Masonlar.org - Harici Forumu
Mason ve Masonluk Nedir? => Evrensel Masonluk => Dusunce Ozgurlugu => Konuyu başlatan: mbulut - Ocak 12, 2015, 02:42:32 ös
-
Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür nesiller ister.(Mustafa Kemal ATATÜRK)
Atatürk ne güzel bir öğüt vermiş...
Peki toplum olarak bu öğüte uygun yaşayabiliyor muyuz?
Fikir ve vicdan hürriyetine sahip nesillerin yetişmesinin tek sorumluları öğretmenler mi?
Tam anlamıyla fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir?
Her insan düşüncelerinde özgür olabilir fakat düşünceler ifaedeye dönüştüğü zaman birtakım kanuni kısıtlamalar ve toplumsal baskılar ile karşılaşıldığı görülmektedir.
Vicdan özgürlüğü ise her insanın manen duygu,düşünce ve inançları için geçerlidir. Vicdan özgürlüğü de ifadeye dönüştürüldüğü zaman yine kimileri kanuni kısıtlamalar ile birçoğu ise toplumsal baskılar vasıtasıyla kişilere ortak inanç düşüncesine empoze etmeğe çalışarak kısıtlandırılır.
Toplumumuzda herkes fikit ve vicdan hürriyetine zaten sahiptir. Tabi ifade etmemek şartıyla!..
Kişi olmayan ifade özgürlüğünü kullanmaya kalkışırsa toplumsal tepkiler,etiketlenme,dışlanma hatta fikren ve bedenen linç altına alınabilir.
Günümüz ülke yönetimine baktığımız zaman çıkarları uğruna kanunda yer almamasına rağmen kişilerin ifade özgürlüğünü kullanmaları sonucunda, toplumsal huzuru bozmaya yönelik davranışların içerisine dahil edilerek veya bir etiket yapıştırılarak kanuni yaptırımlar uygulanarak insanlar sindirilmeye çalışılmaktadır. Amaç toplumun huzur değil belli bir zümrenin çıkarlarını korumaktır...
Her birey fikir ve vicdan özgürlüğünü kullanırken karşıt düşüncede olanlara saygı duyması ve en önemlisi karşıt düşüncelere saldırıda bulunmaması gerekir.Ülkemizde vicdan özgürlüğü fikir özgürlüğüne göre daha kısıtlayıcı ve daha korkutucudur.Vicdan özgürlüğünü, inanç özgürlüğü olarak değerlendirdiğimiz zaman hem farklı inanclara hem kendi inanç yapısının içindeki farklılıklara (mezheplere) tahammülümüz olmadığını görebiliriz.
Fikir ve vicdan özgürlüğü sadece cumhuriyetle yönetilen toplumlara özgü olmayacağı gibi tek sorumluları da öğretmenler değildir. Bireyin bu hürriyetleri ilk olarak merkezde yani ailede oluşmalıdır.Temelde olmadıkça öğretmenlerin bu konuda yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Ailefe temelleri atıldıktan sonra öğretmenler vasıtasıyla genişler, zenginleşir.
Aile ve öğretmenlerin dışında en önemli yer ise toplumdur.Toplum kişinin fikir ve vicdan hürriyeti sonucu ifadesini yapacağı alandır. Toplumun bu duruma karşılık anlayışlı bir tutum göstermesi toplumsal gelişme için önemli bir adımdır. Toplumun hoşgörü ile karşılamadığı zaman ise hem kişi hem de toplum için büyük sorunların oluşması sağlanır.
Ülkemizde fikir ve vicdan hürriyetinin tam anlamıyla oluştuğunu düşünmüyorum. Ne yazık ki olumsuz yönde ve giderek gerilemektedir.Ülkemizin hem bugününe hem geleceğine yönelik önemli bir sorunun temelleri atılmaktadır.Bu temelleri yıkmak, önüne geçmek için önce aile ve yakın çevreden başlamak üzere fikir ve vicdan hürriyetinin ifadesine izin vermeli,ifade edeceğimiz zaman cesur davranmalıyız. Tabi saygı kurallarına uyarak ve karşıt düşüncedekilere kendi düşüncemizi kabul ettirmeden,anlayışla yaklaşarak...
Geleceğe umutla bakan,düşünceleri hapsedilmemiş,yürekleri ülke ve insan sevgisiyle dolu,ruhen tutsak edilmeyen,idealist bir nesil yetiştirmek ümidiyle...
Masonların ve üyelerimizin konu hakkındaki düşünce ve çözüm önerilerini ilgiyle bekliyorum.
-
Sayın mbulut getirmiş olduğu bu konuda Forumun “Düşünce Özgürlüğü” ve “Vicdan Özgürlüğü” bölümlerinde ayrı ayrı olmak üzere hayli irdeleme ve tartışma yapılmıştı.
Kuşkusuz oradaki irdeleme ve tartışmalar, bu konunun bir başka başlık altında bir kez daha ele alınmasını engellemez. Çünkü gerek Düşünce Özgürlüğü gerek Vicdan Özgürlüğü, sadece Masonlukta değil, genel olarak hemen tüm toplumlarda pek önemlidir. Hele Türkiye’de daha da önemlidir. Türkiye’den çok daha önemli olduğu ülkeler de var ama biz önce kendi sorunlarımızı çözelim ve bu bağlamda gelişme sağlayalım da öteye geçmek sonraya kalsın.
Bu başlık altındaki çalışmamızın gecikmesi ise, moderatörümüzden Sayın mbulut’un bu başlığının Forumdaki yerini değiştirmesini rica edişimiz, sağ olsun onun da bizi kırmayışı ama bunun zaman alması oldu.
Bu girizgâhtan sonra diyeceklerime başlayabilirim.
Düşünce ve vicdan özgürlüğünün ortak yanlarından biri, bu özgürlüklerin dünyanın bir ülkesinde tam, %99 sağlanamamış oluşudur. Gerçi bu bağlamda ileri gitmiş uluslar ve toplumlar vardır ama onların bire noksanlarından söz etmek olanaklıdır.
Acaba bu özgürlüklerin üstün bir düzeyde oluşu bir yüzdeyle gösterilebilir mi?...
Bilemem. Ancak geçmişteki bazı akademik çalışmalarda edinmiş olduğum deneyim, bu gibi sosyal nitelikli konularda %70-75 gibi bir rakamın hayli yüksek düzeyde bir başarı sayıldığıdır.
Sayın mbulut Atatürk’ün bir sözüyle başlamış. Ne güzel!... Aslında o söz öyle değil şöyledir: “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür , irfanı hür , nesiller ister." Demek ki işin içinde bir de irfan var yani seziş yeteneği.
Atatürk’ün gerek düşünce özgürlüğü gerekse vicdan özgürlüğü üzerine çok sözü, vecizesi vardır. Hepsini tutabilmiş olsaydık, günümüzde Türkiye’de bu özgürlükler, Batı ülkelerini kıskandırabilecek düzeye varmış olurdu.
Aslında bu “fikri hür, vicdanı hür , irfanı hür” üçlemesi, özgün olarak Tevfik Fikret’indir, bilirsiniz… Yoksa bilmez misiniz? Şöyle demiştir bir şiirinde:
Kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat
Kendi boşluk, kendi gökkubbemde kendim gezginim,
Bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.
(Şiirin tamamını internette birçok sitede bulabilirsiniz. Ben de onların birinden kopyaladım.)
Ancak ne olmuş yani önce Tevfik Fikret söylemişse… Atatürk bunu tek kişinin bireyselliğinden çıkarıp tüm Cumhuriyet çocuklarına yansıtmış ve öğretmenlere de ağır bir görev yüklemiş; vasiyet gibi…
Sayın mbulut sormuş “Fikir ve vicdan hürriyetine sahip nesillerin yetişmesinin tek sorumluları öğretmenler mi?” diye…
Benim yanıtım “Evet!”
Karşılarında büyük engeller var. En büyük engel de o nesillerin aileleri. Buna karşın sorumlu, yükümlü olanlar öğretmenler.
Bu nedenle de belki de öğretmenlik, bu ülkenin en değerli, en önemli, en kutsal işi ve mesleği…
Bir iş ve meslek oluşunun ötesinde bir zanaat… Masonluk gibi. Bir görev içeren, bir ülküye yönelmiş, ilkeli bir zanaat, bir meslek, bir iş…
Sayın mbulut tek bir kerede o kadar çok yazmış ki, benim nefesim aynı tempoda o kadar uzun boylu koşmaya yetmiyor. Bu aşamada biraz dinlenip nefes alayım. Sonra devam ederim. Bu arada belki başka katkılar da gelir.
-
Tam da benim yanıtım kocaman bir 'HAYIR' diyecekken okuduğum bir haber resmen dumura uğrattı beni.
Fikri, irfanı, vicdanı hür nesiller yetiştirmek sadece öğretmenlerin başarabileceği bir iş değil. Aileler, yaşadığı mahalle... Deyip uzun uzun yazacakken, yaşadığım ülkenin gerçekleri bir kez daha çarptı yüzüme.
Hakikaten üzülüyorum, kaygılıyım çocuklarımın gelecekleri için.
Ne diye soracak olursanız, bir Türkçe öğretmeninin yazdığı şiiri internette küçük bir araştırma ile bulabilirsiniz. Ancak uyarıyorum, okumanız ciddi anlamda asabınızı bozabilir, bu sebeple naçizane okumamanızı tavsiye ediyorum.
Vah benim ülkemin haline, vah benim ülkemin öğretmenlerinin haline!
Saygılarımla.
-
Sayın ADAM'ın anlatısına büyük ölçüde katılıyorum. Yalnız katılmadığım husus "Fikir ve vicdan hürriyetine sahip nesillerin yetişmesinin tek sorumlusu öğretmenler mi?" (EVET) ifadesidir.
Neden mi ?
Bilindiği üzere öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığının tasarrufu ile atanırlar. Okullarda hangi derslerin ne kadar süre ile okutulacakları bir devlet politikasıdır, dolayısı ile de bu bakanlık tarafından düzenlenir. Ülkemiz yönetiminin milli eğitime bakışı çok açıktır. Bilim veya fen olsa ne olur olmasa ne olur. Bunların hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Onlar için önemli olan " imanlı bir nesil " yaratmaktır. Peki imanlı nesil nasıl yaratılır ? Fen bilgisi, matematik, mantık, felsefe okutularak "imanlı nesil" yetiştirilemiyeceğine göre; ilahiyat ve hurafe okutulmalıdır. Ve öyle yapılmaktadır.
Son on yılda Türkiye genelinde kaç FİZİK öğretmeni, kaç KİMYA öğretmeni, kaç MATEMATİK öğretmeni ataması yapıldığını biliyor musunuz ? Buna karşın kaç bin tane DİN ve AHLAK bilgisi öğretmeni atandığını, ne kadar FEN ve MATEMATİK öğretmeni ihtiyacı , ne kadar da DİN BİLGİSİ öğretmeni ihtiyacı olduğunu hiç incelediniz mi?
Bu platformda, hangi öğretmen "vicdanı hür, fikri hür, irfanı hür" nesiller yetiştirebilecektir. Esasen "imanlı nesil " zaten hür fikir, hür vicdan, hür irfan sahibi olamaz. Zira; "imanın" temeli inançtır. İnanç ise akidelere kayıtsız şartsız biat etmektir. Yani hem biat hem bilim OALMAZ/OLAMAZ.
Şahsen, Milli Eğitim sisteminin , siyasi iktidarların tek tip insan yetiştirme politikaları üzerine kurulu olduğu sürece öğretmenlerin yapabilecekleri pek bir şey olduğunu zannetmiyorum. Esas olan; Devletin iktidarların değişmesi ile değişimlere uğrayan eğitim sistemi değil, ilkelere bağlı muassır medeniyet hedefleri olan programların uygulanması halinde öğretmenlerin rollerinin daha etkin olacağını düşünüyorum.
Saygılar-sevgiler.
-
Sayın Alşah benim dediğime karşı çıktığını söylerken, benim dediğimi destekliyor.
Ben sayın Alşah'ın genel durum betimlemesine karşı çıkmıyorum.
Zaten onun içindir ki en önemli görev öğretmenlerin omuzlarında, en ağır sorumluluk onların sırtındadır diyorum.
Konunun sonrasına da devam edeceğiz elbette.
-
Sn.Alşah'ın güzel paylaşımında katılmadığım bir nokta; öğretmenlerin bölümü ne olursa olsun ( Din,Fizik,Kimya) bence bunun bir önemi yok.Öğretmenin karakteri Atatürk'ün vecizesine uygun davranacak nitelikte ise hangi alanda eğitim verdiğinin ne önemi var.
Önemli olan öğretmenlik mesleğinin bilincinde öğretmen olabilmek.Toplumunu geliştirmeyi ilke edinmiş,idealist öğretmenlerin bu konuda olduğu kadar birçok konuda topluma katkısı olacaktır.
Ne yazık ki günümüzde öğretmenlik mesleğini edinenler mesleklerini hafife almakta veya birtakım siyasi çıkarlara alet olmaktadır.Tıpkı diğer kurumlarda olduğu gibi..
-
Sayın mbulut, ben sizi çok iyi anlıyorum ama sanrım siz benim ne demek istediğimi anlayamamış veya ben daha açık anlatmamış olabilirim.
En basitinden şöyle düşünün : Siz çok kaliteli bir futbolcusunuz ama teknik adam size takımın maçlarında yer vermiyor. Yönetim de "biz teknik adamın işine karışmayız" diyor. Nolucak şimdi !!!.
Saygılar-sevgiler.
-
Şu an tamam oldu.Önemli olan atanan Din ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerin sayısı değil,fikri,vicdani ve iradi özelliği..
Tabi günümüzdeki uygulamanın benim söylediklerim ile alakası yok.
-
;) ;) ;)
Saygılar-sevgiler.
-
Sayın Alşah çokgüzel dedi.
Teknik yönetmen ya da onun üzerindeki yönetim, kimi sporcuları takıma almıyor. Tamam. Zaten takıma alınmayan sporcuların sorumluluğu olamaz. Sorumluluk takımda olanlarda.
Belki diyeceksiniz ki, düşünce ve vicdan ögürlüğü onların umurunda değil. Bilerek ve isteyerek ya da tutsak ve güdümlü olarak onlar buna karşı. Öyle olmasalar da yapabilecekleri bir şey yok.
Bu durum onların kendi özgürlüklerini terk etmiş olduklarını ya da tutsaklandıklarını gösterir ama sorumluluklarını kaldırmaz. Yapamamak, becerememek ya da yapmaktan kaçınmak isteyerek ya da istemeden, sorumluluğu kaldırmaz.
-
Sayın ADAM'ın sözünü ettiği "SORUMLULUK" adam gibi, kadın gibi, insan gibi, fertlerin, bireylerin idrak edebilecekleri bir kavramdır.
Yalakalar, menfaatperestler, dalkavuklar, haysiyet ve onurdan yoksun, birey olamamış, ümmet, kul olmuş, el etek öpen kişilerin idrak edebilecekleri bir kavram değildir. Bu gibiler menfaatleri için bulundukları kabın şeklini alırlar.
Ne yazık ki, sadece eğitimde değil, toplumumuzun büyük bir bölümünde bu yozlaşmayı çok açık şekilde görüyoruz.
Görmeyen veya görmek istemeyenler için ne yazık ki yapabileceğimiz pek bir şey yoktur. Şahsiyetini satan birinin satamayacağı acaba ne vardır?.
Saygılar-sevgiler.
-
Fikir özgürlüğünde bir önemli nokta da insanlara bu fırsatın eşit verilmesi gerektiğidir maalesef insanlar paraları ve güçleri kadar haklarını kullanabiliyorlar.
-
Sayın mbulut konuyu iki başlıkta ele almış hür fikirli olmak ve bunu ifade edebilmek, az önce tam belirtememişim ben de fikrini yayma özgürlüğüne vurgu yapmak istedim. Katılımcı demokrasi , şu şartlarda adem-i merkeziyetçilik , kimlik siyasetinin son bulması ve filozofik bir anayasa siyasi yoldan çözüme katkı olabilir
-
Sn.Etimolog'un çözüm önerisi güzel ama hem siyasi açıdan hem toplumsal açıdan fikir,vicdan ve ifade özgürlüğünün önünde engeller olduğunda ne olacak?
Öğretmenlerin insanlık adına yapacağı bu kutsal mesleğinin görevlerini topluma,siyasi iktidarın yapısına uyacak şekilde mi gerçekleştirecekler?
Aslında bu durum politik ve toplumsal olaylara bağlı kalmadan hür bir şekilde toplumun gelişmesine katkı sağlamak isteyen insanlar içinde geçerlidir.
-
Arkadaşlar, konuyu dibe değil, derine doğru götürecek küçük birkaç şey de ben söylemek istiyorum.
Yukarıda bu iki kavramın en çok nelerden etkilendiği ve nelere maruz kalarak güç kaybettiği üzerinde durulduğunu fark ettim. Bir kısım arkadaşlarımız bu hürriyetler üzerinde tek sorumlu olarak öğretmenleri,aileyi,arkadaşları -kısacası çevreyi- göstermiş.
Ben bu şekilde düşünerek yanlış bir etüt yapıldığını düşünüyorum. Çünkü bu iki içsel oluşumun dış etkenlerden beslendiğini düşünmek de, dış etkenlerle bozulduğunu düşünmek de fikirsel anlamda havada asılı kalıyor.
Ben fikir ve vicdan hürriyetinin çevresini çitleyen öğretmenden veya bir başkasından ziyade kişinin kendisi olduğunu düşünüyorum. Yani hükümdar kapsını seçen de, harami mağarasında kalmayı tercih eden de bireyin bizzat kendisidir.
Ayrıca bu önemli konuya değinen sn mbulut ve ona katkı sağlayan sn ADAM’a teşekkür ediyorum.
Saygılar.
-
Sn.İNSAN'a katkılarından dolayı teşekkürler.
Elbette bahsi geçen özgürlüklerin oluşması her işte,her düşüncede olduğu gibi kişinin kendisinde başlar.Yalnız hürriyetler aileden,toplumdan bağımsız bir şekilde ne gelişebilir,ne oluşabilir.Diyeceksiniz ki olur mu öyle şey..
Kişinin fikri,vicdani ve iradi hürriyetlerinin gelişmesine engel aile baskısı ve bunun yanı sıra bir toplum baskısı varsa ne olacak ?
En basitinden çocuğumuza yaramazlık yaptığı zaman ''dur yapma,ona dokunma,sessiz ol'' gibi birçok kelime sarf ederek onun bir takım özgürlüklerini kısmış oluruz.Acaba öyle mi ?
Çıkarttığı ses,dokunduğu eşya başkalarına zarar veriyor ise durum çok farklıdır.Özgürlüğün bir sınırı vardır.Ailevi,toplumsal sınırlar olduğu gibi.Bu durumda kişi kendi hürriyetlerini ne kadar oluşturursa oluştursun,ne kadar geliştirirse geliştirsin bu özgürlüklerin davranışa,ifadeye dönmesi sonucu bundan etkilenecek karşısında bir aile,bir toplum olduğu gibi,tam tersi olarak tepki göreceği bir aile ve toplum olacaktır.Aslında burada en önemli sorun fikir veya vicdan özgürlüğü değil ifade özgürlüğüdür.Bu nedenle ifade edilmediği sürece toplumun,ailenin ve özellikle kişinin bu hürriyetlere sahip olacağını düşünmüyorum.
-
Bu başlık altındaki paylaşımların sona ermediği kuşkusuz... Daha söylenecek, tartışılıp değerlendirilecek çok şey olacak.
Şu aşamada burada iki sorun var.
Bunlardan birincisi bu iki özgürlük konusunun aynı başlık altında irdelenmesi…
Eğer “özgürlük” genel olarak alınsaydı durum farklı olurdu; aynı başlık altında sınıflandırma yapardık. Zaten öyle bir başlık Forumda açılmış ve uzun boylu tartışılmıştı. Oysa iki özgürlük türü seçilip alınınca, bu kez birbirlerinden ayrı olarak incelenmeleri gerekiyor. Gerçi ortak noktaları yok değil ama farklılıklarının da her keresinde belirtilmesi gerekebilir.
İkinci sorun başlıktaki "Fikir Hürriyeti"…
Ben Türkçede hürriyet yerine "özgür" sözcüğünü yeğlerim o ayrı. Fakat Fikir Hürriyeti nedir, onun tanımı gerekir.
Sayın mbulut, "ifade hürriyeti" gibi bir terim kullanıp işi karıştırmış oluyor. Çünkü o dediği, Fikir Hürriyeti'nin bir parçasıdır. Sayın mbulut sanırım Fikir Hürriyeti terimini Düşünme Özgürlüğü ile eş anlamlı alıyor.
Yanlış.
Düşünme Özgürlüğü ile eş anlamlı olanına Tefekkür Hürriyeti denir. Bu, düşünebilme ve özgür düşünce oluşturma özgürlüğüdür.
Fikir Hürriyeti ise kavramsal olarak Düşünce Özgürlüğü anlamındadır yani düşünme özgürlüğü ile oluşturulan özgür düşüncenin herhangi bir yöntemle (söz, yazı, çizim vb) aktarılmasıdır.
Düşünme Özgürlüğü (Tefekkür Hürriyeti) bireyseldir. Bunun sınırını birey kendisi belirler, Aynı durum vicdan (bulunç) özgürlüğü için söz konusudur.
Ancak işte Sayın İNSAN bu noktada yanılıyor.
Kişinin bu özgürlüğü oluşturma yeteneği vardır ama doğuşundan başlayarak çevre onu bu özgürlüğünden yoksun eder. Kişi düşünemez; düşündürülür; nasıl düşüneceği, neyi ve ne kadar düşüneceği çevresi tarafından belirlenip, beynine sokulur.
Sonraki bir aşamada kişinin bundan sıyrılabilmesi, düşünme özgürlüğünü yeniden elde edebilmesi için fırsat vardır. Nasıl düşünme özgürlüğü elinden alındıysa, bunu yeniden elde etmesi, yeni baştan özgür düşüncelerini oluşturmaya girişmesi olanağı vardır.
İşte bu noktada öğretmen devreye girmelidir. Öğretmen, bunu okulda genç beyinlere kazandırabilecek olan bir güç odağıdır. Tek odak değildir. Fakat çok etkili bir odaktır çünkü önceki
aile ve yakın çevre (akrabalar, komşular vb) odaklarının dışında bir odaktır ve o beyin ile birlikte geçireceği süre diğerlerinin her birinden çok daha fazladır.
Üstelik orada bir de aynı işlemden geçecek olan başka beyinler de vardır. Bu çokluk, her biri için bir güç edinme olanağıdır.
Sanmayın ki çok taze fakat yanlış yana yönlendirilmiş beyin bir arada olduğunda öğretmenin işi zorlaşır! Aksine. O çokluk öğretmenin lehinedir. Öğretmen onların bir arada oluşunu etkin ve yararlı bir şekilde değerlendirebilir.
İsterse!
İstemelidir. Bu öğretmenin sorumluluğudur. Bu, sadece öğretmenin sorumluluğu değildir. Öğretmenden önce ailenin sorumluluğudur. Fakat öğretmen, ailenin yerine getirmediği bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür. Bu, onun vicdani yükümlülüğüdür.
Vicdani yükümlülükten söz edince, bu kez vicdan özgürlüğüne gelmiş oluyoruz.
Vicdan özürlüğü sadece bir “dinsel nitelikli inanç özgürlüğü” müdür? Öyle olsaydı, buna inanç özgürlüğü derdik; bu, düşünme özgürlüğünün bir benzeri olurdu. Düşünce Özgürlüğünün bir benzerine de “din özgürlüğü” denilebilirdi.
İşin içinde yükümlülük olunca, özgürlüğe üst sınır gibi bir de alt sınır konmuş olur.
Görüyor musunuz, kavramları nasıl ve niçin birbirinden ayırmak gerekiyor!
Sayın İNSAN bir deyişinde haklı: Derine inelim.
Ancak derine nekren de katmanların neler olduğuna dikkat edelim. İnsanın herhangi bir cisim gibi tek ve bağımsız olduğunu sanmayalım. İnsanın çevresiyle birlikte bir toplumsal varlık olduğunu, her şeyini kendi başına çözümleyip sonuçlandıramayacağını bilelim.
Kaldı ki doğadaki cansız cisimler bile birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir. Canlı cisimlere geçildiğinde bu etkileşim artar; bitkilerden plazmalara, oradan böcekler gibi sinirsiz canlılara, sonra sinirli basit ve giderek daha karışık hayvanlara kadar…
Hiç evsiz kedilerin yaşamını gözlediniz mi? Bir deneyin. Her birinin her istediğini her istediği gibi yapamadığını, o vahşi ortamda bile belirli kuralların bulunduğunu, her birine içgüdülerin dışında neyin nasıl yapılacağının gösterildiğini, buna uymayanın canının acıdığını görürsünüz. Aynı şey diğer hayvanların, hele sürü halinde yaşayanların hepsi için geçerli. Bir sürüdeki koyunlar istedikleri zaman istedikleri otu yiyebilir, istedikleri yöne gidebilir mi?
İnsanın düşünme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü ve diğer gerek bedensel gerek nesnel özgürlükleri, belirli doğa yasalarına göre yürür. İsterseniz bunlara diyalektik yasalar da diyebilirsiniz. Dolayısıyla bunların incelenip değerlendirilmesi de bilimsel yöntemle yapılır. O bilimsel yöntemin bu alandaki uygulama çerçevesinde özellikle psikoloji ve sosyoloji ağırlık taşır. Bu konu üzerinde tartışma yapılıp bilgiler paylaşılır ve bunların üzerine görüş üretilirken, bunun gelişigüzel yapılmaması, biraz bilimsel yaklaşıma özen gösterilmesi gerekir.
Bu alandaki tek rahatlık, yeterli güvenilirlik düzeyinin fiziksel yasalardaki gibi %90-95 değil %70-75 dolayında oluşudur. (En azından şimdilik.) Bu da görüş üretme olanağını biraz artırır.
İşte bunlardan sonra belki sıra Sayın mbulut’un ilk yazısının ortalarındaki «Tam anlamıyla fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir?» sorusuna yanıt aramaya gelecek.
-
Sn.ADAM haklısınız. Fikir hürriyeti dediğimiz zaman ifade özgürlüğünü içine aldığını ve düşüncenin fikre dönüşmesi için ifade edilmesi gerektiğini söylemek gerekir.Düşünsel anlamda bir sıkıntı yok,yazıya dökerken bir hata yaptığımı söyleyebilirim. Katkınız için teşekkürler.
-
Muhakkak bireyin kendisine ek olarak yerleştirdiği her düzenek, çevrenin de ürünüdür.
Bunun bazılarını çevre bazılarını ise kişi kendi elleriyle monte eder.
Sonuçta her iki kavram da sosyolojik ve canlı.
Ancak zihin kodlarımla uyuşmayan husus şu:
Bu tür hürriyetler üzerinde 'tek' sorumlu olarak başkalarını göstermek ve bu kavramları dar bir alana sıkıştırmak.
....
Konunun giriş kısmında sn mbulut tarafından bir söz söylenmiş ve sn ADAM güzel bir tarzla, sözün öyle olmadığını ve aynı zamanda bu kavram grubunun Tevfik Fikret'e ait olduğunu ifade etmişti. Hatta ona ait bir şiirinde bu kavram grubunu nasıl kullandığını da göstererek yazısına güç katmıştı.
...
Bu noktada 'öğretmen' yerine 'muallim' kavramının kullanıldığını gördüm. Bu oldukça önemli.
Belki bu kelimeler kanalı sayesinde olayı biraz daha berrak hale getirebiliriz. Ve onlar üzerinde birazcık oynayınca birbirimizi belki de daha iyi anlayabiliriz.
Çünkü 'öğretmen' kavramı mezar taşı gibi ve oldukça soğuk. Sade anlamda 'öğretici'...
'Muallim' öyle mi? Hayır. Bilen ve arayandır. Sıcak ve dostane.
Aynı şey öğrenci için de geçerli. Basit bir şekilde zihinlerde yerini alan bu kavram da 'öğrenen' demek.
Yani öğretileni alan demek. O da bir tür cansız.
İşte tam bu noktada , bu kavramların bize yansımalarından hareket ettiğimizde bireyin gücünü ne kadar arka sıralara atmış olduğumuzu görebiliriz.
Oysa öğrenci kavramını öyle değil de 'talebe' olarak ele aldığımızda 'talep eden' yine kişinin kendisi oluyor ve kılıcını çeken, gücünü gösteren ‘kişi’ oluyor. Bir nevi harekete geçiyor.
...
Bunlara ek olarak yine kavram tahlillerinden konuya küçük bir dokunuş daha yapmak istiyorum.
Bakın değerli arkadaşlar Fikir de, Vicdan da şahsi kavramlardır.
Fikir kelimesini ele aldığımızda, onun ‘efkar’ kelimesinin çoğulu olduğunu görüyoruz.
Zaten efkar kelimesine de dürbünümüzü azıcık yanaştırdığımızda onun da bir iç oluşum olduğunu yine rahat bir şekilde görebiliriz.
...
Bu bölümde kelimelerin dışına çıkmadan bir şeyler anlatmaya çalıştım.Zira konuyu dağıtıp zemini kaydırmak istemedim.
Onların etrafında dönerek ve onların ruhundan bahsederek konuya yeni bir anlaşılabilirlik katmaya çalıştım.
Sonuçta onlar da, zihnimize verilen enerjinin birer kaynağı.Gözardı etmemek gerek.
Ama isterseniz kelimelerden biraz daha uzaklaşıp, konuyu bir katman daha karanlığa sürüklemeden derinleştirebiliriz.
Son olarak da konuya renk vereceğini düşündüğüm bir beyti sizle paylaşarak, konuya şimdilik ayraç koymak istiyorum.
Kubur faresi hayat meselesiz, gerçeksiz
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
saygılar.
-
Nitekim bu yüzden ben hep Türkçemizden yana çıkarım. Şu Osmanlıcayı kullanmaya kalkışınca yanlış yaptığımız için.
Fikir tekildir. Efkar fikrin çoğuludur. Tıpkı varak ve evrak gibi...
Muallim öyle bilen ve anlayan değildir. Talim ettirendir. Kökenini bilmezseniz uydurmacalara saparsınız. Fakat burada konumuz o değildir. Konumuz özgürlüktür.
Fikir ve vicdan şahsi kavramlar değildir. Zaten kavram toplumsal bir olgudur; kişi kendi başına kavram yaratamaz.
Ben burada Sayın İNSAN'ın ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum. Lâf kalabalığı ile kendisini göstermeye falan mı uğraşıyor acaba?
Öyleyse, bu Forumun yenri üyelerinden biri olarak o işlerin yerinin burası olmadığını bilmeli. Yazdıklarının en az yarısı yanlış olduğu gibi, diğer yarısının da ipe sapa gelir bir yanı yok. Kusura bakmasın ama biz burada Masonluk ve masonların ilgilendiği ciddi konuları ele alıyoruz. Bunları da bilgiye dayanarak tartışıyoruz. Irva zırva ile uğraşamayız. Sayın İNSAN bu tarz yazılara son vermeli. Hemen... Devam ederse, bu başlığı kapatırız. Fakat doğru dürüst katkılarda bulunacaksa, saçmalamaktan vazgeçerse, başımızın üstünde yeri vardır.
-
Yazdıklarım ile ilgili yaptığım "fikir-efkar" açıklamasında bir yanlislik yapmışım.
Düzelttiginiz için teşekkür ederim sn ADAM.
Onun dışında da söylediğiniz her şeyi yanlış ve acımasız buldum.
Madem kelimelere o kadar değindik,eleştirmenin de süpürmek değil elemek olduğunu umarım unutmamışsinizdir.
Konunun önüne geçmemesi adına yaptığınız bu süpürme üzerinde durmuyor,sevgiyle karşılıyorum.
Teşekkür ederim.
Saygılar.
-
Bu başlığın sonrasında Sayın mbulut «Tam anlamıyla fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir?» diye sorup, bunun irdelemesine geçiyordu.
Ancak anlaşıldığı üzere, “Fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir?” başlığını ayrıca açmış. Demek ki bu başlığa burada son verip, oraya geçeceğiz.