Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Felsefe => Konuyu başlatan: tuana - Kasım 18, 2007, 03:01:05 öö

Başlık: Emil Michel Cioran (1911-1995)
Gönderen: tuana - Kasım 18, 2007, 03:01:05 öö
Cioran yüzyılın başlarında Romanya'da doğmuş ve hayatını Paris'te gönüllü olarak sürgünde geçirmiş, Rumence yazdığı son eseri olan "Mağlupların Kitabı"ndan sonra dilini de terk ederek Fransızcada kesin kararını vermiş bir yazardır. Bir mektubunda, dil değiştirmekle tüm varoluşundan vazgeçmiş olduğunu yazar. Cioran her sistemi bir put sayar, köleleştirici, ruhu köreltici bir zorba gibi görür.Aristo, Thomas ve Hegel düşünce tarihinin en büyük zorbalarıdır ona göre. Mistiklere ilgi duyar, her zaman bir budist olduğunu söyler. Buda, Eyüp, Sankara, Nietzche ve öteki tüm lanetliler onun en yakın dostlarıdır. Mistiklerin tanrıyla insandan insana konuşur gibi konuşmaları Cioran'ı derinden etkilemiştir. Yaşadığı çelişkiler onu her hangi bir öğretiye bağlanmaktan alı koyar uykusuzluğun ve umutsuzluğun doruklarında gezinirken şöyle mırıldanır : "Tanrı vardır, yoksa bile!"
"Cioran, gezegenimizin en uygar yabanisidir"
                    François Bott
"Cioran, insandan kaçan bir depresyon düşkünü olmadan önce azizlerin ve mistiklerin gölgesinde yaşadı. O bir sevgisizlik öyküsüdür."
                    Jean-Noel Vuarnet
"O, bize nadir olan zevki armağan etti: uyuşmadığımız düşüncelerden tat alma zevkini."
                    Jean-François Revel
"Cioran: Karanlık bir güzelliğin düzyası şiiri..."
                    Jean Duvignaud

    "Kendi içinde Tanrı kadar çıplak ve zavallı" olmaktır dileği. Ne ölüme doğru koşmakta ne de ölümden kaçmaktadır. Kaçtığı doğum felaketidir.O, doğarken yitirmiştir herşeyi! Doğmuş olmak sakıncalıdır. "Yaşamak, savaşı kaybatmektir!" Ve yanlış duyum yoktur Cioran'a göre: Bir yaşantının, bir duyumun yanlış olabileceğini ileri sürmek için, hayatın ya da hakikatin dayandığı hangi "real" temeli gösterebilirsiniz ? "Duyumların yanlış" demek, "sen bu düşü yanlış gördün" demekle aynı şey
değil midir ? Hayat ve dünya karşısında "nesnel" bir tavr, hayatı yaşyamamaktır, başkasını da "bir eşya, bir ceset gibi ele almaktır ve kendine de ölü gömücü gözüyle bakmaktır". Oysa hayat, bizi ölü gömücü olarak değil, gömülen ölüler olarak taşımaktadır!
    "Herşey"i "hiçbirşey" olarak algılayan çağımızın bu "uykusuz" adamı, "ölümün, içinde geviş getirip hayatı sindirdiğini" hissederek yaşadı. Hayatı da umursadı ölümü de.. En iyisinin, hiç kimsenin elinde olmayan "hiç doğmamak" olduğunu düşünüyor ve aptal bir gülümsemeye takılıp kalacağını da bile bile varoluşuna bir anlam arıyordu. Uzun gezilerinin birinde, rasladığı bir cenaze töreninde ayaküstü sohbet ettiği bir köylü, ona hayatın da, herşeyin de anlamını iki sözcükle anlatıvermişti:
    "Evet bayım, bu kadar... hepsi bu..."

    Evet, Cioran doğmamış olmayı düşler ve ona göre doğmuş olmakla yitiririz her şeyi.
    "Doğarken yitirdik, ölürken yitirdiğimiz kadar. Her şeyi!"
Doğum anından itibaren de bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. İntihara bakışını şu sözlerinden çıkarabiliriz:
    "Kendimizi öldürmeye değmez, çünkü bunu yapmakta her zaman çok geç kalınır"
    Geçtir, çünkü doğumdan sonraki her an bir gecikmişlik anıdır ona göre. Ve kendimizi öldürmekle bile doğmuş olmanın sakıncalarını ortadan kaldırmak şöyle dursun hafifletmemiz bile mümkün değildir. Bu bakış açısına göre, elimizde olmayan, ama her şeyi yitirdiğimiz doğum olayı gerçekleştiğinden itibaren ne yaparsak yapalım varoluşsal bulantılarımız dahil hiç bir şey ortadan kalkmayacaktır. Yapılması gereken tek bir şey vardır, değiştiremedeiğimiz bu gerçeği kabullenmek ve bu gerçeğin farkında olmak. Ve hiç bir şey yapmamak.
    "Cennet dayanılır gibi değildi, yoksa ilk insan kendini ona alıştırmış olurdu. Bu dünya da ondan aşağı kalmaz, çünkü burada cenneti özlüyoruz ya da ondan başka bir şey umuyoruz. Ne yapmalı peki, nerey gitmeli ? Hiçbir şey yapmayalım, hiçbir yere -gitmeyelim. Hepsi bu kadar basit"
Ve hiçbirşey yapmaması ile ilgili şöyle bir savunusu vardır:
    "Hiçbir şey yapmıyorum, kabul. Ama saatlerin geçtiğini görüyorum bu, onları harcamaya çalışmaktan iyidir"
    "- Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz ?
      - Kendime katlanıyorum. "
Varoluş saçmalığının getirdiği kaos içerisinde sürüklenmekten alıkoyamaz kendini ve bu durumu ölümle şöyle ilişkilendirir :
    "Her an ölümle düşüp kalktığımız ölçüde ancak, tüm varoluşun bir saçmalığa dayandığını sezinleme şansımız vardır!"
Ve kendince bir çıkış yolu önerir :
    "Hiçbir şey umutsuz olmaya değmez, kuşkusuz umutlu olmaya da değmeyeceği için. Böylece her şeyden; sondan olduğu kadar ilkten de, çöküşten olduğu gibi çıkıştan da vazgeçmiş, kurtulmuş oluruz."
     
Cioran ve Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine
Başlık: Re: Emil Michel Cioran (1911-1995)
Gönderen: tuana - Kasım 18, 2007, 03:05:11 öö
Epigraflar

Çürümenin Kitabı'ndan;
Kant'ta artık hiçbir insanî zayıflığı, hüznün hiçbir hakikî vurgusunu göremez hale geldiğim an felsefeden yüz çevirdim;Kant'ta ve bütün filozoflarda... Müzikle, mistik pratiklerle ve şiirle karşılaştırıldığında, felsefî faaliyet, sadece utangaçlarla ılımlıların gözünde itibarı olan şaibeli bir derinlikle ve azalmış bir canlılıkla ilgilidir. Hem zaten felsefe -gayri şahsî endişe, kansız fikirlere sığınma- hayatın baştan çıkarıcı taşkınlığından kaçanların yoludur. Hemen hemen bütün filozofların sonu iyi olmuştur; İşte felsefeye karşı baş gerekçe. Sokrates'in sonu bile hiç trajik değildir: Bir yanlış anlamadır; bir pedagogun sonudur- ve eğer Nietzsche deliliğe gömüldüyse, şair ve mütefekkir olaraktır bu: Akıl yürütmelerinin değil, vecdlerinin kefaretini ödemiştir.

Bilinçdışı Dogmalar'dan;
"Bir varlığın hatasını derinlemesine anlayacak, ona maksat ve teşebbüslerinin boşunalığını gösterecek güçteyizdir; fakat içgüdüleri kadar kaşarlanmış, önyargıları kadar eski bir fanatizmi gizleyerek, zamana canla başla sarılmasına nasıl engel olmalı? İçimizde, yakışıksız bir inanç ve kesinlikler yığını taşırız – kuşku götürmez bir hazine gibi. Bundan kurtulmayı ya da bunları altetmeyi başaran kimse bile, - kendi zihin açıklığının çölünde- hala fanatik kalır: Kendinin, kendi varoluşunun fanatiğidir; bütün saplantılarını kurutmuştur, bu saplantıların kabuklarından çıktıkları zemin dışında; bütün sabit noktalarını kaybetmiştir, bağlı oldukları sabitlik dışında. Hayatın ilahiyatınkilerden daha değişmez dogmaları vardır; çünkü her varoluş, cinnetin ya da imanın zırvalarının bile dudağını uçuklatan şaşmazlıklar içinde demir atmıştır… Şüphelerine aşık olan kuşkucunun bile, kuşkuculuğun fanatiği olduğu ortaya çıkar. İnsan, tam anlamıyla dogmatik varlıktır; dogmaları onları dile getiremediği, bilmediği ve takib ettiği ölçüde derindir."

Belirsiz Dehşet'ten;
Kırılganlığımızı bize hatırlatan, belirli bir derdin bir anda ortaya çıkıvermesi değildir: Zamanın bağrından aforoz edilmemizin elikulağındalığını bize gösterecek olan, daha muğlak, ama daha şaşırtıcı uyarılar durur önümüzde. Tiksintinin, bizi dünyadan fizyolojik olarak ayıran o hissin yaklaşması, içgüdülerimizin sağlamlığının ya da bağlandığımız şeylerin dayanıklılığının ne kadar tahrip edilmeye açık olduklarını ortaya çıkarır. Sağlıklıyken, tenimiz evrensel nabzın yankısı hizmetini görür ve kanımız onun ritmini yeniden üretir; potansiyel bir cehennem gibi bizi gözleyen ve aniden ele geçiren tiksinti içinde ise, bir yalnızlık garabetleri bilimi tarafından tasavvur edilmiş bir canavar kadar tecrit edilmiş durumdayız.
Canlılığın kritik noktası –bir mücadele olan- hastalık değil, her şeyi dışlayan ve arzuların taze hatalar doğurma kuvvetini ellerinden alan o belirsiz dehşettir. Duyular hülasalarını yitirir, damarlar kurur ve uzuvlar artık kendilerini işlevlerinden ayıran aralığı algılayamaz. Her şey yavanlaşır: yiyecekler de düşler de. Maddede rahiya, rüyalarda da bilmece yoktur artık; gastronomi de metafizik iştahsızlığımıza eşit derecede kurban olurlar. Saatler boyunca, başka saatleri bekleriz; zamandan artık kaçamayan anları, bizi yeniden sağlığın vasatlığına… ve tehlikelerinin unutuluşuna sokacak anları bekleriz…
(Mekanın doymak bilmezliği ve geleceğe yönelik bilinçdışı bir açgözlülük olan sağlık, olduğu haliyle hayatın düzeyinin en kadar yüzeysel ve organik dengenin içsel derinlikle ne kadar bağdaşmaz olduğunu gösterir bize.
Ruh, kanatlanması sırasında, lekelenmiş işlevlerimize dayanır: Boşluğun uzuvlarımız içinde genleşmesi ölçüsünde havalanır. İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamamıza yol açan şeyler sağlıklıdır: tiksintilerimizdir bizi bireyleştiren; hüzünlerimizdir bize bir isim veren; kayıplarımızdır benliğimize malik olmamızı sağlayan. Sadece başarısızlıklarımızın tutarıyla kendimiz oluruz.)

Burukluk'tan;
Sadece erotik yaradılışta olanlar kendilerini sıkıntıya kaptırır; aşkta peşinen hayal kırıklığına uğramışlardır.
Bitip giden bir aşk öylesinde zengin felsefi bir sınavdır ki bir berberi Sokrates'in dengi yapar.
Sevme sanatı mı? Bir vampir mizacı ile dağ lalesinin ketumluğunu birleştirebilmek.
Istırap arayışında, acıya canla başla sarılmada, şehitle rekabete girebilecek pek kimse yoktur, kıskançtan başka...Oysa biri göklere çıkarılır, öteki alay konusu yapılır.
Bir yosma için canına kıyan kişi, dünyayı altüst eden kahramandan daha bütün ve daha derin bir tecrübe yaşar.
Beynini hissetmek: Hem düşünce, hem de cinsel güç için uğursuz bir olay.
Alnını iki göğüs arasına gömmek, iki Ölüm kıtasının arasına...
Her arzunun içinde bir keşişle bir kasap tepişir.
Şairlikle başlayıp, jinekologlukla bitirmek! Bütün şartlar arasında en az imrenilir olan, aşıklığınkidir.
Cinsellik: vücutların parça parça olması, cerrahi ve küller, bir aziz eskisinin hayvanlığı, gülünç ve unutulmaz bir çöküşün parıltısı...
Paniklerde olduğu gibi şehvette de kökenlerimizle yeniden bütünleşiriz; haksız yere sürülmüş olan şempanze nihayet zafere ulaşır-bir haykırmalığına.
Aşkın saygınlığı, bir anlık salyadan sonra ayakta kalan külyutmaz sevgiye dayanır.
Bir ruhun aşk isabet ettiğinde fıkırdak kızlar gibi davranma tehliksi, her şeyi ne kadar görüp geçirmişse o kadar fazladır.
Anatomiyle vecdin karışımı, çözülmezliğin ululaşması, hayal kırıklığı oburluğunun ideal gıdası olan Aşk, bizi zaferin kenar mahallerine götürür..
Yine de daima severiz; ve bu "yine de ", içinde bir sonsuzu barındırır.
Her derin tecrübe fizyoloji terimleriyle dile gelir.

Başlık: Re: Emil Michel Cioran (1911-1995)
Gönderen: tuana - Kasım 18, 2007, 03:08:06 öö
Türkçe'ye Çevirilen Kitapları 
Burukluk, Fransızcadan Çeviren Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 1993
Doğmuş Olmanın Sakıncası, Türkçesi: Kenan Sarıalioğlu, Birinci Baskı 1998, Ankara Opus Yayınları
Tarih ve Ütopya, Fransızcadan Çeviren Haldun Bayrı, Metis Yayınları,1999
Çürümenin Kitabı, Fransızcadan Çeviren Haldun Bayrı, Metis Yayınları, ilk basım Ocak 2000.
Varolma Eğilimi, Fransızca'dan Çeviren Kenan Sarıalioğlu, Gendaş Yayınları, Birinci Basım 2002
Ezeli Mağlup: Söyleşiler, özgün ismi Entretiens, Çeviri: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, İlk Basım: Mart 2007
Zamanda Düşüş (Türkçe çevirisi henüz yapılmadı)
İtiraflar ve Aforozlar (Türkçe çevirisi henüz yapılmadı)

 Kaynak ve Bağlantılar 
İngilizce Emil Cioran maddesi
To Infinity And Beyond
E.M.Cioran'ın hayatını anlatan Fransızca belgeselin 1. bölümü
E.M.Cioran'ın hayatını anlatan Fransızca belgeselin 2. bölümü
E.M.Cioran'ın hayatını anlatan Fransızca belgeselin 2. bölümü
E.M.Cioran'ın hayatını anlatan Fransızca belgeselin 4. bölümü
E.M.Cioran'ın hayatını anlatan Fransızca belgeselin 5. (son) bölümü
Cioran'ın Yaşam öyküsü, eserlerinin özeti ve eserlerinden birkaç alıntı (İngilizce)

Vikipedi