Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 38  (Okunma sayısı 2628 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 04, 2011, 04:32:35 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Ertesi gün Süleyman’ın buyruğu uygulamaya kondu.

Tapınağın dış avlu kapısının önüne iki ahşap direk dikildi. Suçlular, elleri ve gözleri bağlanıp yarı çıplak olarak ayaklarından asıldı. Dış avluya giriş serbest bırakıldı; herkes görsün de ibret alsın diye…

Asılı suçluların yanlarına iki bekçi dikildi; görmeye gelenler bir zarar vermesinler diye. Bununla birlikte sataşanlar oldu. Kimileri yüzlerine tükürmekle yetindi ama kimileri eline geçirdiği bir değnek ya da bir başka şeyle vurdu. Taş atan, bıçakla yaralayan bile çıktı. Bekçiler halkın tepkisine karşı anlayışlı davrandı. Arada sırada kimilerini kovalardılar ama herkesi engelleyemediler.

Suçluların orası burası yaralanıp kanamaya başlayınca, bu kez üstlerine sinek ve böcekler saldırdı. Kuşlar bile ara sıra gagaladı.

Yoapert de bir ara gidip onları gördü. Çok acı çekmekte olduklarını düşündü. Nitekim daha ikinci gün bekçilere kendilerini öldürmeleri için yalvarmaya başlamışlardı bile.

Üçüncü gün durum Kral Süleyman’a bildirildi. O da, suçlular kendileri isteyecek olursa yaşamlarına son verilmesi için bir cellât gönderdi.

Halk suçluların asılmış olduğu yerden uzaklaştırıldı. Cellât, aldığı yönerge üzerine suçlulara ne istediklerini sordu. Her ikisi de ölmek istediğini söyleyince, onları asılı oldukları yerden indirip bir pala ile kafalarını kesti.

Yasalara, toplumun değer yargılarına ya da törelere, hele akıl yöntemlerine uyularak verilen bir yargının doğru oluşu, onun yerine getirilişinin de iyi ve güzel olmasını sağlamaz. Gerçek yaşamda bilgelikten yoksun olan bilim, güzellikten payını alamamış olan güç, acı sonuçlar ve çirkin görünümler sergileyebilir. Bu nedenle, herhangi bir yargının yerine getirilmesindeki en önemli ve öncelikli tutulması gereken ölçü “vicdan” olmalıdır.

Bağnazlık ve olumsuz tutkular, hiçbir zaman ve hiçbir ortamda, rahat ve güven içinde olamayacaktır. Özgürlük, gönenç ve mutluluk arayan zihinler, önce aklı yaşatmanın gerekliliğini, bilgisizlikle birlikte bağnazlığı ve olumsuz tutukları da ortadan kaldırmanın zorunluluğunu kavramalıdır.

Bilgisizlik, bağnazlık ve olumsuz tutkular, bireyin kendi benliğinin dışında, başkalarına özgü değildir. Her kişi, bunları önce kendi benliğinde aramalı, dogmaları ve boş inançları olup olmadığını içtenlikle ve öz eleştirisini yaparak araştırmalı, varsa onları bulmalı ve yok etmenin çaresine bakmalıdır. Ancak bundan sonra çevresini, toplumu ve insanlığı bunların etkilerinden arındırmak üzere uğraşı vermeye girişmelidir.

Öncelikle öz denetimle kendi benliğine karşı vermesi gereken savaşımı verip de bunu başarıyla sonuçlandıramayan, bunun öncelikli zorunluluğunu kavrayamayan ya da göz ardı eden bir insanın, başkalarının bilinçlenmesini sağlayarak onları geliştirmeye kalkışması boşuna bir çaba olur.

Yoapert, tüm bu olaylardan sonra daha önce bilmediği bir şey öğrenmişti: Meğer Abiram’ın kesik kafası da ilaçlanıp saklanmıştı.

Kral Süleyman, Hiram Usta’nın öldürülmesi eylemindeki her üç iş birlikçi katilin başını mabedin iç avlusuna giriş kapısını oluşturan yan yana üç kemerin üstüne astırdı. Kesik kafalar, çürüyene dek orada kaldı.

Bu arada belli bir gün saptayarak, o gün akşamın altısında seçilmiş on beşlerin hep birlikte kabul salonuna gelmelerini duyurdu.

Tüm seçilmişler belirtilen gün ve saatte kabul salonunun önündeki bekleme alanında toplandı. Zerbal de yine onlarla birlikteydi; görevini geçici olarak başkası üstlenmişti.

Kapının önüne geldiklerinde koruyucu önce onlara şöyle bir baktı; saydı ve sonra kapıya on beş vuruş yaptı.

İç koruyucu Ben Dekar’ın Kral Süleyman’a seslenişi duyuldu: «Seçilmiş on beşler gelmiş ve içeri alınmak üzere izin vermenizi bekliyor yüce kralım.»

Uzak olmasına karşın, Süleyman’ın şöyle dediği duyuldu: «Ayağa kalkalım ve önceki Mimarımız Hiram Usta’yı öldürenleri yakalayarak adalete teslim eden on beş seçilmişi hep birlikte karşılayalım.»

İç koruyucu kapıyı ardına kadar açınca, Zerbal önde olmak üzere hep birlikte sırayla içeriye girdiler. Kral Süleyman’ı saygıyla selâmladılar.

Sık sık olduğu gibi Sur Kralı Hiram yine gelmişti. Kral Süleyman, bir yanına onu diğer yanına ise Adoniram’ı almıştı. Yoapert, Sur kralının böyle ikide bir gelişine altık aldırmaz olmuştu.

Kabul salonu bu kez kara perdelerle kaplanmıştı. Perdelerin üzerine yer yer gümüş rengi, yer yer kırmızı damla motifleri takılmıştı. Tahtın önünde ve az ilerisinde duran kürsünün kara örtüsü de öyleydi. Orada iki hançer konmuş, üstlerine de çaprazlama iki kılıç yerleştirilmişti. Kral Süleyman’ın arkasına, ortasında bir “ay” figürü yer alan “iç içe geçmiş üç eş kenar üçgen” biçiminde bir simge, bir bakıma dokuz kollu bir yıldız figürü asılmıştı.

Salonun ortasına da bu kez her biri beşer kollu olmak üzere üç şamdan yerleştirilmişti. Şamdanlardaki toplam 15 kandilin sadece dokuzu yanıyordu.

Yoapert, “Nasıl daha önce 9 ışığın her birini birer erdem ile nitelendirmişsek, buradaki 15 ışık da öyle olmalı.» diye düşündü, “Acaba önceki dokuz erdeme neleri eklemek gerekir?”

Bu sorusuna kendince yanıt bulmaya çalışırken, Süleyman onu bu zahmetten kurtardı. «Seçilmiş dokuzlardan her biri daha önce bize birer erdem önermişti. Şimdi onlara katılanlarla birlikte seçilmiş on beşlerin de birer erdemi olmalı.» dedi.

Kendi kendisini kutladı Yoapert. Doğru düşünmüştü.

Süleyman, Zadok’un sırayla belirteceği erdemlerden her birine ilişkin kısa bir açıklama yapmak isteyenin elini kaldırmasını, aynı anda birden fazla el kaldıran olursa, kendisinin içlerinden birini seçeceğini belirtti. Ancak bu açıklamaları daha önce dokuzlar seçilmişi olanlar değil, sadece doğrudan seçilmiş on beşlere katılanlar yapacaktı. «Öncekiler sırasını savdı.» dedikten sonra, her bir seçilmişin açıklamasıyla birlikte birer kandil yakacağını da ekledi.

Zadok’un belirttiği ilk kavram “özgürlük” oldu. Ben Hesed ile Ben Gaber el kaldırdı. Süleyman, Ben Hesed’e söz verdi.

Ben Hesed, özgürlük kavramını «Hiçbir etki altında olmadan kendi kendine serbestçe karar verebilmek ve uygulayabilmek.» biçiminde açıkladı. Kuşkusuz bu kavram hakkında daha çok şey söylenebilirdi; Bunu belki Ben Hesed de yapabilirdi ama tek bir tümce ile böyle özetlemeyi yeğlemişti.

Kral Süleyman bir süre durakladı. Ben Hesed, bunu bir duraksama olarak aldı ve istenirse bu kavramı çok farklı yönlerden bakarak geniş kapsamlı bir biçimde açıklayabileceğini söyledi. Bunun üzerine Süleyman, «Hayır, hayır!... Şimdilik kısa bir tanım yapılması yeter.» dedi.

Bu deyişi bundan sonrakilere de örnek oldu.

Zadok’un ikinci kavram olarak belirttiği “bilgililik” üzerine Ben Abinadap elini kaldırarak söz aldı. «Bilimsel nitelikli bilginin her zaman ve her yerde öncelikli tutularak uygulamaya konması» diye bir kısa açıklama yaptı.

Bir erdem olarak “tolerans” kavramını Akimaz açıklamak istedi. «Kişilerin inanç, düşünü, eğilim, töre ve davranışlarının ön yargısız karşılanıp kendilerine göre bir doğruluk ya da haklılıklarının bulunabileceğinin kabul edilmesi.» dedi.

Yoapert, “Ben olsaydım, başka türlü bir tanım yapardım.” diye düşündü ama her ne düşündüyse şimdi, bu ortamda onu söylemesine olanak yoktu.

Bir diğer erdem olarak “çalışkanlık” kavramı için Süleyman sözü Ben Faro’ya verdi. Ben Faro, «Herhangi bir üretim için emek harcamayı ve çaba göstermeyi isteklilikle üstlenip yılmadan sürdürmek.» dedi.

Bundan sonra Zadok «Yardımseverlik.» deyince, sona kalmış olan iki seçilmiş birden el kaldırdı. Süleyman sözü Yosafat’a verdi. O da «Güçlerimizi ve olanaklarımızı başkalarının yararına kullanmaya hem istekli hem de içtenlikle hazır olmalıyız.» diye bir açıklama yaptı.

Ben Gaber en sona kalmıştı. Süleyman ona, «Önceki erdemlerin her biri için bir açıklama yapmak üzere yalnızca sen hep el kaldırmıştın. Bak!... Sonuncusu ve belki de en önemlisi sana kaldı.» dedi. Zadok’a döndü; «Nedir en önemli erdem?»

Yoapert, Zadok’un “insanseverlik” demesini bekliyordu.

Bu kez yanılmamıştı.

Ben Gaber bu kavrama şöyle bir açıklama getirdi: «Ayırımsız olarak her insana, kendine yaraşır bir yaşam şekli sağlamayı, eğitilmesini, bilgilerinin geliştirilerek artırılmasını, her birinin adaletin gözetildiği bir ortamda gönenç içinde mutlu yaşamasını, topluca evrimselleşmesini gözeterek, kendini buna adamak.»

Yoapert, Ben Gaber’in bu açıklamasını hem şaşkınlık hem beğeniyle karşıladı. “Ben olsam, böyle güzel bir açıklama yapamazdım.” diye düşündü.

Şimdi Kral Süleyman’ın kabul salonu 15 ışık ile aydınlanmıştı.

Bundan sonra Süleyman, Sur Kralı Hiram’a söz verdi. O da bir zamanlar has adamı olan Hiram Abif’i öldürenlerin cezalarını bulmuş olmasının herkese gönül rahatlığı verdiğini, bundan böyle artık tapınağın yapımının bitirilip insanlığın hizmetine açılmasının dört gözle beklendiğini söyledi. Ayrıca 15 seçilmişin her birine birer küçük, âdeta simgesel kama armağan etti.

Her nedense hançer Yoapert’e  hep kötü olayları anımsatıyordu. Sur Kralı Hiram’ın armağan ettiği minik kamayı alırken, artık hançer kullanan ellerin ortadan kalkmış olmasını, kötü işlerin sona ermesini dileyerek, iyi işleri mertlikle korumak gerekeceğini düşündü.

Sur kralının konuşması sona erip armağanlarını dağıttıktan sonra Süleyman, «Seçilmiş on beşler arasında hem teşekkür borçlu olduğumuz hem görevini üstün bir başarıyla yürütmüş oluşundan ötürü kendisini kutlamamız gereken bir kişi var. Onu unutamayız.» diyerek seslendi: «Zerbal.»

Bu övgü üzerine Zerbal, «Beniyah.» diyerek yanıt verdi.

Yoapert, Zerbal’ın niçin öyle dediğini önce anlayamadı. Çünkü yerel dilde bu sözcük olsa olsa “Tanrı’nın oğlu” anlamına gelirdi. O anda Zerbal’ın bu deyişi kafasını karıştırmıştı ama daha sonra neden öyle dediğini çözümledi.

Herkesin adının bir anlamı vardı. Bir ara Zerbal’a adının bir sözlük anlamı olup olmadığını sormuştu. O da Yoapert’e bunun başka türlü de anlaşılabileceğini fakat doğru vurgulanarak söylenirse “ustanın ürünü” anlamına geldiğini söylemişti. Demek ki Süleyman’ın onun adını yüksek sesle ve doğru vurgulamayla söyleyişi üzerine Zerbal «Beniyah» diyerek yanıt verirken, aslında bu iki sözcüğü birleştirip şöyle demek istemişti: “Ustanın ürünü ya da Tanrı’nın oğlu... Bu ikisi eş değerdir. Bilgi ile donanmış ve deneyim birikimiyle güçlenmiş, emek verilerek özenle yaratılmış bir yapıt, kutsal sayılır.”

Bu yorumunun doğru olup olmadığını daha sonra Zerbal’a sormaya karar verdi.

Kral Süleyman, «Şimdi hep birlikte Zerbal için alkış tutalım.» deyince, hep birlikte Zerbal’ı alkışladılar.

Zerbal, bu kadar övgüye ve kutlamaya hiç de alışık değildi. Görevine sonuna kadar sadık oluşunun yanı sıra alçak gönüllülüğü, kendine bundan bir pay çıkarmasına engeldi. Yoapert onun ilk kez utandığını, kızarıp bozardığını gördü. Belli ki duygulanmıştı.

Ayıp mıydı?

Hayır, kesinlikle hayır!

Bu küçük tören sona erince, Zerbal her zamanki görevini almaya gitti. Diğerlerine oturma izni verildi. Yoapert de her zamanki yerine geçti.

Süleyman ile Sur Kralı Hiram ve diğer yöneticiler kendi aralarında çeşitli konular üzerinde yüksek sesle söyleşide bulundu  Ötekiler ise söze karışmayıp, onların konuşmalarını dinlemekle yetindi.

Her olumlu yapıt, ancak akıl, bilgi birikimi, tasarlama yeteneği ve çaba ile gerçekleşir. İnsanlığa yarar sağlaması amacıyla ortaya konmuş her yapıt bir emek ürünüdür.

Emek ve üretimi, her zaman ve her yerde, her din ve inançta, her kültür ve törede kutsallığa varır ölçüde yüceltilmiştir. Topluma ve insana böylece hizmet eden kişi, yaşamı sırasında bunun herhangi somut bir karşılığını görmese bile, onur kazanarak yücelir.

Emek, bazı zaman somut ve nesnel, bazı zaman soyut ve düşünseldir. Her ikisi de insanın ve toplumun evrim doğrultusunda ilerlemesinde gelişimine katkıda bulunur. Bunun için kimisi beden gücünü, kimisi beyin gücünü, kimisi her ikisini birden kullanır.

Beden gücüyle verilen emek, beyin gücüyle verilen emek ile eş değerdir. Olumlu bir yapıt, ancak beyin gücü ile beden gücünün bir araya getirilmesiyle sağlanır. Bunun için de toplum içinde uyum, dayanışma, iş birliği, eş güdüm ve paylaşımlı bir çalışma yapmak gerekir.

Sadece kendine çalışan, bu dünyaya gelmiş olduğu gibi bedensel olarak kendi başına yaşar ve ölür. Doğadan gelmiş olan bedeni doğaya döner. Topluma ve insanlığa çalışan, bedenini doğada bırakır ama salt kendinde değil, toplumda yaşadığı için ölmezliğe ulaşır.

Akşamın altısında Kral Süleyman, kabul salonundakilerin ayrılmasına izin verdi; önce Sur Kralı Hiram, sonra diğerleri… Bir tek Yoapert kral çıkana kadar bekledi.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5929 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
0 Yanıt
2856 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2010, 10:31:32 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3301 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2010, 05:25:21 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2662 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2010, 12:40:35 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2392 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2010, 06:31:13 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2467 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 06, 2010, 12:03:30 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2342 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 03:31:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2481 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 06:09:00 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2453 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 06:33:54 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3571 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2012, 03:17:13 ös
Gönderen: ADAM