Sayın Isabell’in dileği üzerine, bu kurum ile ilgili bir anlatımı aktarmakta yarar görüyorum.
Manuel Ruiz adlı bir Fransız yazarın “La Sociéte Secrète” adlı bir kitabı var. Türkçe’ye de çevrilip, “Gizli Örgüt” adı altında yayımlanmış.
Bu kitap aslında bir macera romanı. Ancak birkaç yerinde Opus Dei adlı kuruma değiniyor. Hem öyle bir değiniyor ki, roman bile olsa bu kurumun niteliğini kolayca kavrıyorsunuz.
Şimdi bu kitaptan seçip tarayarak çıkarmış olduğum iki bölümü sunuyorum. Sanırım bunlar okununca Opus Dei adlı kurumun ne mene bir şey olduğu hakkında iyi kötü bir fikir sahibi olunabilir.
BİRİNCİ ALINTI
Bu çalışma odasının nerede olduğunu pek az kimse bilirdi. Papazu da pek az kimse tanırdı. Çünkü o bir kilise görevlisi değildi. Sivildi üstelik. Hiç kimsenin dikkat çekmeden bu kentte rahatça dolaşabilirdi. Opus Dei’nin en üst düzeydeki yetkili yöneticisiydi. Kurumun tüzüğü uyarınca, bu görev ona yaşam boyu yürütmek üzere verilmişti.
Opus Dei, 2 Ekim 1928 tarihinde, Madrid’de, Josemaria Escriva de Balaguer adlı radikal dinci bir rahip tarafından kurulmuştu. 1992 yılında Vatikan tarafından kutsanmış olan bu rahip, ilahî bir vahiyle bu fikri edindiğini ileri sürmüştü.
Örgüt hızla gelişmişti. Şimdi dünya yüzünde 84 bin üyesi, bir de hatırı sayılır bütçesi vardı. Bu da örgütün birçok ülkedeki halkı Katolikliğe dönüştürmesinde hiç de küçümsenemez bir rol oynamasına olanak sağlıyordu.
Kurumun etkisi, Roma salonlarında uzun zamandan beri dilden düşmeyen bir fıkrayla ortaya konmuştu:
“Soru: Çaykovski ile Papa 2. Jean Paul arasındaki fark nedir?
Yanıt: Çaykovski, Opus IV’ü yarattı; Papa 2. Jean Paul de Opus Dei’yi.”
Şaka bir yana, bu örgütün asıl gücü, Katolik Kilisesi’nin başındakilerden geliyordu. Bu da bilinmeyen bir şey değildi.
Dahası, bu örgütün başındaki kişi her kimse, onun papadan sonra ilk sırada gelen kişi olduğu bile söylenirdi; yüksek meclis üyesi kardinaller arasında adı geçmese de.
Papaz, Bask asıllı bir İspanyoldu. İtalya’daki uzun yıllarına karşın, İtalyanca’yı sert bir İspanyol aksanıyla konuşurdu.
Kısa saçlı genç bir rahip olan özel sekreteri, kapıyı vurup açarak bir haber verdi.
«Kardinal Kreisner geldi efendimiz.»
«Hemen içeri alın lütfen.»
Birkaç saniye sonra Kardinal Edward Kreisner içeri girdi. Papaz onu yerinden kalkmadan karşıladı. Bir şey demeden, el sıkışmadan, sadece gözleriyle selamlaştılar. Yıllardan beri tanışırlardı; neredeyse suç ortaklığı etmekte gibi değer verirlerdi birbirlerine. Paylaştıkları birçok önemli sır vardı. Bu yüzden de aralarındaki bağ çok güçlüydü.
İKİNCİ ALINTI
Amerikalı Kardinal Edward Kreisner, Alman asıllı orta halli bir Katolik ailenin oğlu olarak Illinois eyaletinin küçük bir kasabasında dünyaya gelmişti. Küçük Edward, çok erken yaşta yüreğinde Katolik inancına karşı derin bir bağlılık hissetmişti. Büyüdüğü Protestan ağırlıklı Amerikan topluluğunda Katolik olanlara pek iyi gözle bakılmıyordu. Küçük Edward’ın içinde yaşadığı zor geçim koşulları, onun tek sığınağıydı. Gönlünde, açıklanamayan bir iman vardı.
Kreisnerler hayli mütevazı bir aileydi. Edward’ın geleceğini güvenceye alacak olanakları yoktu. Bir çare bulunmalıydı.
Chicago’da kurulu Midtown Sports and Cultural Center (Midtown Spor ve Kültür Merkezi) adlı sosyal kurum onun tek şansıydı ve kullanıldı.
Bu kurum, yoksul çevrelerden gelen gençler için bir eğitim yuvası niteliğindeydi. Gençlere, akademik ve sportif programlar da sunuyordu. Olağanüstü sonuçlar elde ediliyordu.
Bu kuruma katılan öğrencilerin %95’i orta öğretimi başarı ile bitiriyor, %60’ı da üniversiteye girebiliyordu.
Kurum, herkesin hayranlığını kazanmıştı. Chicago belediye başkanı ile Illinois valisi de destek ve yardımı esirgemiyordu.
Ancak, hiç kimsenin bilmediği bir husus vardı. Bu kurum, tümüyle Opus Dei adını taşıyan bir örgütün kontrolü altındaydı.
Opus Dei, radikal Katolik tezleri savunmak için 1920’lerde İspanya’da kurulmuş bir gizli örgüttü. Zamanla çok güçlenmiş ve dünya çapında yoksul semtlerin çocuklarını kurtarma kisvesi altında yardıma geldiği birçok okulu ele geçirmişti. Aslında bu okullar, Opus Dei’nin gelecek kadroları için en iyi öğrencileri seçtiği av bölgeleriydi.
Genç Kreisner hemen dikkat çekmişti. Çok becerikliydi. Her dersten çok iyi notlar alıyor, benzersiz bir öğrenme merakı sergiliyordu. Değerli bir elemandı. Orta öğretimi bitirdi ve çok geçmeden gökten inme bir burs alarak Massachusetts’teki bir üniversiteye girdi.
Ailesinin orada ona bir daire kiralayabilecek olanağı yoktu. Boston’daki kimi öğrenciler için kurulmuş olan özel bir yurtta, “Trimount House” adlı yerde yatıp kalkıyordu.
Elbette bu öğrenci yurdu da Opus Dei’ye aitti.
Edward Kreisner, birtakım sertifikalar edinmiş bir adam olup çıktığında, Roma’ya gitti. Zaten dinsel nitelikli bir kariyer seçmişti kendine. Henüz cüppe giymiyor olsa bile, ceketinin içinde parlak bir haç taşıyordu.
Yüksek ilahiyat eğitimi görmek için İtalyan başkentindeki Kutsal Haç Papazlık Üniversitesi’ne girdi.
Vatikan kulislerini iyi tanıyanlar, bu üniversiteye girmenin ne anlama geldiğini bilirdi: Yüksek mevkilere giden bir yol.
Nitekim Kreisner, çok kısa zaman içinde Katolik çevreleri pek etkileyen bir yol tuttu. Hiyerarşi bakımından kimilerine kuşkulu gelen bir hızla yükseldi.
Kendine özgü bir tür uzmanlık edinmişti: Gizli görüşme stratejisi ve yöntemi...
Herhangi bir yerde din ile bağlantılı bir sorun çıkınca, hemen Kreisner’e bir uçak bileti yollanıp çağrılırdı. O da gider, göz açıp kapayıncaya kadar oradaki her sorunu hemen çözüp yoluna koyardı.
Başarılarına karşı aldığı tepkiler çelişkiliydi. Hayranları ona “dahi görüşmeci” diyordu. Ondan hoşlanmayanlar ise, gülerek «Ne dahi görüşmecisi!... Olsa olsa entrika şampiyonu.» diyerek, yıpranmasına çalışıyordu.
Haksız sayılmazlardı. Çünkü Kreisner bir yere gitmek üzere yola çıktığında, yanında pek az vicdan götürürdü. Gerçek bir adaleti değil, sadece artık asıl yuvası olmuş Kilise’nin yüksek çıkarlarını gözetirdi.
Bir Amerikan futbolcusu gibi olan iri bedeniyle, Vatikan koridorlarında, dünyanın en büyük katedrallerinde, Afrika ve Asya’nın en ücra köşelerinde dolaşıyordu.
Uzun yıllar sonunda, iyi ve sadık hizmetlerinin karşılığını aldı: Kardinallik... Elbette bu unvanı, onu en hoşlandığı iş olan gizli görüşmelerden alıkoymamıştı.
Bir romandan alıntı olmasına karşın bütün bunlar acaba zihninizde bir çağrışım yaratıyor mu? Buna benzer birtakım girişimlerde bulunan bir örgüt tanımıyor musunuz?