Masonlar.org - Harici Forumu
Inanc => Diger Inanclar => Konuyu başlatan: hypatia - Ocak 13, 2012, 03:50:19 ös
-
İnsanlar hep yaradılmışlığını ve tanrıyı çoğunlukla sorgulamıştır.Dinlere ve din adamlarına dönmüşler,kutsal kitaplarda gerçeği aramaya çalışmışlar..Bu çok daha kolayımıza geldiğinden ve zor olan içimizde aramayı ne kadar düşünebilmişiz..Pek azımız lütfedip sebebsiz yaradılmadığımızı anca farkedebilmişiz...
uzun yıllar kafamı kurcalayan şuydu aslında! : Doğduğumuz anda önümüze sunulan dini inançlar ve bize tanıtılan Allah kavramı ne kadar doğruydu?..Acaba insanların tapındığı yön nekadar doğruydu?..
Önceleri alıntı yaptığım küçük notlarımı ve tırnak arasıyla belirttiğim karşılaştırmaları burada paylaşmak istedim,umarım anlaşılır olmuştur.. Eminim buna benzer konular epeyce var,şahsi fikirlerimi katmadan;isterimki sizlerdende gelebilecek yorumlarınızla konu zenginleşebilsin ve birbirimizi bilgilendirebilelim..Fakat lütfen yazılarımızda birbirimizi yargılamadan, tarafsız olarak düşünelim.
-------------------------------------------------------------
-" Grek mitolojisi insanlığın kökeni hakkında pek net olmasada,efsaneler ve gelenekler, kahramanlar ve kralların tanrılardan geldiğini iddia etmektedir. Bu yarı-tanrılar, insanın kaderi- günlük uğraş, elementlere bağımlılık, vebalar, hastalık, ölüm-ile bir,zamanlar Dünya'da sadece tanrıların dolaştığı altın bir geçmiş arasında bir bağlantı oluşturmaktaydı. Ve tanrıların birçoğunun Dünya'da doğmuş olmasına karşın, tanrıların göksel veçhesini sadece seçilmiş Olimpos On İkiler Grubu temsil etmekteydi. Orijinal Olimpos, Odyssey' de "saf yükseklerdeki havada " uzanıyor biçimde tasvir edilmektedir. Orijinaal On İki Büyük Tanrı, Dünya'ya inmiş olan Göklerin Tanrılarıydılar...
dışardan alıntı:(TEKVİN 6 : Bap 6- 'Allah oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler,bütün seçtiklerinden eş aldılar.
Ve RaB dedi: Ruhum adam ile ebediyen çe da kişmeyecektir,Çünkü o da ettir..?)
......ve " Göklerin kemerindeki" on iki gök cismini temsil etmekteydiler...
d.alıntı :(on iki burc ve on iki havariler..?)
....Büyük Tanrılara, Grek panteonu Romalılar tarafından benimsendiğinde verilen Latince adlar, onların uzaysal ilişkilerinide netleştirmektedir: Gaea,Dünya idi; Hermes,Merkür; Afrodit,Venüs; Ares,Merih; Kronos,Satürn; ve Zeus da Jüpiter. Grek geleneğini sürdüren Romalılar, Jüpiter'i silahı yıldırım olan kudretli bir tanrı olarak canlandırmışlar; Grekler gibi, Romalılar da onu boğa ile ilişkilendirmişlerdi.
d.alıntı: ( Musa,Sina dağına inen Tanrı'nın yanına gidip döndüğünde, kavminin altından yapılmış bir Boğaya tapındıklarını görünce kızıyor ?)
-
bu ilave etmeyi unutmuş olduğum
-----------------------------------
Minosluların tapındığı boğa, sıradan dünyasal bir yaratık değil, M.Ö 4.000lerde Güneş'in bahar tün-gün eşitliği bu takımyıldızda ortaya çıktığında meydana gelen bazı olayların hatırasına Göksel Boğa, yani Boğa takımyıldızıdır.
-
"Sümerliler "göklerden" olan tanrıların olduğuna inanmaktaydılar. "Şeyler yaratmadan önceki" zamanlardan söz eden metinlerde böylesi gök tanrılardan Apsu, Tiamat, Anşar, Kişar diye söz edilmektedir. Bu kategorideki tanrıların Dünya üstünde ortaya çıktığına dair hiçbir iddia yoktur. Dünya yaratılmadan önce var olan bu " tanrılara" daha yakından baktığımızda, bunların güneş sistemimizi oluşturan gök cisimleri olduğunu fark ederiz; ve size göstereceğimiz üzere, bu gök cisimleriyle ilgili sözde Sümer mitleri, aslında, güneş sistemimizin yaradılışıyla ilgili olan kesin ve bilimsel olarak makul kozmolojik kavramlardır.
Ayrıca "Dünya'dan" olan ikinci dereceli tanrılar da vardır. Onların kült merkezleri, çoğunlukla taşra kasabalarıdır; yerel ilahlardan daha fazla bir şey değildirler. En fazla, bazı sınırlı operasyonların sorumluluğunu almışlardır; örneğin, içkilerin hazırlanışını gözeten tanrıça NİN.KAŞİ ("bira-hanım")gibi. Onlar hakkında, hiçbir kahramanlık hikayesi anlatılmaz. Ürkütücü silahları yoktur ve diğer tanrılar onların emirleriyle titremezler. Kişiye en çok, Yazılıkaya'daki Hitit kaya yontularında resmedilen resmi gecitte en sonda yürüyen genç tanrılar grubunu hatırlatırlar.
İki grubun arasında, "kadim tanrılar" denen, Gök ve Yer tanrıları vardır. Onlar, destanların "eski tanrıları" dırlar, ve Sümer inanışına göre, göklerden Dünya'ya inmişleridr.
Bunlar, yerel ilahlar değidir. Ulusal, daha doğrusu uluslararası tanrılardır.
1-( Bazıları, insanlardan bile önce, Dünya'da mevcuttur ve faaldir. Aslında, insanın varoluşunun ta kendisi, bu tanrıların kasıtlı yaratıcı girişiminin bir sonucudur. Bunlar güçlüdür, ölümlü becerilerin veya idrakin ötesinde yeteneklere sahiptirler. Yine de bu tanrılar sadece insana benzemekle kalmaz, hem onlar gibi yiyip içer hem de sevgi ve nefret, sadakat ve ihanet gibi her insani duyguyu da sergiler.")
Aynı kaynaktan alıntı
--------------------------------------------
dip not:
1-(Tevratta gecen " tanrı insanı kendi suretinde yarattı" ile karşılaştırırsak düşündürücü )
-
sn.hypatia
Aslında açtığınız konu güzel ama forumda nedense duyarsız kalınmış.Konu başlığı mitolojik bir tanım onun için başlığa söylenecek bir şey yok.Yalnız girişte bahsettiğiniz konu aslında tüm nedenlerinde başı bana göre.Daha doğduğumuz an dini sitüeller başlar insan için daha bebeklikte başlar insanın tapınması.Sonra aileden ya camiye gider allahı ve dini bize ezberletirler ya kiliseye gider godu öğreniriz yada sinegogta alohimi.Sizin adaşınız olan hypatia nın filmini izledim daha yeni pagan inancın son temsilcisi ilk kadın din şehidi resmen içim acıdı vicdanım elvermedi birazda etkiledi beni o yüzden okunarak anılsın istedim.Burada aslında anlatmak istediğim din ne kadar iyi olursa olsun dini öğretinin geldiği biz insanlarla durumu zor insanlarda bu bağnazlık hoşgörüsüzlük olduğu müddetçe en iyi öğretide olsa muhakkak bir süre sonra dikkat buyurun lütfen gelenek haline geliyor öğretiler.
İnsanın içinde bu korku fıtratı olduğu müddetçe kendisini koruyacak kollayacak bir allaha inanca hep ihtiyacı olacak.Vahim olan din öğreticilerini yada toplum önderlerinin bu anan babanda olabilir öğrettikleri herhangi bir konuyu asla ama asla sorgulamadan inanmamaız yada araştırma zahmetine katlanmamamız öğrenme ve sorma merakımız olmaması işte asıl mesele bu.Mevlananın bir kitabı var ismi bile öyle hoşki fihimafi manası ne varsa içinde.
Konuyu fazla dağıttım sümerliler bilinebilen en eski dini öğretilere sahi,pler aslında ama bu coğrafyada işi kayıp kıta mu ve atlantise bağlarsak uygur inancı ve sonrasındaki hindu inancı devam eder.Sümerlilerin inancının artık bugünkü akıl çağında çok yeri yok insanın bilgiye hemde her türüne bu kadar kolay ulaşırken belki şu an işi dahada zor bilginin doğruluğunu muhakkak test etmesi gerek.İnsanların inançları sonunda saplantıları oluyor ve yaptuıklarının dinle en ufak bağı kalmıyor.
işte anlattığınız dönemdeki insanlarında aynı durumları yaşadığı o kadar aşikarki bir sürü tanrıları var bir sürü bir şeyin aynısından olursa ona ilah denirmi bağnazlık denen kurum o zaman bile varmış belkide biz insanların en büyük mücadele alanı bağnazlıktır.
saygılar
-
Teşekkürler Sn Karahan..
Öncelikle kandimize karşı duyarlı olmakla başlar herşey,gerisi bence göztermelik ve sonu gelmez boşuna arayış..Evet adaşıma hayranım; bazen bukadar benzerlik olurmu diyorum kendi kendime :)
Kadim bulgular inkar edilemez duruma geliyor bazen ve adeta gözümüze, gözümüze sokuluyor..Açıkca hep ciddiye almışımdır yaradılış kavramını;ve hala alıyorum.İçime sinmemişliği devamlı yaşıyorum;ne güzel Mevlana'dan misal vermişsiniz.Kendi varlığımızı keşfetmek hiç kolay değil aslında ama insanların binlerce yıldır hep aldatılma senaryolarının hala sürüyor olması pek sindirilecek bir şey değil..
Hep düşünürüm,nereye gidiyoruz diye.Hiçbirşey bu kadar basit değil herşeyin bir cevabı mutlaka vardır.
Sizinde belirttiğiniz gibi, dünyaya gözümüzü açtığımız anda türlü biçimlendirilmeler bizi karşılıyor. Karşı çıkmaya ve özgür irademizi devreye aldığımızda günahlar ve ayıplar asker gibi karşımıza çıkartılıyor..Aslında insanın en büyük düşmanı korkudur ve düşünce tembelliğidir. Zayıflıktır bizi birtakım inançlara sefkeden.Çaresizliğe düşdüğümüzde elini uzatacak bir tanrı kavramı yaratılır.
Yanlış anlaşılmasın yada her ne anlaşılırsa anlaşılsın;inançtır tanrı olan.Önce kendine olan inanç;gerisi zaten kendiliğinden ilham bulur diye düşünüyorum...Ben sümer bilgilerini boşa atmamak gerektiği tarafındayım.Çünkü en belirgin kayıtlar onlar tarafından daha çok muhafaza edilmiş.Hint felsefesi ise kendi içlerinde yaşanan ve bence derinliğine inilmesi gereken bir inanış.
Bu konulara değinmeye devam edicem.Hoşlanmayanlar ve yadırgayanlar olacaktır.Ama istediğim yeni neslin tarafsız ve samimi bir şekilde düşünmesi.Çünkü çok fazla misyon ve dernekler var.Bunlarla karşılaştım,tarafsız olarak içlerinde bire bir yaşadım.Yeni neslin önlerine neler konulduğunu ve beyinlerine neler enjekte edildiğini duymak ayrı ;şahit olmak ise apayrı birşey.
-
Sn. hypatia anlatımını faydalı buldum. Benim anlatmak istediğim biraz farklı olacak bahsettiğin çocuğun doğum anıyla ilgili olan kısmı ile ilgili,bir gece uyumaya çalışırken annesinden yeni doğan bir çocuğun Cennetlik'mi yoksa cehennemlik'mi olduğunu Allah bilirmi ,bilmezmi diye bir soru aklıma takıldı ; hadi çık çıkabirsen işin içinden etrafımdaki bilenlere danıştım verilen yanıtlar beni tatmin etmedi. Geneli tabiki bilir bilmese Allah olmaz dediler .Başka bir kişide Ay ve Güneşin ne zaman tutulacağını insan nasıl biliyorsa bu konuyuda Allah hayli, hayli bilir mantığı ileri sürdüler.Ama bu cevaplar beni tatmin etmiyordu sebebi de Bilinen bir şeyin Denemesinin mantığı bana ters geliyordu .Bu durum epey bir zaman devam etti . Yine bir gece yoğun bir şekilde bu konuya odaklandım nasıl bilir diye ; çünkü benim mantık anlayışımında, ben dahi imtihanın sorularını görmeden ve imtihana başlamadan ve süremi bitirmeden Allah nasıl bilebilir di sonucu , uzatmayayım içimden bir ses sadece Keyf diye geçti benki defalarca Kuranın mealinde bu konuyla ilgili Ayet aradım.Sonunda açıp okuduğumda Hızır aleyhisselamın Hz . Musa aleyhisselamla ilgili bölümde küçük çocuğun öldürülmesi ve Hz. Musa' nın buna tepkisi ve aldığı cevap beni tam tatmin etti.Çünkü çocuk büyüdüğünde Sapkın olacaktı ve anne babasını yoldan çıkarmaması için öldürdüm demesi benim cevabıma son noktayı koydu . Hızırın bildiğini Allah hayli hayli bilirdi.Nacizane size tavsiyem içe dönerek ve soru sorarak Allah'a yaklaşmanız onun bizden tek istediği kendisinin tek ALLAH olduğuna İMAN etmemiz saygılarımla. :'( :'( :'(
-
Sn. hypatia anlatımını faydalı buldum. Benim anlatmak istediğim biraz farklı olacak bahsettiğin çocuğun doğum anıyla ilgili olan kısmı ile ilgili,bir gece uyumaya çalışırken annesinden yeni doğan bir çocuğun Cennetlik'mi yoksa cehennemlik'mi olduğunu Allah bilirmi ,bilmezmi diye bir soru aklıma takıldı ; hadi çık çıkabirsen işin içinden etrafımdaki bilenlere danıştım verilen yanıtlar beni tatmin etmedi. Geneli tabiki bilir bilmese Allah olmaz dediler .Başka bir kişide Ay ve Güneşin ne zaman tutulacağını insan nasıl biliyorsa bu konuyuda Allah hayli, hayli bilir mantığı ileri sürdüler.Ama bu cevaplar beni tatmin etmiyordu sebebi de Bilinen bir şeyin Denemesinin mantığı bana ters geliyordu .Bu durum epey bir zaman devam etti . Yine bir gece yoğun bir şekilde bu konuya odaklandım nasıl bilir diye ; çünkü benim mantık anlayışımında, ben dahi imtihanın sorularını görmeden ve imtihana başlamadan ve süremi bitirmeden Allah nasıl bilebilir di sonucu , uzatmayayım içimden bir ses sadece Keyf diye geçti benki defalarca Kuranın mealinde bu konuyla ilgili Ayet aradım.Sonunda açıp okuduğumda Hızır aleyhisselamın Hz . Musa aleyhisselamla ilgili bölümde küçük çocuğun öldürülmesi ve Hz. Musa' nın buna tepkisi ve aldığı cevap beni tam tatmin etti.Çünkü çocuk büyüdüğünde Sapkın olacaktı ve anne babasını yoldan çıkarmaması için öldürdüm demesi benim cevabıma son noktayı koydu . Hızırın bildiğini Allah hayli hayli bilirdi.Nacizane size tavsiyem içe dönerek ve soru sorarak Allah'a yaklaşmanız onun bizden tek istediği kendisinin tek ALLAH olduğuna İMAN etmemiz saygılarımla. :'( :'( :'(
Sn MOSON33 teşekkürler.
Öldürülen çocuğu anlatımınız bana dört,beş yıl önce ışık klisesi'de bir toplantıyı hatırlattı. Kanada dan, adını unuttuğum protestanbir ilahiyat profesörü gelmişti. Bu ilahiyatçının bir süre sonra sınır dışı edildiğini sanıyorum. Tv de öyle bir duyumum olmuştu.
Kendisine sorulan soruların akışıyla şunu ifade etmişti. "İsa'ya iman etmeyen cennete gidemez." deyince bir soru yönelttim: " peki ya çocuklar?" cevap.....yok.Başka sorulara yöneldi.Üzerinde durdum;ve aldığım cevap: "iki yaşına kadar,"
İki yaşına kadar İsayı tanıdı,tanıdı;yok tanıtılıp isa'ya iman etmedi,hadi cehennem..Ağızım açık kalmış.
" Nasıl bir yaratıcı bu?Biraz gılgamış destanından bahsedebilirmiyiz" dedik;ve insanın şoke olması ancak bukadar belli olurdu.Ardından hemen denilecek kadar kısa bir sürede vaktinden önce bitirildi. Kilise üyeleri hepsi bize sırtını dönüp dağıldılar ;tabii kapıda bir kaç kişi bize sorular yöneltti ve arkadaşımla oradan hemen uzaklaştık.
Sn MOSON,sizin makbule görmüş oluğunuz öldürülen çocuğa istinaden Ömer hayyam'dan bir şiir geldi aklıma:
"Beni özene bezene yaratan kim? sen!
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana;
Öyleyse nedir o cennet cehennem?
Varmı dünya'da günah işlemeyen söyle:
Bana kötü deyip kötülük edeceksen
Yüce tanrı, ne farkın kalır benden,söyle.
Adı her ne konulursa konulsun, ben varsam o'da var,ben yoksam o da yok.
Sizin bana tavsiye ettiğiniz içime kulak verişim bana bunu der.Ama nacizane benim de bir tavsiyem biraz sizde içinize dönüp, tümü yaradanın cezalandırıcı olduğunu düşünmeyin;umarım okuduklarımı yanlış algılamamışımdır.Ve sizde yazdıklarımı tekrar okuyun.
Evlatlar sevgiyle ve bağışlanarak büyütülüyor.Elimi tırmalayan bir kedi yavrusuna ekmek vermeye ve okşamaya devam ediyorum;içimdeki bu varlığa sevgi ,Allahtan büyükmü?Birde tümün yaratıcısını düşünün!..Siz hangi hızır dan hangi Allah'dan bahsediyorsunuz?Yine aklıma birşey geldi :) şeytan ayetleri.
Bu gibi vicdani sesler çok incedir.Kıldan ince kılınç dan keskin.Sevgiyle oluşturulan evrenin mimarı natur'dur; tıpkı bizimde öyle olmaya çalışmamız gibi.
Sizin tabirinizle benim Allahım cezalandırmaz;hele ki sabileri. O katil değildir,gözlerimin gördüğü her iyi ve güzellik de o vardır..Bilmem anlatabildim mi?
-
..........Gelelim konumuza.
" Sümer ve Akkad metinleri, Gök ve yer Tanrılarının, istediklerinde Dünya2dan yükselebilmekte,göklere çıkabilmekte ve Dünya'nın göğünde gidip gelebilmekte oldukları konusunda kadim Yakın Doğu halkının son derece emin olduğu yolunda hiçbir şüpheye yer vermez. İnanna'da olduğu kadar diğer büyük tanrılarda da var olan bu yetenek, tanrıları-görmüş olduğumuz gibi, diğer her açıdan antropomorfik-kanatlı resmeden kadim ressamlar tarafından sık sık belirtilmiştir. Sayısız betimlemede görülebileceği gibi kanatlar, bedenin bir parçası, yani doğalkanatlardeğil, daha ziyade tanrının giysisine takılmış bir süstür. Ama en bilinen yolculuk Aşağı Dünya'ya yapılan seyahattir. Bu yolculuk sadece destanlara değil, silindir mühürler üstündeki sanatsal betimlemelere de konu olmuştur.
Bu tehlikeli yolculukla ilgili metinler, yolculuğun başlangıcından önce İnanna'nın yedi nesneyi dikkatle luşandığını ve yedi kapıdan geçtikce bunları birer birer çıkarışını tarif ederler. Göklere yapılan yolculuklarla ilgili metinlerde de böylr yedinesneden söz edilir:
1.Başına taktığı ŞU.GAR.RA
2.Kulaklarındaki " Ölçüm pandantifleri"
3.Boynuna taktığı küçük mavi taşlardan zincirler (bence taş denilen şey ışık olabilir)
4. Omuzlarındaki "ikiz" taşlar
5.Ellerinde altın bir silindir
6.Göğöslerini tutan bantlar
7.Bedenini saran PALA giysisi.
Bu yedi nesnenin yapısını ve öneminin ne olduğunu
şu ana dek kimse açıklayamamış olmasına karşın, cevabın uzun süredir elimizin altında olduğuna inanıyoruz.
1903' ten 1914'e kadar Asur başkenti Asur'u kazan Walter Andrae ve meslektaşı İştar Tapınağında, tanrıçayı göğsüne ve sırtına yerleştirilmiş çeşitli"tertibat"la gösteren yıpranmış bir heykelini buldular. 1934'te Mari'de kazı yapan arkeologlar, toprağa gömülü benzer ama sağlam bir heykele rastladılar. Bu,güzel bir kadının gerçek boyutlu bir suretiydi. Sıra dışı başlığı,onun bir tanrıça olduğunu gösterecek biçimde bir çift boynuzlsüslenmişti. 4.000 yıllık heykelin çevresinde duran arkeoloklar, onun canlı gibi görünüşü karşısında büyülenmişlerdi (bir fotoğrafta, heykel ve canlılar arasında ayırım yapmak zorlanılabilir). Onun 'vazolu Tanrıça' diye adlandırdılar ziraelinde silindirik bir nesne tutmaktaydı.
Eski Ahit Rb'in "meleklerini" malakim diye adlandırır, yani kelime anlamıyla ilahi mesajları getiren ve ilahi emirleri yerine getiren "elçiler". Birçok durumda açığa çıktığı gibi, bunlar ilahi havacılardır: yakup onlaro göğe tırmanan bir merdivenden yukarı çıkarken görmüştür,onlar Hacer'e (İbrahim'in cariyesi) gökten seslenmişlerdi ve sodom ve Gommora'ya göksel yıkımı getirenler de onlardır."
Aynı kaynaktan alıntı
---------------------------------------------------------------------------
-
Sn.hypatia öncelikle karşınızdaki insana hitap şeklinizden dolayı tebrik ederim . Nacizane ben pek dini konularda yorum yapmak istemem, sadece yaşadığım bir anımı paylaştım , benim anladığım bizim terettüde düştüğümüz durum Dünya'daki zaman kavramıyla ilgili algılama şeklimiz.Hadi gelin biraz daha uçlara gidelim zamansızlık yani ölümsüzlük isteğimizin ne kadar gerçekçi olduğunu kendimize soralım.Malümunuz biz hayatta devamlı 3 mantıkla hareket ederiz romanlardaki Giriş,Gelişme ve Sonuç mantığı ile hayatı algılıyoruz. Doğum= Giriş Büyüme= Gelişme ve en acısı Ölüm= Sonuç' u semboleze ediyor biz ne kadar da ölmeyi istemesekte gerçekten SONSUZLUK kavramını şu anki Akıl ve mantıkla kaldırabilirmiyiz; gerçekten merak ediyorum ? Kilisedeki çocuk olayında ise ,zaten Vaftiz olmayanın günahkar olduğunu bildiriyorlar 2 yaşına kadar bilirse Hz. İsa 'yı pek mantıklı değil bana göre , sabi olan bir çocuk Hz. İsa' yı bilse ne olur bilmese ne olur böyle konuları işin ehli İlahiyatçı Rahiplere bırakmakta fayda saygılar. :-X :-X :-X :-X :-X :-X :-X
-
Sn Mosom, çocuk hakkında verdiğiniz paylaşıma karşılık bende İsa olayıyla karşılık verdim.Ve sizin bana inanç üzerine vermiş olduğunuz tavsiyenize karşılık bende fikrimi beyan ettim..Sizin, konuları dağıtma gibi bir alışkanlığınız var galiba. Daha önceki bir yorumumada böyle yaptınız ama sonra da yanlışlığı kabul ettiniz..Konuyu dağıtmayalım; varsa konuyla ilgili yorumunuz buyrun paylaşalım..
-
Haklısınız dağıtmamak lazım syg.
-
sn.hypatia
hem islamda hem yahudilik ve hristiyanlıkta benim için hurafe saydığığım bir inanç vardır kutsal sayılar günler yerler vs.vs.
bu 7 de onlardan biri hemen hemen her kültte her inanç biçiminde var olan bir olgu yazınızda sonra nette bir tarama yaptım 7 ile hemen hemen bilindik şeyler var buraya izninle aktarmak isterimki bizim gibi düşünmeyi seven insanlara türetecek birşeyler çıksın bakınız şimdi.
*Hafta 7 gun?
*Gokkusagi 7 renk,
*Dunyanin 7 Harikasi kabul gormus,?
*Soyumuz 7 gobek,
*Dunyada varsayilir 7 kapi,?
*Dunyanin etrafinda 7 gezegen,
*Buyuk Ayi 7 yildiz'li,
*Insan 7 cakrali,
*Nota sayisi 7,
*Islam dininine gore Kainat 7 safhada yaratildi,
*Kabe'nin etrafi 7 kere tavaf edilir (dolasilir)?
*Manevi bilgeligin rakami yine 7,
*Katoliklerde 7 sakrament esas,
*Yahudilerde Kutsal Samdan 7 Mumlu ,?
*Eski Yunan Uygarliginda 7 Akilli Adam varsayilmis,
*Mitolojide ise 7 esas Tanri varsaymislar,
*Misir'da Gunes Tanrisi RA 7 ruhlu,
*Tibet'te 7 Buda,
*Cin'de kutsal 7 element varmis,?
*Feng Shui'de iletisim sayisi 7,
*Tamamlanmis olmak esittir 7,
*Afrikalilarin Kwanza Bayrami 7 sembollu,
*Zulu susleri 7 renkli,
*Eskimolarda Kar 7 isimli,?
*Hurmuz bile 7 kocali,
*Dinlenmek haftanin 7. gununde,?
*Ciceklerden 7 veren gul ,
*7 Tepe ustunde Rio,
*7 Tepe ustunde Roma,
*7 Tepe ustunde Istanbul,
*James Bond bile 007,
*Yuzde 7 nokta (acik) var. (agiz, kulak 2, burun 2, goz 2),
*Dunyada var olmus 7 kita,
*Denizlerin figurativ sayisi 7,
*Kizilderililere gore mevsimler 7 tane,?
*Avustralya yerlileri Aborjin ve Kulin'lere gore de mevsim 7 tane,
*Tum Japonlarda rakamlarin en ugurlusu 7,
*Tarot falinda 7 zafer,
*Pamuk Prenses ve 7 cuceler,
*Ilkokulun baslangici 7 yas
*Gokyuzu 7 kat,
VEEE...
UNESCO'nun bu sene 7 nci "kisiye ozel" yili : 2007 Mevlana Yili
(MEVLANA, Dogum yil donumu 1207 - 2007)
yorum size kalmış ne anlam vermek isterseniz veriniz.Hemen hemen tüm inançlarda herzaman o inanç biçimi ortaya çıktıktan bir müddet sonra muhakkak önce ilave yorumlar sonra o yorumları yaşayış biçimi geleneğe dönmüş bir müddet sonra o gelenekler o biçimin halini alıp sanki farzmış gibi o denmiş gibi uygulanır olmuş.
sırf bu konuda o kadar çok örnekler verebilirimki.Sizin cevabını merak ettiğiniz ise anlatıcının kendi dönemi şartları içinde bir şeylere verdiği biçim bir anlatım şekli tıpkı bunlar gibi çokta farklı bir mantığı olduğunu düşünmüyorum.
saygılar
-
sayın kardeşim hypatia öncelikle şikayette bulunduğun konu hakkında size hangi mail attığımı ve hangi konuda olduğunu belirtirsen bende kendime bir çekidüzen veririm böyle yukarıdan konuşma mantığını çözemedim ? ŞÖYLE BİR ŞUÇLAMAYA MARUZ KALDIM= Sizin, konuları dağıtma gibi bir alışkanlığınız var galiba. Daha önceki bir yorumumada böyle yaptınız ama sonra da yanlışlığı kabul ettiniz..-- hangi yanlışlıktı acaba ? ??? ??? ???
-
Sn Karahan,teşekkür ederim; herşey matematiksel ve ölçümdür. Resim eğitimi almadan önce altın orandan haberim yoktu;fakat acemi çalışmalarım da bile doğayı incelediğimde herşeyde bir oran olduğunu farkediyor ama anlam veremiyordum, tabii çocuk yaştaydım. En belirgini sarmaşık üzerindeki yaprak dizilenmeleriydi ve yaprağın damarlarının sıralanış şekliydi..Sayıların muhakkak anlamı vardır bunu inkar etmek evreni silbaştan demektir.
Fakat size katılıyorum;halk dili ve alışkanlıkları mantığın dışına çıkabiliyor maalesef;tıpkı 7 kocalı hürmüz gibi,8 olabilirdi mesela :) Yazınızdaki sıralamaların 7 rakkamını içeren bazılarında kutsal oranlık muhakkak vardır.Şöyle bir misalle ifade edeyim: Çakra çalışmalarım var ve inanın temel olan 7 çakramızın üzerinde hissedilir farklılıklar bile oluyor...Neyse konudan fazla çıkmayayım.Ama sizinde ifade ettiğiniz gibi halk dilinde herşey bağnaz'laşabiliyor;tıpkı yağmurun yere düştüğünde kirlendiği gibi.Herşeyi düşünüp akılcı yolla yaklaşmamız şart. Yorumlarınız için teşekkür ederim.
-
...." Eski Ahitin atalarından Yakup,un geceyi Haran'ın dışındaki bir tarlada geçirirken, "Rap'bin meleklerinin" bir aşağı bir yukarı inip çıkdığı "başı göklere değen bir merdivenin Dünya'ya konduğunu görür. Merdivenin en tepesinde Rap'bin kendisi durmaktadır. Ve şaşkın Yakup "korkup , dedi"
Gerçek Rab bu yerdedir;
ve ben onu bilemedim..
Bu yer ne heybetli!
Bu başka bir şey deği,anca Tanrı'nın evidir
ve bu,göklerin yapısıdır.
Bu hikayede iki ilginç nokta vardır. Birincisi,bu "Göklerin Kapısı"nda aşağı yukarı inip çıkan ilahi varlıklar mekanik bir araç kullanmaktadır: bir"merdiven".İkincisi,görüntü Yakup"u tamamen şaşırtmıştır. "Tanrının Evi". "Merdiven" ve onu kullanan "Rab'bin melekleri", Yakup tarlada uykuya daldığında orada değildirler. Birdenbire, bu şaşkınlık verici "vizyon" görünür. Ve sabah olduğunda Ev",Merdiven" ve sakinleri gitmiştir.
Eski Ahit yine İlya peygamberin Dünya'da ölmediğini,"bir Kasırgada göklere çıktığını" söyler. Bu ani ve beklenmeyen bir olay değildir: İlya'nın göklere çıkışı, önceden düzenlenmiştir. Belirli bir günde Beyt-el'e ("Rab'bin evi") gitmesi söylenmişti ona. Göklere alınacağını dair rivayetler müritleri arasında yayılmıştı. Bunun doğru olup olmadığını yardımcısına sorduklarında, o"Rab'bin gerçekten de Efendiyi alacaktır" diye doğruladı. Ve sonra:
İşte,ateşten bir araba,
ve ateşten atlar...
Ve İlya kasırgada
göklere çıktı.
Çok daha iyi bilinen ve kesinlikle çok daha iyi tarif edilmiş olan; kuzey Mezopotamya'daki Kebar Nehri'nin kıyılarında Yuedalılar arasında yaşayan Hezekiel peygamber tarafından görülen göksel arabasıdır.
Gökler yarıldı,
Rab'bin izzetinin görünüşünü gördüm.
Hezekiel'in gördüğü şey,parlaklık ve ışıltıyla çevrili, arabanın içindeki metal bir "çember" e dayanan bir tahtta oturan insan benzeri bir varlıktı. Tekerlekler içindeki tekerlekler üstünde her yana hareket edebilen ve yerden dikey olarak havalanabilen aracın kendisi,peygamber tarafından ışıldayan bir kasırga olarak tarif edilir.
Ve baktım, ve işte,
şimalden buran yeli,
durmadan ateş saçan birbulut geliyordu,
çevresinde parıltı,
ve ortasında, sanki ateş ortasında ışıldayan bir maden.
İncil'deki bu tarifle ilgili en son çalışmalarda (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairessi-NASA 'dan Josef F.Blumricf'inki gibi), Hezeikel tarafından görülen arabanın her biri döner kanatlarla donatılmış dört sütun üstüne oturan bir kabinden oluşan bir helikopter olduğu sonucuna varılmıştır;gerçekten bir "kasırga" yani.
aynı k.alıntı
--------------------------------------------------------
Beyt-el: Yehova Şahitleri'nin "Yehova'nın" yani Rab'bin " dedikleri,İstanbul da merkezleri olan mecazi derneği. "Yehova" Sina dağına inen ve Musaya görünen ona on emri veren aynı zamanda tüm hristiyan,İslam ve büyük dinlerin teyyid ettiği ve inandığı bir Tanrı : İslam aleminin Arapça karşılığı Allah?
....İlk vahyini gürültüyle indiği dağın başın da(sina dağı) Musa,ya veriyor; ve binlerce yıldır değişen yasalarla ve adlar la günümüze kadar gelen Tanrı.
-
:-X
-
>:( >:( >:(
-
Son yazdıklarınız The X Files adlı tv dizisinin son sezonunu anımsatıyor. Orada da bulunan uzay gemisi parçalarının üzerinde Kuran ve İncil'den ayetlerin var olduğunu görüyorlardı yani verilmek istenen inanç insanlardan daha zeki ve daha teknolojik uzaylıların var olduğu ve insanlara inanç-bilim vb. konularda vahiy şeklinde eğiterek toplumu şekillendirdikleri şeklinde.. Fakat diğer kutsal kitapları bilemiyorum Kuran'da uzaylıların Tanrı olduğu hakkında bir izlenim yoktur hatta uzaylı diye bir kavramın izi de yoktur. Genel çerçevede zeki varlıkları insanlar, cinler, şeytaniler ve melekler olarak sınıflar.
Metafizik uzmanlarınca cinlerin kısa süreliğine insanlara hayvan gibi canlı varlık veya ufo tarzı cisimler şeklinde görüntü verebilme yetenekleri olduğu iddiaları mevcuttur. Yani günümüzdeki teknolojiyle de insanlara 4 boyutlu nesneleri gerçek gibi gösterebilmek mümkündür örneğin. Benzer şekilde pek çok dini kaynağın oluşmasında cinlerin rolü büyüktür. Bu nedenle tonlarca sahte peygamber ve sahte evliya vardır. O kadar büyüktür ki rakamlar Orjinalini bulabilmek samanlıkta iğne aramak kadar zordur. Bu nedenle cinler tarafından yaratılan pek çok inanç sisteminin milyonlarca inananı vardır. Örneğin islami kaynaklardan çarpıcı bir örnek vermek gerekirse cinler binlerce insanın rüyasına girerek sizi mubarek biri olarak gösterebilir ve dünyanın öteki ucundan size radikal derecede bağlı müridler oluşturabilirler. Benzer senaryoyu sizin de rüyalarınızda kendinizi mübarek bir zat olduğunuza ikna edecek nur vb. şeyler gösterebilirler. Yaşamış ve yaşayan pek çok tasavvuf velisi ve müridleri; pek çok dini yapı vb. bu şekilde aslında şeytani güçlere taptıklarının farkında olmazlar.
Olayın bu boyutunu bilmek tarihten arta kalan inanç yapılarının kaynağını rahmani mi şeytani mi diye sorgulama gerekliliğini gözler önüne sermesi açısından hayati ölçüde önemlidir.
Saygılarımla.
-
Sn. masor 1976 eminmisin kardeşim bu iblis bu kadarmı güçlü Şehvetli rüyaların dışında . Şahsen merak ettİM. Saygılar...
-
Sayın Nasom33, Avatar adlı sinema filmini izlemişsinizdir aslında film gerçeklerin tam tersini yansıtıyor. Yani Avatar olan insandır, cinler ve şeytaniler insanları farlklı bir boyuttan kullanabiliyorlar. Tabi ki bu yasaklanmış bir durum bu yüzden lanetlenmiş oluyorlar kısacası. Benzer şekilde insanlardan da cinleri avatar olarak kullananlar mevcut istihparat toplamada büyü öğrenmede filan kullanıyorlar. Bu da yasaklanmıştır ve onlar da lanetli insanlardır. Bazıları bu özelliklerini insanlara zarar verecek ölçüde ileri giden cinleri öldürerek insanları cinlerden kurtararak iyi niyetle de kullanıyorlar.
Yunus'un kısaca ağzınla kuş tutsan da "Bir mürşidi kamile varmasan olmaz" şeklinde bir terennümü vardır. Bunun asıl nedeni de sadece hak mürşidi kamillerin peygamberlerin kalıbına şeytan giremez. Bu yüzden salih rüyaları şeytani rüyalardan ayırmanın tek yolu o rüyada hak bir mürşidin var olup olmamasıyla ölçülebilir sadece. Başka bir yol ve yöntem tasavvufçulara göre yoktur.
Yani sadece erotik rüya göstermez kısacası. Avatarlığın boyutunu örneğin homoseksüelliğin, lezbiyenlik gibi cinsel dürtülerin kaynağının cinlerin ele geçirmesi olarak gören uzmanlar da mevcuttur örneğin.
Konuyu dağıttım sanırım sayın hypatia özür diliyorum.
Saygılarımla.
-
Rica ederim sn Masor1976
,fikirleriniz olası dışı değil;olabilir. Fakat cinlerin insandan güçlü olduklarını sanmıyorum. İnsan en mükemmel varlık çünkü araştırmasının ve düşünmesinin sınırı yoktur. Evren mimarı'nın yarattığı en güçlü varlık;kutsal metinlerde de geçtiği gibi: Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Kadim bilgilerini sorgulayıp karşılaştırma yapmamın sebebi kimliğimizi daha belirgin kılmak;en azından kimliğime ve yaradılışa yaklaşmak...Ha! bu ne kadar olur bilemem beni birazcık tatmin etsin o da yeter. Bu yüzden Kutsal metinleri ve kadim araştırmaları buraya yazmamın sebebi bu; ve sizinle paylaşıp incelemek amacındayım;sizin de fikirlerinizin katkısıyla bu bilgileri tarafsız olarak inceleyip satır satır sindirebilmek..
Bedensiz varlıklar bizden ayrı değildir sonuçta şu koca evreni bedenli bedensiz paylaşıyoruz ve aynı kaynaktanız. İnsanı güçsüz yapan zaaflarıdır maalesef. Ne kadar sadece madde formuyla düşünürsek o kadar zayıf oluruz. .
Buraya daha yazıcaklarım olacaktır ve başka kaynaklardan gerek kutsal kitaplardan birlikte inceleyip birlikte elekten geçiricez.
Sn Masor1976, Kuranda yazmıyor diye,yok demek değildir. Kuran kendinden öncekileri teyyid etmiştir,sonuç da o da kendi yaşam tarihini yansıtmıştır..Ben hiç bir kitabı ve hiç bir peygamberi bir birinden üstün tutmam ve olaya açıkca din olarak yaklaşmıyorum sadece insanın tarihi olarak bakıyorum.
Güzel yorumlarınızla birlikte binlerce yıllık geçmişte şöyle bir dolaşalım bakalım :)
-
sn.nosam
iblis ve şehvet kelimeleri insanoğlunun maalesef ilk anladığı olgudur şeytandan.Nasılki masonlukta simgeler vardır hayatın hemen her alanında buna benzer simgeleri insanoğlu daha kolay öğrenmek unutmamak için hep kullanmıştır.Şeytan ise bu faslın ilk öğesidir bir simgedr kötülük adına bahsi geçen tüm konuların simgesidir.Tüm olay aslında budur yalnız insan yaradılış itibari ile hem iyidir hem kötüdür her ikisinide kendinde barındırır aslında şeytan insanı aldatmaz aldatan nefistir herşey ona izafe edilir her sebep ona bağlanır nasılki iyi olan herşeyi allahtan biliyor isek kötü olanıda şeytana mal ederiz.Sadece bu senin nefsinde vardır aslında iblislik işte sen o irade denen gücünle bunun için mücadele edersin.
Ne varsa içinde mevlananın farsça adı olan fihimafi adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim ismi bile aslında herşeyin özü.Başka yerde arama herşey sende gizli o yüzden iblis ile dalga geçebiliyorsan aslında farkında olmadan kendinle dalga geçiyorsun demektir sadece düşün ve anlamaya çalış.
saygılar
-
NEFİLİM:Ateşli Roketler Halkı
"Sümer ve Akkad metinleri, Gök ve Yer Tanrılarının, istediklerinde Dünya'dan yükselebilmekte, göklere çıkabilmekte ve Dünya'nın göğünde gidip gelebilmekte oldukları konusunda kadim Yakın Doğu halkının son derece emin olduğu yolunda hiçbir şüpheye yer vermez.
İnanna'da olduğu kadar diğer büyük tanrılarda da var olan bu yetenek, tanrıları-görmüş olduğumuz gibi, diğer her açıdan antropomorfik-kanatlı resmeden kadim ressamlar tarafından sık sık belirtilmiştir. Sayısız betimlemede görülebileceği gibi kanatlar, bedenin bir parçası değil, daha ziyade tanrının giysisine takılmış bir süstür"
Sümer'den Aşağı Dünya'ya uçarak geldiğini vurgulamak için tanrıçayı kanatlarıyla gösteren bir silndir mühür,bu tehlikeli yolculukla ilgili metinler, yolculuğun başlangıcından önce İnnana'nın göklere yaptığı yolculuklarla ilgili metinlerde de böyle yedi nesneden söz edilir:
1.Başına taktığı ŞU.GAR.RA
2.Kulaklarındaki "Ölçüm pandantifleri"
3.Boynunna taktığı küçük mavi taşlardan zincirler
4.Omuzlarındaki"ikiz "taşlar
5.Ellerinde altın silindir
7.Göğüslerini tutan bantlar
Bu yedi nesnenin yapısını ve öneminin ne olduğunu şu ana dek kimse açıklayamamış olmasına karşın, cevabın uzun süredir elimizin altında olduğuna inanıyoruz.
Asur başkenti Asur'u kazan Walter Andrae ve meslektaşları İştar Tapınağında, tanrıçayı göğsüne ve sırtına yerleştirilmiş çeşitli "tertibat"la gösteren yıpranmamış bir heykelini buldular. 1934'te Mari'de kazı yapan arkeologlar, toprağa gömülü benzer ama sağlam bir heykele rastladılar. Bu, güzel bir kadının gerçek boyutlu bir suretiydi. Sıra dışı başlığı, onun bir tanrıça olduğunu gösterecek biçimde bir çift boynuzla süslenmişti. 4.000 yıllık heykelin çevresinde duran arkeologlar, onun canlı gibi görünüşü karşısında büyülenmişlerdi (bir fotoğrafta, heykel ve canlılar arasında ayırım yapmakta zorlanılabilir)
Çok daha iyi bilinen ve kesinlikle çok daha iyi tarig edilmiş olan; kuzey Mezopotamya'daki Kebar Nehri'nin kıyılarında Yudealılar arasında yaşayan Hezekiel peygamber tarafından görülen göksel arabadır.
Gökler yarıdı,
Rab'bin izzetinin görünüşünü gördüm
Hezekiel'in gördüğü şey, parlaklık ve ışıltıyla çevrili, arabanın içindeki metal bir "çember"e dayanan bir tahtta oturan insan benzeri bir varlıktı. Tekerlekler içindeki tekerlekler üstünde her yana hareket edebilen ve yerden dikey olarak havalanabilen bir aracın kendisi, peygamber tarafından ışıldayan bir kasırga olarak tarif edilebilir.
Ve baktım, ve işte,
şimalden buran yeli,
durmadan ateş saçan bir bulut geliyordu,
çebresinde parıltı,
ve ortasında, sanki ateş ortasında
ışıldayan bir maden.
İncil'deki bu tarifle ilgili en son çalışmalarda (ABD)Ulusal Havacılık ve Dairesi- NASA'dan Josef F. Blumrich'nki gibi), Hezekiel tarafından görülen "araba"nın, her biri döner kanatlarla donatılmış dört sütun üstüne oturan bir kabinden oluşan bir helikopter olduğu sonucuna varılmıştır;gerçekten bir "kasırga" yani.
Anlatıldığına göre, Etana tanrılar tarafından insanoğluna güven ve bereket getirmek üzere görevlendirilmiştir;yani örkütlü bir uygarlık olan Krallık'ın sağlamayı amaçladığı şey.
Daha sonraları Gılgamış'ın da yapacağı gibi, Etana izin ve yardım almak için Şamaş'a başvurur. Destan ilerledikçe, Etanana'nın Şmaş'tan bir şem istediği açık hale gelir! (şem:ateşli taş)
Şamaş Etana'ya onu istediği göksel yere bir "kartal" ın götüreceğini söyler.
Sanki modern bir astronotun roketi yükseldikçe Dünya'yı küçülürken seyretmesi gibi, kadim hikaye anlatan Dünya'nın Etana'ya gittikçe daha küçük görünmesini tarif eder:
Kartal Atena'ya şöyle dedi:
"Bak,diyar nasıl görünüyor!
Dağ Evinin yanlarında denize bak,
Diyar sade bir tepe haline geldi,
Geniş deniz, ekmek sepeti kadar..
Kartal ona şöyle dedi,Etana'ya
"Bak, kara nasıl görünüyor!
Toprak adamın kazdığı bir yere döndü'"
Ve derken, yükselmeye devam ederlerken, Dün'ya birdenbire gözden kayboldu,
Etrafıma bakınırken, diyar gözden kayboldu,
Ve gözüm geniş deniz üstünde eğlenmez oldu
Etana'nın hikayesi bize,bir şem arayan Etana'nın bir çukurun içindeki bir Kartal ile iletişime geçmek zorunda olduğu bilgisini verir. Bir mühür betimlemesi, üstünde bir kartalın havalandığı, kanatlı, yüksek bir yapı (bir fırlatma kulesi mi?) göstermektedir.
Etana'yı uzak göklere götüren Kartal nedir veya kimdir?
Bu kadim metin ile 1969 Temmuzunda Apollo 11 uzay aracının kumandanı Neil Armstrong'un Dünya' yolladığı mesajı ilişkilendirmekten kendimizi alamıyoruz: "Houston! Burası Sükunet Denizi. Kartal kondu!"
İnsanoğlunun Ay'a ilk inişini bildirmekteydi. "Sükunet Denizi", inişin yapıldığı alandı. Kartal ise uzay aracından ayrılan ve içindeki iki astronotu Ay' götüren (ve daha sonra ana araca geri getiren) ay modülünün adıydı. Ay modülü, Ay yörüngesinde kendi uçuşuna başlamak üzere ilk kez ayrıldığında, astronotlar Houston'daki Görev Komuta Merkezine şöyle dedi: Kartal kanatlandı."
Ama "Kartal". uzay aracının içindeki astronotları da belirtmekteydi aynı zamanda. Apollo 11 görevinde. "Kartal" ayrıca astronotların sembolüydü, giysilerinin üstünde taşıdıkları amblemdi.
M.Ö 1.500'lerden kalan bie Asur mühür oyması bir 'şem'i' selamlayan iki "kartal-adam"ı göstermektedir.Böylesi "Kartallar" ın (bilginler bunları "kuş-adamlar" diye adlandırır) sayısız betimlemesi bulunmuştur. Çoğu betimleme onları Hayat Ağacının iki yanında, sanki onların Hayat Ekmeği ve Hayat Suyu'nun bulunduğu yer olan Göksel Ev ile bağlantıyı 'şem'lerinde sağladıklarını vurgularcasına, dururken göstermektedir.
Çıkış Kitabın'da Rab'in İsrailoğullarına "Sizi Kartalların kanatlarında taşıdım ve sizi bana getirdim" diye hatırlattığı bildirilir. Aslına bakarsanız, sayısız İncil mısraları, İlahi kanatlı bir varlık olarak tarif etmektedir. Boaz, Rut'u Yudea kavminin arasına alırken Rab Yahve'nin (yehova) "kanatlarının gölgesi altına geliyorsun" der.
Kadim halkların ilahlarını "Gök ve Yer Tanrıları" diye çağırırken, onların kelimenin tam anlamıyla Dünya'ya gökten gelmiş başka bir yerin insanları olduklarını ima ediyor olduklarından şüphe edilebilirmi?
Kadim tanrılar ve araçlarıyla ilggili olarak şu ana dek sunulan kanıtlar; onların gerçekten de kanlı canlı varlıkların, gerçekten de kelimenin tam anlamıyla göklerden Dünya'ya inmiş insanlar olduklarına dair hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.
Hem çevirmenlerin hemde de ilahiyatçıların dehşete kapıldıkları muammalı bölüm, ("beni asıl sorgulamaya iten bölüm") Tekvin Kitabının 6. Babının başını oluşturmaktadır. Bölüm, Adem'i izleyen nesiller boyunca insanoğlunun yayılışının gözden geçirilmesi ve Tufan'dan önce insanoğlunun ilahi büyüden kurtulup gözünün açılması hikayesi arasına sıkışmıştır. Şüphee yer bırakmaz biçimde şöyle belirtir o sıralarda;
tanrı oğulları
insan kızlarının güzel olduklarını gördüler,
ve bütün seçtiklerinden
kendilerine karılar aldılar.
Bu dizelerin ima ettikleri ve Sümer'in tanrılar, onlarınoğulları ve torunları, tanrılar ve ölümlüler arasında birarada yaşamaktan kaynaklanan yarı ilahi evlatlarla ilgili hikayeler arasındaki paralellikler, İncil,deki
dizeleri okumaya devam ettikçe daha da artar:
Rab oğulları insan kızlarına vardıkları,
ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman,
o günlerde, hem ondan sonra,
yeryüzünde Nefilimler vardı,
bunlar Ebediyetin kudretli olanlarıydı,
Şem halkıydı.
-
"....Yukarıdaki, geleneksel bir tercüme değildir. Uzun bir süredir, "yeryüzünde Nefilimler vardı" ifadesi, "yeryüzünde devler vardı" diye çevrilmiştir; ama hatanın farkına varan yeni çevirmenler İbranice bir terim olan Nefilim kelimesine hiç dokunmadan bırakma yoluna gitmişlerdir. "şem halkıydı" dizesi ise, tahmin edeceğimiz gibi "bir ad olan halk", yani "şöhretli bir halk" olarak anlamında ele alınmıştır. Ama daha önce belirttiğimiz gibi, 'şem' terimi orjinal anlamı ile ele alınmalıdır;bir roket olarak.
Peki, Nefilim terimi ne anlama gelmektedir? Sami dilindeki kök NFL'den ("aşağı atılmak") dallanan bu kelime, tam olarak dediği anlama gelir: Dünya'ya aşağı atılmışlar!
Çağdaş İlahiyatçılar ve İncil bilginleri bu sorunlu dizeleri ya bunları alegorik biçimde izah ederek ya da hepten görmezden gelerek kaçınma eğilimi içindedir."
-(Arkadaşlar burada ben devreye girmek istiyorum. Gerçekten Nefilim hakkın da konuşulmak istenmiyor ve hatta tekvin bölümü bile bu konuyu kısa geçmiş. Ben bu 6 Bap bölümüne takılmıştım ve bundan sonra araştırmaya yöneldim.Çünkü bu bölüm hakkında kimseden cevap alamadım. Kaçışlar öyle barizdiki !..
Ayrıca elimdeki Kitabı Mukkades tekrar yenilenme sürecine girmişti geçen yıllarda ve bu baskısı yeni çıktı;onu da almayı düşünüyorum;.. Kaldığım yerden devam ediyorum.)
"..Ama ikinci Tapınak döneminin Yahudi yazıları, bu dizelerde "düşmüş melekler"le ilgili gadim gelenekten yankıları getirmişlerdir. Bazı erken dönem bilginlerinin eserleri, "Cennet'ten atılan ve o sıralarda Dünya'da olan" bu ilahi varlıkların adlarından söz ederler: Şam-Hazzay ("şem'in gözcüsü"), Uzza ("kudretli") ve Uzi-El ("Tanrı'nın kudreti").
On dokuzuncu yüzyılın saygın Yahudi İncil yorumcularından olan Malbim bu kadim kökleri kabul etmiş ve "kadim zamanlarda ülkenin hükümdarları;Dünya'ya Göklerden gelen, Dünya'da hüküm süren ve insan kızları arasından karılar alan ve evlatları arasında kahramanlar, kudretliler, prensler ve asiller bulunan tanrıların çocuklarıydılar". demiştir. Bu hikayeler, Malbim, pagan tanrılarına aittir, "en eski zamanlarda Göklerden Dünya'ya düşmüş olan tanrıların oğulları...bu nedenle kendilerine 'Nefilimler', yani aşağı Düşmüş olanlar derlerdi."
İlahiyat açısından ima ettikleri bir kenara bırakılırsa, dizelerin edebi ve orjinal anlamından kaçınılamaz: Göklerden Dünya'ya gelmiş olan tanrıların oğulları nefilimler idi. Ve Nefilimler, Şem Halkıydı-Roket Gemilerin Halkı. Bu noktadan itibaren onları İncil'deki adları ile çağıracağız."
------------------------------------------------------------
Yani melezmiyiz? :)
Biraz aradan sonraki bölümlerde Nefilimler tekrar çıkıcak. Ama bu bölümler diğerleri kadar uzun değil daha kısa haliyle ,çünkü ana temellerin özetlerini yeterince konuya oturdu diye düşünüyorum.
-
Sn.karahan Önerinizi dikkate alacam saygılar. 8)
-
Sn.karahan Önerinizi dikkate alacam saygılar. 8)
teşekkürler sn.nosam
-
İnsanı yarı Tanrı şeklinde melezleştirme kavramı pek çok inanışta mevcut görebildiğim kadarıyla. Tasavvufçular da benzer şekilllerde ehli şeriatten Allah'a ortak koşup müşrik oluyorsunuz tepkilerinden çekinerek daha ziyade ezoterik şekilde bu tarz bilgi ve deneyimleri hal ehliyle paylaşırlardı fakat günümüzde bu tip sırlar özellikle Hallac-ı Mansur gibi velilerin sırları ifşa etmesinden sonra tasavvufçularca açıktan konuşulur hale geldi.
Örneğin tasavvufta Tanrıdan değil Allah dostlarından yardım istenir. Sadece manevi değil fiziksel olarak da örneğin uçuruma uçan bir arabanın tekrar yola oturması gibi dervişlerini kollayabildikleri yaşanagelmiş kerametler olarak anlatılır. Bu nedenle ehli şeriat bu yapının Kurana aykırı ve islam dışı olarak görme çabasına giriyorlar. Buna da Fatiha suresindeki "yalnızca senden yardım dileriz" mealindeki ayeti ispat olarak gösteriyorlar. Bu arada özellikle Abdulkadiri Geylani'nin kıyamete kadar "Medet ya Abdulkadiri Geylani" denilince darda kalanlara ruhaniyetinin yetişeceği inancını bir kenara not edin belki lazım olur. Benzer manevi güç ve rütbeye haiz olan bir diğer isim de Hz.Ali'dir. Alevilerin genelde kullandıkları "Medet ya Ali" cümlesi bu açıdan çok değerlidir ve Alevilerin bir kesiminin şeriatten kopuk olmalarına rağmen boşta olmadıklarını düşünüyorum..
Tasavvufçularda tanrılaşma boyutuna nesil ve sülale yoluyla gidilemiyor, hatta bir tarikatta şeyhlik babadan oğula veya belli bir sülalede sabit kalmışsa o tarikatın hak yol olamayacağına inanılıyor, sadece hak edecek saflığa erenlerin ulaşabildiği bir kavram olarak karşımıza çıkarken örneğin Yahudilikte bu nesil olarak algılanıyor ve sadece kendi nesillerini Tanrının çocukları olarak kutsal görüyorlar. Benzer inanç yapısı islamda da seyitlik olarak karşımıza çıkar. Halbuki tüm inanç yapılarında orjin Adem ve Havva'dır yani tüm insanlık kardeştir bu nedenle Yahudilik Seyyitlik gibi kavramlar Adem ve Havva inancına aykırı duruyor. Bu açıdan bakınca tasavvufçuların sülalede keramet ve ayrıcalık olmadığı gayret göstererek hak eden her insanın manevi derecelerde ilerleyebileceği şeklindeki bakış açısı daha oturaklı duruyor.
Saygılarımla.
-
"yalnızca senden yardım dileriz" ALLAH' ım - Bu arada özellikle Abdulkadiri Geylani'nin kıyamete kadar "Medet ya Abdulkadiri Geylani" denilince darda kalanlara ruhaniyetinin yetişeceği inancını bir kenara not edin belki lazım olur.-- Bu bana göre ŞİRK' tir !!! -- Benzer manevi güç ve rütbeye haiz olan bir diğer isim de Hz.Ali'dir. Alevilerin genelde kullandıkları "Medet ya Ali" cümlesi bu açıdan da --- Yine bana göre Şirktir.
Sadece tek olan ve yaradan O dur. İnanan için tabi yazdığım dostlar saygılar. 8) :o ???
-
Sayın Nosam33, tepkinize katılıyorum anlatış tarzım eksik olmuş. Hastalanınca doktora gider şifa buluruz, şifa Allah'dandır doktor ise aracıdır. Allah istemez ise kimse yardım da edemez. İlk bakışta bu mevzu şirk kavramını anımsatsa da derinden incelenirse şirk değildir. Yani yardım dilenen veli değil Allah'dır bir bakıma. Benzer inanç yapısı putperestlerde de mevcut olduğu için buna şirk olarak bakanlar çoğunluktadır. Mevzunun bu yanından olsa gerek tasavvuf ehli bu tip inanç yapılarını hal ehli olmayanlara açmazlardı. Evliyalar ve kendilerine verilen olağan üstü güçler ve ilimler hakkında ayetler mevcuttur. Yani Kuranda müşriklerin putların velilere inanıldığı gibi inanıldığından bahsetmesi velilere inanılmasını yadırgadığı anlamına gelmeyebilir. Aynı zamanda geçmişte ve günümüzde de keramet kavramı yaşanagelmiştir. Genelde veliler kendilerini gizledikleri için yetenek yarışmasına katılmışcasına keramet gösterisi yapmazlar ancak savaş zamanlarında filan bu tip kerametler çokça görülür.
Rabıta ve Medet kavramları çok derin ilimlerdir. Yani ayak üstü medet ya Abdulkadiri Geylani demekle de ruhaniyeti çağıramassınız. Ancak darda kaldığınız sırada bu arzuyu uyandırabilirsiniz sanırım. Yani yere çakılmak üzere olan bir uçakta getirilen şehadetle normalde getirilen şehadet aynı dozda olmaz gibi bir durumdur.
Googlede bakındım fakat bulamadım sahihliği konusunda bir şey diyemiyorum bir hadisi şerif var : Eğer çölde devenizi kaybederseniz ey ricalullah (Allah Adamları) bana yardım edin deyin. Sizin göremediğiniz Allah adamları vardır.. Tam metnini ve kaynağını şu an googleden malesef bulamadım.
Saygılarımla.
-
Sn. Masor1976 Görüşlerinize ne yazıkki katılamıyorum . Yalnız Allah'tan yardım dilenir , mantığından hareket eden bir kulum saygılar.
-
Sn Masor1976, Seçilmiş ırk kavramı hakkında bende sizin gibi düşünüyorum,buna rağmen bazı olgularda gen'lerin devreden tamamen çıkarılması da doğru değil.Herşeyden önce gelen tüm varlığın bütün ve eşit olmasıdır. Faklılıklar ise sadece misyonlarındadır;iyi yada kötü bunun karşılaştırılmasına girmicem yoksa dipsiz kuyu gibi uzar da uzar.
Yaratıcı arasında köprü olabilecek aracılara gelecek olursak,bunun bir alıntıyı özetiyle sizlerle paylaşmak istedim.İnceleyerek üstünde düşünürsek ne doğru bir anlamın yattığını farkederiz.
"Dünyayı Kuşatan Karanlık
Dünya gezegeni, üzerinde yaşayan milyarlarca beşer varlığının, binyıllardır oluşturdukları negatif faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkan, negatif karanlık bir etherik-astral bulut ile örtülmüştür. Kozmos içindeki şer güçleri, yeryüzü üzerindeki karanlık saltanatlarını, işte bu karanlık örtü vasıtasıyla sürdürmektedirler. Her türlü maddi ve manevi kötülük eylemi, bu karanlık bulutu daha da bir yoğun ve ağır duruma getirerek, saltanatını pekiştirmektedir. Buna karşılık, Kozmik Işık Güçleri ve bağlı oldukları İlahi Planlar ise, beşeriyeti, pozitif maddi ve manevi faaliyetlere teşvik ve davet ederek, beşeri serbest iradeleri ile beşeriyetin, bu meydana getirdikleri karanlık bulutu yok etmeye ve yeryüzünü Işık alanları ile sarmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar. (Ne Etherik Ustadlar, ne beşeri donanımlar sizlerin kendi kendinize yapmaya muktedir olduğunuz şeyi sizin için yapmazlar.)
Düşünceler, sadece düşüneni etkilemekle kalmayıp, düşünen varlığın içinde yaşadığı etherik çevrede de kesin değişimlere sebep olurlar. Nefsaniyetle beslenen negatif düşünceler, çıkarcı güdüler, kötü empülsler ve her şeyden öteye, korku, zihin faktörü beşeri ırkın gelişiminde söz sahibi olmaya başladığından beri giderek güçlenmiştir. Bu durum, nice binyıllar boyunca, beşeri gidişatın üzerinde bir 'karanlık bulut' oluşturmuştur. Djwhal Khul, daha 1944 yılında, 'Tüm beşer ailesinin üzerinde devasa bir düşünce formu asılı durmaktadır', demişti. İşte, beşeriyet için daha sağlıklı bir psişik çevrenin yaratılmasını sağlamak amacıyla, bu bunaltıcı, girdaba benzeyen sisin dağıtılmasına yardımcı olmak, kendini beşeriyete hızmet yoluna vakfetmiş olan her inisiye'nin hayatı boyunca surdürdüğü bir görevdir.
«Okültistlerin çoğu, her bireyin, kendi düşünce atmosterinin yaratılmasında sorumlu olduğuna ve bu atmosferin zararlı olması halinde, kişinin çevresindeki ether'i zehirli buharlarla yükleyebileceğine inanılar. Her bir kötü düşünce, sözle ifade edilmese ya da fiil halinde tezahür ettirilmese dahi, atmosfer karartır. Tersine, hayırlı bir düşünce de, düşünen kişinin çevresinde hayırlı ve ahenkli bir vibrasyon yaratır. Birikerek çoğalan türden 'grup düşünceleri'nin, ether'de, büyük düşünce form kütleleri halinde birleştikleri belirtilmektedir. Büyük ihtirasların oluşturulduğu ya da şiddet sahnelerinin geçtiği mekanlara kendilerine özgü atmosferi veren de düşuncedir
Wise Owl: «Düşünce'nin gücü, maddi beşerin anlayamayacağı ya da idrak edemeyeceği bir seviyededir. Bu düşünceler, rehberlere ulaşırlar ve onlar tarafından etüd edilirler. Bu düşüncelerin, beşeriyetin yararına olması halinde, rehberler de ilaveten bunları stimüle ederler ve beşeriyete yardım arzuları ve düşünceleri ifade edildiğinde, bunların, geleceğe muazam bir etkisi olabilir. Kadim Mısırlılar ile Babilliler, düşünce formlarının ustalarıydılar ama, düşünce kontrolünün en büyük uygulayıcıların biri de, düşünceleriyle elementleri idare edebilen Hz. Isa 'ydı.»
Ramala: «Hıristiyan kiliseleri her yıl Hz. İsa'nın ölümüne yas tutarlar. Paskalya yortusundan önceki son cuma günü, Dünya'nın çevresindeki aura, "hatalı duyguların, hatalı düşüncelerin, hatalı inançların, her bakımdan yanlışlığın kara bulutlarıyla dolar. Halbuki, Hz. İsa çarmıhta ölürken, fizik hayatın kısıtlılıklarını, üzüntülerini, epröv ve kargaşalarını geride bırakarak, doğal hayatına geri dönüyordu. Hz. İsa'nın, hepinizi bekleyen normal bir spiritüel hayata geri dönüşü gözler önüne sermiş olmasına rağmen, onun ne yaptığını anlıyamamış olan Hristiyanlar'ın Hz İsa'nın ölümüne üzülmeleri boşa giden enerji demektir.
----------------------------------------------------------
Yukarda yazar ne güzel ifade etmiş yazar : Kendi kendinize muktedir olduğunuz şeyi sizin için yapmazlar; Ne Ali, ne İsa, ne Medet ya Abdulkadir Geylani, nede .........
«Dağları seyrederken, oraya sevgi" dolu enerjileri qönderiniz. Ağaçlan seyrederken, onlara sevgi dolu enerji gönderiniz. Taşa da, toprağa da sevgi dolu enerjiler gönderiniz;Tüm dünyaya.
-
Sayın Hypatia, seçilmiş ırk kavramını dini kitaplarda da çürütebiliriz örneğin peygamberlerin çocuklarının, amcalarının vb. en yakın akrabalarının kafir olmaları, peygamberlerin kardeşlerinin onu öldürmeye çalışması vb. olgular ayrıca günümüzdeki gen araştırmaları da karakterin gensel bir etkileşim içermediği hatta pek çok hastalığın bilinenin aksine genlerle bulaşmadığı ispatlandı.
Eğer dikkat edilirse Hindistan Çin gibi kaynaklardan gelen metafizik inanç yapıları enerji kavramıyla alakalı görüşleri, nefs terbiyesi yöntemleri vb. bizdeki tasavvuf inancına veya Hristiyanlık Yahudilik gibi inançların metafizik yönleriyle aynı diyebileceğimiz kadar çok benzer. Bu nedenle Tasavvufu islamdan soyutlama çabasında olanlar tasavvufun orjinini bu tip inanç yapıları olduğu kanaatini taşırlar. Fakat örneğin abdest ve namazın asıl anlamını yine bu tip eski öğretilerle anlayabiliriz. Yani abdest fiziksel bir temizlikten öte metafizik bir kalkan oluşu, namazdaki duruşlarda örneğin ellerin karın bölgesinde tutuluşuyla enerji merkeziyle avuç içinde enerji alış verişi yapıldığı, yoga ile namazın streching yönünün benzerliği vb. örnekleri artırmak mümkün. Bence bunun nedeni Allah insanlığı hiç bir zaman boş bırakmamış bir şekilde salih kullarıyla bilgilendirmiştir. Bu bilgiler binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelebilmiş ve güncel inanç sistemleriyle örtüşmüşlerdir.
Rabıta ve Medet kavramına gelirsek metafizik ilimlerle sadece Allah dostlarıyla iletişime geçenler yoktur, şeytani güçlerle iletişim için de benzer ilimler kullanılmaktadır. Şeytani ve rahmani metafizik güçleri çağırmayı bilirseniz gelirler çünkü bizdeki gibi mekan kavramları yok örneğin bir cin dünyayı bir kaç saniyede dolaşıp gelebilir ve size istihbarat sunabilir. Şeytaniler ve Allah dostları ise daha fazla güce donanıma sahiplerdir.
Nurcularla bu konuyu tartıştığımı hatırlıyorum risalei nuru eleştirdiğim için bu yüzden beni pek sevmezler. Zamanımızda veli yoktur eğer Abdulkadir Geylani gibi zatlar olsa gücünü islam ve insanlık için kullanırdı diye geçiyor risalei nurda. Fakat Abdulkadir Geylani'nin ruhaniyetinden yararlandıklarına dair yazılar da mevcuttur risalei nurda. Yani tasavvufu tümden reddetmiyorlar.
Bu kadar güçleri var nerdeyse tanrı kadar güçlüler fakat neden kullanmıyorlar. Buna tasavvufçulardan dinlediğim bir hikaye açıklayabilir bir veliye soruyorlar "Allah seni seviyor mu" diye o da diyor ki "Evet fakat bir kez bile dediğimi yapmadı"..
Saygılarımla.
-
Sn.Masor1976 konuyu güzel yakalamışınız saygılar. ;D ;D ;D
-
Sn Masor, şahsi yorumlarımda seçilmiş ırkı destekleyen bir yazım varmı ki ırk konusu üzerinde bu kadar duruyorsunuz?..Tanrı ile arası meselesine de yukarıda bir alıntıyla noktaladım..Ha, siz yada başkaları "hayır böyle değil ama şöyle" derseniz saygı duyarım. Yukarıdaki yazılar ve konu olan Gök ve yer Tanrıları hakkında alıntılar birkez değil birkaç kez okunması ve tarafsız düşünülmesi gerekir.
Size tekrar belirteyim yukarıdaki yorumumda ifade ettiğim gibi;seçilmiş ırka şüpheyle bakarım ,seçilmiş kan olursa bu soydan gelir yani soyağacında.Fakat metafizik anlamda,insanın arı olmasının ırkla alakalı olmadığına inanıyorum;bunu din kitapları da yazmış olsa benim özgür irademe göre değil.
Namaza gelince;konu ibadet ve din değil. Zaten bunlar heryerde en fazla tartışılan ama bir sonuca varmayan konular,İlahiyatçılarda bir yere gelemediklerine göre...Başlığımız Göklerin ve Yerin Tanrıları,asıl üzerinde devam edilecek mevzu bu.
Binlerce yıldır insan oğlunun nelere inandığını, gerek bilimsel gerek dinsel öğelerle günümüze kadar gelen inançlarını gözlemlemek amacıyla açılmış bir konu.
Bu konuyu içeren yorumlar kifayetsiz kalıyorsa, On İkinci Gezegen kısmına girelim.Çünkü burada yazdıklarım aynı konuyu içeriyor asla birbirinden ayrı değil.Özür dileyerek ifade ediyorum,asıl yorumların bunların içeriğinde devam etmesi;tabi kısa sapmalar olabilir ama kısa...Ana temaların üzerinde durarak düşünmek arzusuyla bu konuyu açtım...İsterseniz devam edelim :)
-
Bölüm: On İkinci Gezegen
"Tanrı "Kaldelilerin Ur'undan" çıkan İbrahim'e, gelecekteki İbrani nesillerden konuşulurken yıldızlra bakmasını söylemiştir. Gerçekten de, Eski Ahit astronomik bilgilerle doludur. Yusuf kendini ve erkek kardeşini on iki gök cismiyle kıyaslar;ata Yakup on iki torununu on iki burç takım yıldızıyla ilişkilendirerek kutsar. Mezmurlar ve Eyüp Kitabı tekrar tekrar göksel fanomenlere, burç takımyıldızlrına atıfda bulunur. Demek ki burç kuşağına, göklerin bilimsel biçimde bölünmesine dair bilgi ve diğer astronomik enformasyon; kadim Grek'in zamanından çok öncesinde, kadim Yakın Doğu'da yaygındı."Kaldeliler gezegenleri adlandırmıştır...sistemlerinin merkezinde en büyük ışık, Güneş vardır; gezegenleri onun konumunu ve ışıltısını yansıtan "evlatları"dır.
Değişmez bir şekilde, bu daha önceki dönemdeki Kaldeliler kendilerini izleyen halklardan çok daha fazla ve çok daha doğru bilgiye sahip olmuştur. Kadim dünyanın her yerinde, nesiller boyunca "Kaldeli" adı "yıldız gözleyen", yani gökbilimci ile eş anlamlı olmuştu.
Kesinlikle söylenebilinir ki, daha sonraki tarihli metinler yapı olarak astronomikten ziyade astrolojiktir. Göklerin ve gök cisimlerinin hareketleri kudretli kralların, tapınak rahiplerinin ve genelde ülke halkının asli meşkalesi haline gelmiş gibi görünmektedir; yıldızları gözlemenin amacı sanki Dünya meselelerinin -savaş, barış, bolluk- gidişatına ait cevabı göklerde bulmaktadır.
M.Ö. ilk bin yıla ait yüzlerce metni derleyen ve analiz eden R.C. Thompson (Ninova ve Babil'in Büyücü ve Astrologlarının anlattıkları) bu yıldız gözleyenlerin ülkenin, halkının ve yöneticisinin talihiyle ulusal açıdan ilgilendiklerini, (günümüzdeki "yıldız falcılığı" gibi) bireysel talihlerle ilgilenmediklerini gösterebilmiştir:
Ay hesaplanan zamanda görünmez ise,
Güçlü bir şehir istila edilecek demektir.
Bir kuyruklu yıldız Güneş'in yoluna erişirse,toprak-akışı
azalacak; iki kez bir gürültü kopacaktır.
Jüpiter Venüs ile gittiğinde, ülkenin duaları
tanrıların kalbine erişecektir.
Eğer Güneş Ay istasyonunda durursa, ülkenin kralı
tahtında sağlam olacaktır.
-
-" Babillilerin "Rab'in Günü" dedikleri büyük bir astronomi dizisi, katiplerince açıklandığına göre, Akkadlı Sargon.2un zamanında, yani M.Ö. üçüncübin yılda yazılmış olan bir sümerce tabletten kopya aedilmiştir. Ur'un üçüncü hanedenanına, yine M.Ö. üçüncü bin yıla dayandırılan bir tablet bir dizi gök cismini öylesine net biçimde sıralamakta ve tarif etmektedir ki, günümüz bilginleri bunun, aralarında uzey semalarında Büyük ayı, Ejderha, Çalkı, Kuğu ve Üçken ve Güney semalarında Avcı, Büyük Köpek, Suyılanı, Karga ve Erboğa bulunan takımyıldızların sınıflandırılmasıyla ilgili bir metin olduğunu anlamakta hiç zorluk çekmemişler.
Sümerliler,gerçekten de, ellerinde araç gereç olmasa da küresel bir astronomi ve geometrinin gerektirdiği gelişmiş astronomik ve matematik "know-how"a sahipmiydiler? Dillerinin gösterdiğine göre, gerçekten de sahiptiler.
Bu durum sadece kullandıkları çok gelişmiş astronomik medotlarla ilgili değildir,-örneğin, kadim Sümer'de bir göksel ekvator saptamaya gerçekten ihtiyaç duyan kimdi?-ayrıca yıldızlar arasındaki uzaklıkların ölçümleriyle ilgili bir detaylı metin çeşitleri de mevcuttur.
Yıldızlar arasındaki uzaklığın üç farklı metotla ölçümünün mevcut olması, konuya verilen büyük önemi göstermektedir. Peki ama Sümer'in erkekleri ve kadınları arasında kim böyle bir bilgiye ihtiyaç duymuştu? Aralarında kim bu metotları oluşturmuş ve doğru biçimde kullanabilmişti? Tek muhtemel cevap şudur: Bilgiye sahip olan ve böyle doğru ölçümlere ihtiyaç duyan Nefilimlerdir.
-
..." Uzay yolculuğu yapabilen, başka bir gezegenden Dünya'ya gelen, Dünya semalarında uçan Nefilimler; insanoğlu uygarlığının daha şafağındayken, gelişebilmesi için binlerce yılın gerektirdiği astronomi bilgisine, ileri bir astronomi için gelişmiş metotlara ve matematiğe ve kavramlara sahip olan, göklerdeki uzaklıkları, yıldız düzenlerini ve yıldız gruplarını, helyak doğuşları ve batışları, karmaşık bir Güneş-Ay-Dünya takvimini ve hem Gök hem de Yer ile ilgili dikkate değer bilgilerin geri kalanını insan katiplere dikkatle tablo tablo kopyalamayı ve kaydetmeyi öğretmeye ihtiyacı olan ve öğretebilen bir tek onlar olabilirdi.
Güneş sistemimiz, on iki üyeden oluşmuştur. Belki de bu süpriz olmamalı zira Yunanlı bilgin Diodorus, Kaldelilerin üç "yolunu" ve bunun sonucunda ortaya çıkan otuz altı gök cismini açıklarken "bu gök tanrılarının baş yetkiye sahip on ikisinden her birine, Kaldeliler bir ay ve burç kuşağından bir burç tayin ederler" diye belirtmiştir.
(Hayvanlar Alemi ve Gökyüzündeki Yol) Anu Yoluna ve onun on iki burç takımyıldızına ek olarak, bazı metinlerine yine on iki gök cisminden; Güneş, Ay ve diğer on cisimden oluşn "Güneş Yolu"ndan söz ettiklerini bildirmektedir. TE-tableti diye adlandırılan bu metnin 20. satırı şöyle der: "naphar 12 şeremeş ha.la şakakkab.lu şa Sin u Şmaş ina libbi ittigu", yani "hepsi hepsi, Ay ve Güneş'in ait olduğu, gezegenlerin yörüngede döndüğü 12 üyedir".
Artık,on iki sayısının kadim dünyadaki önemini kavrayabiliriz.Sümer tanrılarının Büyük Grubu ve daha sonraki Olimpos tanrılarınınki tamamen ok ikiden oluşmaktaydı;genç tanrılar bu daireye ancak yaşlı tanrılar emekli olduğunda katılabiliyordu. Benzer şekilde, on iki sayısını sürdürmek için bir boşluk oluştuğunda doldurulması gerekiyordu.
Doğal sayı sayma temelimiz on olmasına rağmen, on iki sayısı, sümerliler geçip gittikten çok sonraları da göksel ve ilahi tüm meselelere nüfuz etti. On İki Büyük Titan, on iki İsrail Kabilesi, İsrail Yüksek Rahibinin büyülü göğüslerinde on iki parça vardı.
Bu güçlü, kesin on iki sayısı nereden kaynaklanıyordu? Göklerden.
Sümer yazısında, tanrı Anu ve "ilahi" yerine geçmekteydi. Bir astronomi metni "Üstün Asa'nın kakkabı, mulmul' daki koyunlardan biridir". diye açıklar. Ve Marduk darbe yapıp üstünlüğü ele geçirdiğinde ve bu gezegenle ilişkili tanrı olan Anu'nun yerini aldığında Babilliler şöyle demiş: "Marduk'un gezegeni, mulmul içinde gözükür."
İnsanlığa Dünya'nın gerçek yapısını ve gökleri öğreten Nefilimler, kadim gökbilimci rahiplere sadece Satürn'ün ötesindeki gezegenleri bildirmekle kalmamış, en önemli gezegenin, gelmiş oldukları gezegenin varlığını da öğretmişlerdi:
ON İKİNCİ GEZEGEN.
-
" Belinde'ki Kadim Yakın Doğu Müzesindeki mührünün ortasındaki tanrı veya gök cismi büyütüldüğünde, bunun on bir gök cismiyle çevrelenmiş büyük, ışınlar saçan bir yıldızı betimlediğini görebiliriz. Bunlar da, yirmidört daha küçük küreden oluşan bir zincirin üstündedirler. Bizim güneş sistemimizdeki gezegenlerin "aylarının" veya uydularının (gökbilimciler çapı on altı klometre veya daha az olanları saymazlar) sayısının da tam yirmi dört olması sadece bir rastlantı mıdır?
Şimdi, burada, şüphesiz ki bir Güneş ve on bir gezegen gösteren bu betimlemelerin bizim güneş sistemimizi temsil ettiğini iddia etme tuzağına düşürebilir zira bilgilerimiz bize, Dünya'nın bir parçası olduğu gezegensel sistemin Güneş, Dünya ve Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüz, Neptün ve Püton'dan oluştuğunu söylemektedir. Bu, bir Güneş ve (Ay da sayıldığında) sadece on gezegen eder.
Ama Sümerlilerin söylediği bu değildi. Sistemimizin Güneş ve (Ay da sayılarak) on bir gezegenden oluştuğunu iddia ediyor ve bugün bildiğimiz gezegenlere ek olarak, güneş sisteminin on ikinci üyesinin de olduğu fikrine sıkı sıkıya bağlıydılar;yani, Nefilimlerin evi olan gezegen. Biz ona On İkinci Gezegen diyeceğiz."
-
Eski Ahit'in tekvin bölümünde adı geçen satırlar arasına sıkışan Nefilim'lerden neden bahsedilmiyor ? Onun hakkında bilgilerden söz edilmesi neden hoş karşılanmıyor. Bilinmiyor olması yeterli gözükmüyor çünkü daha sıradan ve alakasız objeler üzerinde onca ayrıntıya gerek duyulurken böylesine ürkülen ve lanetlenen kayıp bir ırkı geçiştiriyorlar. Kayıpmı yoksa kasıtlı olarak hasır altı edilip bir çok bilgiler gibi insanoğlundan gizlenilmişmi?
Neden lanetlenmiş? İnsanoğlunu aydınlattığı içinmi yoksa? Üç büyük dinin,özellikle üç büyük dinin ikisinde bolca bahsi geçen günahkar olduğu için gazaba uğratılmış kadim uygarlıkların bilgi düzeyinin yüksek olması dikkat çekici...
Bahsedildiği gibi Tanrıların dünyadan çekilmesiyle insan düşüşü mü başlatılmış oldu?..ki öyle olduğu aşikar.
Kadim bilgiler yok edilmiş ve beşeri insan onların yerine başka kitaplar düzenlemiş olabilirler;yani bugünün kutsal kitapları....Kimbilir?Yıllarca kendime sorduklarımdır bunlar..
Burada yazmadıklarımın içinde , Nefilimlerin evi olarak geçen On İkinci Gezegen'nin ne olduğu konusuda merak uyandırıcı. Varlığının şüphe uyandırmayan bu gezegenin nasıl kayıp olduğu hala bilimciler için merak konusu..Biryerlerde okudum şimdi hatırlayamıyorum ama aklımda kaldığı kadarı, bununla ilgili bilmem kaçyıllarda birsefer dünyanın yakınında geçen bir yıldızı ona bağlıyorlar;ve bu geçişin dünyada bazı olayların oluşumuna da sebeb gösteriliyor.
-
"Kadim dünyanın dinsel inançlarının ve astronomisinin bel kemiği, On İkinci Gezegeni'nin güneş sistemi içinde kaldığı ve büyük yörüngesinin onu periyodik olarak Dünya'nın yakınlarına getirdiği kanaati oluşturmaktaydı. On İkinci Gezegenin, "Geçiş Gezegeni"nin piktografik işareti bir haçtı. Aynı zamanda "Anu" ve "İlahi" anlamına gelen bu çivi yazısı işareti, daha sonraları Sami dillerinde "işaret" anlamına gelen 'tav' harfine dönüştü.
Geçekten de, kadim dünyanın tüm hakları On İkinci Gezegennin periyodik yaklaşmasını alt üst oluşların, büyük değişimlerin ve yeni çağların bir işareti olarak görmekteydi. Mezopotamya metinleri gezegenin periyodik olarak ortaya çıkışını beklenen, tahmin edilebilen ve gözlemlenebilen bir olay olarak anlatmaktadır:
Büyük gezegen;
Ortaya çıkışında, koyu kırmızı.
Göğü yarıdan böler
ve Niburu olarak durur.
Gezegenin gelişi ile ilgili metinlerin birçoğu, olayın Dünya ve insanoğlu üstündeki etkisine dair kehanetlerde bulunan kehanet metinleridir. R.Campbell Thompson ( Reborts of the Magicians and Astrologs of Nineveh and Babylon) (Ninova ve Babil'in Büyücülerinin ve Astrologlarının Anlattıkları) gezegenin "Jüpiter'in durağını çevrelerken" ilerleyişini ve geçiş, yani Nibiru noktasına gelişini anlatan böyle metinler yayımlamıştır:
Jüpiter'in durağından
Gezegen batıya doğru geçer
Bir süre güven içinde yaşayış olacaktır.
Diyara yavaşça huzur çöker.
Jüpiter'in durağından başlayarak
Gezegenin parlaklığı artmaya başlar
ve Yengeç Burcunda Niburu haline gelecektir,
Akkad bollukla dolacak,
Akkad kralı güçlenecektir.
Niburu sona geldiğinde...
Diyar güven içinde yaşayacak,
Saldırgan krallar barış yapacak,
Tanrılar duaları kabul edecek, yakarışları duyacak.
Ancak yaklaşan gezegenin, güçlü kütle çekimi etkilerinin yağmurlara ve sellere de sebeb olacağı beklenmekteydi:
Gök tahtının Gezegeni
daha da parlaklaşınca,
seller ve yağmurlar olacak...
Niburu hadid noktasına vardığında,
tanrılar huzur verecek;
belalar ortadan kalkacak,
karışıklıklar çözülecek.
Yağmur ve seller gelecek.
Mezopotamyalı alimler gibi İbrani peygamberler de gezegenin Dünya'ya yaklaşma ve insanoğluna görünür olma zamanını yeni bir çağın müjdecisi olarak düşünmüşlerdir. Mezopotamyanın ve Gök Tahtının Gezegenine eşlik eden bolluk ve barış kehanetleri ile Rab'bin Fününden sonra Dünya'ya gelen barış ve adaleti anlatan İncil kehanetleri en iyi şekilde İşaya'nın sözleri ile ifade edilebilir:
Ve son günlerde vaki olacak ki:
...Rab milletler arasında hükmedecek
ve çok kavimler hakkında karar verecek.
Kılıçlarını sapan demirleri ve
mızraklarını bağcı bıçakları yapacaklar;
millet millete karşı kılıç kaldırmayacak. "
-
Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur.
-
Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur.
sn.sephirot
bu yorumunuza canı gönülden katılıyorum çok doğru hatta bu konuda bu forumda benimde yazdığım yazılar vardır hallacı mansurun sözleridir mevlananın fihimafi isimli kitabının 17.bölümünde aynı konu geçer.Şöyle der hallacı mansur şeytanın ağzından.
rabbim dileseydin zaten bana secde ettirirdin.
saygılar
-
.." Kdim dünyanın dinsel inançlarının ve astronomisinin bel kemiği, On İkinci Gezegenin, "Tanrılar gezegeni"nin güneş sistemi içinde kaldığı ve büyük yörüngesinin onu periyodik olarak Dünya'nın yakınlarına getirdiği knaati oluşturmaktaydı. On İkinci Gezegenin, "Geçiş Gezegeni" nin piktografik işareti bir haçtı. Aynı zamanda "Anu" ve "ilahi" anlamına gelen bu çiviyazısı işareti,daha sonraları Sami dillerinde "işaret" anlamına gelen 'tav' harfine dönüştü.
Gerçekten de, kadim dünyanın tüm halkları On İkinci Gezegenin periyodik yaklaşmasını alt üst oluşların, büyük değişimlerin ve yeni çağların bir işareti olarak görmekteydi. Mezopotamya metinleri gezegenin periyodik olarak ortaya çıkışını beklenen, tahmin edilebilen ve gözlemlenebilen bir olay olarak anlatmaktadır:
Büyük gezegen;
Ortaya çıkışında, koyu kırmızı.
Göğü yarıdan böler
ve Niburu olarak durur.
Gezegenin gelişi ile ilgili metinlerin birçoğo, olayın Dünya ve insanoğlu üstündeki etkisine dair kehanetlerde bulunan kehanet metinleridir.
(Niova ve Babil'in Büyücülerinin ve Astrologlarının Anlattıkları) gezegenin "Jüpiter'in durağını çevrelerken" ilerleyişini ve geçiş, yani Niburu noktasına gelişini anlatan böyle metinler yayınlanmıştır:
Jüpiter'in durağından
Gezegen batıya doğru geçer,
Bir süre güven içinde yaşayış olacaktır.
Diyara yavaşça huzur çöker.
Jüpiter'in durağından başlayarak
Gezegenin parlaklığı artmaya başlar
ve Yengeç Burcunda Niburu haline gelecektir,
Akkad bollukla dolacak,
Akkad kralı güçlebecektir.
Diyar güven içinde yaşayacak,
Saldırgan krallar barış yapacak,
Tanrılar duaları kabul edecek, yakarışları duyacak.
Ancak yaklaşan gezegenin,güçlü kütle çekimi etkilerinin yağmurlara ve sellere de sebeb olacağı beklenmekteydi:
Gök tahtının Gezegeni
daha da parlaklaşınca,
seller ve yağmurlar olacak...
Niburu hadid noktasına vardığında,
tanrılar huzur verecek;
belalar ortadan kalkacak,
karışıklıklar çözülecek.
Yağmur ve seller gelecek.
Mezopotamyalı alimler gibi İbrani peygamberler de gezegenin Dünya'ya yaklaşma ve insanoğluna görünür olma zamanını yeni çağın müjdecisi olarak düşünmüşlerdir. Mezopotamyanın ve Gezegenin eşlik eden bolluk ve barış kehanetleri ile Rab'bin Gününden sonra Dünya'ya gelen barış ve adaleti anlatan İncil kehanetleri en iyi şekilde İşaya'nın sözleri ile efade edilebilir:
Ve son günlerde vaki olacak ki:
...Rab milletler arasında hükmedecek
ve çok kavimler hakkında karar verecek.
Kılıçlarını sapan demirleri ve
mızraklarını bağcı bıçakları yapacaklar;
millet millete karşı kılıç kaldırmayacak.
-
..."Habakkuk peygamberin son derece açık biçimde belirttiği gibi: "Rab güneyden gelecek...haşmeti Dünya'yı dolduracak...ve Venüs ışık gibi olacak, hüzmelerini Rab'bin verdiği."
Konuyla ilgili Mezopotamya metinleri arasında, bir tanesi son derece açıktır:
Tanrı Marduk'un gezegeni
Ortaya çıktığında: Merkür.
Gök yayının otuzuncu derecesinden yükselen:Jüpiter.
Göksel savaşın olduğu yerde durduğunda:Niburru.
On İkinci Gezegeni frklı isimlerle çağırmamaktadır. Bunlar daha ziyade gezegenin hareketleri ve Dün'dan gözlemlenebilecek ve izlenebilecek biçimde ortaya çıktığı üç önemli noktayla ilgilidir.
Yörüngesi onu Dünya'nın yakınına geri getirirke On İlinci Gezegeni gözlemlemek için ilk fırsat, Merkür'le bir hizaya geldiği zamandı (A noktası); hesaplarımıza göre, Güneş-Dünya hadid noktasındaki hayali gök yayına 30 derecelik bir açıda olduğunda. Dünya'ya yaklaşırken ve bu nedenle Dünya semalarında "yükseliyor" gibi görünürken (tam olarak bir 30 derece daha), gezegen Jüpiter'in yörüngesini B noktasında keserdi. En sonunda, göksel savaş meydanına , hadid noktasında ya da Geçiş noktasında geldiğinde Niburu gezegeni C noktasında olurdu. Güneş, Dünya ve Marduk'un yörüngesinin hadid noktası arasına hayali bir eksen çizen Dünya'daki gözlemciler Marduk'un ilk olarak Merkür ile 30 derece de hizaya girdiğini gözlemlediler (A noktası). Bir 30 derece daha ilerleyen Marduk, B noktasında Jüpiter'in yörüngesini geçer.
Sonra, hadid noktasında (C noktası) Marduk Geçiş'e ulaşır:
Göksel Savaş meydanına geri gelir; bu nokta Dünya'ya en yakın olduğu zamandır ve uzak uzayın derinliklerine doğru yörüngesinde geri döner.
Kadim Mezopotamya ve İbrani yzıtlarındaki Rab'bin Günü beklentisi (bunlar Yeni Ahit'teki Göklerin Krallığının gelmesi beklentisinde tekrarlanır), demek ki Dünya halklarının gerçek deneyimlerine dayanmaktadır: Krallık Gezegenin Dünya yakınlarında dönemsel dönüşüne tanık oluşlarına.
-
Yukarıda özetlediğim alıntıları gözden geçirirken, üç büyük dinin;özellikle Yeni ve eski Ahit, İncil içersindeki yazıların hikaye ve destan deyip inanmadıkları metinlerden oluştuğunu görmek mümküdür. Uydurulmuş masallar deyip kadim bilgileri ve lanetlenmiş olarak kazaba uğratılmış (kendi ifadeleri) ileri uygarlıklarının kayıtlarını,o halde neden din kitaplarında satır aralarına sokmuşlar? Kadim bilgiler, Tanrıların yeryüzünden çekildiklerini ifade ediyorlar ;peki tanrılardan sonra onların yerine hüküm süren beşeri peygamberler türemiş olabilirmi?..Onlar orji bilgileri kapatıp içersinden kendilerine göre ayarlamalar yapıp insanların üzerinde tanrıcılık oynamaya başlamış olabilirlermi?
-
Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur.
Sn Sephiroth, (Şeytanı Tanrımı yarattı) başlıklı yeni bir konu açtım.Kısa bir alıntı var isterseniz onu bir okuyun ve düşünün.