itibaren yerleşmek için daha çok Musevi ailelerin tercih etmiş olduğu bir semttir.

Özellikle, 15. yüzyılda İspanya'dan Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden Yahudilerin yerleşmeleri için, imparatorluk tarafından Balat'a yönlendirilmesi ile semtteki nüfus daha da artmıştır. Dönemin Osmanlı Padişahı II. Beyazıt, İspanyol Karalı Ferdinand'a yazdığı mektupta Yahudilerin Osmanlı ülkesinin kültürel dokusuna zenginlik katacağına inandığını ifade ederek, onları kabul etmekten büyük mutluluk duyacağını belirtmiştir. 

Semt, mimari yapısı, kilisesi, sinagogları, hamamları ve çarşısıyla bugün bile tarihi dokusunu korumakta ve adeta 2000'li yıllarda İstanbul'un ortasında yaşayan bir tarih sahnesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:15:10 ös
yoruldum ya :D
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: Hamlet - Nisan 18, 2007, 03:31:35 ös
Gozlerim yasardi... yorulmasa,,, bu daha giderdi demek :D

Guzel bilgiler vermissin ama hakkaten, istanbulun en guzel ve onemli yerlerini tek tek cok guzel anlatmissin. detaylara bakamadim zamanim oldugunda goz gezdiricem.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 03:35:40 ös
saol,teşekkürler.. :)
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 18, 2007, 04:26:11 ös
YEDİKULE ZİNDANLARI

Yedikule Hisarları, İstanbul'un en önemli açık hava müzelerinden birisidir. İmparator I. Theodosius'un (390) emriyle bir zafer takı olarak yapılan ünlü Altın Kapı (Porta Aurea), II. Theodosius (403–450) tarafından valisi Anthemiusa yaptırılan şehir surlarıyla birleştirilmiştir.
Altın Kapı'nın bir bütün olarak mermer kuleler ile birlikte II.Theodosius (413) döneminde yaptırıldığı da iddia edilmektedir.

Altın Kapı, o dönemde seferlerden dönen nice imparatorların törenlerle şehre ihtişamla girdikleri Bizans'ın en önemli giriş kapısıydı.

1453 Mayısında İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed (1432–1481) tarafından fethinden 4 yıl sonra ilave edilen üç kule ile surlar birleştirilerek beş köşeli, yıldız şeklinde bir iç kale (garnizon) meydana getirilmiştir. Böylece Bizans ve Osmanlı çağı yapıları bütünleştirilmiştir.

Fetihten sonra Sırbistan seferi için Üsküp'e giden Fatih Sultan Mehmed, şehrin tanzim ve tamiri ile birlikte Yedikule Hisarlarını yapımını İstanbul su başısı “Karıştıran Mustafa” Beye havale etmiştir.

Hisarlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet hapishanesi olarak kullanılmasının yanında, Osmanlı'nın ilk hazinesi (hazine-i humayun) ve değerli evraklarına da ev sahipliği yapmıştır. O dönemde Hisardaki garnizonda bir kale muhafızı, altı subay, elli asker ve bunlara ait ev, barınak, depolar… bulunmakta idi. Avludaki küçük mescit 1887 yılına kadar ayakta kalmayı başarmıştır.

Yedikule Hisarları, burada hapsedilen esirlerden dolayı ayrıca Yedikule Zindanları olarak ta bilinmektedir. Nice depremler, savaşlar, yangınlar gören Yedikule Hisarları en son 1958–1970 yılları arasında ülkemizin ilk kadın mimarlarından Yüksek Mimar Cahide Tamer öncülüğünde yapılan detaylı restorasyon çalışmalarından sonra bugünkü halini almıştır.

Yedikule Zindanlarının Geçirdiği Evreler:

* 532 yılında ilk Latin istilası sırasında Altın Kapı çok büyük hasar görmüştür. Daha sonra yeniden onarılmıştır.

* 868 – 1058 yılları arasında Makedonya hanedanlığı zamanında Altın Kapı yanındaki iki mermer kule hapishane olarak kullanılmıştır.

* 1458 Fatih döneminden başlayarak 1789 I.Abdulhamit dönemine kadar Osmanlı hazinesi (Hazine-i Humayun) buradaydı.

* 15. ve 19. asırlar arasında siyasi hapishane (Devlet hapishanesi) olarak kullanılmıştır.

* I. Mahmud döneminde, 1768 yılındaki büyük İstanbul depreminde, harap olmuş ve kısmen tamir edilmiştir.

* Abdülmecid döneminde 1851 yılında Hayvanat Bahçesi olarak kullanılmıştır.

*1871 ‘de Kız Sanat evi olarak kullanılmıştır. Burada 400 genç kız ve kadınların çalıştığı bilinmektedir.

* 1874'de II.Abdülhamit döneminde Fişekhane olmuş, uzun müddet Davud paşa kışlasındaki suvarilerin hayvanlarının ot ve arpa ambarı olarak kullanmıştır.

* 1883'te sebze bahçesi yapılmak üzere Bektaşi dervişlerinden Mersul Babaya verilmiştir. Bir kaç yıl sonra iki yüz kuruş kira ile Bahçıvan Cemil Bey'e verilmiştir.

*I. Meşrutiyet döneminde (1876) tekrardan hapishane olarak kullanılmak istenmiş, fakat daha sonra vazgeçilmiştir.

*1895 yılında müzeler umumi müdürlüğüne verilen Yedikule Hisarı, 1968 yılından itibaren İstanbul Hisarlar Müzesi Müdürlüğü'ne bağlıdır.

Yedikule Zindanlarında Önemli Tarihi Yerler:

Büyük Altın Kapı Bir iddiaya göre Altın Kapı barbar “Klemens Maximi” yenen I.Theodoisius zamanında yaklaşık 390 yılında bir Zafer Takı olarak yapılmıştır. Daha sonra II.Theodosius (413) şehir surlarını Altın Kapı'ya kadar uzattırmış ve Altın Kapı'nın sağ ve sol tarafına eklettiği mermer kuleler (Güney Pylon, Kuzey Pylon) ile birleştirmiştir. Diğer bir iddiaya göre ise Altın Kapı, II.Theodosius'un barbar Johannes Primikerios yenmesi şerefine yanlarındaki iki mermer kuleler ile birlikte (Güney Pylon, Kuzey Pylon) bir bütün olarak 425 -430 yılları arasında inşa edilmiş ve 447'de Küçük Altın Kapı (Propile) yapının dış kısmına ilave edilmiştir.

Marmara adasından getirilen mermerlerle inşa edilen Altın Kapı'nın sağ ve sol tarafındaki kuleler (Güney Pylon, Kuzey Pylon) İmparator II.Theodisius'un becerikli valisi Anthemius tarafından yaptırılan şehir surlarıyla birleştirilmiştir. Altın Kapı, altın süslemelerinden dolayı “Yaldızlı Kapı” olarak da bilinirdi. Bir zamanlar Altın Kapı'nın üzerinde çift başlı Bizans Kartalı kabartması, zafer tanrıçası Nike'nin ve fil koşumlu bir araba heykelin yer aldığı söylenir. Leo I (457), Basiliseus (476), Phocas (602), Ermenistanlı Leo (813), Nicephorus Phocas (963) gibi büyük imparatorlardan bazıları kendilerini taht, şan ve şöhrete götüren yola Altın Kapı'dan törenlerle geçerek girmişlerdi.

I.Theodoisius zamanında yaklaşık 390 yılında bir Zafer Takı olarak yapılmıştır.

Küçük Altın Kapı

Küçük Altın Kapı, şehrin denize açılan en önemli girişlerinden biri olan Altın Kapı'nın ön tarafında sur ve hendek arasına savunma amaçlı olarak 447 tarihinde inşa edilmiştir. Küçük Altın Kapının dışında daha Bizans döneminde kullanımdan kaldırılan bir köprüsü bulunuyordu. O dönemde Küçük Altın Kapı'nın dış cephesinde, mermer kornişlerle çerçevelenmiş panolarda güzel rolyefler, ve mermer heykeller bulunuyordu. Vaktiyle iki yanında kare planlı iki küçük kule bulunduğu bu gün hala göze çarpan kalıntılardan anlaşılmaktadır. 1838 yılında dış kapının üst bölümüne II.Mahmud'un arması ve tuğrasının nakşedildiği mermer bir kitabe konulmuştu. Diğer bütün sanat eserleri gibi bu tuğrada bugün yerinde değildir.

(Güney Pylon) Genç Osman Kulesi

Osmanlı ve Bizans döneminde de zindan olarak kullanılan bu kule Reformcu Osmanlı Padişahı II. Osman'ın (Genç Osman) 1822'de trajik sonuna sahne olan mekândır. Kulenin girişindeki alanda mahkûmların yattığı ranzalar, duvarlara kazıdıkları yazılar ve ünlü “Kanlı Kuyu” görülebilir. Genç Osman ile aynı kaderi paylaşan yeni camii imamının el yazısı bunlardan biridir. Genç Osman'ın katledildiği oda ikinci kattadır. (Kuzey Pylon) Cephanelik Kulesi

Bizans döneminde askeri mühimmatların bulunduğu kuledir. Fetihten sonrada Osmanlı döneminde de aynı şekilde kullanılmıştır.Kulenin içinde kirişlerle tutturulmuş ahşap katlar hala görülebilir. Cephanelik Kulesi, Bizans ve Osmanlı döneminde, diğer kuleler gibi zindan olarak kullanılmıştır.

III.Ahmed Kulesi

Asıl adı Pastroma Kulesi olan ve Bizans döneminde dört köşeli bir nöbet kulesi olan bu kule 18. YY ‘da depremler ile yıkılmıştır. İstanbul'un fethinden sonra Sultan III. Ahmet (1673–1736) tarafından sekiz köşeli olarak yapımına başlanmış ve Sultan III. Osman (1699–1757) döneminde tamamlanmıştır. 1722 senelerinde Mutfak Emini Halil Efendinin 220.048._ kuruşa, Yalı köşkünden Eğri kapıya ve Ahır Kapı'dan Yedikule'ye kadar yaptırdığı tamirat çalışmaları sırasında bu kulenin yaptırıldığına dair bilgi bulunmaktadır. Kulenin sokağa bakan dış yüzeyinde ise mermer bir levha üzerinde “Maşallahı ta'ala”) (hicri 1168) (yüce Allah'ın izniyle)yazmaktadır.

Hazine Kulesi

Fetihten sonra Osmanlı'nın ilk hazinesi ve değerli evraklarının saklandığı bu kule için; Kanuni Sultan Süleyman'ın (1495–1566) Vezir-i Azamı İbrahim Paşa Avusturya elçisine ‘Orası Altın ile dolu' demiştir. Sultan III. Murat'ın (1546–1595) hazineyi saraya nakletmesine kadar Yedikule ‘ Hazine' görevini yapmıştır. Bu kulenin tepesinde resimde görüldüğü gibi görkemli bir bayrak direği bulunan çok zarif bir köşk bulunuyordu. 1748 Büyük İstanbul Yangınında tamamen yanmış I.Abdülhamit zamanında 1775'te yeniden yaptırılmıştır. O dönemde bu köşk “Yanan Kasır” olarak anılıyordu. Kule'nin zemin katında bir zamanlar kullanılan 14 adet abdesthane bulunmaktaydı. Ayrıca kule'nin üst katında küçük bir şömineli oda ve yanında da o döneme ait bir tuvalet bulunmaktadır.

Kitabeler (Zindan) Kulesi

Yedikule Hisarı Devlet hapishanesi olduğu dönemde mahkûmlar tarafından zindan girişine kazılan kitabelerden adını alan bu kule de soylu esirler, krallar, vezirler ve elçiler, 1768 yılına kadar bu kulede yatmaktaydı. Daha sonra padişahtan aldıkları bir izinle kale içinde bulunan evlerde tutsaklıkları devam etmiştir.Giriş kısmındaki listede burada yatanların adları, neden burada bulundukları ve akıbetlerini yazmaktadır.Kulenin ortasında ünlü ‘Yılanlı Kuyu' vardır. Alt kattan çıkarken 40-45inci basamaklar arasında karşılıklı bir şekilde bulunan Bizans dönemine ait mermerden yapılmış, iki adet kuş rölyefleri bulunmaktadır.

Bu kule'nin içindeki ahşap katlar Büyük İstanbul Yangınında yanmıştır.(1748)

Top Kulesi

Bu kulede diğer kuleler gibi değişik dönemlerde zindan olarak kullanılmıştır. Bu kulenin içindeki ahşap katlarda Büyük İstanbul Yangınında yanmıştır.

(Trimphalis Caddesi ) Fatih Yolu

Seferlerden dönen imparatorların şehre törenler ile ihtişam içinde girdiği tarihi caddedir. O dönemde şehrin en büyük caddesi olan ‘Messe'ye' ve dolayısıyla da balkanlardan gelen Roma yoluna bağlanırdı. Fetihten sonra (1453) Fatih yolu olarak ta anılmaktaydı.Yol kenarlarında görülen büyük gülleler Fatih döneminde konulmuştur.

Mescid ve Çeşme

İstanbul'un en eski camilerinden biri olan bu küçük mescit, Fatih Sultan Mehmet tarafından hisarların inşası (1458) sırasında yaptırılmıştır.

O dönemde Ayasofya Vakfı tarafından idare edilen mescit'in bir imamı ve sekiz din görevlisi bulunmaktaydı.Dört köşe bir mekan üzerine, çift meyilli, ahşap çatılı ve tek minareli zarif bir yapısı olan küçük mescit “cami biderun-u kule-i left” olarak anılırdı.

1873'de Rusya harbi sırasında fişek imalathanesi, daha sonrada eşya deposu olarak kullanılmıştır. 1887 yılında harabeye dönüşen mescit Tophane-i Amire idaresi tarafından yıktırılmıştır enkazı az bir paraya semt esnafından Akif Ağa'ya satılmıştır. Zemininden çıkan 13 metre uzunluğundaki çok sağlam meşe döşemeleri Mescit'in boyutları hakkında bilgi vermektedir. Mescit'in yanında bulunan çeşmeden, Halkalı suyunun akmasından dolayı bu çeşmenin Kanun Sultan Süleyman döneminden yapıldığı anlaşılmaktadır.

Tarihi Su Kuyusu

İstanbul'un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Han (1432–1481) tarafından fethinden 4 yıl sonra yaptırılan burçlar ile iç kale olan Yedikule Hisarlarının su ihtiyacı çapı 6 metre olan ve içeriden 3 yöne ayrılan bu tarihi kuyudan karşılanırdı. O dönemde üzerindeki çıkrıktan atlar yardımı ile su çekilirdi. Kuyu bu gün hala kullanılmaktadır.

Bayrak Kulesi

Yedikule hisarlarının kara tarafındaki tek giriş kapısının üzerinde bulunan dörtgen kule, Bayrak Kulesidir. Kapının girişindeki sağ ve sol taraftaki kemerli tavana sahip odalar o dönemde kapı muhafızlarının odaları idi. Bu kulede Osmanlı'nın sancağı dalgalanır, Yeniçeri askerleri nöbet tutarlardı. Kapı kemerinin üzerinde bulunan dört köşe kitabe yeri boş bırakılmıştır.Vaktiyle yukarıya makaralar ile kaldırılıp indirilen tek parça halinde bir ön kapı bulunmaktaydı. Bu kapılar hisarlarla birlikte yapılmıştır.

Korkuluk Zinciri

Sultan IV. Murat'ın Revan seferine çıktığı sırada İstanbul'a kaymakam bırakılan Amasyalı Bayram Paşa 1635 tarihinde İstanbul surlarını tamir ettirdiği sırada bu korkuluk zincirini de buraya koydurtmuştur.

Kanlı Kuyu

Bizans ve Osmanlı döneminde idama mahkum olan suçluların kesilen kafaları o dönemde denize ulaşan dipten güney ve batı yönünde iki tüneli olan bu tarihi kuyuya atılıyordu. Kuyunun arkasında bulunan İşkence Tahtasında görülen delikler Balkan harbi ve İstanbul'un işgali sırasında Yedikule'ye yerleşen yabancı askerlerden kalma kurşun delikleridir.

Güneş Saati ve Kartal Figürü

Bizans devrine ait bu güneş saati, duvar üzerine boya ile yapılmıştı. O dönemde kadranının üzerinde Grek harfleriyle solda (Porta), sağda (Amen) yazısının bulunduğu belirtilse bile silinmiştir. Aynı döneme ait Kartal Figürü pylonun üst uç köşesindedir.

Genç Osman Hayatı:

“Niyetim saltanat ve devletime hizmet etmekti amma, ne iştir ki kıskanç ve kötü dilekliler hep felaketime çalışır.”

3 Kasım 1604 - 20 Mayıs 1622

Osmanlı'nın 16. Padişahı olan Genç Osman'ın (II. Osman) kısacık ömründe birçok hazin ve şanssız olaylar meydana gelmiştir. 28 Şubat 1618'de üvey annesi Kösem Sultan'ın bütün entrikalarına rağmen tahta çıkarılan Genç Osman çok iyi eğitimli ve ileri görüşlü olmasının yanında ayrıca usta bir asker ve komutandı.Lehistan seferinin başarısız olması, 1821'deki boğazı donduran çok şiddetli kış, büyük İstanbul yangını, yağma ve kıtlıklar her kesin sevdiği genç padişahın gözden düşmesine sebep olmuş, onu hiddetli ve saldırgan biri yapmıştır. Bütün bunlar olurken hacca gitme hazırlığı ve saray gelenekleri dışında şehirden Pertev paşa'nın kızıyla evlenmesi ve Şeyhülislam'ın kızıyla da nişanlanması, yapmak istediği reformlara karşı diş bileyen düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüştür. Milli bir ordu, Payitaht'ın Anadolu'ya nakletmek, yeni çağdaş kanunlara sosyal yapıyı geliştirmek gibi o dönemdeki tehlikeli düşünceler Genç Osman'ın zorba bir entrikayla alaşağı edilmesini sağladı. Galeyana getirilen cahil halk ayaklanan Yeniçerilerle birlikte sarayı basıp Genç Osman'dan sadık adamlarının kellelerini istediler, bunlara direnen padişah entrikanın saray içerisinden örgütlendiğini anlamakta gecikmiş ve ertesi gün tutuklanıp adi bir beygire bindirilerek Orta Cami'ye getirilmiştir. Yeni sadrazam Davud Paşa, Genç Osman'ı Orta Camide iki kere boğdurmak istemiş fakat çok güçlü kuvvetli bir insan olan padişah bu saldırılardan kurtulmuştur. Camiden alınan Genç Osman yolda çeşitli hakaretler ve eziyetler ile Yedikule Zindanlarına getirilmiş ve el ayak çekildikten sonra bizzat Sadrazam Davud Paşa ve emrindeki cellatlar tarafından uzun bir uğraştan sonra katledilmiştir. Cebeci başı Mustafa Ağa bir kulağını kesip, Genç Osman'ın tahta geçtiği zaman öldürttüğü kardeşi Şehzade Mehmet'in annesine götürmüştür. Bir rivayete göre Genç Osman katledilirken yan odada Kösem Sultan'ın beklediği söylenir. Genç Osman'ı katleden Davud Paşa'nın sonu da 1 yıl sonra bu kulede kafası kesilerek öldürülmüştür.Sultan Genç Osman'ın Farisi Mahlasıyla (Farsça el yazısı) yazdığı şiirlerin toplandığı bir divanı vardır.
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: Kaan - Nisan 18, 2007, 05:50:06 ös
Teşekkürler güzel bilgiler. :) Biraz uzun bende zamanım olunca kesin bakacağım...
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: Fraternis - Nisan 25, 2007, 08:36:57 öö
İsmine yakışanı yapmışsın Voyageur , okumak bir haftamızı alır buraları gezmeye kalksak en az bir a y

Teşekkürler Ellerine Sağlık :)
Başlık: Re: Tarihi Yarımada
Gönderen: voyageur - Nisan 25, 2007, 10:33:07 öö
Saol tesekkurler :)