Masonlar.org - Harici Forumu
Sanat => Edebiyat => Konuyu başlatan: Supeluta - Ekim 12, 2007, 09:04:53 ös
-
Biyografi
26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir
konakta doğdu.
Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.
Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977)
Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. (öl. 19 Mayıs 1916)
Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait
Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi.
Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.
Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.
1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.
Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)
17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. (1921)
O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922)
-
Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki
(sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)
Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi.
1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı.
O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı.
1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı.
Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti.
1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929)
Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti.
Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi.
Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.
�
"O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:
"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret...
Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.
Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:
-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!
Diyemiyordum.
Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..."
1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremiyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi.
Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı.
Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle), büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu.
Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. (1935)
-
KENDİSİNE GÖNDERİLEN MEKTUPLAR
Dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel'in mektubu:
T.C.
MAARİF VEKİLLİĞİ
HUSUSİ
26.5.1941
Kardeşim,
--------------Maalesef İstanbul'da sizinle konuşmaya müsait bir zaman bulamadım. Doğru olduğunu bildiğimiz ve iyi yaptığımıza inandığımız işlerde memleket efkârı umumiyesine ve onun makesi olan vicdanlarımıza hesap vermekten başka bir vazife tanımıyoruz. Bununla müteselliyiz. Gözlerinizi öperim kardeşim.
Yücel
***********************************************
Abidin Dino'nun Mektubu:
Necip,
Mehmedin doğması - bilmem inanır mısın - benim için bir bayram. Çok seviniyorum. Yüzünü gözünü merak ediyorum. Nasıl şey, çok bağırıyor mu? Görmek lazım vesselam
Dünya yüzüne ayağı uğurlu geldi. Mehmet bu, şaka değil, kolhoz reisi filan olur inşallah.
Seni öperim
Karına, yeryüzüne bir Mehmet kazandırdığı için teşekkür, ellerinden öperim.
Abidin
(Mehmed'e selam, artık çabuk büyüsün, unutma söyle)
***************************************************
Aziz Nesin'in Mektubu:
Aziz Nesin
NESİN VAKFI
P.K.5 - ÇATALCA
İstanbul - 5 Aralık 1980
Üstad,
Çoktan beri ziyaretinize gelmek istiyorum. Ancak ben, sizden çok uzakta oturuyorum. Çatalca'da kimsesiz çocuklar için kurduğum vakıfta yaşamaktayım. Yine de bir gün ziyaretinize geleceğim.
Kültür Bakanlığı büyük ödülünü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını onurlandırdınız.
Size gelecektim, ama üç gün sonra Almanya'ya gidiyorum; bir ay sonra döneceğim.
Altı yıldan beri "Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı" adı ile bir yıllık çıkarmaktayım. Size son sayısını gönderiyorum, tetkik etmeniz için. İnşaallah yüzüncü yaşınızda da sizi tebrik etme bana kısmet olur. Ben sizden dokuz yaş küçüğüm.
Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı için, yetmişbeşinci yaşınıza dair bir yazı vermenizi rica ediyorum. Bu yazıyı eski Türkçe yazabilirsiniz. Size daha kolay gelirse. Yazmağa zamanınız yoksa bu mektubu size getiren hanıma söyleyerek yazdırabilirsiniz. Ama ben sizin yazınızı tercih ederim.
Yazı istediğiniz uzunlukta olabilir. Her ne isterseniz yazınız. Mesela yetmişbeşinci yaşınız dolayısıyla bir muhasebe, geçmişle muhasebe... Yahud hatıralarınızdan bir bölümü anlatabilirsiniz. Şiirinizde yahud tiyatro yazarlığınızdaki merhaleleri de açıklayabilirsiniz, ya da büsbütün başka şeyler...
Yazınızla birlikte bir de fotoğrafınızı rica ediyorum.
Bu yıllığın neşri gecikmişti. Bu münasebetle mümkün olduğu kadar çabuk gönderirseniz beni sevindireceksiniz.
Ziyaretinize geleceğim.
Yolunuz düşerse bir gün sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım.
Neslihan Hanımefendiye lütfen saygılarımı bildiriniz.
Her zaman dostluklar...
Azin Nesin
***********************************************
Süleyman Demirel'in Mektubu:
Muhterem Efendim,
12 nolu rapor ile iki adet Sabah gazetesi elime ulaştı. Çok teşekkür ederim.
Vatanın bu mübarek köşesinde, Cenab-ı Allah'tan millete ve memlekete yardımcı olmasını niyaz ederek, toprağı kanlar içinde kucaklamış kefensiz şühedanın aziz ruhlarına manevi huzurunda olmanın engin hissiyatı içerisindeyim.
Türkiye'ye sadakatle bağlı olanların doğru olan yolunda yürümeyi nasip ettiği için Allah'a şükürler olsun.
Mübarek kurban bayramınızı tebrik eder sevgi ve saygılar sunarım.
******************************************
-
İKİ İTHAF
(http://www.necipfazil.com/images/hasanali.gif)
Hasan Ali Yücel: "- Hakkında her sıfatın aciz kaldığı şair Necip Fazıl'a -"
26.9.1938
Hasan Âli YÜCEL
*****************
(http://www.necipfazil.com/images/abdulhak.gif)
Abdülhak Hâmid:" - Yegane beğendiğim genç şair Necip Fazıl'a -"
--------------------------------------Abdülhak Hamid
-------------------------------------------------------1935
-
HAKKINDA SÖYLENENLER
Yaşar NABİ:
« BİR MISRAI BİR MİLLETE ŞEREF VERMEYE YETER!»
Mustafa Şekip TUNÇ:
« Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bizi nadir bir san'atkâr ve hakiki bir şair ile karşılaştırıyor: Necip Fazıl»
Nurullah ATAÇ:
« Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...»
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU:
« Her vakit söylediğim gibi, şiirde Necip Fazıl, Türk nazmı bakımından bize yeni ve tamamiyle orijinal bir ses ve ahenk getirmiştir.»
Ahmet Hamdi TANPINAR:
« Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım.»
Abidin DİNO:
« Necip Fazıl'ın şaheseri (Senfoni), isyan bayrağını çeken şiirdir. Senfoni, 19. ve 20. yüzyılın fert bunalımını, kâh bir fikir kalıbı içinde, kâh bir deli gömleği içinde mükemmelen ifade ediyor.»
Sedat SİMAVİ:
« Büyük Mütefekkir üstad şairimiz Necip Fazıl Kısakürek bir taraftan fikirlerini Cumhuriyet gazetesinde neşrediyor, öbür taraftan da piyeslerini şehir tiyatrosunda Ertuğrul Muhsin'e oynatırken bu iki san'at faaliyetinin de üstünde hummalı bir şiir yetiştiricisi olmaktan geri kalmıyor.
Necip Fazıl'ın fikrince, memleketimizde şiirlerini neşretmeye razı olacağı bir edebiyat mecmuası yoktur. Necip Fazıl'dan şiirlerini neşretmek üzere bizi intihap etmesini rica ettiğimiz vakit güzide sanatkâr mecmuamızın malik olduğu geniş okuyucu zümresi dolayısiyle Yedi Gün'ü tercih etmekte hususî bir zevk duyacağını bildirmiş, teklifimizi memnuniyetle karşılamıştır. San'at ve fikirde kalite işlerine de ne kıymet verdiğini her gün biraz daha ifade eden Yedi Gün Necip Fazıl'ın en yeni şiir tecrübelerine sahne olmaktan kendisini bahtiyar addeder.
Yunus NADİ:
« Neslinin en keskin şöhret, ve en sağlam kıymeti Necip Fazıl Kısakürek, senelerden beri (Senfoni) isimli bir manzumeye çalışıyordu. Mümtaz şairin bu fevkalâde faaliyetini hemen herkes duymuştu. Bazı mecmualar, şiir üstünde tefsirler yapmış, san'at ve edebiyat mahfellerini eserin dedikodusu çalkalamıştı. Şairin büyük bir ehemmiyet atfettiği ve baş eseri olarak gösterdiği bu manzume nihayet tamamlandı.»
Taha AKYOL:
« Acısını, onun çektiği bir muazzam ıstıraba, bugünkü Türk nesilleri olarak biz çok şeyler borçluyuz. Dayanılmaz fikir ve aksiyon çilesini o çekti ama biz, sayıları elliye ulaşan büyük bir eser külliyatına kavuştuk. Sadece bu mu? Hayır! CHP diktatörlüğünün en ceberrut devrinden başlayıp ömrünün sonuna kadar «bir derecelik inhiraf göstermeksizin» devam eden bir mücadele örneği�»
-
Ahmet Hamdi TANPINAR
VARLIK, nr. 1, 13 Temmuz 1933
NECİP FAZIL VE KOP DAĞINDAKİ DÜKKÂNI
Necip Fazıl, Hikâye ve Tahlillerini, Kop Dağında Bir Dükkân adlı güzel olduğu kadar doğru bir san'at mülâhazasiyle bitiriyor.
Kop Dağında bir dükkân açmak, güzel'in peşinde koşanların en tabiî ve meşru arzusudur. Doğrusunu isterseniz, bu dükkân on seneden beri açıktır ve oldukça geniş bir müşteri kafilesine nadir emtiasını dağıtıyor.
Ben, o dükkânın ilk ve devamlı alıcılarından biriyim. Örümcek Ağı'nın titiz örgüsünü orada buldum, Kaldırımlar'ın yalnızlığını orada tanıdım. Fener, Gözler, Otel Odaları, Sayıklama, Geçen Dakikalarım... Bütün bu acının yenilmez arzu ve tutulmaz vehim usarelerinden süzülmüş emsâlsiz ve bahasız içkiler, hep oradan, yirmi yaşında genç bir adamın bundan on sene evvel, Kop Dağı'nın bir dönemecinde �üstünde fırtınalar didişen ve ayağının ucunda uçurumların baş döndürücü dâveti işitilen ücra bir köşesinde� açtığı dükkândan geldi.
Fakat ne yalan söyleyeyim, ben bu dükkânda çok nadir şeylerin daha fevkinde bir lezzet buldum: Satıcının kendisi. Onun için beraberimde götürdüğüm ganimetlerden ziyade, tezgâh başında yaptığımız sohbetleri hatırlıyorum.
İnsan, eserinin fevkine çıkmadıktan ve bir gün, hayatının istediği bir gününde onu fırlatıp atmak kudretini kendinde bulmadıktan sonra niçin yazmalı? Boş rakam kalabalığının üstüne çıkabilmek, ancak bu cins adamların hakkıdır. Ben ve Ötesi şairinde bir ruh kudreti vardır.
O, en zalim bir rüyayı bile sonuna götürmeden uyanmasını istemez. Fakat en cazibini bile üç defa üstüste görmeğe razı değildir.
Birkaç defa düşündüm; her hayat dâvetinin önünde, yelesi taze ve keskin bir bahar kokusu ile kabarmış bir küheylân gibi, burun delikleri açılıp kapanarak şahlanan bu genç adam, kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı, acaba ne olurdu? Belki, zaferini terennüm eden tunç boruların akislerini ufkun dört köşesinden üstümüze bir altın yağmuru halinde yağdıran bir kahraman, belki köksüz bir adam, belki de daha büyük bir ihtimalle sadece bir deli.
Kaç defa bu ikinci ihtimalin korkunç gölgesini onun başı üstünde, avını arayan bir kartal gibi daireler çizerken gördüm ve onun süzülüp inmek üzere olduğunu ve biraz sonra siyah çelik gagasının ucunda acaip parıltılı bir elmasla boşluklarda kaybolacağını düşünerek, gözlerimi kapadım. Fakat hayır, hiçbirinde bu tehlike ciddî değildi.
O bu anda, sadece bir ihtimalin son haddini zorluyordu.
Bazı insanlar, ara sıra ayaklarını imkânsızın denizinde yıkadıkları içindir ki, zaman zaman başları bulutlarla çarpışır.
Eserinden bahsetmiyorum. İlâhî kıvılcımın içlerinde tutuştuğunu hisseden gençler onu okusunlar. İyi şeyler, ancak iyi şeylerden doğar.
******
Peyami SAFA
Hafta Mecmuası, sayı: 4 - 1985
«TOHUM» VE ANADOLU
Necip Fazıl'ın «Tohum» adlı harikasını gördükten sonra eserin felsefesi ve temsili hakkındaki fikirlerimi Tan gazetesinde yazmıştım. İçinde bir kâinat vizyonunun bütün unsurlarını taşıyan büyük kategoride piyesler, her sınıf düşünceyi ayrı ayrı mihraklarda harekete getirmek kabiliyetinde oldukları için Tohum'u bir başka tarafından anlamaya çalışmak istiyorum.
Necib'in eserinde Millî Mücadele sadece mazlum bir milletin emperyalizme karşı ayaklanması ve Anadolu, sadece bir istihsal perspektifi içinde mütalâa edilecek alelâde bir toprak yığını, ruhsuz ve şapşal bir tabiat parçası değildir. Zekâyı maddeden kaidesi üstüne kaskatı bir idrak cihazı gibi oturtan materyalist görüşü parçalayarak bu maddenin dibini ve ruhunu eşeleyen Necip Fazıl, silâhın silâha değil kendi muhtevasını seferber etmiş bir kahraman ruhunun bütün bir kavga endüstrisine karşı çıkarak onu nasıl mağlûp ve kepaze ettiğini göstermek suretiyle ruhun topa tüfeğe, gizlinin açığa, sırrın bedâhete, namerinin meriye, kavranmıyan yakalanmayan mahiyetin, tutulan ve dar bir idrakte zincire vurulan sathî realiteye galebesini ilân, telkin ve ispat etmiş oluyor. Bu yepyeni idealist görüşle Anadolu bir seyyah fotoğrafçının filme çektiği standardize bir dere, tepe, yayla, toprak manzarası değildir. Basit ve geçici gözün gördüğü Anadolunun altında bir de görünmeyen, hakikî Anadolu vardır. Bakınız işte, üçüncü perdede Anadolunun ezelî ifadesi, kaval, size uzaklardan bu görünmeyen Anadolunun içini söylüyor. Bu sesin mantığı materyalist mantık mıdır? Bu sesin içindeki mânanın riyaziyesini tâyin etmek kabil midir? Hayır... Bu içeri plân, çizgi, fotoğraf, dar bakışa sığmaz. Fakat Necib'in piyesinde içinden dağlar geçen göz deliğinden, içinden deve geçen iğne deliğinden daha küçük bir cevhere, Tohumun cevherine bütün bir kâinat sığar. Anadoluyu anlamak, mevzuu anlamaktır. Nitekim her şeyi anlamak da yine Tohumun beşerce mümkün olabilecek en geniş idrakine varmak demektir.
******
Cahit Sıtkı TARANCI
Kurun Gazetesi; 4.11.1935
NECİP FAZIL VE PİYESİ
İnsan ruhunun derinliklerinde çağlayan suların gizli şırıltısını bize kadar getirip ebedileştirilmenin sırrını bilen Necip Fazıl, bir eli Yunus Emre'nin yakasında, bir elinde de Baudelaire estetiğinin meşalesi, bir mistik olduğu kadar da modern şairimiz, kuş uçmaz, kervan geçmez «Kaldırımlar»dan harikulâdeye susamış milyonlarca bakışın göz kamaştıracak kadar aydınlattığı sahneye atladı. «Tohum», piyesini yazdı.
Tiyatronun san'atkârı halkla burun buruna denilecek kadar temasa getiren bir san'at şubesi olduğu ve sanatkârın da şahsiyetinin etrafında bir mahşer kalabalığı bir ayin şenliği görmek arzusiyle için için yandığı, düşünülecek olursa, şair olsun, romancı ve hikâyeci olsun, her çeşit yazıcının tiyatroya karşı duyduğu zaafı, kabuğu soyulan bir muz gibi, kendiliğinden bütün mahremiyetiyle ortaya çıkar...
Halbuki Necip Fazıl, kemiyetçe mahdut, fakat keyfiyetçe namütenahi, seçkin bir okuyucu halkasının aydınlık ve şuurlu hayranlığını, güzeli çirkinden ayırt edip edemediği meşkük bir kalabalığın müphem ve hayat kadar fani alkışlarına tercih eden, beğenilmek, sevilmek hususunda da eserin inşasında gösterdiği titizliği gösteren nâdir sanatkârlardandır.
Edebiyatımızın bulutlu göklerine bir kavsi kuzah çizen bu anlayış, hakikatte, Necip Fazıl için, Necip Fazıl'ın tefekkür dünyası için ne zamandan beri olgunlaşa olgunlaşa dallarını kıracak bir raddeye gelen meyvelerin çatlayıp düşmesi kadar tabii ve derunî bir zaruretti; zira «Tohum» Eflatun'dan Bergson'a kadar insanlığın yüzyıllardır yetiştirdiği bütün büyük kafaların uykusunu kaçırmış olan bir meseleyi, ruh ve madde münakaşasını diriltmekte, Necip Fazıl'ın bütün estetiği ise özün kabuğa, ruhun maddeye üstünlüğü prensibine dayanmaktadır.
Necip Fazıl, şiirin «kelimeler arasındaki esrarengiz izdivaçlardan doğduğuna inanan» cins şairlerdendir. Bunun için «Ben ve Ötesi»nde, fikirlerini bize yalnız nağme ve lezzet halinde veren, şiirin büyüsü bozulur endişesiyle �pek haklı olarak� tefekkür dünyasını bulutlar ve sular arkasında gizlemeye mecbur kalan şair, Tohum'u yazmakla şiirin intizam ve güzellikten ibâret olan ülkesini muvakkat bir müddet için terkederek nesrin hudutları içine girmiş, bulutları ve sesleri dağıtarak sonsuzluk bahçesini kapısını ardına kadar açmış oluyor. «Tohum» «Ben ve Ötesi» şairinin bugünkü edebiyatımızın temel taşlarından biri olduğunu kabul etmekle tereddüde düşenleri bu yersiz tereddütlerinden kurtaracaktır, sanıyorum.
-
TÜRKLÜĞE HAKARET DAVASI'NDAN / 1947
"Yüksek muhakemenize karşı kuru usul ve basit (prosedür) yoluyla söylenecek son söz, bu âna kadar riyazî bir ispata kavuşturmuş bulunduğumuz emniyetiyle, şudur:
- İzahını biraz evvel yaptığımız gibi, en uzak olduğumuz hedef padişahçılık, kâmil zıddiyle aksini yaptığımız iş de Türk milletini tahkirdir. Teşhir ve tahkir bakımından fertlerle, fertlerin şahıs cepheleriyle de hiçbir alışverişimiz yoktur.
Fakat işi, "hâkimin takdiri" denilen fevkalâde geniş ve şamil hakkaniyet duygusuna tevdi edince, kaydetmek zorunu duyduğumuz birkaç nokta kalıyor:
(Büyük Doğu), gerçek, saf ve aslî mânasiyle müslüman; başımıza ne gelmişse İslâmiyeti anlıyamamak, onu en yeni ve en ileri zaman ve mekânlara tatbik edememek yüzünden geldiği hükmüne bağlı; üç asırlık gerileme ve bir asırlık garplılaşma tarihimizin baştanbaşa cehil, taassup, anlayışsızlık, derken sahtelik, taklid, şahsiyetsizlik panayırlariyle doldurulduğuna kâni; hele Meşrutiyetten beri gelen inkılâplardan hiçbirinin eski hastalığa deva getirmediğine, eski yarayı büsbütün azdırdığına emin; millî kurtuluş hareketinin ise Türkü mekân ve madde pilânında kurtardıktan sonra zaman ve ruh plânında tam akamete düşürmüş bir seyir takib ettiğini muterif; bütün çareyi öz kökümüzle Garbın müsbet bilgiler lâboratuvarı arasında kurulacak asliyet ve şahsiyet temellerine dayalı bir köprüde bulan; ve yalnız bir dâvanın tecridini, teşhisini, tahlilini, terkibini, müdafaasını, taarruzunu, ilmini, polemiğini, mürakabesini, mücahedesini yapan, millî, millî üstü millî bir mefkûrenin ismidir. İşte bütün kabahat ve günahımız, yahut biricik fazilet ve sevabımız bundan ibarettir. Bizden yalnız bunun için nefret ederler; ve yalnız bunun içindir ki, gözlerine birtakım vesile mikroskopları takıp, hangi kabahatli uzvumuzu kesmekle kalbimizin durabileceğini ararlar. Çünkü onlarca baş suçlu kalbimizdir; kanun ise bu uzva hiçbir suç biçmemektedir. Topu topu iki yılı dolduran intişar hayatımızda üç kere kapatıldık. Yedi kere mahkemeye verildik. Politikanın doğrudan doğruya hüküm giydirdiği her defa yandık; kanunun mizan teşkil ettiği her defa da beraat ettik.
Muhterem Adalet Mümessilleri!..
Eğer kanun bir tansiyon âleti gibi, yalnız gördüğünü kaydeden, hatır ve gönül dinlemeyen, bir çöpçü ile bir hükûmet reisini bir tutan ulvî terazi ise, bu terazinin üzerinde sıfır noktasını geçecek hiçbir sıkletimiz yoktur. Yok, eğer kanun, ille bu terazinin ibresi bir sıklet kaydetsin diye sırtımıza zorla giydirilmek istenen kurşun yüklü gömleklere müsamaha edici bir politika telkiniyetine müstait bir nesneyse, sıkletimiz bir sene değil, tam altı sene ağır hapis istihkakını göstermektedir. Kanunun ne demek olduğunu ise mahkemeniz gösterecektir.
Alman devlet reisinin tehdidine "Berlin'de hâkimler vardır!" diye karşılık veren köylünün meşhur cevabını elbette biliyorsunuz. Eğer bu mahzun memlekette ve bu hazin şartlar içinde, hak ve hakikat adına çırpı nan, yırtınan, kıvranan birkaç mücadeleci kalem varsa, onların da tek tesellisi, kanunî mevzuların sıhhat ve adaletle tartılacağı bakımından "Türkiye'de hâkimler vardır!" kanaatıdır. Yoksa bütün teşkilatiyle üzerimize yürüyen zînüfuz ve zîşevket politika saikine karşı, hâmi ve müdafî, sığınak ve kucak diye kimi ve neyi bulacaktık? O zaman belki her fikir adamına, ya kasidecilikten, yahut tanzifat ameleliğinden başka bir iş düşmeyecekti. Yalnız sizin mevcudiyetinizdir ki, muhterem hâkimler, bize, üçbuçuk fikir ve dâva adamına, hak ve hakikatı belirtmek cesaretini vermekte ve arkamızı dayıyacak aziz bir siper teşkil etmektedir.
Muhterem hâkimler!
Ben bu ağzımla katiyyen beraetimi istiyemem! Bir masumun bir mahkemeden isteyebileceği ve benim istediğim tek nimet bu olsa da, ben bu vaziyette "beraetimi istiyorum!" demekten hayâ ederim! Ben sizden, Türkiye'de hâkimler bulunduğunu göstermenizi istiyorum!
Bir Türk fikir adamı, sizden, Türk kanunlarının bütün hakikatiyle tecellisini istiyor. Bir fikir adamı ki, (Hristantos veledi Prodromos) ismini taşımadığı için Türklüğe hakareti muhaldir... Bir fikir adamı ki, Sarayı Hümayuna mensup kilercibaşı bilmem ne paşanın oğlu da değildir ve hasbîlikten başka hiçbir vasfı yoktur... Bir fikir adamı ki, yalnız "Allah ve ahlâk" dediği için hapishaneye atılmıştır. Bir fikir adamı ki, ancak iki taksi otomobilini doldurabilen ve kendisine yüksek tahsil genci süsünü veren birkaç taharri memuruna karşılık, hakikatte bütün Türk gençliğiyle Türk halkının ketum ruhundaki sessiz alkışlar içindedir... Bir fikir adamı ki, İstanbul'u ziyarete gelen ve ne kendisini tanıyan, ne de kendisinin tanıdığı bir Prensesten para istediğini ima edecek kadar esfel ve ahmak; ve o Prensesi kapı kapı dolaştırıp "bu menfur yalana imkân olduğunu bilseydik İstanbul'a gelmezdik!" dedirtecek kadar denî ve şaşkın bir propagandayla çevrilmek istenmiştir... Böyle bir fikir adamı, Türk kanunlarındaki hakkını beklemekte; yalnız şu kadar söyleyebilmektedir:
- GERİLERDE, DERİNLERDE, ENGİNLERDE TEK BİR ÜMİT KIVILCIMINA YER KALABİLMESİ İÇİN, TÜRKİYE'DE HAKİMLER BULUNDUĞUNU GÖSTERİNİZ!"
-
REJİMİ KÖTÜLEME DAVASI'NDAN / 1947
"İSLAMİ NİZAMI PROPOGANDA ETTİĞİMİZİ SÖYLÜYORLAR! ŞÜPHE Mİ VAR? BİZ YALNIZ BU İŞİ YAPMIYOR. BU İŞİ YAPMAK İÇİN YAŞIYORUZ. FAKAT PROPOGANDA KELİMESİNE İŞTİRAK EDEMEYİZ. BU HASİS VE SEFİL KELİME, İSLAMIN ULVİYET VE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ TESBİT ETMEK GİBİ BİR FİİLE ALEM OLAMAZ. İSLAMIN ULVİYET VE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ HAYKIRMAK VE ANLATMAK KANUNCA BİR SUÇ MUDUR? "İSLAM ULVİDİR" DEMEK, BAŞKA HER ŞEY SEFİLDİR VE YIKILMALIDIR" DEMEK MİDİR"
(http://www.necipfazil.com/images/elyazi.jpg)
Yazılı iddianamesine (Bedeviyyet) kelimesini koymayıp bunu huzurunuzda söyliyen ve yüzlerce müslümanı bu odada can evinden yaralıyan savcıya, ellinci kuşak büyük babasıyla ellinci kuşak torunu davacı olacağı zaman kurtulabilmesi için, çare olarak şimdi ayağa kalkıp nadim olduğunu söylemesini ve istiğfar etmesini hatırlatmak müslümanlık vazifemdir."
-
Sayın Hiario;
Yahu ben size Necip Fazıl'ın hainliğinin resmen kanıtlarını sunmuşum siz ise herkese açık olan vikipedia adlı yada yobaz Amerikancı kesimin yazdığı çapulcu necip biyografisi ve saçma mektupları alıp buraya eklemişsiniz.
Necip Fazıl nasıl bir adam olduğunu anlamak için Hüseyin Üzmez'in "Şu Bizimkiler" kitabını okuyunuz. Hatta ona da gerek yok Necip Fazıl'ın "Son Devrin Din Mazlumları" kitabını okuyunuz. Necip Fazıla göre vatan haini kürt Şeyh Said din için gaza etmiş bir insandır(!).
Günümüzün terörist ibda-c'ci hainleride her sene necip fazıl'ın mezarının önünde tekbir getirmektedirler.
http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=2713.0
-
kaynaklar vikipedia filan değil ancak senin sunduğun kaynaklardan daha kapsamlı,objektif ve gerçek..
anlaşılır olsun diye,bir çok değerli insanın NFK hakkında ki görüşlerini de eklemiştim,sonra davalarla ilgili savunmaları ekledim,ama okuduğunu zannetmiyorum,direk yorum yazmışsındır eminim ki,neyse canın sağolsun,kimseyi fikrinden caydırmak gibi bir emelim yok,inandığın yolda sana başarılar..
-
Sn. LEON Said Nursi Rusların eline esir düşmüştür bilginize 4yıl esaret yaşamıştır.
Yahu sen bunları yazıyorsunda Allah bilir cuma namazında Allah'ım sana forumda Arapların Allah ı diyorum olur olmaz konuşuyorum beni affet demiyorsundur inşaAllah :D
-
Sayın Hiario :) :);
Yazıya biraz göz attım. Mektuplarada baktım ancak mektuplaştığı kişilerde dikkat çekici Demirel'e dinsiz, Allah'sız, Mason uşağı vs. diye saldıran yine Necip Fazıl'cı grup değilmidir? Peki Necip Fazıl neden kendisiyle mektuplaşıyormuş?
Hasan Ali Yücel ile mektuplaşmasıda dikkatimi çekti. Hasan Ali Yücel Türk düşmanı bir ermeniydi. Türkçü Orhan Şaik Gökyay şiirlerinin bir dizesinde Hasan Ali Yücel'i aşağıdaki gibi eleştirmektedir.
Arnavut'tan reis Boşnak'tan vali (1)
Ne idüğü belli bir Hasan Ali(2)
Üstüne tüy dikti tasdik-i ali
Vazgeldim soyumdan ben Türk değilim.
Açıklamalar
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)arnavuttan reis boşnaktan vali:şair devşirmelerin devlet kademelerinde görev almasından yakınıyor
--------------------------------
(2)Hasan ali:dönemin Milli Eğitim Bakanı Ermeni kökenli Hasan Ali Yücel Hümanist görüşlere sahip.
-
Hasan Ali Yücel Masondur dikkatli atıp tutun :) atılmayasınız forumdan şaka bir tarafa haz etmediğim bir adamdır ama üstad hakkında yorum yapmamaya devam etmye çalışacaım
-
sizin o ermeni diye yerdiğiniz HASAN ALİ YÜCEL'in bu ülkenin ekin hayatına nasıl bir katkı sağladığını hatırlatırım size.
o ermeni diye yerdiğiniz HASAN ALİ YÜCEL, Bakanlığı döneminde 100lerce Dünya Klasiğini Türkçeye kazandırtmış ve MEB yayınlarında yayınlatmıştır.
sizin o ermeni diyerek hain bellediğiniz HASAN ALİ YÜCEL'dir ki oğlu CAN YÜCEL'i hem de harçlıklarından biriktiriği paralarla yurt dışına okumaya gitmek istediğini söylediğinde kendisi eğitim bakanı olduğu için bunun yakışık almayacağını söyleyerek Yurtdışına eğitime göndertmemiştir. kaç türk bakan gördü bu ülke kaçında bu nezaket, bu dirayet vardı, kaç tanesi bu ülkenin ekin hayatına bilim hayatına HASAN ALİ YÜCEL kadar katkı sağladı.
size göre herkes hain. ama sizzinhain dedikleriniz bu ülke için çalışmış bu ülkenin insanlarının ilerlemesi, karanlıkta kalmaması için çaba göstermiş kişiler.
aman azizim Leon, nolur beni de böyle hain kabul eyleyin. sizin hain belledikleriniz görüyorum ki bu ülkeyi sizden ve sizin avanenizden daha çok seviyor, bu ülke için daha çok çalışıyorlar.
-
Sn. LEON Said Nursi Rusların eline esir düşmüştür bilginize 4yıl esaret yaşamıştır.
Yahu sen bunları yazıyorsunda Allah bilir cuma namazında Allah'ım sana forumda Arapların Allah ı diyorum olur olmaz konuşuyorum beni affet demiyorsundur inşaAllah :D
Sayın hurafeci Lucky burada bahsi geçen Şeyh Sait'tir. Kürtçü Sait değildir. Kürt Sait'te haindir. Ruslara esir düştüğü yalandır. Defalarca bunlar hakkında yazdım -aktardım vs. gerçekleri görmek istemiyorsunuz bu adamlar birkere en büyük Atatürk düşmanı ve vatan haini bunlarıda ancak sizin gibi bir nakşibend savunur. Hayatımda cuma namazına gitmedim, arabın allah'ı değil TÜRK'ÜN TANRI'sı vardır. arablar neden TEK TANRI'ya 99 isim takmıştır? Tengri(Tanrı) özTürkçedir özTürkçe varken gidip arabın dilini neden kullanıyorsun?
Ayrıca Allah ismi puttan gelmektedir.
Araplar İslamiyet öncesi dönemde Kabe'deki 360 tane put arasından en yükseği, en güçlüsü olarak ay tanrısını görüyor ve buna Al-ilah (en güçlü ilah) diyor, ellerini iki yana açarak ona dua ediyorlardı.
([url]http://img262.imageshack.us/img262/2639/hazorhandsworship2xp1.jpg[/url])
Arapçada "ilah" olan tanrı kelimesi İslamiyetle beraber "Allah" a dönüştürüldü.Ay tanrısı Al-ilah erkek kabul ediliyordu ve dişi güneş tanrıçası ile evliydi. Üç kızı vardı. Bunların adları Al-lat, Al-Uzzat ve Al-Menat idi:
([url]http://img529.imageshack.us/img529/3531/babylonian2100bcnannargd1.jpg[/url])
Yukarıdaki resim de, İslam öncesi arap inanışlarını çok güzel özetliyor. Solda Allahın kızları Lat, Uzza ve Menat, sağdaki erkek figürü ise Allahı simgeliyor. Muhammed, şeytan ayetleri diye bilinen olayda önce bu Lat, Uzza, Menat adlı tanrıçaları gaf yaparak övmüş ancak daha sonra pişman olmuş ve o sözleri kendisine şeytanın söylettiğini ileri sürmüştü.
Çeşitli Arap kabileleri aslında bu ay tanrısına değişik adlar veriyordu bunlardan bazıları Sin, Hubal ve Kureyşte Al-ilah. Dilbilimciler "Allah" kelimesinin "Al-ilah" tan türediğini söylerler.
Muhammedin babasının adı Abdullah, arapçada "Allahın kulu" anlamına geliyordu ( abd= kul, ullah=allah) Muhammed, Kabedeki 360 puttan en güçlüsü kabul edilen ay tanrısının ismini alıp tek olduğunu söylüyordu. "Al-ilah tan başka ilah yoktur" Muhammed böylece Al-İlah' ı tek tanrı olarak ilan etti ve diğer putlara tapınmayı yasakladı.
-
ikinci dünya savaşı yılları iki çiçeği burnunda liseli arkadaş, ikiside lise hayatları boyunca para biriktirmişler yurt dışında tıp okuyabilmek. merdivenleri koşarak çıkarlar, çocuklardan uzun boylu olanının babasının ofisine doğru. kapıyı çalar içeri girerler. ve liseyi bitirdikleri için almanyaya tıp okuamya gitmek istediklerini söylerle.
uzunboylu çocuğun babası. oğluna dönüp mevkiim itibariyle şimdi seni de göndersem, umulmadık iftiralar atarlar seni kayırdığımı söylerler. ama arkadaşının gitmesine yardımcı olucam
bir ay sonra iki arkadaş tren istasyonunda vedalaşmaktadır. uzun boylu olanı kendisi gidemediği için almanyada okul masrafları diye lsiedeyken biriktirdiği parasınıda arkadaşıan verir nasılsa artık bana lazım olmaz diye.
uzun boylu çocuğun babasının adı . Maarif Vekili , Hasan Ali Yücel dir. uzun boylu çocuğun adı Can Yücel. Hasan Ali Yücel'İn almanyaya gönderdiği çocuğun adıysa Gazi Yaşargil...
-
LEON amma atıyorsun şeytan ayetleri olayı falan çarpıtmada üstüne yok düşünce özürlüsü birçok cümleyi arka arkaya sıralama başarısı Sn. Skullg leon tarafından hain ilan edildim bir nevi sizce onu mudur bu :) Said Nursi esir düşmemiş yalanmış nerden biliyoruz leon yazmış heredot leon bu arada 99 isim sıfattır aradaki ince çizgiyi kavrabilecek yetiye geldiğinizde belki bu konularda ciddi bir şekilde muhatap alabilirim sizi...
-
Sayın Skull;
Türkçü düşünceye o kadar düşmansınız ki bu belli oluyor. Hernekadar kardeşlikten bahsetsenizde bu sadece başka bir kardeşliktir. Bir komünist(yada sosyalist) bir ümmetçi ile kesinlikle yan yana gelmez. Ama bir devşirme komünist (herneise sosyalist)e göre bir Türk ve Türkçü kendisine göre ümmetçiden daha tehlikeli olacağından ümmet ittifakı bile yapar. Azizim bundan sonra sizinle tartışmaya girmeyeceğim. Pkk ve dhkp - c'lierin adlarını ve resimlerini şehitlerimiz diyerek albüm kapaklarına koyan Grup Yorum'mu dinlersiniz, yoksa ümmetçi dostlarınızla Yusuf İslam'mı dinlersiniz bilemeyeceğim. Konuları çok saptırıyorsunuz ve atılırsam sizin yüzünüzden atılıyorum. Yeterki benden biraz uzak olun yada teker teker gelin..
-
Bol bol konuşuyorsun ama bilgi edinmeden fikir sahibi olmanın en kalasik örneklerindensin şu formda ...Gurup yorum bölücülük yapan pkk cı bir guruptur diyor. Üzerinede eskilerden kalma en kalasik suçlamaları ekliyorsun Koministler diye ..Gurup üyelerinden kimi tanıyorsun? Tutuklamalar ve bunların ilintileri hakkında skulg sana kapak niteliğinde açıklamalrını yapmış zaten.Yana yana pkk propagandası aramana gerek yok .Açık oturum izlemende yeterli olur şu günlerde .Mesele buda degil..
Burda,mesele senin hala her fırsatta yinelediğin saldırıların .O ümmetçi bu türkçü o kürtçü haa unutmuşum şunlarda bölücü.hep bi benim dediklerim dogrudur tek yanlışım yok havası.sonrada söylediklerin asılsız çıksın ve pofff...
Gel sende attım belki tutar ,tutmasada sazanlar yutar taktiğini brakıp meselelere 12-16 yaş arası bakış açısından kurtularak daha objektif ve daha genel mevkide bakmayı ögren ...Ögrenki sende kurtul bizde .....
-
Bol bol konuşuyorsun ama bilgi edinmeden fikir sahibi olmanın en kalasik örneklerindensin şu formda ...Gurup yorum bölücülük yapan pkk cı bir guruptur diyor. Üzerinede eskilerden kalma en kalasik suçlamaları ekliyorsun Koministler diye ..Gurup üyelerinden kimi tanıyorsun? Tutuklamalar ve bunların ilintileri hakkında skulg sana kapak niteliğinde açıklamalrını yapmış zaten.Yana yana pkk propagandası aramana gerek yok zaten .Açık oturum izlemende yeterli olur şu günlerde .Mesele buda degil..
Burda,mesele senin hala her fırsatta yinelediğin saldırıların .O ümmetçi bu türkçü o kürtçü haa unutmuşum şunlarda bölücü.hep bi benim dediklerim dogrudur tek yanlışım yok havası.sonrada söylediklerin asılsız çıksın ve pofff...
Gel sende attım belki tutar ,tutmasada sazanlar yutar taktiğini brakıp meselelere 12-16 yaş arası bakış açısından kurtularak daha objektif ve daha genel mevkide bakmayı ögren ...Ögrenki sende kurtul bizde .....
Ben konuşuyorsam o konuda fikir sahibi olduğum için konuşuyorumdur. Senin gibi herkonuya bilgi sahibi değilsem maydanoz olmuyorum. Birader ben sana diyorum ki grup yorum albüm kapaklarında pkk ve dhkp'ci militanlardan şehitlerimiz diye bahsediyor sen hala şudur budur, komünist suçlaması yapıyor diyorsun. Dünya'da mı yaşıyorsun sen? Burada konu tartışılıyor, kimse kimseye saldırmıyor eğer bilgin yoksada birşey yazma. İleti sayısı fazla olana ödül vermiyorlar. Az yaz öz yaz!
-
Sürekli birilerine kılıf takma azminden ötürü seni kutluyorum leon cum,gerçekten azmediyorsun,yılmıyorsun ve her kesime eksiksiz bir kılıf bulabiliyorsun,dahiyane bir yetenek..!!
Dünyan çok küçük,psikolojik olarak baskı altındasın..bir yanını nakşiler,bir yanını amerikancılar,bir yanını hem nakşi hemde amerikancı olanlar,bir yanını pkk lılar,bir yanını ibda-c ciler,bir yanını zıkkımın kökü cüler.....basmışlar..
Dini konulara girmiyorum bile,umrumda değil senin tanrına nasıl hitap ettiğin,ama benim nasıl hitap ettiğime karışacak olursan,seni yaygaracı,samimiyetsiz olarak ilan ederim.
Keşke öğrenmeye açık bir insan olsaydın..sürekli yobaz diye birilerine çamur atıp duruyorsun ancak asıl yobaz olanın senin fikirlerine sahip bireylerden oluştuğunu görmüyorsun..dünyada kendinden başka doğrusu olanların bulunduğuna inanmayan,tüm bilinmeyenleri bir şekilde bilen,kışkırtan,asılsız usülsüz konuştuğu için çoğu zaman teröristleri bile haklı çıkartan....
sn.skullg un dediği gibi,,doğru yu arıyorsa insan,senin dediklerine bakıp tam tersini düşünmeli..
-
olmuyorum. Birader ben sana diyorum ki grup yorum albüm kapaklarında pkk ve dhkp'ci militanlardan şehitlerimiz diye bahsediyor sen hala şudur budur, komünist suçlaması yapıyor diyorsun. Dünya'da mı yaşıyorsun sen? Burada konu tartışılıyor, kimse kimseye saldırmıyor.
Hangi albümleri hangi kapak Leon ..Suçlama var hakaret var ateşli saldırılar var ama ideanın isbatı yok ...sern kalkıp Pkk ile ilişkileri oldugu için yargılanmışlar da demitin diğer başlıkta ama onunda aslı yok ..yargılandıkları davalar çogu marjinal sol gurubun yargılandıgı tür suçlar.....kimse kimseye saldırmadan konu tartışılıyor diyorsun ... göz var nizam var sen mi saldırmıyorsun .herkez biliyor üsluplar arasındaki farkı onun için sana izahat yapmak niyetinde degilim ......
-
Paragon hangi albüm hangi kapak diye sorduğuna göre demekki hiçbir albümlerini almamış ve dolayısıyla görmemişsin. Peki niye bilmeden konuşuyorsun? ve bilmediğin konuya müdahil oluyorsun? Çok ileti yazarsan sana ödülmü verilecek? Boş şeyler yazacağına az yaz öz yaz! Sen gelip grup yorum'u savunursan, başka biri kürtçü sait'i savunursa bende güzel bir şekilde cevap veririm. Sende olayla alakası olmamasına rağmen saldırı var, şu var bu var gibi cümleleri kullanırsın. Yazık...
-
Beyler bırbırınızı kırmamaya ozen gosterırsenız herkes mutlu olur ..Bunu unutmayın...Herkesın dusuncesı kendısıne ama savunma yapayım derken ortamı germek dogru degıldır...Ozellıkle bu baslık altında..dıkkat...
-
Mesaj düzenleme vakti geçtiğinden 2. bir mesaj olarak yazıyorum...
Sevgili İtzhak bu arkadaşlar zannediyorlar ki kendileri istediğini söyleyecek ama başka biri birşey söylemeyecek aksi halde 1 kişiye 5-6 kişi birden saldırıya geçebiliyorlar. Öyleki örnekte görüldüğü üzere aşırı solcu ve ümmet ittifakı bile olabiliyor. Dahası siz bir kişi ile fikir karmaşası yaşıyor ve o kişi ile muhattapsınız ancak paragon arkadaş örneğindeki gibi konuya gereksiz ve bilgisiz şekilde müdahil olma durumuda oluyor. Zaten benim yazdıklarım bu kişilerin işine gelmiyorsa(akp'li ve aşırı solcu kesim) demekki doğru yoldayım. ;)
Sevgili Paragon tek kişiolarak 4-5 kişi ile aynı anda tartışabiliyorsam bu demektirki üslubu bozuk dediğiniz kişi en azından sizden daha üslupludur. Önce noktadan sonra büyük harfle yazmayı öğreniverinde ondan sonra kişilere üslup dersi vermeye kalkınız. Tamam kardeşim tamam siz herşeyde haklısınız artık kişisel tartışmaya girmeyeceğim tartışma yapabilecek kişi olacakki yapabilelim, herşeyi bildiğinizi sanıyorsunuz, lakin sizin niyetiniz belli niye anlatmaya çalışıp muhattap oluyorum ki. Devam edin bakalım...
-
:)
-
bu başlık altında, La_Merica nın da dediği gibi, farklı şeyleri tartışmanın doğru olmadığını düşünüyorum.Grup Yorum ile ilgili düşüncelerinizi grup Yorum topiciğinde söyleyiniz,
-
Sn. LEON Said Nursi Rusların eline esir düşmüştür bilginize 4yıl esaret yaşamıştır.
Yahu sen bunları yazıyorsunda Allah bilir cuma namazında Allah'ım sana forumda Arapların Allah ı diyorum olur olmaz konuşuyorum beni affet demiyorsundur inşaAllah :D
Sayın hurafeci Lucky burada bahsi geçen Şeyh Sait'tir. Kürtçü Sait değildir. Kürt Sait'te haindir. Ruslara esir düştüğü yalandır. Defalarca bunlar hakkında yazdım -aktardım vs. gerçekleri görmek istemiyorsunuz bu adamlar birkere en büyük Atatürk düşmanı ve vatan haini bunlarıda ancak sizin gibi bir nakşibend savunur. Hayatımda cuma namazına gitmedim, arabın allah'ı değil TÜRK'ÜN TANRI'sı vardır. arablar neden TEK TANRI'ya 99 isim takmıştır? Tengri(Tanrı) özTürkçedir özTürkçe varken gidip arabın dilini neden kullanıyorsun?
Ayrıca Allah ismi puttan gelmektedir.
Araplar İslamiyet öncesi dönemde Kabe'deki 360 tane put arasından en yükseği, en güçlüsü olarak ay tanrısını görüyor ve buna Al-ilah (en güçlü ilah) diyor, ellerini iki yana açarak ona dua ediyorlardı.
([url]http://img262.imageshack.us/img262/2639/hazorhandsworship2xp1.jpg[/url])
Arapçada "ilah" olan tanrı kelimesi İslamiyetle beraber "Allah" a dönüştürüldü.Ay tanrısı Al-ilah erkek kabul ediliyordu ve dişi güneş tanrıçası ile evliydi. Üç kızı vardı. Bunların adları Al-lat, Al-Uzzat ve Al-Menat idi:
([url]http://img529.imageshack.us/img529/3531/babylonian2100bcnannargd1.jpg[/url])
Yukarıdaki resim de, İslam öncesi arap inanışlarını çok güzel özetliyor. Solda Allahın kızları Lat, Uzza ve Menat, sağdaki erkek figürü ise Allahı simgeliyor. Muhammed, şeytan ayetleri diye bilinen olayda önce bu Lat, Uzza, Menat adlı tanrıçaları gaf yaparak övmüş ancak daha sonra pişman olmuş ve o sözleri kendisine şeytanın söylettiğini ileri sürmüştü.
Çeşitli Arap kabileleri aslında bu ay tanrısına değişik adlar veriyordu bunlardan bazıları Sin, Hubal ve Kureyşte Al-ilah. Dilbilimciler "Allah" kelimesinin "Al-ilah" tan türediğini söylerler.
Muhammedin babasının adı Abdullah, arapçada "Allahın kulu" anlamına geliyordu ( abd= kul, ullah=allah) Muhammed, Kabedeki 360 puttan en güçlüsü kabul edilen ay tanrısının ismini alıp tek olduğunu söylüyordu. "Al-ilah tan başka ilah yoktur" Muhammed böylece Al-İlah' ı tek tanrı olarak ilan etti ve diğer putlara tapınmayı yasakladı.
Düşüncelerine saygı duydugum Türkçü kardeşim Leon;
Yukarıda yazdıkların ıslam ınancına sahıp uyelerımızı rencıde edebılır ve bu konuda zor durumda kalabılırsın ıstegım saygı cercevesınde karsılıklı cevablar vermenızdır.Ben taraf tutmam ve sadece fıkırlerımı soylerım.Sunu bılkı dostum;nasıl sen Turkcuysen onlarda kendı dusuncelerını savunuyorlar boyle yazılar onları dahada hıddetlendırecektır ve buda kargasaya yol acacaktır.Buda saglıklı tartısma ortamını bıtırır.Sana dusuncelerını ıfade etme dıyemem lakın bu ıfade bıcımının uygunsuz olmasınıda kınamaktan gerı kalmam bu sozum sadece sana degıl dıger dusuncede olan arkadaslarımada gecerlıdır.Saygılarımla
-
Sevgili İtzhak;
Öncelikle yukarıdaki yazılanlar bana ait değil büyük bir araştırmanın sonucu ulaşılan tamamen gerçeklerdir. Öğrensinler yada sizlerde biliniz diye tarafımca buraya aktarılmıştır. Bu açıdan bu bir paylaşım olarak algılanabilir. Bu arkadaşlar birşeyler yazarken karşıdakinin rencide olacağını düşünmüyorsa karşıdaki farklı fikride susturmaya çalışıyorlarsa karşı taraftakininde elbette bu kişilere cevap vermeye hakkı vardır. Ancak artık gerçekten sıkıldım... Niyetleri belli olan adamlara (Türklükten ve yükselen Türkçülükten gocunanlara) birşeyler öğretmeye çalışıyorum hani belki öğrenirler diye. Ama nafile...
Sevgiler, saygılar
-
Paragon hangi albüm hangi kapak diye sorduğuna göre demekki hiçbir albümlerini almamış ve görmemişsin
Söylediğin şeyin aksini kast etmek ince bi anlatım biçimidir leon. Senin o sözden çıkarman gereken ...Hadi canım ordan sende hiç albümlerini alıp dinlememiş olsak inanacagızdır....Bide kalkıp çıkarımda bulunmuşsun demekki hiç dinlemeişsin diye .Ne diyeyim buna ancak gülerim.Sana gereken cevaplar idalarının birerr birer yalan oldugunu ortaya çıkaranlar tarafından başka başlıklarda verilmiştir zaten ..
Senin ideaların bunlar degilmiydi
1)Onların üyeleri PKK ile baglantıları oldugu için sayısızkez tutuklanmıştır....
-Kanıya vararken yola çıkılan mantık: olmasa neden bukadar tutuklansınlar______
1) poretesto amaçlı müzik yapan hangi gurup 80 sonrası soruşturma geçirip tutuklanmadı .Yada sosyal amaçlı hangi sol gurup Pkk ile ilişkilendirilerek toplumsal baskı altında bırakılmadı.
2) Onların Albüm kapaklarında PKK elemanlarının isimleri mevcuttur
-Ek hiç birbilgi yok sadece suçlama.Hangi Pkk elemanının, hangi albümlerinin hangi kapagı yazmak gereksiniminde bile bulunmamışsın, Bana kalırsa herhangi bir fikrinde yoktu bu konuda zaten
-İsim belirtmediğin bu husus konusundada gereken açıklama Marşlarımız albümünün kapagındaki tüm isimleri kapsayacak şekilde sukulg tarafından yalanlanmıştır .
Ben sana noktalama işaretleri hususundada gereken cevab olarak . Unuttugum noktaları biriktirip nerede yerine koydugumu söyleyeyim, Seninle tartıştığımız çogu konunun sonunda .....................................................................
-
Sn. Leon'un çeşitli sitelerde yayınlanan resimli anlatısına yine internette -kanımca mantıklı- cevaplar verilmiş, aynen alıntılıyorum;
"Ay kültü iddiası:
Bu iddianın ilk çıkış noktası fanatik Hristiyanlardır. İslam dinini karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre ‘Allah’ ismi, Kur’an’ın gelişinden de önce vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani El- İlah, Ay Tanrısının adıydı. İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında İslam dininin ,diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri delil olarak öne sürerek ispat etmeye çalışmaktadırlar.
Bu iddiaların tümü açıkça saptırmadır. Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır.
Şimdi madde madde bu iddialara bakalım:
1-Arapların İslam öncesinde Allah inancına sahip olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” (Allah’ın kulu) tır.
İslam dininden önce de Allah kavramının Araplar tarafından bilindiği gerçeği Kur’an’da da bir çok ayette ifade edilir. Bunlarda birisi şöyledir:
Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (39 Zümer Suresi - 3)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz.” diyorlardı. Onların inancında Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi. Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı.
Allah inancı, İslam öncesi diğer hak dinlerden gelmektedir. İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanef Dini ‘’ de bu ortamda bulunmaktaydı.Hanefiler, bu dini dejenere etmekle beraber ,ilk başından beri var olan birçok ibadet ve inancı ana hatlarıyla korumayı başarmışlardı. Bu yüzden İslam öncesinde de Allah inancı , hac, namaz, oruç gibi ibadetler bozulmuş da olsa halen mevcuttu. Dolayısıyla İslam geldiğinde, bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, yanlış yapılan uygulamaları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla bildirmiştir.
2- Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgular da kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır. Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak olan Güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur. Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bunların Mekke bölgesinde yaşayan Araplarla hiçbir alakası yoktur.
3- Ay tanrısı Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer. Allah (el-ilah) kelimesinin Ay Tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen bu tarz iddialarda bulunanlar, birkaç resim koyup altına da böyle bir yorum yazarak Ay Tanrısının, Allah olduğunu iddia ederler. Eğer bunun kökeni biraz araştırılırsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır.
4- Camilerin kubbesindeki ay sembolünün de Ay kültünün bir uzantısı olduğu delil olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır. Camilerin tepesine ay sembolü konulması Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir. Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır. Bu sembolü ilk kullananlar Emeviler de olmamıştır. Bu adet ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan 1064′te Ani’yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haçı indirtip yerine büyük bir hilal koydurmuştur. Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir.
Ayrıca ay sembolü İslam öncesi Türk toplumuna ait bir simgedir. En son yapılan kazılarda bulunan sikkeler, ay sembolünün İslam öncesi Türkler tarafından kullanıldığını ve bir Türk adeti olduğunu ortaya koymaktadır.
İslam öncesi Göktürklere ait sikkeler Kırgızistan’da yapılan kazılarda bulunmuştur. Bu sikkelerde göze çarpan bir nokta bunlarda da ay sembolünün kullanılmış olmasıdır.
Göktürk Sikkelerinde Ay Yıldız başlıklı haberi okumak için tıklayınız
(http://www.trt.net.tr/wwwtrt/hdevam.aspx?hid=117531&k=6)
Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur. İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır. ‘’Müslümanlar sonradan bu takvime geçmişlerdir’’ gibi bir iddianın hiç bir temeli yoktur. Sadece, akla gelen herşey, bu şekilde temelsizce vehimlerle, bilimden ve akıldan uzak bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır.
5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir. Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır. Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur. Arapça’nın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır. Örneğin İbranice’de “Elohim” ( Tanrı) kelimesi bu kökten gelir. Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz.İsa’nın ana dili olan Aramice’de de aynı kelime vardır. Hem de Arapça’daki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır.
Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. (Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini kullandığını duyabilirsiniz.”)
Aşağıdaki linkleri tıklayarak filmin ilgili bölümlerine ulaşabilirsiniz.
Passion1.mpg time cod: 00:27:10- 00:27:15
Passion2.mpg time cod:01:38:40- 01:38:45
Bu gerçek Fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El-İlah Ay Tanrısı ise, Hz. İsa da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu(!). Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.
Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir.
6- Bu tip çalışmalar yukarıda da söylediğim gibi fanatik Hristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim adamları bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’deki ateist çevrelerin bu fikre destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığıyla bu iddialara sahip çıkılmaktadır. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar. Bunlar çıkarlarıyla çelişen konularda işlerine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler. Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur.
Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep varolmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini insanlara ulaştırmıştır. Allah Kur’an’da insanların Aya, Güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:
Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O’na ibadet edecekseniz. (41 Fussilet - 37)"
artık kim hangisine inanmak isterse, benim için farketmez...
en kalbi sevgilerim ve en derin saygılarımla...
-
çok güzel bir açıklama olmuş sn.Skullg,tebriklerimi ve teşekkürlerimi sunarım..
-
Tanrı'nın bazı özel isimleri vardır aşağıda listede olduğu gibi;
zeus
hera
athena
apollon
artemis
hermes
hephaistos
hestia
ares
aphrodite
demeter
poseidon
Arapçada doğa üstü güçlere sahip olduğu iddia edilen varlıklara verilen genel isim. Al ilah
Araplarda özel tanrı isimleri.
lat
menat
uzza
hubel
Baal
Genel bir isim olan Al ilah, el artikeli ile ilah kelimesi birleştirip allah şeklinde özel isim haline getirilerek insanlar kandırılmaya çalışlmaktadır. Allah lafzı, etimolojik bir dayanaktan yoksundur. Ayrıca Türkiye'de bazı cahil insanlar çocuklarının ismini müslüman ismi deyip Abdullah, Abdurrahman vs. gibi isimler koymaktadır. Oysa islam yokken önce dahi muhammed'in amcasının adı abdullahtır. Yani abdullah müslüman değil arap ismidir. Böylece toplumda arap milliyetçiliğinin nasıl yayıldığını görüyorsunuz. Dünyada hiçbir millet Türk milleti kadar milli kimliğini arap dini içerisinde kaybetmemiştir. Bunun en büyük sebebi ise devşirmeci - ümmetçi osmanlıdır.
-
Ayrıca Türkiye'de bazı cahil insanlar çocuklarının ismini müslüman ismi deyip Abdullah, Abdurrahman vs. gibi isimler koymaktadır. Oysa islam yokken önce dahi muhammed'in amcasının adı abdullahtır. Yani abdullah müslüman değil arap ismidir.
Bakınız bu güzel bir nokta. Yalnız benim bilgime göre Abdullah Hz. Muhammed'in babasının ismidir amcasının değil. Tabi Hz. Muhammed'in kaç amcası olduğunu başka Abdullah olup olmadığını bilmiyorum. Abdullah, Allah'ın Kulu demektir. Ve İslam'dan önce böyle bir ismin var olması Allah isminin önceden de kullanılan bir isim olduğunu gösterir.
Şu da var ki Allah'ın kökeninin Al İlah olduğu konusu biraz tartışmalı bir konu. Yine devrin tarih yazarlarının belirttiği kadarıyla Nabateanlar (Kuzeybatı Arabistan bölgesi) arasında Allakh isimli bir tanrıya inanıldığı belirtilmektedir. Ve yine bazı kaynaklarda Arap kabileleri arasında en saygın yere sahip olan ilahın Allat olduğu ve bunun Yunanlar'daki Afrodit'e eş değer bir tanrıça olduğu söylenir. Bu Kur'an'da da geçen Lat'tan başkası değildir.
-
Ayrıca Türkiye'de bazı cahil insanlar çocuklarının ismini müslüman ismi deyip Abdullah, Abdurrahman vs. gibi isimler koymaktadır. Oysa islam yokken önce dahi muhammed'in amcasının adı abdullahtır. Yani abdullah müslüman değil arap ismidir.
Bakınız bu güzel bir nokta. Yalnız benim bilgime göre Abdullah Hz. Muhammed'in babasının ismidir amcasının değil. Tabi Hz. Muhammed'in kaç amcası olduğunu başka Abdullah olup olmadığını bilmiyorum. Abdullah, Allah'ın Kulu demektir. Ve İslam'dan önce böyle bir ismin var olması Allah isminin önceden de kullanılan bir isim olduğunu gösterir.
Şu da var ki Allah'ın kökeninin Al İlah olduğu konusu biraz tartışmalı bir konu. Yine devrin tarih yazarlarının belirttiği kadarıyla Nabateanlar (Kuzeybatı Arabistan bölgesi) arasında Allakh isimli bir tanrıya inanıldığı belirtilmektedir. Ve yine bazı kaynaklarda Arap kabileleri arasında en saygın yere sahip olan ilahın Allat olduğu ve bunun Yunanlar'daki Afrodit'e eş değer bir tanrıça olduğu söylenir. Bu Kur'an'da da geçen Lat'tan başkası değildir.
Ilginc bilgiler. Tesekkurler.