Masonlar.org - Harici Forumu
		Sanat => Edebiyat => Siirler ve Sairler => Konuyu başlatan: Simya - Mayıs 03, 2008, 02:09:25 ös
		
			
			- 
				Gözlerin gözlerime değince
 Felaketim olurdu ağlardım
 Beni sevmiyordun bilirdim
 Bir sevdiğin vardı duyardım
 Çöp gibi bir oğlan ipince
 Hayırsızın biriydi fikrimce
 Ne vakit karşımda görsem
 Öldüreceğimden korkardım
 Felaketim olurdu ağlardım
 Ne vakit Maçka’dan geçsem
 Limanda hep gemiler olurdu
 Ağaçlar kuş gibi gülerdi
 Bir rüzgar aklımı alırdı
 Sessizce bir cigara yakardım
 Kirpiklerini eğerdin bakardın
 Üşürdüm içim ürperirdi
 Felaketim olurdu ağlardım
 
 Akşamlar bir roman gibi biterdi
 Jezabel kan içinde yatardı
 Limandan bir gemi giderdi
 Sen kalkıp ona giderdin
 Benzin mum gibi giderdin
 Sabaha kadar kalırdın
 Hayırsızın biriydi fikrimce
 Güldü mü cenazeye benzerdi
 Hele seni kollarına aldı mı
 Felaketim olurdu ağlardım
 
 
 Atilla İLHAN
 
 
- 
				
 
 (http://img87.imageshack.us/img87/4748/atillath1.jpg) (http://imageshack.us)
 (http://img87.imageshack.us/img87/4748/atillath1.2ee977fdd5.jpg) (http://g.imageshack.us/g.php?h=87&i=atillath1.jpg)
 
 
 
 İlk Gençlik Yılları :
 
 15 Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. Kardeşi, oyuncu Çolpan İlhan'dır. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir'de, kalanını ise babasının mesleği dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı, iki ay hapis yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı'nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle pek çok ünlü şairi geride bırakarak ikincilik ödülünü aldı. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla çıkardı.
 
 
 Paris Yılları :
 
 1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Bir kaç kez gözaltına alındı.
 
 
 İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni:
 
 1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar.
 
 
 Sanatta Çok Yönlülük :
 
 1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968'de evlendi, 15 yıl evli kaldı.
 
 
 İstanbul'a Dönüş:
 
 1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak'ı Ankara'da yazdı. 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
 
 İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).
 
 Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.
 
 
 Hazırlık ve Arayış Dönemi :
 
 Romanda 'hazırlık ve arayış dönemi' diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez'de Avrupa'da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:" Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim."
 
 Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.
 
 
 Olgunluk Dönemi:
 
 Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.
 
 
 Politik Araştırma ve Düşünceleri :
 
 Attilâ İlhan, vefatından önceki son yıllarını tarih araştırmalarına vermişti. Kendisine, Atatürk'ün eşsiz bulduğu dehasını herkesle paylaşma misyonunu edinmiş, Türkiye'nin yakın tarihi hakkında düşündüklerini çoğunlukla belgelere dayandırarak televizyon ekranından topluma seslenme gereği duymuştu. Milli Mücadele yıllarının hangi şartlarda kazanıldığından ve o dönemin olağanüstü ruh halinden devamlı bahseder, Türkiye'nin olası bir Avrupa Birliği (AB) üyeliğinde egemenliğini AB Devletleri ile paylaşacak olmasına ise şiddetle karşı çıkardı. Batılı devletlerin dostları değil, sadece çıkarları olabileceğini söyler, onların sömürgecilik anlayışlarını hemen her platformda tarih ve belgeleri ile vererek eleştirmekten çekinmezdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasına giden süreçte Tanzimat Fermanı'nın çok büyük bir darbe olduğunu düşünür, bu tarihten sonra Osmanlı'nın çözülmesinin hızlandığını söylerdi. Mustafa Kemal'in bilgisi, dehası, yaptığı hareketlerde toplumu hep arkasına alması (teşkilatçılığı) ve yaptığı devrimlere olan hayranlığını her platformda vurgulayan Attilâ İlhan; onun, yaptığı devrimlerde Fransa'yı örnek almasına rağmen Avrupa devletleri ile kurduğu mesafeli ilişkileri her zaman övmekten geri durmadı. Gâzi'nin ölümünden sonra İsmet İnönü'nün batı yanlısı kararlarını ise her zaman eleştirdi. Günümüz aydınlarının çoğunun batı yanlı duruşları olduğunu söyleyip onları halkı tanımamakla eleştirir, eski halkla bütünleşmiş ve millet çıkarları için hareket eden aydın tiplerinin artık yok olma aşamasına geldiğini söylerdi. Üniversite öğrencilerince yapılan eylemlerin bir hedefe varamayacağını, çünkü öğrencilerin iktisadiî üretimde rol almadıklarını söyler, Fransız Devrimi'nin işçi sınıfı tarafından yapıldığından dem vururdu. Türkiye'de işçi sınıfını temsil eden bir siyasî partinin bulunmadığını, bunun gerçek demokrasinin önünde engel olduğunu söyler ama böyle bir partinin bir gün kurulacağını düşünürdü. Halka rağmen yapılacak olan hiçbir şeyin uzun süreli olamayacağını ise her zaman tekrarlamaktan geri durmadı. Anlattığı veya yazdığı olaylara hakim olması, kimsenin kişiliğine saldırmamaya özen göstermesi, onun, her kesimden insan tarafından takdir kazanmasını sağlamıştır.
 
 
 Ölümü :
 
 Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
 
 
 Tüm Eserleri :
 
 Müzik Albümleri : An Gelir / Kendi Sesinden Şiirleri (2006)
 
 Şiir kitapları :
 
 Duvar (1948)
 Sisler Bulvarı (1954)
 Yağmur Kaçağı (1955)
 Ben Sana Mecburum (1960)
 Bela Çiçeği (1961)
 Yasak Sevişmek (1968)
 Tutuklunun Günlüğü (1973)
 Böyle Bir Sevmek (1977)
 Elde Var Hüzün (1982)
 Korkunun Krallığı (1987)
 Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
 Kimi Sevsem Sensin (2002)
 
 Romanları :
 
 Sokaktaki Adam (1953)
 Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
 Kurtlar Sofrası (1963)
 Aynanın İçindekiler serisi
 Bıçağın Ucu (1973)
 Sırtlan Payı (1974) Yunus Nadi Roman Armağanı
 Yaraya Tuz Basmak (1978)
 Dersaadet'te Sabah Ezanları (1981)
 O Karanlıkta Biz (1988)
 Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa (2002)
 Gazi Paşa (2006)
 Fena Halde Leman (1980)
 Haco Hanim Vay (1984)
 O Sarışın Kurt (2007)
 
 Öykü :
 
 Yengecin Kıskacı (1999)
 Deneme-Anı  [değiştir]Abbas Yolcu (1957)
 Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
 
 Anılar ve Acılar :
 
 Hangi Sol (1970)
 Hangi Batı (1972)
 Hangi Seks (1976)
 Hangi Sağ (1980)
 Hangi Atatürk (1981)
 Hangi Edebiyat (1991)
 Hangi Laiklik (1995)
 Hangi Küreselleşme (1997)
 
 Cumhuriyet Söyleşileri :
 
 Bir Sap Kırmızı Karanfil (1998)
 Ufkun Arkasını Görebilmek (1999)
 Sultan Galiyef - Avrasya`da Dolaşan Hayalet (2000)
 Dönek Bereketi (2002)
 Yıldız, Hilâl ve Kalpak (2004)
 
 wikipedia
- 
				
 
 Ben sana mecburum bilemezsin
 
 Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
 
 Büyüdükçe büyüyor gözlerin
 
 Ben sana mecburum bilemezsin
 
 İçimi seninle ısıtıyorum.
 
 
 
 Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
 
 Bu şehir o eski İstanbul mudur?
 
 Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
 
 Sokak lambaları birden yanıyor
 
 Kaldırımlarda yağmur kokusu
 
 Ben sana mecburum, sen yoksun!
 
 
 
 Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
 
 İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
 
 Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
 
 Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
 
 Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
 
 Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
 
 Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
 
 
 
 Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
 
 Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
 
 Durup köşe başında deliksiz dinlesem
 
 Sana kullanılmamış bir gök getirsem
 
 Haftalar ellerimde ufalanıyor
 
 Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
 
 Ben sana mecburum, sen yoksun!
 
 
 
 Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
 
 Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
 
 Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
 
 Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
 
 Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
 
 Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
 
 Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.
 
 
 
 Ne vakit bir yaşamak düşünsem
 
 Bu kurtlar sofrasında belki zor
 
 Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
 
 Ne vakit bir yaşamak düşünsem
 
 Sus deyip adınla başlıyorum
 
 İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
 
 Hayır başka türlü olmayacak
 
 Ben sana mecburum bilemezsin...
 
 
 
 Atilla Ilhan
- 
				Bana Bir Şimşek Çak...
 
 bana bir şimşek çak
 ortalık fena karanlık
 yüreğim örtülüyor
 ağır bir dalgınlığa genişliyorum
 durmadan değişen o mevsimde
 dağlarda kalın
 omuz omuza bulutlar
 çok fena kalabalık
 ellerim çıplak
 bana bir şimşek çak
 kötü bir tuzaktayım
 bilmem ne yapsak
 aklımda fikrimde onlar
 yaşlı ve genç
 erkek ve kadın
 korkularıma tutsak
 
 bana bir şimşek çak
 içim içime sığmıyor artık
 vahim bir çağrışımdan
 daha vahimine atlamaktayım
 bana bir şimşek çak
 belki fena halde
 yanılmaktayım
 o ince kız çocuğu
 gün doğmadan her sabah
 bir hapisaneden bir nezarethaneye
 kelepçeli götürülüyor
 dudakları titrek
 gözlerinde buğu
 bilmem ki nasıl anlatayım
 bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
 bir de o
 adını bile bilmediği
 kıvırcık saçlı'devrimci'öğrenciyi
 fakülte kapısında vurulmuş
 yağmurun altında
 çıplak
 bana bir şimşek çak
 çok yanlış anlaşılmaktayım
 hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
 içimdeki zemberek
 boşandı boşanacak
 yaşamak mı gerek
 yoksa unutmak mı
 şaşırmaktayım
 galiyef yoldaş ne olacak
 galiyef yoldaş sibirya sürgünü
 sanki yalın bir bıçak
 kayarak
 bir kırlangıç hızıyla
 bulutların arasından
 karanlığın böğrüne saplanacak
 
 galiyef yoldaş ne olacak
 galiyef yoldaş sibirya sürgünü
 elinde bir mektup eski yazıyla
 artık yüzünü bile unuttuğu
 karısından
 burnunda sadece kokusu var
 ilkbahar kadar müşfik
 sonbahar kadar yumuşak
 galiyef yoldaş ne olacak
 avrasyada hala mazlumların uğultusu
 kısa bozkır atlarının nallarından
 gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
 azadlık mermileridir
 çekirdekleri çelik
 cehennem gibi sıcak
 
 bana bir şimşek çak
 sala veriliyor görünmez minarelerden
 İzmir de istirdat ı yaşamaktayım
 bir yangın soluğu sokak içlerinden
 kordonboyunda muzaffer atlılar
 fahrettin paşanın süvarisi
 bana bir şimşek çak
 yolumu aydınlatacak
 gazi'nin gözlerinden
 mavi bir şimşek
 kuva-yı milliye mavisi
 aynı emaneti taşımaktayım
 'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir'
 çünkü hain sinsi ve korkak
 aynı düşmana karşı
 savaşmaktayım
 
 
 
 
- 
				Kimi sevsem sensin / hayret
 sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
 gözleri maviyken yaprak yeşili
 senin sesinle konuşuyor elbet
 yarım bakışları o kadar tehlikeli
 senin sigaranı senin gibi içiyor
 kimi sevsem sensin / hayret
 senden nedense vazgeçilemiyor
 
 her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
 sarışın başladığım esmer bitiyor
 anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
 dudakları keskin kırmızı jilet
 bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
 gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
 kimi sevsem sensin / hayret
 kapıların kapalı girilemiyor
 
 kimi sevsem sensin / senden ibaret
 hepsini senin adınla çağırıyorum
 arkamdan şımarık gülüşüyorlar
 getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
 hani o sımsıcak iri çekirdekli
 senin gibi vahşi öpüşüyorlar
 kimi sevsem sensin / hayret
 in misin cin misin anlamıyorum
- 
				Hala delicesine severek izlediğim Sadri Alışık'ın da kayınbiraderi oluyor kendisi. Üçüncü Şahsın Şiiri, Cinayet Saati, Yağmur Kaçağı gibi bir kaç bilindik şiiri haricinde çok sevememişimdir. Özellikle Duvar adlı şiir kitabında -ki ilk kitabı olması lazım- hemen hemen hiç sevdiğim şiiri yok. 
 
 Fakat ben onun en çok gurbette, özellikle de Fransa'da tanıştığı yabancı gurbetçilerle yahut Türkiye gayrimüslimleriyle olan diyaloglarını anlattığı şiirlerini seviyorum. Ayrıca Türkiye İş Bankası yayınlarından çıkardığı kitaplarının arkasında yanlış hatırlamıyorsam "meraklısına notlar" diye bir bölüm vardı. Orada pek çok şiirinin hikayesini anlatıyordu. Üçüncü Şahsın Şiiri'nin öyle aman aman bir hikayesinin olmadığını hatta epeyce kurmaca olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım mesela. Şiiri seven her ergenlik çağı Türk insanının canını yakmıştır o şiir zira.
 
 Şiirlerinde her zaman küçük harf kullanmasını ise neden bilmem ama çok seviyorum. Sanki büyük harf kullanmaya değecek bir kelimeyle karşılaşmamış gibi. Şimdi ismini hatırlayamayacağım ama Fransa'da tanıştığı bir Ermeni'nin hikayesini anlattığı bir şiiri var, bulursam kitaplığımda buraya yazarım. İşte Attila İlhan şiiri benim için tüm o "Yağmur Kaçağı", "Üçüncü Şahsın Şiiri", "Cinayet Saati" gibi ünlü eserlerinin ötesinde o şiirdir.
 
 Yine de ilk üçüme (Nazım Hikmet, Cemal Süreya ve Can Yücel) giremez. İnsanlık olarak son derece iyi, fakat belki de çok iyi bir şair olmak için fazla düzgün bir adamdı Attila İlhan. O iyi bir gözlemci ve aktarıcıdır şiirlerinde benim için; ama tutkulu bir jön, ya da eğilmez, isyankar bir kavga adamı değil. Cenazesine de gitmiştim, bir şairin bu kadar insanı arkasından sürüklemesi çok gurur verici bir olay olsa gerek... Cemal Süreya'nın cenazesi çok çok az katılımla gerçekleşmişti zira. Allah rahmet eylesin...
 
 Düzenleme: Gayrimüslim kelimesini gayrimüslüm olarak yazmışım =)
- 
				Oteki kapımdan gel bunu açamazsın
 eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
 hem tetik bulun ardında biri olmasın
 hanidir ben bu evde saklanıyorum
 adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
 gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
 öteki kapımdan gel bunu açamazsın
 sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel
 
 pancurların gerisinde kararıyorum
 içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
 telefonda sesini tanıyamıyorum
 yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
 böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
 sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
 öteki kapımdan gel bunu açamazsın
 hem tetik bulun ardında biri olmasın
 
 artık hiç kimse beni yaşamıyor
 aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
 korkularım oldum bittim kimsesizdiler
 yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
 bir revolver romanımı tamamlıyor
 oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
 yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
 öteki kapımdan gel bunu açamazsın
 üzerime kilitleyip mühürlediler
 hem tetik bulun ardında biri olmasın
 
- 
				türkiye türkiye dağlarını duman almış
 üzümler memleketi tütünler memleketi
 türkiye türkiye çok gülmüş çok ağlamış
 sabırlı bağrıyanık insanlar memleketi
 bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi
 pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş
 ya o nehirler delirip gün gür gelirler
 bir şarkı gibi dağdan denize yürümüş
 
 sen türkiye'sin sağdıcım kirvem Türkiye
 insanların insanların ah senin insanların
 morca gözlerinden öpsem namuslu gözlerinden
 asiye'm işveli hatice fistanı dal işlemeli
 sen kırk köyün içende şanlı zeyneb'im
 şahan'ı  vurdular yirmi yaşında köprü başında
 gel yılmaz mahmud'um gel bilaloğlan
 arabamın atları deh deh amanda
 ha burası Karadeniz gemiler yatar limanda
 deryalar aslanı şem-i bahri  kâmil reis
 bu insanlar senden gelir sana gider
 tarlaya savrulmuş buğday gibi Türkiye
 
 sen türkiye'sin  ekmeğim tuzum türkiye
 omzumda mavzer koynumda çevresin
 ve kıl heybemde taze lor peyniri
 gök rengi süt karanfil rengi şarap
 batan güneş gibi bakır taş kömürü
 ve rüzgara vermiş saçlarını nefti ormanlar
 ve köylere karşı sarışın harmanlar
 ferik elması kavun karpuz dut ve kayası
 fındık da sende bademde sen de ceviz de sende
 alnımın teri gözlerimin nuru türkiye
 
 sen türkiye'sin evim barkım köyüm obam türkiye
 o senin çift çarşılı harp görmüş şehirlerin
 sahilde mersin yayla türküsü Konya
 adana'nın yolları taştan yola çıkıp maraş'tan
 ezanla birlikte vardık bir akşam urfa'ya
 bursa'nın ya bursa'nın ufak tefek taşları
 uçan yıldızı dondurur ardahan'ın kışları
 erzincan'da bir kuş var kanadı gümüş pul pul
 ve göğe kılıç gibi çekilmiş minarelerini
 şehirler padişahı canım istanbul
 
 türkiye türkiye ay'lı yıldız'lı türkiye
 sen mehmed'sin omuzlarında anadolu yaylası
 aladağlar toroslar dev gibi gövden
 sen şehit oğlu şehit babası
 sana selam olsun dünyadan hürriyetten
 
 
 
- 
				İstanbul Ağrısı
 
 kanatları parça parça bu ağustos geceleri
 yıldızlar kaynarken
 şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
 sen
 eğer yine istanbul'san
 yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
 pançak pançak şiirler tüküreceğim
 demek yine ben
 limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
 
 kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
 yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları
 mavi asfaltlara çökmüş
 diz bağlıyor
 eğer sen yine istanbul'san
 kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
 sirkeci garı'nda tren çığlıklarıyle bıçaklanıp
 intihar dumanları içindeki haydarpaşa'dan
 anadolu üstlerine bakıp bakıp
 ağlayan
 sen eğer yine istanbul'san
 aldanmıyorsam
 yakaları karanfilli * eğer beni aldatmıyorsa
 kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
 yine senin emrindeyim
 utanmasam
 gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
 kendimi yani şu bildiğin attilâ ilhan'ı
 zehirleyebilirim
 
 sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
 tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
 imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
 tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
 direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
 
 uykusuz dalgalanıyor
 
 ulan istanbul sen misin
 senin ellerin mi bu eller
 ulan bu gemiler senin gemilerin mi
 minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
 liman liman götüren
 ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
 akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
 neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
 antenlerinden
 neden
 peki istanbul ya ben
 ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
 gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
 ya benim kahrım
 ya senin ağrın
 ağır kabalarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
 çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
 burgu burgu içime boşalttığın
 o senin ağrın
 o senin
 
 eğer sen yine istanbul'san
 yanılmıyorsam
 koltuğunun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
 sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine
 satır satır okumak istediğim
 sen
 eğer yine istanbul'san
 eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
 ulan yine sen kazandın istanbul
 sen kazandın ben yenildim
 kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
 yine emrindeyim
 ölsem yalnızkalsam cüzdanım kaybolsa
 parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
 hiç bir gün hiç bir postacı kapımı çalmasa
 yanılmıyorsam
 sen eğer yine istanbul'san
 senin ıslıklarınsa saplanan bu ıslıklar
 gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
 bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
 ulan bunu sen de bilirsin istanbul
 kaç kere yazdım kimbilir
 kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
 1949 eylül'ünde birader mırç ve ben
 sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
 sana taptık ulan
 
 unuttun mu
 sana taptık
 
 
- 
				
 
 BEN SANA MECBURUM (Kendi sesinden)
 
 http://www.youtube.com/watch?v=A6Exy6nwgAY&feature=related
 
 
 
 SEN BENIM HIC BIR SEYIMSIN (Kendi sesinden)
 
 http://www.youtube.com/watch?v=UlVPS14gvzw&feature=related
 
- 
				Aysel Git Basimdan
 
 aysel git başımdan ben sana göre değilim
 ölümüm birden olacak seziyorum
 hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
 aysel git başımdan istemiyorum
 benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
 dağıtır gecelerim sarışınlığını
 uykularımı uyusan nasıl korkarsın
 hiçbir dakikamı yaşayamazsın
 aysel git başımdan ben sana göre değilim
 benim için kirletme aydınlığını
 hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
 
 Islığımı denesen hemen düşürürsün
 gözlerim hızlandırır tenhalığını
 yanlış şehirlere götürür trenlerim
 ya ölmek ustalığını kazanırsın
 ya korku biriktirmek yetisini
 acılarım iyice bol gelir sana
 sevincim bir türlü tutmaz sevincini
 aysel git başımdan ben sana göre değilim
 ümitsizliğimi olsun anlasana
 hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
 
 sevindiğim anda sen üzülürsün
 sonbahar uğultusu duymamışsın ki
 içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
 uzak yalnızlık limanlarına
 aykırı bir yolcuyum dünya geniş
 büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
 çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
 sakın başka bir şey getirme aklına
 aysel git başımdan ben sana göre değilim
 ölümüm birden olacak seziyorum
 hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
 aysel git başımdan seni seviyorum
- 
				YENİK SERÇE
 
 
 
 Yaban
 
 ve asi
 
 dağlara dağılan taylar gibi.
 
 ve yangın
 
 gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi.
 
 
 
 Adana’da yollara dizilmiş garlarda,
 
 çığlık çığlığa peronlarda
 
 çocuklar gibiydi gözleri.
 
 
 
 /Adı Nevin,
 
 şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin...
 
 
 
 O, kanadı kırık bir kuştu,
 
 beyaza vurulmuştu;
 
 kimseler görmnedi bir başka renk sevdiğini.
 
 Kimseler…
 
 Görmedi kimseler kirlendiğini...
 
 
 
 /Adı Nevin,
 
 hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../
 
 
 
 “Kendini martılarla bir tutma” derdim; “senin kanatların yok. düşersin,
 
 yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!”*
 
 
 
 O, kanadı kırık bir kuştu,
 
 gülümserken vurulmuştu.
 
 Kimseler görmedi uçtuğunu.
 
 Kimseler…Görmedi kimseler öpüştüğünü...
 
 
 
 /Adı Nevin,
 
 özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./
 
 
 
 IV
 
 “Işığın” diyordu: Kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... Ellerimle   kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...
 
 O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. Sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık!O kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!
 
 
 
 Kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda...
 
 Avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi...
 
 Erirdi... Biz yan yana, yana yana... Yana yana!
 
 
 
 /O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı,
 
 ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı...
 
 
 
 Gitti... Kanatları yüreğimdeydi.
 
 Kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi.
 
 Yitirdim o aşkın kimliğini;
 
 h ü k ü m s ü z d ü r...
 
 
 
 /Adı Nevin,
 
 ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/
 
- 
				Merhaba
 
 Bir düzeltme, Attila İlhan, çift "t" ile.  "Atila" köpek suratlı anlamına gelir,
 
 saygılarımla.
- 
				An gelir Atillâ İlhan ölür...
 
 Saygıyla...