Masonlar.org - Harici Forumu
		Inanc => Inanc Uzerine => Konuyu başlatan: M1TO - Haziran 04, 2011, 05:55:52 ös
		
			
			- 
				Din Değiştirme İle İlgili Yaklaşımlar
 Dini inancını değiştiren insanlar, yeni inanca acaba tek başlarına ve kendi
 istekleriyle araştırıp da mı giriyorlar yoksa kendileri dışındaki bazı güçlerin
 zorlamasıyla veya onlardan etkilenerek mi giriyorlar?
 Bu sorular çerçevesinde, din değiştirme olayına karşı iki temel yaklaşım
 sergilenmiştir. Bunlar ‘pasifist’ ve ‘aktivist’ yaklaşımlardır (Richardson, 1985:163-
 179). Din değiştirmede asıl rolü kişinin hayattaki tecrübeleriyle oluşan motivasyonal
 faktörlerin oynadığını savunanlar kişiye pasif bir rol yükleyerek genelde bazı olaylarla
 istikrarı kaybolan kişi ile dini grupların sosyal ilişkileri sonucunda din değiştirmenin
 gerçekleştiğini savunurlar. Onlara göre gruplar kişinin bu durumundan
 yararlanmaktadırlar. Sosyoloji ve psikoloji literatüründe din değiştirmeye geleneksel
 bakış açısı böyle olmuş ve yeni dini hareketler yayılma devrelerinde hep bu yaklaşımla
 incelenmişlerdir. Bunun karşısında yer alan ve giderek yaygınlaşan aktivist yaklaşım
 ise, din değiştirmeyi kişiyi etkileyen sosyal ve psikolojik ortamlardan kurtuluş yollarını
 arar, kişiyi kendisini tatmin edecek bir hayat tarzı bulma gayreti içinde görür ve aslında
 grupların kişiyi değil, kişinin grupları kullandığını ileri sürer (Köse, 1997:8).
 Pasif yaklaşım, insanüstü, dışsal veya içsel olabilir. Bu durumda ya Tanrı din
 değiştirmenin gerçekleşmesine müdahale edebilir veya kişi, potansiyel mühtedinin
 yararlanabilirliğinden istifade eden ve onu dini hareketin içine sürükleyen bir fail
 tarafından kandırılabilir. Batılı bir araştırmacı olan Richardson, kişiyi pasif gören bu
 klasik yaklaşımı ‘eski din değiştirme paradigması’ olarak tanımlamakta (Richardson,
 1985:164) ve çeşitli şekillerde tanımlanabilecek güçler tarafından ‘pasif bir özne ‘
 varsaymaktadır. Ona göre, pasif din değiştirme, ani, dramatik ve duygusal olarak
 algılanmıştır; açık bir akıldışı niteliğe sahiptir; bu hadise, kişinin kendi şuuraltında
 olmayan ‘aktif fail’ gibi bir tanıtımın dışında herhangi bir terimle açıklanamaz; bu ‘aktif
 fail’ ile ilgili geleneksel bakış açısı her şeyi yapabilen Tanrıdır; daha modern açıklama
 ise, bilinçsiz ve şuuraltı psikolojik etkiler ve benzeridir; fakat bu ‘aktif fail’ her ne tür
 özellikler taşırsa taşısın, bu fail asla insan değildir; bu tecrübe kişinin hayatı boyunca ‘
 bir defa olup bitecek ve hayatının sonuna kadar sürecek bir olaydır; bu olay, tipik bir
 şekilde ergenlik çağında meydana gelir; inanç değişiminden sonra davranış değişir; bu
 tipin örnek modeli Aziz Pavlus’un dini değişimidir (Kim, 2003:53).
 Pasif fail kavramı, literatürde teolojik terim olarak ‘alınyazısı veya kader’,
 psikolojik terim olarak ‘bir şeye yatkınlık’, sosyolojik bir terim olarak ise,
 ‘deterministik’ gibi terimlerle tanımlanmaktadır. Fakat ‘Pasif fail’ terimi ne olursa
 olsun, ‘fail’i gerek ‘Tanrı’ gerekse ‘şuuraltı’ olsun, kişinin kendisi ‘aktif fail’ olarak
 gözükmemektedir. Bu pasif fail açıklamasında önemli olan nokta, duygusal faktörlerin
 ‘ego veya self’in bilinçli anlamının dışındaki akıldışı değişimde hâkim olmasıdır. Sonuç
 olarak, sosyoloji ve psikoloji sahasındaki son yıllardaki literatür, ‘pasif fail’ diye anılan
 bu klasik imajın din değiştirme olgusunu açıklamak için yeterli olmadığını öne
 sürmektedir. Özelikle, kült’ü beyin yıkama veya zihinsel kontrol gibi yöntemlerin
 uygulaması olarak görmeyen bilim adamları, din değiştiren kişinin kendisinin aktif ve
 bilinçli bir arayış içinde olduğuna dair tartışmalara girmişlerdir (Richardson, 1985:165;
 Kim, 2003:53-4).
 Bunun yanı sıra, beyin yıkama modelinde de fail pasiftir.. Her ne kadar
 Türklerin din değiştirmesinde bu model etkili olmasa da günümüzde dini değişimden
 bahseden popüler kitaplar beyin yıkama modeli üzerinde odaklanmıştır (Kirman,
 2004c)). Beyin yıkama kavramı, anlaşılmaz, karşı konulmaz, akıl almaz ve hatta
 büyüsel yöntemler kullanmak suretiyle insan aklını kontrol altına almak veya insanların
 zihninde düşünsel ve ideolojik bir dönüşüm yaratmak amacıyla doğrudan veya dolaylı
 olarak yapılan her türlü sistemli telkin, yönlendirme ve baskıyı içeren bir uygulama ya
 da bir propaganda tekniğini ifade eder. Bir tür “zorla ikna” olan beyin yıkama, gizemli
 bir teknik kullanmak suretiyle sistematik olarak aklın saptırılması ve tahrip edilmesi
 demektir. Beyin yıkama kavramının sosyal psikolojide çok özel bir anlamı vardır.
 Sosyal psikolojide beyin yıkama, insanların bir inanç sistemini, bir davranışlar bütünü
 veya bir dünya görüşünü gönülsüz olarak benimsemelerine yol açan bir süreci ifade
 etmek üzere kullanılır (Kirman, 1993b:3).
 Beyin yıkama modelinde ön plana çıkan birçok kavram dikkati çekmektedir.
 Bunlar arasında en önemlisi damga’dır. Bir birey hakkında başkaları tarafından yapılan
 olumsuz bir değerlendirmeyi, bireyin kamusal kimliği ile ilgili çarpıtmaları ve gözden
 düşürmeleri ifade eden bu kavram, özellikle din veya dini grup değiştiren kişilerde veya
 bu kişilerin yeni dinin gereği olarak yaptıkları davranışlar ve ritüellerde, eski dine
 mensup olan arkadaşları tarafından bir davranış bozukluğu, fikri bir sakatlık olarak
 damgalanır (Kirman, 2004b:56).
 Din değiştirmede kişinin elinde olmadan yaşadığı hayat tecrübelerinin tesiri
 olduğu gibi, onun kendisini bir arayışa sevk etmesinin rolü de vardır. Genelde
 araştırmacılar yakın zamana kadar din değiştirmeyi veya dini değişimi, yaşadığı bazı
 olaylarla istikrarı kaybolan ferdin önce dış tesirlerden etkilenmesi, daha sonra da
 kendilerine üye kazandırmak isteyen dini gruplarla ilişki kurması neticesinde yaşadığı
 değişim olarak görürler. Bu bakış açısı kişiyi pasif gören bir yaklaşım olarak
 değerlendirilebilir. Fakat bunun karşısında kişiye aktif rol yükleyen (aktivist) bir bakış
 açısı da son zamanlarda taraftar bulmaktadır. Pasivist yaklaşımla, din değiştirmedeki
 sosyal ve psikolojik etkenlerin ve yeni kişileri kendilerine cezp etmek için faaliyetlerde
 bulunan grupların rolü ön plana çıkarılarak ferde pasif bir rol yüklenirken, aktivist
 yaklaşımla, değişmek isteyen ferdin bu yöndeki çabaları ve bu hedefi için herhangi bir
 grubu nasıl kullandığı göz önüne alınarak ferde aktif bir rol yüklenir (Köse, 1997:157).
 Aktivist yaklaşım ise, kişiyi etkileyen sosyal, psikolojik ve benzeri şartları
 vurgulamaktan ziyade, dini değişimi kişinin ferdi bir başarısı olarak görmektedir.
 Aktivist yaklaşıma göre kişi, gerek felsefi seviyede bir ‘anlam’ arayışı içerisinde olsun,
 gerekse kendisine sıkıntı veren sosyal ve psikolojik problemlerine çözüm arasın, her
 halükârda kendisini tatmin edecek bir hayat tarzı aramaktadır (Richardson, 1985:167-
 172; Köse, 1997:157).
 İnsanı pasif gören pasivist yaklaşıma karşılık, aktivist yaklaşımın temel
 özellikleri şöyle sıralanabilir: Kişi bizzat aktif, bilinçli ve arayan faildir; bu bakımdan
 din değiştirme süreci duygusal değil, aklî ve entelektüel bir çabadır; din değiştirme bir
 defa gerçekleşip sonuna kadar devam eden bir hadise değil, kademeli bir şekilde
 meydana gelir; bu tecrübe tipik olarak ilk yetişkinlik devresinde olur; bu tecrübe için bir
 prototip yoktur (Kim, 2003:56).
 Burada bizi ilgilendiren husus Türklerin İslam dinine geçişinde bu yaklaşımların
 hangisinin daha çok ön plana çıktığı meselesidir. Şüphe yok ki, her iki yaklaşımın da
 Türklerin din değiştirirken gözlenmesine rağmen aktivist yaklaşımın daha ön plana
 çıktığını görmekteyiz.