Burada anlatacağım olaylar, 1990’lı yılların başlarında ABD’nde geçmiştir.
Konu çok uzun olacağı için bunu bölümlere ayıracağım.
Bunun genel başlığını da izninizle şöyle koymak istiyorum:
JOHN ANKERBERG SHOW
Buradaki “show” sözcüğünün Türkçedeki karşılığı “gösteri” olarak değil, “açıklama” olarak alınmalı. John Ankerberg Show, Amerika Birleşik Devletleri’nde o tarihlerde yapılmış bir seri televizyon programının adı. (Keşke Kanal 7 bir seri program yaparken bundan biraz örnek alsaydı!)
Bu televizyon programları, “National’ Religious Broadcasters” (Ulusal Dinsel Yayıncılar) adını taşıyan bir örgütün “EFICOM” kısa adıyla bilinen yetkili komisyonunca da onaylanmış durumdaydı yani yasal bakımdan da herhangi bir boşluk söz konusu değildi.
Bu program, beş ayrı televizyon kanalında her hafta ayrı saatlerde yayınlanıyor, her biri yarım saat kadar sürüyordu. İzleyicileri bıktırmamaya özen gösteriyorlardı. Araya reklamlar da giriyordu elbette.
Program, aynı anda birçok radyo istasyonundan da veriliyordu.
Televizyon programının kapsamı her hafta değişiyordu ama gene de sonuç olarak her yeni programda aşağı yukarı aynı şeyler söyleniyordu. Kapsamın her hafta değiştirilmesinin amacı galiba her bir programın ayrıca ilgi çekmesini ve baştan sona izlenebilmesini sağlamaktı.
John Ankerberg Show, yalnızca bir televizyon programı olarak kalmamıştı. Ülkenin çeşitli yerlerinde önceden belirlenmiş günlerde konferans ve açık oturumlar da düzenleniyordu. Dahası, bu program çerçevesinde yayımlanmış 70 kadar kitap, bu kitapları destekleyen video ve ses bantlan da vardı.
Dolayısıyla bunun büyük ve çok iyi organize edilmiş programın bir kampanyası olduğu söylenebilir.
Bu kampanyayı düzenleyen kurumun merkezi Tennessee eyaletinin Chattanooga kasabasında. “Ankerberg Theological Research Institute” (Ankerberg Teolojik Araştırma Enstitüsü) adını taşıyordu. Buradan anlaşıldığına göre; John Ankerberg, sergilenen bu oyunun hem yazarı, hem yönetmeni hem de baş aktörüydü.
Kampanyanın amacı şöyle özetleniyordu: “Halka, Hıristiyanlığın tek doğru yol olduğunu göstermek, böylelikle herkesin Hıristiyanlığı benimsemesini ve bu benimseyişini başkalarıyla da paylaşmasını sağlamak.”
Dolayısıyla bu yalnızca bir antimasonik kampanya değildi. Genelde Hıristiyanlığı yücelten, Hıristiyan olmakla birlikte dinsel bağlanışları zayıf nitelenebilecek kimselerin inançlarını güçlendirip sağlamlaştırmaya çalışan, Hıristiyan olmayanları da İsa’ya inanmaları için isteklendirici propagandalar yapan bir uygulamaydı. Masonluk karşıtı eylem de bu çalışma çerçevesinde önemli bir yer tutuyordu.
Peki, bu kampanya, aslında Hıristiyanlığın yüceltilmesini amaçlamaktaysa, neden Masonluğa böylesine çok yükleniyordu?
Bu sorunun yanıtı çok kısa basit olarak şöyle veriliyordu: “Hıristiyanlar da dahil olmak üzere çoğu kimse Masonluğun gerçek kapsamı üzerinde pek az şey biliyor. Masonluğun ne denli anti-Hıristiyan olduğunun farkında bile değiller. Bu bilgi yetersizliği, Masonluğun Hıristiyan Kilisesi’ne sokulup yerleşmesine hatta Kilise’nin üzerinde etkili olmasına yol açıyor. Çünkü Kilise ileri gelenleri de Masonluğun gerçeklerini bilmiyor ve yalnızca kendine ilişkin söylediklerinin doğru olduğuna kanıyorlar. Bunu engelleyebilmek için, Masonluğun gerçeklerini açıkça ortaya sermek gerekiyor.”
Televizyondaki her John Ankerberg Show programı ille de Masonluk karşıtı bir propagandayı içermeyebiliyordu ama her programın içeriği mutlaka dinlerle, inançlarla ilgiliydi. Bir bakıyordunuz, bir programda Masonluktan hiç söz edilmiyor; bir bakıyordunuz, o günkü program tümüyle Masonluğa yönelik.
Kuşkusuz, her bir sonraki programın neleri içereceği önceden bildiriliyor; ayrıca, araya giren reklamların dışında program kendi reklamını da yapıyordu.
Eğer John Ankerberg Show salt Mazsonluk karşıtı bir kampanya olsaydı, Amerikalı masonlar bu programın sürekli bir şekilde yürütülmesine engel olmakta pek güçlük çekmezdi sanırım. Ancak kampanyanın aslında Hıristiyanlığın propagandasına yönelik oluşu, ilgi ve destek görmesini sağlıyordu. Başta John Ankerberg olmak üzere bu kampanyayı düzenleyenler, masonların kendilerine karşı bir yıkıcı eylemde bulunabileceklerini göz ardı etmiş değildi. Üstelik eğer böyle bir karşıt girişim söz konusu olursa, bunun yiğitçe bir söz düellosu şeklinde olmayacağını, arkadan vurulacaklarını da biliyor, söylüyorlardı.
Bir önlem olmak üzere de, çoktan unutulmuş olan eski bir olayı anlatıyorlardı:
“1827 yılında William Morgan adlı biri, New York’ta bir antimasonik kampanya açmıştı. Bir basımcı ile anlaşmış, Masonluğa karşıt yayınlar yapmaya girişmişti. Basımevi kundaklanarak yakılmış, William Morgan da öldürülerek cesedi denize atılmıştı. Masonlar, kendilerine ve kurumlarına karşı düzenlenen bir kampanyayı işte böyle durdurmuşlardı.”
Ben bu olayı araştırdım. Aslında gerek nedenleri gerekse sonuçlarıyla biraz başka türlü… Üstelik William Morgan’ın değil masonlarca öldürülmüş olması, öldürülmüş olup olmadığı bile kesinlikle bilinmiyor. Sözü edilen basımevinin niçin yanmış olduğu da belirsiz. Bütün bunlar, Thurlow Weed adlı bir kişi tarafından politika malzemesi yapılarak böyle yorumlanmış. Bu varsayıma inananlar da olmuş. Olayın bu şekilde anlatılışı, onların işine geliyordu. “Masonlara dokunacak olanların vay haline!” şeklinde bir kaygılı düşünü vurgulanıyordu.
John Ankerberg Show’un çerçevesinde, kurumun, o güne kadar yayımlamış olduğu kitap ve kasetleri isterseniz belirli bir “hediye” (!) karşılığında elde edebiliyordunuz. Onların kasetleri bizim video oynatıcılara uymuyordu ama kitaplarından bir ikisini aldım.
Bu kampanyayı değerli ve yararlı bularak düzenli bir katkıda bulunmak isteyenler ise, “30/30 Club” adı verilmiş olan bir organizasyona ya da 30 dolar (yapılan reklama göre günde yalnızca 1 dolar) bağışta bulunarak abone olabiliyordu. Böylelikle “inancı savunma” yolunda sağladıkları bu destek karşılığında, ayrıca “hediye” vermeleri gerekmeksizin, bundan böyle kampanyanın tüm yeni çıkan kitap ve kasetleri adreslerine gönderiliyordu. (Öyle deniyordu. Yalan söylediklerini sanmam.)
Burada size John Ankerberg’i de kısaca tanıtayım:
Hıristiyan düşüncesi tarihi üzerinde master, sonra teolojik kapsamlı bir doktora yapmış. Çeşitli üniversite ve yüksek okullarda seminerler, okyanus aşırı birçok ülkede konferanslar vermiş. Bütün bunların ötesinde, üstün ve etkileyici bir hitabet yeteneği olan bir kişi. Televizyondaki konuşmalarında gerçekten de çok başarılıydı; ses tonuyla, mimikleriyle, ağırbaşlı fakat gülümser tutumuyla, tüm programı boyunca izleyicinin ilgisini (en azından benim ilgimi) çekmekte oldukça başarılı bir kişiydi.
Bu âdeta bir “sunuş” oldu. Bundan sonrası programda anlatılanlar.
Sevgiler,