Masonlar.org - Harici Forumu
Sanat => Benim Siirlerim => Konuyu başlatan: shemuel - Mayıs 07, 2008, 11:22:22 öö
-
Çıkmaz bir sokaktasın
Geri dönüşü olmayan yolda
Kapanır sonuna kadar,
Bütün kapılar yüzüne...
Aldığın her nefes,
Boynundaki idam ipi
Katlanmak her türlü acıya
Yaşam denilen kralın zindanında
Dindirmek için acılarını
En iyi dostun ölüm
Sır vermez fedakar yoldaş
Halden anlayan iyi dinleyici
Ölümü istemek,onu arzulamak
Yasaklanmış mutluluğundur senin
Acizliğin bir belirtisidir
karşı çıkmak kusursuz ölüme
Babil kulasinden daha sağlam ol
hak et ölümün dostluğunu
Erdem yüreğinde ,
çelikten zırh.......
İrade usunda,
Altından taç olsun...
Durma çek fişini,
Selamla sadık dostun ölümü....
----------------------- shemuel -----------------------------
-
baslik siirin icerigine golge dusuruyor. Intihar, kalitesiz insan profilinin bir tezahuru.
-
baslik siirin icerigine golge dusuruyor. Intihar, kalitesiz insan profilinin bir tezahuru.
Ah be kuşum İntiharın başka ne gibi tanımı olabilir diye sormadım..Zaten sana göre büyük günahtır :D
Muhalefetin Deniz Baykalı aratmıyor ;DBiraz daha sert olmalısın...
Ayrıca unutma sana ben boş hayeller peşinde koşan tasavvufçu sufilerden değilim.
İşe yaramadığımı hissettiğim anda
yer kaplamam Dünyada boşuna anında indiririm kendimi aşağı
beni bu konuda iyi tanıyorsun ;)
-
baslik siirin icerigine golge dusuruyor. Intihar, kalitesiz insan profilinin bir tezahuru.
Şiiri birdaha iyi oku orada intiharı lanetlemiyor sadece övüyor ;)
-
"Intihar, dünyada varolmanin bir baska yoludur. Çünkü kişi bir eylem olarak intiharı seçtiğinde, kendi varlığının farkına vararak, varlığının tanımını hiçlikle yapar" J. P. Sartre
"Gerçekten ciddi tek bir felsefi sorun vardır, intihar" A. Camus
hadi bob amcayı dinleyelim "Death is not the End" desin
-
baslik siirin icerigine golge dusuruyor. Intihar, kalitesiz insan profilinin bir tezahuru.
Sn. Kirlangic intihar için varsayımlar o kadar çeşitli ki;
Onurunun ve şerefinin kirletildiğini düşünen, temizleyemeyeceğinden kendince emin olan bir arkadaşımı intihardan zor vazgeçirdim. Düşünüyorum da hayatındaki kaliteyi korumak için intiharı seçmesi sanırım söylediklerinizin tam tersi.
Öte yandan söylediğiniz de mümkün.
Kimisi de intihar güçsüzlerin işidir der. Ölüm denen menem ile yüzyüze kalma, özkıyım mefhumu aslında çok güçlülükle alınması gereken bir karar değil mi?
Unutmayınız her olayın her vukuun iki yönü mevcuttur.
Saygılarımla,
-
İnsanlar hür iradeye sahiptir.İntiharda hür irade kullanılarak yapılan bir tecihtir.Bu tercih kolaya kaçma, şartların zorlaması,yaşam kalitesinin düşmesi veya tamamen sıfırlanması gibi sebeplerden yapılabilir.Karmik felsefe açısından bakıldığında bu eylem sadece yazdığım son şıkkın meydana geldiği durumlarda karmik borç oluşturmaz.
Herşeyin bir sebebinin olduğu hayat denilen yolda yaşanılacak her türlü şey mutlaka yaşanılacaktır.Zamanında veya daha sonra...
Saygılarımla,
-
Madem öyle (intihar bir seçim, saşılmayacak bir seçim diye algılıyorum yazılanlardan) neden bu kadar trajik bir etki yaratıyor insanlar üzerinde? Bir insanın kendisini öldürmesi öldürülmesinden daha sarsıcı geliyor. Şimdi diyeceksiniz ki; eğer öldürülürse kişi, suçlayacak ve hesap soracak birisi var karşınızda ama kişi kendisini öldürürse, hesap soracğınız kişi bu dünyadan göçüp gitmiştir. Hayata karşı bu kadar kolay pes etmek bir seçim değil bence korkaklıktır...
-
Amacım intihara övgü değil kesinlikle ama acı dolu bir sürecin korkaklık olduğunu söylemek biraz gaddarlık olur sanırım Sn.blossom.
-
İnsanlar hür iradeye sahiptir.İntiharda hür irade kullanılarak yapılan bir tecihtir.Bu tercih kolaya kaçma, şartların zorlaması,yaşam kalitesinin düşmesi veya tamamen sıfırlanması gibi sebeplerden yapılabilir.
Çok güzel kesinlikle çok mükemmel bir açıklama
-
Amacım intihara övgü değil kesinlikle ama acı dolu bir sürecin korkaklık olduğunu söylemek biraz gaddarlık olur sanırım Sn.blossom.
Kendini öldürmek büyük cesaret ister ama deli cesaretidir bu. Hayat kolay değildir, pes etmeyenler kahramanlardır. Bu kadar kolay teslim olanlar ise bana göre korkaklardır. Bu da benim acizane fikrim Sayın Omnia Tempus Alit...
-
Kendini öldürmek büyük cesaret ister ama deli cesaretidir bu.
Cesaret değil olsaydı sende azıcık İrade ve bir kadında az rastlanır Erdem..Şu anda Ya Tanrıyla tavla oynuyor yada Şeytanla Cirit atıyordun :)
Senin o içinde bulunduğun çıkmaz gerçektende tahmül edilecek gibi değil,Bir tek bile dostun yok Ama işe yaraya bilirsin biraz daha yedekte bekle...
Sen adına cesaret diyorsan bırak bir süre sonra senin fişini ben çekeyim :)
-
Kendini öldürmek büyük cesaret ister ama deli cesaretidir bu.
Cesaret değil olsaydı sende azıcık İrade ve bir kadında az rastlanır Erdem..Şu anda Ya Tanrıyla tavla oynuyor yada Şeytanla Cirit atıyordun :)
Senin o içinde bulunduğun çıkmaz gerçektende tahmül edilecek gibi değil,Bir tek bile dostun yok Ama işe yaraya bilirsin biraz daha yedekte bekle...
Sen adına cesaret diyorsan bırak bir süre sonra senin fişini ben çekeyim :)
Ne alaka Şemuel? Erdem dediğin bu ise almayım, sende kalsın... Bir tek dostum bile yok mu? Neye istinaden söyledin bunu? Merak ettim, açıkla lütfen...
-
Bir kerecik intihara teşebüs edersen sana her şeyi açıklarım blossom ;)
-
Bir kerecik intihara teşebüs edersen sana her şeyi açıklarım blossom ;)
Sen intihara teşebbüs ettin ozaman ki sen bu kadar eminsin. Ayrıca bir çok insan intihara teşebbüs etmesede bunu yapmayı düşünmüştür. Benimde çıkmaza girdiğim ve bunu düşündüğüm nadirde olsa bir kaç an oldu. Ama bu kadar kolay teslim olmayı kendime yediremedim...
-
Bir kerecik intihara teşebüs edersen sana her şeyi açıklarım blossom ;)
Sen intihara teşebbüs ettin ozaman ki sen bu kadar eminsin.
HEmde bir kaç kere..İki melek girdi koluma götürdüler TAnrının karşısına
Tanrı dedi kim bu?
Melek ürkek bir sesle dediki: Şemooo
Tanrının gözleri fal taşı gibi açıldı ortalığı bir koku kapladı.Evet tanımıştı kendisiyle göl kıyısında güreşen aslan yürekli kral şemoyu :)
ondan sonra kekeme kekeme emrini verdi: Gö-gö götürün bunu nerden aldıysanız bırakın oraya :D
-
HEmde bir kaç kere..İki melek girdi koluma götürdüler TAnrının karşısına
Tanrı dedi kim bu?
Melek ürkek bir sesle dediki: Şemooo
Tanrının gözleri fal taşı gibi açıldı ortalığı bir koku kapladı.Evet tanımıştı kendisiyle göl kıyısında güreşen aslan yürekli kral şemoyu :)
ondan sonra kekeme kekeme emrini verdi: Gö-gö götürün bunu nerden aldıysanız bırakın oraya :D
Çok kez olduğundan, muhtemel melekler karşısına çıkarmamıştır seni bir daha :D Güzel bir rüyaymış Şemocum :D :D :D
-
Sevgili Cicek,
Semo bildigin gibi Mimar Sinan Universitesi Guzel Sanatlar bolumunde okudu. Dolayisi ile hayal gucu oldukca agirdir.
-
Sevgili Cicek,
Semo bildigin gibi Mimar Sinan Universitesi Guzel Sanatlar bolumunde okudu. Dolayisi ile hayal gucu oldukca agirdir.
Sevgili Kırlangıç, haklısın :) Kafa yormaya gerek yok sanırım :) :) :)
-
Hayata karşı bu kadar kolay pes etmek bir seçim değil bence korkaklıktır...
Sn blossom,
Bence bu tip bir yargılama yapmak biraz haksızlık.Senaryoyu yazan hepimizin olabileceğinden daha zeki bir varlık.Size bir şeyi öğretmek istiyorsa ve öğrenmeniz için gerekli yol bu eylem ise hayal bile edemeyeceğiniz bir senaryo ile koşa koşa bu yola girebileceğinizden şüpheniz olmasın.
İntihar eyleminde bulunan insanları yargılamak yerine anlamaya çalışmak çok daha faydalı olacaktır.Zire insanlar bir eylemde bulunurken bunu hem kendileri hemde başkaları için yaparlar.
Korkaklık diye kestirip atmak kolaycılıktır.İntihar edip kolay yolu seçen insanların yaptığından sizce bir farkı var mı?
Saygılarımla,
-
Sayın Mystic,
Öğretinizde intihar bu şekilde mi tasvir ediliyor peki? Kestirip atmak değil benim yaptığım, bu kadar trajik bir olaya bu şekilde yaklaşmıyorum. Sadece bir kere düşünün, mücadele etmek yerine bu şekilde teslim olmak kolaya kaçmak değil midir? Emin olun, etrafımda intihar eden yakınlarım oldu. Bir yakınım, kendini asarak intihar etti ve ölmeden önce olayın farkına varıp mücadele bile etmiş ölmemek için. Pişmanlığı olmuş yani. Bu benim fikirlerim değil, adli raporun yazdıkları ayrıca...
-
Fransız sosyolog, Emile Durkheim'e göre “intihar, nedenleri yadsınamayacak kadar toplumsal olan bir olgudur. Bu olgunun nedenlerini belirleyen güçler, bir toplumdan diğerine, bir dinden diğerine değişiklik gösterebilir, ama önemli olan bireyden değil, grup veya toplumdan kaynaklanmış olmalarıdır. İlk bakışta bireysel yapının bir sonucu gibi görünen intihar, gerçekte toplumsal yapının bir sonucudur.”
İntihar varolan hayatın idamesine dayalı toplumsal bağları zedeleyici bir eylemdir. Çünkü kendi hayatına kıyan kimse, aynı zamanda varolan toplumsal düzenin kendisine yüklediği sosyal, kamusal ve kültürel kimlikleri de katleder. İntihar eden kişi, varolan toplumsal düzenin içinde bir boşluk olduğunu gösterir ya da baş edilmez bir boşluk açar. Böyle bir boşluğa tahammülü olmayan kurulu düzenin tepkisi ise intihar edeni ve eylemini mahkûm etmek biçiminde olur.
* * *
kimse duymadan ölmeliyim
ağzımın kenarında bir parça kan bulunmalı
beni tanımayanlar
mutlak birini seviyordu demeliler
tanıyanlarsa ´zavallı´ demeli
çok sefalet çekti
fakat hakiki sebep
bunlardan hiçbiri olmamalı
Orhan Veli
* * *
Büyük Rus şiir geleneğini Ekim Devrimi'nin yenilikçi soluğuna bağlayan, kendisine "yeni Puşkin" dedirten, "son köy ozanı" idi Sergey Yesenin. 21 Eylül 1895'te doğdu. Alkol bağımlısı, hüznü zevk edinmiş, kadınları "saçı uzun aklı kısa" mahlûklar olarak gören, kır hayatının sükûnetini düşleyen Rus köylüsüydü. 27 Aralık 1925 tarihinde Leningrad’da İngiltere Otelinde bir şiir yazmak istedi, fakat odasında mürekkep bulamadı. Bunun üzerine bir bıçakla kolunu çizdi ve dizelerini kanıyla yazdı, yazdığı şiir bir veda şiiriydi.
Hoşçakal, dostum, hoşçakal, mutluluklar.
Sevgili dostum, yüreğimde yaşayacak anın,
Sonunda ayrılık yazgısı olsa da insanın.
Hoşçakal dediğimiz gibi buluşmak da var.
Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, suskunlukla
Sakın üzülme, nedir bu gözlerindeki hüzün?
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.
Daha sonrada otel odasında ceketinin koluyla kendini pencereye asarak intihar etti.
Devrimle gelen toplumsal düzenlemelere alışamadığı, köy yaşamına özlemi ve sevgilisi İsadora Duncan gerekçe gösterilir Yeseven’in intiharına. Beklide onun intihar gerekçesini anlayan, Sergey Yesenin’in 12 yıllık arkadaşı, en yakın devrimci dostu olan Mayakovski oluyordu. Yoldaşının intiharı üzerine şaşkına dönen Mayakovski ‘Sergey Yesenin’e isimli uzun bir şiir yazacaktı.
SERGEY YESENİN'E
Sen gittin diyorlar, yukarılarda bir dünyaya.
Sonsuzlaşma - Uçuyorsun, parıldayan yıldızlara çarparak.
Ne borç var artık bize, içki ne de ayılma.
Hayır, Yesenin, oh çekmek değil benim istediğim.
Görüyorum ben kesik bileklerinle sendeleyişini
Ve alayla değil acıyla düğümleniyor yüreğim
Görüyorum bir kemik çuvalı gibi yere atışını gövdeni.
- Dur! diyorum. Bırak! Delirdin mi sen?
Sürer mi ölümü hiç insan tebeşir tozu gibi yanaklarına?
Sen ki çok daha iyi verirdin ölüme ağzının payını herkesten.
(…)
Beklide aynı gerekçe Mayakovski’ye ilham olacaktı, Mayakovski’de 5 yıl sonra, farklı tarzlada olsa, yoldaşının peşinden gidecekti.
Vladimir Vladimirovic Mayakovski 7 temmuz 1893'te Gürcistan'ın Kutais kentine bağlı Bağdadi köyünde doğdu. 1906'da Bolşeviklere katıldı ve birçok kere tutuklandı.1917 Ekim Devrimi'nden sonra Bolşevikleri destekledi ve devrimin salt politik bir devrim olarak kalmayıp, eski sanat anlayışını da kökten yıkması gerektiğini vurgulayarak LEF'i (Sol Sanat Cephesi) oluşturdu. "Sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir" sloganı ile özetlediği, sanatı kitlelere mal etme, sokağa indirme, ülke kültürünü yeniden canlandırmak için sanatı kullanma Mayakovski'nin başını çektiği Rus fütüristlerinin (gelecekçilerinin) en belirgin özelliği idi. Bu anlayışla, Sovyetlerin sokakları, meydanları sloganlar ve fütürist resimlerle donandı. O, Ekim Devrimi'ni çoşkuyla karşıladı ve devrimin başlıca sözcülerinden biri oldu. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra bu faaliyetlerinin yanı sıra, Halk Eğitim Komiserliği'nde görev aldı. "Toplum Sanatı" adlı dergiyi yönetti ve tüm Sovyetleri dolaşarak şiirlerini okudu. 1918'de, "Devrime Övgü" ve "Sol Marş" adlı uzun şiirlerini, 1924'de Lenin'in ölümünden sonra "Vladimir İliç Lenin" (Lenin Destanı) adlı ağıtı yazdı.
37 yıllık yaşamına yüzlerce şiir, desen, afiş, kolaj ve karikatür sığdıran, geleneksel Rus şiirine savaş açarak alışılagelmiş anlayışları alt üst etmiş, değişebilen ve değiştirebilen, devrimin ozanıdır Vladimir Vladimiroviç Mayakovski. Bir devrimcidir o, bir “gelecekçi”, beklide bu yüzden geleceği (ölümünden 60 yıl sonrasını) görüyordu, …
(…….)
Marx duvarından bir süre baktı durdu,
Sonra birdenbire bizim ihtiyar
Açtı ağzını, lâkin gülümsemek için değil,
Ama ne kükreyiş bir bilseniz:
“Devrim sığkafaların ağına dolanmış durumda,
Sığkafaların sığ alışkanlıkları Wrangel’den beterdir” diye haykırdı.
“Daha çabuk,
bu kanaryaların boynunu sıkın,
izin vermeyin Komünizmin içini boşaltmalarına!”
1925 yılında intihar eden arkadaşı Yesenin adına yazdığı uzun şiirde
Şu hayatta en kolay iştir ölmek
asıl güç olan
yepyeni bir yaşama başlamak
demesine rağmen, bu intihar olayından etkilenmişti ve 1930 yılında 37 yaşındayken intihar etti. Kaldığı otel odasında tetiği çekti, zihni gibi kızıla boyandı o anda oda. Son devrimini kendine karşı yaptı.
Öldüğünde, sevdiği kadın Lili Brick'i ve ailesini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği hükümetine emanet ettiğini belirten bir mektup bırakıyordu.
Son Mektup
Hepinize!..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü.
Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni.
İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),
ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet Yoldaş!
Ailem Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve Veronika Vitoldovna Polonkaya' dan ibarettir.
Yaşamlarını sağlarsan, ne mutlu bana...
Bitmemiş şiirleri Brik'lere verin, ne lazımsa onlar yapar.
"Bir varmış bir yokmuş" derler hani:
Aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
Acıları, mutsuzlukları, karşılıklı haksızlıkları, hatırlamaya bile değmez:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun yeter.
* * *
Cesare Pavese, 1908'de İtalya'da Santo Stefano Belbo'da doğdu. Çağdaş İtalyan edebiyatının en önemli temsilcisi, yeni gerçekçilik akımının kurucusuydu. Torino Üniversitesi'nde edebiyat
okudu. 1933'te kurulan Einaudi Yayınevinde görev aldı. 1935’te faşistlere karşı çalışmaları, özgürlük ve demokrasi çevirileri ve yazıları yüzünden bir yıl hapse mahkûm oldu, fakat kapalı kaldığı o bir yılı da “Hapis” adlı romanında malzeme olarak değerlendirdi. Serbest bırakıldıktan sonra aynı yayınevinde şiir, hikaye, roman yazmaya devam etti. 1950 yılında yazarlık hayatının doruğuna ulaştı. 1950 Nisanı'nda, “Yalnız Kadınlar Arasında” adlı kitabına verilen Strega Ödülü'nü aldıktan sonra Torino'da bütün özel çalışmalarını yok etti.
Pavese, hayatının son 15 yılını yazdığı günlüğünde anlattı. Ölümünden sonra günlükleri 1952 yılında, arkadaşları tarafından, “Yaşama Uğraşı” adıyla yayımlandı.
Yaşamının son aylarında, Yaşama Uğraşı’na şunları yazıyordu:
"İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Çünkü aşk, her türlü aşk bizi kendi çıplaklığımız, sefaletimiz, kırılganlığımız, hiçliğimizle ortaya çıkarır. Derinlerde, çok derinlerde akıp gitmekte olan bu şaşırtıcı aşk ilişkisine var gücümle tutunmamış mıydım? Salt kendimi o eski düşünceye geri götürmek için, onu eskiden beri hep aklımı çelip duran o itkiye, o eski düşünceye, aşka ve ölüme geri dönmenin bir özrü yapmamış mıydım?"
18 ağustos günü güncesine yazdığı son sözler ise şöyleydi:
'Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
Yazıyorum: Ey, Sen, acı.
Peki sonra? Bütün gerekli olan, biraz cesaret. Acı ne kadar ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşam içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.
Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil. Tiksiniyorum bütün bunlardan.
Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.'
Bu küskünlük ve başkaldırı yalnız 'yazmak'a değil hayatın bizzat kendisineydi. Cesare Pavese 1950 yılının 26 Ağustos'unda küçük bir otel odasında uyku hapı alarak yaşamına son verdi; ardında bir "Yaşama Uğraşı" bırakarak.
Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.
"Yaşama Uğraşı" adlı kitabında Pavese, "herkesin intihar etmek için iyi bir nedeni vardır" derken insanları yaşamları ve ölümleri konusunda özgür olmasını savunuyordu.
* * *
Fransız sosyalizm tarihinde, Marksizmi ülkeye ilk getiren düşünür ve eylem adamı Paul Lafargue, 1842'de Küba'nın Santiago kentinde dünyaya geldi. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Fransa'ya taşındı. Bordeaux ve Toulouse'da ortaöğrenimini yaptıktan sonra, Paris'te Tıp Akademisi'ne yazıldı, aynı sıralarda kralcı hükümete karşı yoğunlaşan gençlik eylemlerine katıldı.
Fransa'da sosyalist düşüncenin halk arasında yayılması için çalıştı, eylemlerini daha çok İşçi Partisi safında yoğunlaştırmıştı. Lafargue, Marx'la tanışmadan önce Proudhoncuydu, ahlakı ve ekonomi bilimini her türlü Tanrısal öğeden arındırma girişiminin temsilcisi Proudhoncu.
Önceleri bağlandığı cumhuriyetçi ve demokratlardan kopup, "gençlik düşlerinden 'vazgeçerek', hükümetin değil, toplumun değişmesini isteyen" işçilere katıldı. 1865'te, Londra'da Genel Konsey'e, Fransız işçi devinimi üzerine bir rapor sundu ve bu olay sırasında Marx'la tanıştı.
Paris'te hükümete karşı direnişe geçen gençleri kışkırttığı gerekçesiyle akademiden uzaklaştırılan Lafargue, tıp öğrenimini Londra'da sürdürdü. 1867’de Marx’ın kızı Laura ile evlendi ve Paris'e yerleştiler. 18 Mart 1871'de ayaklanma patlak verdiğinde, Hükümet, bu ayaklanmayı kanla bastırdı Lafargue, tutuklanacağını anlayınca İspanya'ya geçti. Burada kaldığı bir yıl içinde, "Kapital"in İspanyolca'ya çevrilmesine yardımcı oldu. 1877'de Egalité gazetesinde Fransa işçi sınıfını örgütlemek üzere yazılar yazdı, 1880'de, Londra'da Engels'in evinde Marx ve Guesde ile birlikte örgütün programını hazırldı. O günlerde, "Tembellik Hakkı" da Egalité'de tefrika olarak yayımlanıyordu...
26 Kasım 1911'de, Lafargue eşi Laura ile bir koltukta kucak kucağa son soluğunu vermiş olarak bulundu. Kendilerini öldürmelerinin nedenini, bıraktığı mektupta şöyle açıklamaktaydı Lafargue:
"Bedence ve ruhça sapasağlamken, yaşama zevk ve sevinçlerini birer birer elimden alan, beden ve kafa güçlerimi koparıp götüren acımasız yaşlılık, enerjimi felce uğratıp istemimi söndürmeden ve beni gerek kendime, gerek başkalarına yük olacak duruma düşürmeden, canıma kıyıyorum. Yıllardır, yetmiş yaşımı aşmamaya söz verdim kendime. Yaşamdan ayrılmanın yılı olarak bu dönemi seçtim ve kararımı uygulama yolunu tasarladım: deri altına siyanür enjekte etmek. 45 yıldan beri kendimi adadığım davanın, yakın bir gelecekte başarıya ulaşacağından emin olmanın büyük sevinciyle ölüyorum."
* * *
1890'de, Rembrandt'tan sonra en büyük Flemenk ressam olarak isimlendirilen, modern sanattın dışavurumcu akımının temsilcisi Vincent van Gogh kendini tabancayla vurarak intihar etti. 27 Temmuz 1890 da silahını sol göğsünün altına dayadı ve ateşledi fakat kurşun onu öldürmedi. Olaydan sonra tedaviye alındığında “bunu da başaramadım” diyordu, fakat iki gün sonra 29 Temmuzda aldığı yaranın sonucunda öldü. Yaptığı resimlerin satamamanın getirdiği hayal kırıklığı, yoksulluk, hastalık ve yalnızlık sonucunda intihar ettiği söyleniyordu.
30 Mart 1853’te Hollanda’nın taşrası Zundert’te doğdu. Koyu bir Protestan olan babası, Vincent’in papaz olmasını istemekteydi. Papaz okuluna kaydı yaptırdı ve yıllar sonra Okul bittiğinde Belçika’ya vaiz olarak gönderildi. İlk vaizinde, yaptığı konuşma yeterli bulunmadığı için vaizlik görevine son verildi.
Daha sonraları aradığı ışığı ve özgürlüğü resim yapmada bulacaktı. Van Gogh için resim, insanlara ve nesnelere karşı duyduğu derin sevgiyi anlatabileceği tek yoldu. Bu düşünce ile ateşli renklerin kuvvetli tonlarını tuvale yansıttı.
Bir dönem, aynanın karşısına oturup yüzünü seyreder ve kendi portresini yapmaya başlar. Amacı kendini sorgulamaktır. Sorguladıkça da yeterli bulmayacak bir başka portresini çizecektir.
Bir “deli-dahi” diydi o, hem de ağrısına dayanamadığı sağ kulağını kesip, aşık olduğu Parisli fahişeye hediye etmeye kalkacak kadar...
Sefalet içinde geçen 37 yıllık kısacık ömrüne, o günlerde beş para etmeyen, günümüzde ise en kötüsüne 20-30 milyon dolar paha biçilen 366 renkli, 60 siyah-beyaz tablo sığdırdı. Daha sonra ortaya çıkanlarla birlikte toplam 463 esere sahiptir.
Ölümünden sonra, onun yaşamını inceleyen Antonin Artaud (1896-1948), “Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği” adlı kitabında Van Gogh’un intiharının savunuculuğunu yapacak, onun “feci bir duyarlılıkta” olduğunu söyleyecekti. “Hayır, van Gogh deli değildi” der kitabında Antonin, “Çünkü van Gogh’un resmi, törelerin belirli bir konformizmine değil, kurumlarınkine saldırır. Ve dış doğa bile, mevsimleriyle, gel gitleriyle ve gün tün eşitliği fırtınalarıyla, van Gogh’un yeryüzünden geçişinden sonra, aynı evrensel çekimi koruyamaz.”
* * *
Berlin yakınlarındaki Wansee gölü kıyısında gezintiye çıkan çifti görenler, onların birlikte intihar kararı aldıkları ve bunu o gün uygulayacakları düşüncesinden uzak, iki sevgilinin romantik gezi yaptıklarını düşünürler.
Çiftler, Alman şair Heinrich Von Kleist (1777-1811) ve sevgilisi Henriette Vogel’dir. Hastalığın ölüme sürüklediği sevgilisi Henriette Vogel, Kleist’ten onu öldürmesini ister. Sanatçı bu teklifi kendi yaşamı için de bir çıkış yolu olarak görür ve 21 Ekim 1811 tarihinde önce Henriette’yi daha sonra kendini vurur.
“Şimdi, hepten benimsin ey ölümsüzlük” diyen Alman şair Heinrich Von Kleist, karısına bıraktığı son mektubunda intiharını açıklar:
Marie Von Kleist`a
Pek sevgili Marie’ciğim, ruhumun şu ölüm anında tutturduğu zafer türküsü içinden seni bir kez daha anmalı ve sana kendimi anlatmaya çalışmalıyım: sana, duygu ve düşüncesine değer verdiğim biricik insana; bunun dışında yeryüzündeki her şeyi, tümeli ve tikeli, yüreğimde kesinlikle aştım. Evet doğru, seni aldattım, daha doğrusu kendimi aldattım; böyle bir şeyin ölümüm olacağını sana binlerce kez söylemiştim, işte şimdi elveda diyerek, sözümü tutuyorum. Sen varken, başka bir kadın arkadaşa değiştim seni Berlin’de; ama belki avuntun olur diye söyleyeyim, benimle yaşamak isteyen değil, hayır, kendisine de sana olduğum denli az bağlı kalacağım duygusu içinde, benimle birlikte ölmek isteyen birisiyle aldattım. Daha fazlasını söylememe, bu kadına olan saygım izin vermiyor. Yalnız şunu bilesin, ruhum onunkiyle ilişkisinden sonra, ölüme salt erginleşti; insan ruhunun ululuğunu onunkiyle ölçtüm ve yeryüzünde artık öğrenip edineceğim hiçbir şey kalmadığı için ölüyorum. Elveda!
(…)
18 Kasım 1777'de Oder üzerindeki Frankfurt'ta doğmuş olan Heinrich von Kleist,
matematik ve Kant felsefesi ile ilgilendi. 1802 de Schroffenstein Ailesi adlı oyununu ve Kırık Testi adlı güldürüsünü yazdı. 1807 yılında Phöbus adında aylık bir dergi yayımlamaya başladı. 1808'de yazdığı Hermann Savaşı adlı oyununda, Napolyon'a karşı duyduğu uçsuz bucaksız nefreti, ortaya koyuyordu .
1810'da oyunlarının en ünlülerinden biri olan Prens Friedrich von Hamburg'u yazdı ve Kısa süren Berliner Abendblätter adındaki gazeteyi çıkarmaya başladı. Yukarıda sayılanlardan başka 1810'da yazdığı Das Kütchen von Heilbronn ve Penthesilea adında iki oyunu, birçok uzun öyküsü ve şiirleri vardır.
Avusturyalı yazar Stefan Zweig, Şair ve filozof Heinrich Von Kleist’ın sevgilisiyle birlikte intihar ettiği yıl dünyaya geldi. Zweig, Kleist’ın ayrıntılı biyografisini yazmış ve ona derin bir hayranlıkla bağlanmıştı.
Zweig, sevgilisiyle birlikte intihar eden Alman sairi Kleist'in biyografisini yazarken şöyle diyordu:
"Bazen ölmeyi beceren ve ölümden zamanı aşan bir şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır."
(…..)
"Hepsi de bilinmeyen bir gücün sürgünleridir, o güçten asla kaçmamaya hükümlüdürler, çünkü onları kovalayan şey, kendi kanlarında dolaşmaktadır hararetle, kendi alınlarında başına buyruk barınmaktadır. İçlerindeki düşmanı, yani efendilerini ve kaderlerini yok etmek için, kendilerini yok etmek zorundadırlar."
Stefan Zweig, 1934 yılında, Nazilerin baskılarından yılıp, ailesini bile yanına almadan yurdu terk etti ve Londra’ya yerleşti. 1937'de karısı Frederike'den ayrıldı, bir yıl sonra Portekiz'e giderken yanında Lotte Altman adında genç bir kadın vardı.
16 Eylül 1939 tarihli günlüğünde, Alman faşizminin saldırganlığını karamsar bir halde kaleme alacaktı:
“ne olursa olsun mahvolduk, hayatlarımız onlarca yıl düzelmeyecek… Fransa’nın teslim olması yakın… bitti. Avrupa’nın işi bitti, dünyamız çökertildi. İşte şimdi tam anlamıyla vatansızız.”
Çok geçmeden 2. Dünya Savaşı patlak verdi.
1942'nin Şubat ayında Brezilya’daydılar. Gazetelerde okuduğu Nazi saldırganlığı moralini bozmuş, katıldığı Rio de Jonerio karnavalını bırakarak karısı Lotte ile birlikte Petropolis'e döndü.
23 Şubat 1942 sabahı, Rua Gonselves Dias, 34, Petropolis adresindeki yatak odasının kapısı, öğleye kadar açılmadı. Bu durumdan şüphelenen hizmetçiler, polise haber verdiler. Yatak odasına giren polisler, sırtüstü yatan Stefan ile elini onun göğsüne koymuş olan Lotte'yi buldular. "Veronal" adındaki ilaçtan almışlardı. Titizce düzenlenmiş masanın üstünde, pulları bile yapıştırılmış olan veda mektupları duruyordu. Ayrıca, Petropolis Valisi'ne hitaben yazılmış, "Deklarasyon" başlıklı bir mektup vardı:
"Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce, son bir görevi yerine getirmeğe kendimi mecbur hissediyorum: Bana ve çalışmalarıma, böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya'ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her gecen gün, bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim ve benim lisanım konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa'nın kendi kendisini yok etmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama 60 yasından sonra, yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı. Benim gücüm ise, uzun yıllar suren yurtsuz göçüm sırasında tükendi. Böylece, ruhsal çalışması, her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."
Zweig 22 Şubat 1942'de karısı Lotte ile birlikte intihar ettiler ve devlet töreniyle Petropolis Mezarlığına gömüldüler.
Kleist’in biyografisinde aynı zamanda kendi intiharını yazdığını, üzerine eğildiği hayatın kaderiyle benzeşeceğini kim bilebilirdi ki?
“Her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor…”
* * *
Virginia Woolf, 1882 yılında Londra'da doğdu. Hiç okula gitmedi, evde eğitim gördü. 1929'da yayımlanan Kendine Ait Bir Oda isimli kitabı ile adını dünyaya duyurdu. Dalgalar, Deniz Feneri, Orlando en ünlü romanları arasındadır.
1939'da, II. Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen sonra, intihar Virginia'nın çok düşündüğü bir konu oldu. Bir Yahudi olarak Leonard, Nazi tehlikesinden Virginia oranla daha derinden etkilenmişti. Savaşın patlak varmasını beklerken, yaşamını 'insanın kötü, isimsiz bir dehşetten kaçmaya çalıştığı o kâbuslardan biri'ne benzetir. Britanya savaşı başladıktan sonra, Ouse vadisinin üzerinde yapılan hava çatışmalarını seyrettikleri sıralar savaş artık iyice kapılarına gelmiş dayanmıştır. Londra'da Luftwaffe'nın hava saldırıları evlerinin bir bölümüyle The Hogarth Press'in Tavıitock Meydanı ve Mecklenburgh Meydanındaki bürosunu yerle bir eder.
Erkek kardeşi Adrian 'Hitler'in acımasızlığına boyun eğmektense intihar edeceğine' karar verdi. Doktor olduğu için elinin altında öldürücü dozda zehir vardı, bunları gerekirse Leonard ve Virginia'yanın da kullanabileceğini söyledi. Savaşın iyice gelip kapılarına dayandığını düşünmelerine koşut olarak, Woof'lar garajın kapısı kapayıp, intihar etmekten söz eder oldular. Ama biraz düşününce Virginia ölmek istemediğine karar verdi, güncesine şunları yazıyordu: 'Sonumun garaj olmasını istemiyorum. Daha on yıl yasayıp kitabımı yazmak istiyorum...'
Takvimler 28 Mart 1941’ı gösteriyordu. Virginia Woolf, o sabah bir şey yazamamıştı. Leonard'ın önerisine uyarak hizmetçiye Leonard'ın odasını toplamakta yardım etmeye çalıştı. Çok geçmeden bundan yoruldu ve odayı terketti. Daha sonraları, 11:30 sıralarında, hizmetçi onun mantosunu ve bastonunu alıp evin çevresinden uzaklaştığını gördü. Irmağa varınca bastonunu kıyıya uzattı, ceketinin ceplerini büyük taşlarla doldurarak suya girdi. Yüzme bilmiyordu. Üç hafta sonra çayırlıkta oynayan çocuklar ırmağın altlarına rastlayan yerde cesedini buldular. Kocasına bıraktığı mektupta "Senin yaşamını berbat etmeye devam edemem, yapabilecegim en doğru şeyi yapıyorum. Bundan böyle savaşamam." diyordu.
Cesedini yaktırdıktan sonra küllerini Monks House'daki bahçeye, büyük karaağaçlardan birinin altına gömdü. Mezar taşındaki yazıt Dalgalar'ın son cümlesidir:
"Kendimi sana doğru savuracağım, yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm!"
* * *
'Bilinçli' intiharından dolayı 'unutturulmuş' Beşir Fuad, Osmanlı'da denemenin, yazınsal eleştirinin, eleştirel biyografinin ilk ürünlerini veren, yine ilk materyalist unvanını taşıyan adam. 1852 yılında dünyaya geldi. Fransızca, İngilizce ve Almanca bilen Fuad, ömrünün son üç yılına sıkıştırdığı yazı hayatında, çevirileriyle birlikte 200'e yakın yazı ve 16 kitap yayınlamıştı.
İntiharını iki yıl önceden kendisi duyurmuştu. Ahmed Mithad Efendi'ye yazdığı mektupta, intihar edeceğini ve bedenini derslerde kullanmaları için Mekteb-i Tıbbiye’ye bırakacağını yazdı.
"Mekatib-i Tıbbiyye'nin teşhir etmek için senevi beş altı cenazeye ancak nail olabildikleri ve bu miktarın mükemmel teşrih öğrenmeye adem-i kifayesi malumdur. Hayatımda fenne hizmet eylediğim gibi, cenazemin de öyle hadim olmasını arzu eylediğimden, cenazemi teşrih olunmak üzere teberruan Mekteb-i Tıbbiyye'ye terk eyledim. Ümid ederimki, veresem şu arzuma mani olmazlar.
İntiharımı fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini ibtal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim.
Kan akmakta iken her zaman şiryanı sıkıca tutarak vesair tedbire müracaat ederek
muhafaza-i hayat mümkün olduğu halde azmimden nükul etmeyeceğim!
Şairler söz ile pek çok kahramanlık satarlar; fakat fiiliyata gelince, böyle bir metanet göstereceklerinden pek emin değilim. Çünkü şu intihar, beyne bir tabanca sıkmak, kendini asmak veya suya atılmak gibi değildir. Onlara bir kere teşebbüs edilince, onu menetmek ihtiyarı elden gider."
24 Kanun-ı Sani sene 302, Beşir Fuad.
Beşir Fuad, 6 Şubat 1887' de, Cağaloğlu Yokuşu' nda Kitapçı Arakel' in dükkanı karşısındaki 12 numaralı evinde gece geç vakit bileklerini kestiğinde 35 yaşındaydı. Bileklerindeki kesik atardamarına klorit kokain şırınga ederek intihar etti. Ölürken izlenimlerini kanıyla bir kağıda yazıyordu:
"Ameliyatımı icra ettim. Hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geri savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan daha tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.
Canib-i zabıtadan gelecek tahkik memuruna size anlatmağa mecbur olmadığım bazı esbabdan dolayı terk-i hayata mecburiyet gördüm. Kendi kendimi öldürdüm. Benim yazım ve imzam alem-i matbuatta bulunan muharrirlerce malumdur. Binaenaleyh beyhude işgüzarlık edeceğim diye zaten matem içinde bulunacak familyam azası hakkında bi-lüzum tahkikata girişip de onları iz'ac etmeyiniz. Şu itirafnamem intiharın vukusunu müsbittir. Sizin vazifeniz kağıdı alıp bir jurnal ile makama takdim etmekten ibarettir.
Vücudumu teşhir olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiyye'ye teberrüan bahşettim. Cenaze oraya naklolunmalıdır. Beşir Fuad"
5 Şubat 1887
gelen doktora söylediği söz, ''zahmet etmeyin, beş dakikalık ömrüm kaldı'' oldu.
* * *
Gerard De Nerval 1808'de Paris'te doğdu. Babası Napolyon ordusunda görevli olan Nerval, küçük yaşta annesini kaybedince amcası tarafından büyütüldü. 12 yaşında Paris'te bir kolejde okumaya başladı, sanat çevresiyle tanıştı. Kendisine kalan yüklü bir mirasla italya'ya gitti ve burada Alman edebiyatı üzerine çalıştı. 1842 yılında çıktığı doğu gezisinde edindiği izlenimleri "Doğu izlenimleri" ismiyle kitaplaştırdı. Aşırı bir duyarlıkla bağlandığı oyuncu sevgilisi Jenny Colon 1842 yılında öldükten sonra onu sevmeye devam etti ve "Aurelia" isimli eserinde Meryem Ana'yla onu özdeşleştirdi. Bu karşılıksız aşk yüzünden ruh sağlığı bozuldu ve birkaç kez tedavi gördü. 1854'de kaleme aldığı "Ateşin Kızları" isimli eserinde, yitik bir güzellik, saflık ve gençlik cenneti düşündüğü konu edindi. "Kuruntular" isimli eserinde ise sonelerini topladı. Goethe'den yaptığı Faust çevirişi büyük beğeni topladı. Büyük yolculukların yazarı Nerval, arkadaşı Theophile Gaitier'ye şöyle yazmış bir mektubunda:
"Ülkeden ülkeye, bir kentten diğerine taşırken benliğimi, en güzel hayallerimi tek tek getirdim. Yakında düşlerimin hayaline dönüşeceğim."
Nerval, 1855 yılının Ocak ayında, Paris'teki Vielle Lanterne caddesinde, yağmurlu bir kış gecesi kendisini kravatıyla bir fener direğine asarak intihar etti. Evinde kaldığı teyzesine intihar etmeden önce bıraktığı kâğıtta şu not yazılıydı: "Bu akşam beni bekleme, çünkü gece siyah beyaz olacak."
Nerval'in tüm eserilerinde düşlerinin ve yaşadıklarının hüzünlü bir anlatımı vardır. Kendinden sonra ortaya çıkmış olan simgeciliğin ve gerçeküstücülüğün öncüsü olmuştur. Baudelaire, Mallerme, Rimbaud, Nerval'in takipçisi olmuşlardır. Batı edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Nerval, düşleri günlük hayatla olağanüstü olaylar arasında bir köprü olarak görmüş ve bu konudaki deneyimleri eserlerinin temelini oluşturmuştur. Nerval canına kıydığında henüz 47 yaşındaydı.
"Yazık! Her şey ölecek demek ben ölürsem!".
Antonin Artaud ''Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği'' adlı kitabında Nerval için şunları yazacaktı:
“Gérard de Nerval deli değildi ama öyle olmakla suçlandı, yapmaya hazırlandığı kimi önemli açıklamaları değersiz kılmak için, ve suçlanmaktan başka, bir de kafasına vuruldu, bir gece kafasına fiziksel olarak vuruldu, açıklayacağı korkunç olayların belleğini kaybetmesi için, ve onlar, bu darbenin etkisiyle, onda doğaüstü düzleme geçtiler, çünkü onun bilincine karşı gizlice birleşmiş bütün toplum, o anda onların gerçekliğini unutturacak kadar güçlü oldu.”
* * *
1961'de, Amerikalı roman ve öykü yazarı, üslubu 20. Yüzyıl Amerikan ve İngiliz edebiyatını büyük çapta etkilemiş, Silahlara Veda, Çanlar Kimin Için Çalıyor? ve Ihtiyar Balıkçı gibi ölümsüz eserlerin yaratıcısı Ernest Hemingway 2 Temmuz 1961'de, 61 yaşında, Ketchum/Idaho'da kendisini avcı tüfeğiyle vurarak yaşamına son verdi.
Doktor bir babayla opera şarkıcısı bir annenin oğlu olarak 21 Temmuz 1899'da Şikago yakınlarında Oak Park'ta dünyaya gelen Hemingway, burada beş kardeşiyle birlikte büyüdü ve 1917'ye kadar okula devam etti. Tutkulu bir sporcu olan Hemingway, henüz öğrenci gazetesinde çalışırken gazeteci olmaya kararlıydı.
18 yaşında Kansas City Star gazetesinde başladığı eğitimini, I. Dünya Savaşı'nda Kızılhaç örgütüyle birlikte sağlık memuru olarak İtalya'ya gitmek üzere bıraktı. Ağır bir şekilde yaralanan Hemingway, iyileştikten sonra piyade birliğine gönüllü olarak katıldı.
Hemingway, 1920'de evlendigi Hadley Richardson ile birlikte Toronto Star Weekly gazetesi için dış ülke muhabiri olarak Avrupa yolculuğuna çıktı. Birlikte bir çocuk sahibi olduğu ilk eşinden 1924'te boşandı. İkinci evliliğini gazeteci Pauline Pfeiffer ile yaptı ve 1940'ta boşandı. 1921'de Türk-Yunan savaşında savaş muhabiri olarak bulundu. Bir yıl sonra da Mussolini'nin Roma'ya yürüyüşü sırasında Amerikalı yazar Gertrude Stein ile arkadaş olunca Hemingway edebiyata yönelmeye heveslendi. Bunun ilk semeresi ‘Zamanımızda’ adlı kısa öykülerden oluşan bir kitaptı.
Hemingway 1953'te Pulitzer Ödülünü aldıktan sonra 1954'te Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. Arteriyosklerozlu tutkulu avcı Hemingway yedi yıl sonra, 2 Temmuz 1961'de, 61 yaşında, Ketchum/Idaho'da kendisini avcı tüfeğiyle vurarak yaşamına son verdi.
* * *
Walter Benjamin 15 Temmuz 1892'de Berlin'de dünyaya geldi. Benjamin; Berlin, Freiburg im Breisgau, Münih ve Bern'de felsefe öğrenimi gördü. 1920'de Berlin'e yerleşerek edebiyat eleştirmenliği ve çevirmenlik yapmaya başladı. 1928'de sunduğu Ursprung des deutschen Trauerspiels (Alman Tragedyasının Kökenleri) adlı doktora tezi Frankfurt Üniversitesi'nde geri çevrilince zaten pek sıcak bakmadığı akademik kariyerden bütünüyle vazgeçti.
Ernst Bloch, Theodor W. Adorno ve Bertolt Brecht'in etkisiyle 1930'larda giderek Marksizme yakınlaşan Benjamin 1933'te Almanya'yı terk ederek Paris'e yerleşti. Burada edebiyat dergilerine ve New York'ta Adorno ve Horkheimer tarafından yayımlanan Sosyal Araştırmalar Dergisi'ne eleştiri ve denemeler yazdı. 1939 yılında, Alman mülteciler tarafından yayımlanan bir dergide çıkan yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarıldı. Almanların Fransa'yı işgal etmesi ve Paris'teki evini Gestapo'nun basması üzerine Fransa'nın güneyindeki Port-Bou kentine kaçtı; burada polis tarafından Gestapo'ya teslim edileceğini öğrenince, 26 Eylül 1940'da intihar etti. Bu ölümü Bertold Brecht “Hitler'in Alman edebiyatına verdiği ilk ciddi kayıp olarak” yorumlamıştı.
* * *
7 Haziran 1954 de, bilgisayar biliminin temellerini atan, yapay zekâdan biyolojiye kadar birçok araştırmaları bulunan ve Naziler'in gizli şifrelerini çözerek, İngiltere'nin II. Dünya Savaşı'ndan kayıpsız çıkmasını sağlayan matematikçi Alan Turing, evinde ölü olarak bulundu.
Turing, 1952 yılında genç bir erkekle uygunsuz şekilde yakalandı ve tutuklandı. Toplumsal ahlakı bozmaya yönelik davranışları düzenleyen yasa kapsamında yargılanacaktı. O dönemde homoseksüellik İngiltere’de suç olarak görülüyordu. Suçunu kabul etti. Yargılama sonunda önüne iki seçenek koydular: ya hapse girecekti ya da hormon tedavisini kabullenecekti. Turing, hormon tedavisini seçti. Bu suçlama ve verilen ceza sonunda, birçok şeyden mahrum kalmasına yol açtı. Güvenlik belgeleri elinden alındığından, yürüttüğü danışmanlığına son verildi. Ayrıca, bildiği devlet sırlarını açıklaması olasılığına karşı gözetim altında tutuldu.
Haziran ayının o soğuk ve yağışlı pazartesi gününde, siyanür şırınga edilmiş bir elma yiyerek intihar etti. Turing öldüğünde sadece 42 yaşındaydı. İntiharı, yaşam tarzını kabul etmeyen topluma karşı bir tepki oldu.
* * *
Iris Chang, Amerika'da doğup büyümüş, Nanking'den oradan kaçan bir çiftin torunuydu.
"Irzına Geçilen Nanking" başlıklı araştırmasında, II. Dünya Savaşı boyunca japon askerleri tarafından ırzına geçilen, öldürülen, işkence edilen Çinlilerin hikâyelerini kaleme almıştı. Çin Hükümeti onu yılın kadını seçti, Japonya'daki aşırı sağ kanat öfke ve hakaret bombardımanına tuttu. Yazdığı, kendi anneannesinin hikayesiydi. Daha evvel yazdıkları görülmedi, daha sonra yazdıklarıyla da ilgilenilmedi. Yine de herşeye rağmen, yazmaya, araştırmaya devam etti.
Sesini yazıya, yazı dünyasına duyuramayanların, altkültürlerin, ezilenlerin, marjinlere itilenlerin hikâyelerini kendi ağızlarından dinleyip, kendi ağızlarından aktarabilmek için, onlarla yaptığı görüşmeleri videoya çekiyordu.
Araştırdıklarından fazlasıyla etkilendi, yazdığı konuların tesiri altında kaldı. Yazdıklarıyla arasına mesafe koymayı başaramadı. Bazen bir bölümü yazdıktan sonra günlerce bunalıma giriyor, insan içine çıkamıyordu. Yaptığı görüşmelerden sonra evine çekilip, hayata küstüğü oluyordu. Gerçek hayat ve geçmişte olanlar iç içe geçmeye başlamıştı, kendi hayatıyla başkalarının hayatları birbirine karışmaya başlamıştı...
36 yaşındaydı, günlerden salı'ydı. Sabah dokuzda arabasına atlayıp kendi kafasına göre belirlediği bir mesafe boyunca arabasını tek başına sürdükten sonra durdu, tek kurşunla kendini vurdu.
* * *
Kaan İnce, 2 Şubat 1972 tarihinde Ankara’da doğdu. Ankara üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde okudu. İlk şiiri, 1991 yılında, Milliyet Sanat Genç Şairler Köşesinde yayınlandı. Şiirleri: Yazılı Günler, Çağdaş Türk Dili, Promete, Karşı dergilerinde yayımlandı. 1992'de Yaşar Nabi Nayır Gençlik Şiir Ödülü'nü kazandı.
1992 Ağustos’unun ilk haftasında, Gizdüşüm dosyasını yayınevine vermek üzere İstanbul’a geldi. İstanbul'da iken kaldığı Kadıköy'de Ozan Eczanesi'nin üstünde, Ümit Oteli'nde şiir kitabının yayınlanacağı haberini aldıktan sonra, sabah saat 05:00 de balkonundan atladı Şiirlerini arkadaşları bir araya getirdi. Zaman, yalnızlık, ölüm ve hüzün şiirlerinin baskın temaları oldu. Şiir Kitapları: Gizdüşüm (1992), Ka n (1997).
Çok yazıldı intiharı üzerine, gerekçeleri sorgulandı, “her şeyi” olan bir şair neden seçerdi ki intiharı?. Şöyle diyordu ‘Gece Şiirleri’ şiirinde Kaan,
Sıcak bir buğu düşürdüler ceplerinden,
kışın gelişini gözlerime yıkan gölgeler, ölüme giderken.
Sonuna vardım ufuk renginin, gündüz rüyalarımda gördüğüm.
Gün sayıyor kör eşgalim.
Sönüyor gülüşüm, gülün bağrında ikindi vakti.
Zaman çağlıyor, ömrümü biçmeden.
Çölde ıssızlık sürüsü gecelerim.
Pencerelerden akan yollarda usulca büyüyor hüzün. İsyan dumanları.
Bir kıyı, boğulduğum. Suçluyum.
Talan edilmiş sokaklara yeleler taktım, yenilgilerimi asmak için.
Korku salmış düş dudaklarına.
Üzgünüm.
* * *
Sosyal Ekinci, 1954 yılında Kars'ta doğdu, 4 Eylül 1994 tarihinde İstanbul'da yaşamına son verdi. Ardahan Yatılı Bölge İlkokulu'nu, Kars Kazım Karabekir Öğretmen Okulu'nu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü'nü bitirdi.
Siyasal kimliğinden ötürü 1979-1981 yılları arasında gözaltında kaldı. 1983-1989 yılları arasında İstanbul'daki cezaevlerinde tutuklu kaldı. 1989 yılında Çağrı adlı kitabı toplatıldı ve hakkında iki ayrı dava açıldı. Şiirleri cezaevi günlerinde çeşitli dergilerde yayımlandı. 1991 yılında "susma" kararı aldı. Toplumsal yurt ve dünya tarihini, bireyi yoksaymadan sorgulayan, dilin olanaklarını çarpıcı imge derinliğine götüren, duygu debisi yoğun şiirler yazdı. Eserleri: Biri Yitik İki Ülke (1989), Çağrı (1990), Yıkıntılar Altında (1991), Toplu Şiirler (1995, tüm şiirleri, ölümünden sonra)
Ne kadar düşünsem aynı
Ne zaman üşürsem yağmur yağar
Yolum değilse bile sevgilim
Benim sonum belli
Sevginin ince tülüyle sarmadıkça ben seni (sen beni)
Yine kana düşerim hiç yoktan
Yine davalar açılır aleyhimde...
* * *
Polonyalı yazar Jerzy Kosinsky'nin çocukluğunda Nazi işgali altındaki yaşadı. Savaş sonrası Polonya'dan Amerika’ya kaçtı. Orada zengin bir kadınla evlendi ve yazmaya başladı. Boyalı kuş, Bir Yerde, Şeytan Ağacı, Adımlar, Boşluk, İhtiras Oyunu ve Kör Randevu romanları arasında yer almaktadır. Jerzy Kosinsky kendisine kitapları kadar ürpertici bir son biçti. Karısı ile tv izlerken banyoya gidip kafasına naylon torba geçirip bağlayarak intihar etti.
1935'te, Alman militarizm ve milliyetçiliği ile modern çağın insanı aşağılayan kuvvetlerini hicveden denemeleri ile tanınan şair ve eleştirmen Kurt Tucholsky, Nazi iktidarı tarafından lanetlenip yurttaşlıktan çıkarılınca intihar etti
1940'da, siyasi ve dini dogmalara karşı Nietzschevari güvensizliği ve "Holanda edebiyatının vicdanı" olarak tanınan ironi üstadı, edebiyat eleştirmeni Menno ter Braak, Almanların, ülkesini istila etmesi üzerine intihar etti.
1951'de, 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz ve Dachau'daki toplama kamplarında mahpus olmuş, savaştan sonra, komünistlerin iktidarı sırasında parti üyesi olup Genç Aydınlar Kulübü'nü kurmuş ama eserlerinde bir zamanlar Nazi kamplarındaki hayatı betimlerken ahlaki bozuk ve haysiyet kırıcı yaşam temalarını işleyen Leh yazarı ve şairi Tadeusz Borowski, ülkesindeki polis devleti ile de yabancılaşınca intihar etti.
1963'te, ilk şiirini henüz 8 yaşında yayımlamasına rağmen, yabancılaşma, ölüm ve özyıkım temalarını işleyen yapıtlarıyla asıl ölümünden sonra tanınan Amerikalı şair Sylvia Plath intihar etti.
Zafer Ekin Karabay, 13 Eylül 2002 günü Eskisehir'de henüz 29 yasındayken kemeri ile kendini asarak hayatına son veren şair - yazar - akademisyen. 1999 varlık şiir ödülü ve 2000 Arkadaş Zekai Özger şiir ödülü sahibi. "şubatta saklambaç" adlı ilk şiir kitabını ne yazık ki göremedi.
5 Nisan 1994 sabahı, müzik dünyası bir elemanını daha sonsuzluğa kanat açtığını öğrenmenin şokuyla çalkalandı. Kurt Cobain, Seattle'daki evinin garajında çenesine dayadığı tüfeğinin tetiğini çekerek 27 yıllık hayatını noktalamıştı.Ardında bıraktığı mektupta, artık acı çekmek istemediğini söylüyordu Cobain. Herkes bulduğunu sanmıştı ama demek ki aslında O hep Nirvana'yı arıyordu.
Ve diğerleri:
"Gözlerimi geleceğe kapayıp, geçmişi unutmak istiyorum" diyen İranlı yazar Sadık Hidayet; "Gece sona eriyor, gök ışıyor. Ayık olarak öleceğim." diyen Osamu Dazai; "Eyvallah baylar gözlerimi kapıyorum işte." diyen Andre Frederique; "Bir mezar kazıyoruz gökyüzüne rahatça yatmak için." diyen Paul Celan; “Hırsız! Nasıl bir başına çekip gidebildin/ Ne zamandır fena halde arzuladığım ölüme” diyen Anne Sexton; “Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin/ kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!” diyen Nilgün Marmara, "intiharlar her akşam ıslak - yapışkan saçlarıyla girip odama paniğimden pay toplarlar" diyen İlhami Çiçek, Primo Levi, Arthur Koestler, Jack London, Fransiz filozof Gillez Deleuze
Cornelius GALLUS, Stig Dagerman, José Asunción Silva, Lucius Annaeus SENECA, Panait STRAT, Georg Trakl, Italo Svevo, Yavuz Çetin, Özge Dirik ve daha niceleri…
* * * * *
“Ben kendimi öldürürsem bu, kendimi yıkmam için değil, ama kendimi yeniden oluşturmam için olacak; intihar, benim için, kendimi zorlu bir uğraşla yeniden ele geçirmemi, varlığımın içine baskın yapıp girmemi, belli belirsiz ilerleyen tanrıdan önce davranmamı sağlayacak bir araçtır yalnızca.”
Yukarıda ki söz, Fransız oyun yazarı, şair, tiyatro oyuncusu ve gerçeküstücü akımın önderi Antonin Artaud’a ait. Artaud, Eylül 1896’da Marsilya’da doğdu, başarısız uygarlık ve edebiyat konularında yapıtlar verdi. ‘Heliogabalos Taçlı Anarşist’, ‘Suç Ortakları ve İşkenceler’, ‘Tanrı Yargısının İşini Bitirmek için’, ‘Tiyatro ve İkizi’, ve ‘Van Gogh/ Toplumun İntihar Ettirdiği’ eserleri Türkçe’ye çevrili Artaud, Vahşet Tiyatrosu'nun tasarımcısıdır. Daha çok tiyatro yapıtları vermiş biridir, Kibritçi Kız onun yapıtıdır. Yaşamının yirmi yılından çoğunu akıl hastanesinde geçirdi ve orada öldü.
Seyirci oyundan kopuk olmamalıydı ona göre, oyun sahnede değil hayatın kalbinin attığı yerde kendisini yaratılmalıydı. “Sözler yetmez,” diyordu, “hareketlere, göstergelere , dilin yetişemediği yerleri çıplak bırakacak özellikle bedensel anlatımlara ihtiyaç var.” Artaud, ilki 1932, ikincisi ise 1933’te olmak üzere, iki kez, “vahşet tiyatrosu” bildirileri yayınladı, bu tiyatro anlayışıyla ilgili görüşlerini, 1938 yılında, Tiyatro ve İkizi adlı kuramsal kitabında toparladı. Bu kitapta Artaud, “tiyatro veba ile aynı şeydir” der. “Veba gibi dehşet verici ve aynı zamanda saflaştırıcıdır. Vebanın vahşetinde bir hayat vardır, çünkü bu canlı, can veren, ölümün ve yaşamın ayırtına vardıran bir ölümdür.”
“Çünkü vasat öldürücüdür. Çünkü vasat insan ölüdür. Yozlaşma onu çürütmüştür. Tüketim onu emmiştir. Yaşamadığının farkında değildir, kendinde değildir, kendi değildir. Kendi olan şeyler yokmuş gibi davranır, kendi olarak gördüğü şeyler varmış gibi davranır, herkesi kendi gibi sanır. Sıradan insan, sıradan insan diye bir şey olmadığını bilmez.”
Artaud’un vahşeti rahatsız ediciliktir.Yayınladığı ikinci manifestoda, Vahşet Tiyatrosu’nun konuları, “çağımızın başlıca huzursuzluk ve endişelerine cevap veren konular arasından” seçilecek olduğunu yazar. Aynı yazıda, ilk gösterinin adını da koyar: “Meksika’nın Fethi”. Gösteri, sömürgecilik sorununu işleyecektir; yani, “bir kıtanın bir başka kıtayı kendi yararları için kullanmak hakkına sahip olduğu inancını sorgularken aynı zamanda bazı ırkların öteki ırklara olan (ama bu sefer gerçek) üstünlüğünü de sorgulayacak ve bir ırkın dehasını uygarlığın kesin formlarına bağlayan içsel akrabalık ilişkisini gösterecek.”
Kasım 1947'de Radio Information'dan 'La voix des poetes' adlı program için kırk beş dakikalık bir yayın teklifi aldığında, dokuz yıllığına kapatıldığı klinikten henüz çıkmıştı. 'Tanrının Yargısının İşini Bitirmek', o radyo programının metninden oluşuyordu. Radyo yönetimi tarafından yayımlanması yasaklanan bu metinlerde büyük güçlere, topluma, onun kurumlarına, dinine, sanatına, gelecek tasarılarına, savaşla belirlenen ilerleme arayışına ateş püsküren, küfürler yağdıran bir şairdi bu metinlerde. Aynı ruh halini ‘Heliogabalos Taçlı Anarşist’ kitabının girişinde de gösterdi. “Bu kitabı Mesih'in çağdaşı Tyanalı Apollonius'un yaşayan ruhuna ve geçip gitmekte olan şu dünyada hala kalmış olabilecek bütün gerçek aydınlanmışlara ithaf ediyorum; ve derin güncellik-dışılığını, maneviliğini, yararsızlığını iyice belirtmek için de onu anarşiye ve bu dünya uğruna verilen savaşa ithaf ediyorum.” diyordu kitabında.
Suç Ortakları ve İşkenceler kitabının girişinde ise, yeni dünya düzeninin jandarmalığını üstlenen Amerika için: “..Çünkü Amerikalılar git gide daha çok kol ve çocuk eksikliği duymaktalar, işçi değil de asker ve ne pahasına olursa olsun ve elden gelen bütün yollarla asker yapmak ve üretmek istiyorlar daha sonra olabilecek bütün gezegen savaşlarını göz önünde bulundurarak, o savaşlar ki gücün ezici faziletleriyle kanıtlamayı hedef almışlardır.” diye yazacaktı.
Van Gogh’un yaşamını inceleyen Artaud, ‘Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği’ isimli kitabında, “Van Gogh, gözbebeğinin boşluğa devrileceği an’ı yakalamıştır” ifadesiyle Gogh’un yaşamının ve ölümünün savunuculuğunu yapıyordu. O’nun deliliği konusunda “van Gogh deli değildi, ama resimleri suda yanan ateşlerdi, atom bombalarıydı, ki görüş açıları, o çağda ortalığı kasıp kavuran diğer resimlerin yanında, ikinci imparatorluk burjuvazisinin ve III. Napolyon’un kilerin olduğu kadar Thiers’in, Gambetta’nın, Felix Faure’un polislerinin kurtçuk konformizmini ağır biçimde rahatsız edebilecek nitelikteydi. Çünkü van Gogh’un resmi, törelerin belirli bir konformizmine değil, kurumlarınkine saldırır.” diyecek, ve van Gogh’u deli olarak tanımlayan “insan korkusunun ve boğulmasının en feci durumlarını dindirmek için sadece gülünç bir terminolojiye sahip, bozuk beyinli” psikiyatrları sapkın davranmakla suçlayacaktı.
Afyon Savunması yazısında: “Afyonun kesin olarak etki ettiği bir hastalık vardır ve bu hastalığın adı, İçsıkıntısıdır. (…) Yasanızla benim içsıkıntımı, en ufak bir güven duymadığım insanların, tıbbi salakların, gübre eczacılarının, adaletsiz yargıçların, doktorların, ebelerin, tıp müfettişlerinin eline bıraktınız.” diyordu. “afyonu yok ederek suç işleme gereksinimini, beden ve ruh kanserlerini, umutsuzluğa eğilimi, doğuştan alıklığı, kalıtımsal frengiyi, içgüdülerin ezilgenliğini ortadan kaldırmayacaksınız; herhangi bir zehre, morfin zehrine, okuma zehrine, inziva zehrine, otuzbir zehrine, sürekli düzüşme zehrine, ruhun köksüz zayıflığının zehrine, alkol zehrine, tütün zehrine, toplum karşıtlığı zehrine güdümlü ruhların varolmasını engellemeyeceksiniz.”
Ve yazının sonunda: “Acı bizlere tutunacağımız huzur dolu bir yerin arayışıyla, ötekilerin iyilik içinde aradıkları düzenin kötülük içindeki arayışıyla, ruhumuz içinde yolculuklar yaptırıyor. Biz deli değiliz, biz harika hekimleriz. Hemen intihar etmeyeceğiz. Bizi rahat bırakmanızı bekliyoruz.” diyordu.
Edebiyat dünyasına bir çok eser bırakan Artaud, kendi kuşağının sloganı olacak “Beni intihar ettiler” ifadesiyle tedavi gördüğü klinikte intihar edecekti.
Yukarıda anılan isimlerin büyük çoğunluğu, şair, yazar ya da düşünürlerdi. İntiharlarındaki ortak özellik, zamanlamalarıydı. Ülkelerinin içine düştüğü bunalımlı dönemleri seçmişlerdi intihar etmek için. Ve bütün duyarlılıklarıyla, rahatsızlıklarını dile getirdikleri son yazılarını yazdılar, çok daha etkili olacak bir yöntemle; intiharlarıyla. . .
(alıntıdır)
-
Sn. blossom,
Öncelikle yakınınız için üzüntümü bildirmek isterim.
Anlatmaya çalıştığım intiharı gerçekten kafaya koymuş bir insanı kimse kurtaramaz.Kurtarsanız bile tekrar deneyecektir.Kişinin bu eylemi yapmak için sizin onun kadar anlayamayacağınız nedenleri olabilir.Hatta çoğu kimse çok sevdiği bir kişi intihar ederse ona karşı (kolay yolu seçtiği gibi bir düşünceye kapılarak) öfke duyar.
Bu hareketi yargılamaya hiçbirimizin hakkı yok diye düşünüyorum.
Saygılarımla,
Not:Hiç bir ezoterik öğretide intihar bir çıkış veya kurtuluş yolu değildir.Tam tersine problemleri arttıracak bir eylem olarak anlatılmaya çalışılır.Ancak bizler yargılamaktan çok anlamaya çalışırız.
-
TEBRİKLER YOLDAŞ YİNE DÖKTÜRMÜŞSÜN ;)
-
Amacım intihara övgü değil kesinlikle ama acı dolu bir sürecin korkaklık olduğunu söylemek biraz gaddarlık olur sanırım Sn.blossom.
Kendini öldürmek büyük cesaret ister ama deli cesaretidir bu. Hayat kolay değildir, pes etmeyenler kahramanlardır. Bu kadar kolay teslim olanlar ise bana göre korkaklardır. Bu da benim acizane fikrim Sayın Omnia Tempus Alit...
İntihar en çok doğu kültüründe yüceltilir Sn.blossom. Japonlarda harakiri, shinju junshi gibi adetlerin hepsi aslında hayattan vazgeçme, onuru yüceltme fedakarlığından kaynaklanmamakta mı ?
Çaresizlik ve içinde bulunulan durumun çıkmaza girmesi insanları tercih yapmaya zorluyor. Onaylamak veya onaylamamak geride kalanların tercihi elbet ama...
Korkaklık demek biraz haksızlık sanırım.
-
Hayata karşı bu kadar kolay pes etmek bir seçim değil bence korkaklıktır...
Bence bu tip bir yargılama yapmak biraz haksızlık.Senaryoyu yazan hepimizin olabileceğinden daha zeki bir varlık.Size bir şeyi öğretmek istiyorsa ve öğrenmeniz için gerekli yol bu eylem ise hayal bile edemeyeceğiniz bir senaryo ile koşa koşa bu yola girebileceğinizden şüpheniz olmasın.
Kesinlikle kardeşime katılıyorum. 10 dakika önce akıldan geçmeyen, ihtimal verilemyen ihtimaller silsilesi başlayıveriyor. Süt liman olan denizin fırtına olması gibi. Gencecik bir adamın gözlerinde gördüm. Oradan biliyorum.
-
"denemesenizde bilirsiniz...
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar..."
Murathan Mungan' dan...
Fazla karamsar olmuş yazdıklarım, ,intihar yanlısı ya da intihara ovgu içermesini istemediğimi bilmenizi isterim.
Son olarak;
Hiç bir şey ölmez her şey yaşar... Belki de bu açıdan bakmak gerek intihara da
-
Hiç bir şey ölmez her şey yaşar... Belki de bu açıdan bakmak gerek intihara da
haklısınız azizim HİÇBİR ŞEY ÖLMEZ HER ŞEY YAŞAR
-
Hiç bir şey ölmez her şey yaşar... Belki de bu açıdan bakmak gerek intihara da
Çok doğru... İntiharın bir kaçış veya kurtuluş olmadığını veya olamayacağını daha güzel anlatan bir cümle olamaz.
Saygılarımla,
-
Ozaman?? Hem Sayın Omnia' ya hemde Sayın Mystic' e soruyorum, madem öyle neden yazdınız? Açıkçası ben intihar yanlısı olduğunuza inandım bir an içinde olsa. Aklın yolu birdir, birşeyi özendirmemek için en iyi (doğru demiyorum) yol onu eleştirmektir. Benim yanlışım ile sizin doğrunuzu anlayamadım bu yüzden.
Ayrıca Sayın Mystic, demişsiniz ya "yargılamaktan çok algılamaya" çalıştığınızı. Bende anlamaya çalışıyorum her zaman her fikri, fakat mevzu bahis olan "intihar". Sizi eleştirmek için söylemiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Evrensel duygulardan bahsedilirken neden cemiyetiniz işin içine giriyor onu anlamıyorum sadece... Hepimiz aynıyız ve "Omnia mors aequat"
Saygılarımla,
-
Sn. blossom,
İntihara saygı duymak özendirmek değildir. Bir şeyi anlamaya çalışmak, onu hayatın dahilinde bulunan olumlu ve olumsuz yönlerden biri olarak kabullenmek ayrı bir şey, onu taltif etmek, özendirmek ayrı bir şeydir.
Mystic kardeşimin vurguladığı konu ise gayet doğru ve açık. Bizler zıtlarımızı da anlamaya çalışan insanlar olarak elbette her fikri anlamaya çalışıyoruz. Bir insan çaresizlik, umutsuzluk içerisinde kalabilir, tüm onurunun tüm şerefinin iki paralık olduğu hissine kapılabilir. Ben bir insana bu anda bile hayata tutunmasını öneririm, hayata tutunması için elinden geleni yaparım. Ama yaşadıklarını kaldıramama duygusunu anlarım. Zira bu tip bir şey benim başıma gelse ne yapacağımı ben de bilemem siz de bilemezsiniz.
Örneğin iş yerinizde bir alım komitesine dahil edildiğinizi, komitedeki diğer üyeler tarafından oluşturulan sahte belgeler ile hırsızlık ya da görevi kötüye kullanma / ihalede yolsuzluk ile suçlandığınızı düşünün (Üniversitelerin en sık yaşadığı sıkıntılardan olduğu için böyle bir örnek verdim) Lütfen bunu yaşar gibi düşünün, böylesi bir suç ile hakkınızda dava açılması bile akadamik kariyerinizde ilerlemenizi güçleştirecek, sizi çevrede "hırsız" olarak damgalayacaktır. Üstelik diğer kişiler tarafından oluşturulan deliller aleyhinize ise ceza almanız, toplum karşısında suçlu durumuna düşmeniz, hepsinin ötesinde bu iftira yüzünden ileride doğacak çocuklarınızın dahi devlet kurumlarında çalıştırılmaması söz konusu olacaktır. Ailenizin hatta çevrenizdeki arkadaşlarınızın dahi damga yemesi de cabası. Acaba aklınıza gelen ilk şık ne olurdu?
Mystic kardeşim çok güzel vurgulamış, siz şu an otururken size bunlar çok uzak geliyor olabilir ama aniden bu gibi bir durumla karşılaşmanız da söz konusu olabilir...
Ben hiç bir zaman, bu durumdaki bir insanın dahi intihar etmesini övmem, önermem. Ama bu duruma düşüp intihar eden bir insanı da anlamaya çalışırım. Umarım anlatabilmişimdir.
Üstelik "o zaman?" şeklindeki sorunuzu da anlayamadım. Acaba "Hiç bir şey ölmez, her şey yaşar" sözünden aynı şeyleri mi anlıyoruz?
-
Sayın Omnia Tempus Alit,
İlk olarak kişiyi intihara sürüklebileyecek örneğinizden başlayım. Benim ilk yapacağım iş, bana bu iftirayı atan kişi yada kişileri bulup onların gıtlaklarına sarılmak olur. Yani kendimi öldürmektense onlara zarar vermeyi düşünürdüm. Sanılmasınki ben bir faşistim. Benim böyle bir durumda duyacağım his maalesef korkunç bir öfke olur. Bulamasamda bulacağım an için çabalar dururum. Benim inatçı bir yapım vardır. Sanırım ondan kaynaklanıyor. Emin olun, bunları hissederek söyledim. Söylediklerinizi tasavvur ettim kafamda.
Ayrıca oturduğum yerden bana uzak gelmesi için çevremde hiç intihar yaşanmamış olması gerekir ki, bilakis intiharın ne olduğunu biliyorum...
Ozamandan kastım "Hiç bir şey ölmez, her şey yaşar" için değildi. İntiharı övmediğinizi söylediğiniz halde bundan önceki mesajlarda özendirici olabilecek tavırlarınızdı.
Ayrıca konulara, özellikle evrensel konulara bakışınızda mutlakaki öğretinizi katmak zorunda değilsiniz. Bunları cemiyetiniz hayatınızda olmadan öncede düşünüyordunuz. Tekrar belirteyim, sakın yanlış anlaşılmasın. Ama cemiyetinizi bu tip düşünlerde ön plana çıkardığınızda, sanki biz haricilerden daha üstün düşünüyormuşsunuz gibi bir tavır algılamama neden oluyor. Öyle olduğunu iddia etmiyorum, benim hissiyatım. Ama sanırım herkesi olduğu gibi sizleride eleştirmemde engel olmasa gerek, eğer bir engel var ise bana bildiriniz lütfen...
Saygılarımla,
-
Sn. blossom sanırım sizinle ayrıştığımız nokta burası;
Ben böylesi bir durumda karşımdakilere zarar vermezden evvel kendi çevremi düşünerek böylesi bireyleme yönelebilirim demek istedim. Bu eylem yapılmalı ya da yapılmamalı değil, bir insan böylesi bir eylemi düşünebilir, bu eylemi arzulayabilir ki bu kişinin tercihidir.
Öğretiyi öne sürerek arkasına geçip saklanmak gibi bir fikrin kardeşimde de bende de olmadığını sanıyorum. Karşıtı olsak bile fikirler bizler için çok önemli, kişinin neden bu fikre, bu eyleme yöneldiğini anlamak öğretinin içinde var buna özkıyım da dahil. Bu açıdan, bundan bahsetmemizin nedeni fikrimizin tartışılmazlığı, üstünlüğü gibi asla bizler tarafından kabul görmeyecek bir argüman değil, intihar konusunda neden sadece "yapılmamalıdır" diye kestirip atacak bir tavır içerisinde olmadığımızı açıklamaktır.
Yapılmamalıdır demek işin en kolay kısmı sanırım, bunu demediğimiz sürece de intihara meylettirmek gibi kanunen suç sayılacak bir eylem dahil her şeyle suçlanmak mümkün. Fakat bahsin konusu intihar etmenin güzelliği değil, intiharın bilinçli bir insanın tercihlerinden biri olabileceği ve buna saygı duyulması gerekliliği diye hatırlıyorum.
Kendi adıma fikri hatalarımın olabileceği konusunda çok açığım, eleştirilmemek gibi gayesi olan bir insanr olmadığımı en iyi bilen insanlardan olduğunuzu tahmin ediyorum. Ki hataların düzelmesi de zaten eleştiri doğrultusunda oluşuyor. Bu açıdan engel olabileceği konusunda dahi bir ima, bir isnadım olduysa inanılmaz derecede yanlış anlaşılmışım demektir ki, bu yanlış anlatımımdan ötürü her şeyden önce sizden özür dilerim.
Ve fakat böylesi evrensel bir konuda her kardeşimin öncelikle saygı duyma çerçevesinde yaklaşacağından eminim.
Saygılarımla,
-
intiharın iyi ya da kötü bir şey olup olmadığı üzerinde bir tartışmanın gitmediğini aslında tarafların hepsinin intiharın en azından kendi yaşamları için kabul edilebilir bulmadıklarını anlıyorum.
ancak intiharın "düşkün insanın" işi olduğu yönündeki yaklaşımlara katılmıyorum. intihar edenin kötülenerek "yazık etti kendine" denmesini de anlamlı bulmuyorum. kişinin kendi hayatı üstünde mutlak bir egemenliği olduğunu düşünüyorum. ve insan istediği zaman da istediği nedenle veya hiçbir nedeni olmaksizin dunyadaki varlığını sona erdirebilme hakkına sahip olduğuna inanıyorum. bu ne kadar dinsel metinlerde kötülenmiş, ayıplanmış, günah olarak belirtilmiş olursa olsun bunun bir suç olmadığını ve intihar edenin de "düşkün insan" işini gerçekleştirdiğine inanmıyorum.
öbür sayfa da aktardım Camus'nun sözünü tek ciddi felsefi sorun intihardır. intihar olgusunu en başından yadsıyarak ve bunu yapsa yapsa sefilane insanlar yapar diyerek yaftalamanın da doğru olmadığını düşünüyorum. yine diğer sayfada aktardım intihar eden düşünür ve şairlerin bazılarını...
intihar eden kişiye de bu eylemi sebebiyle ve bu eylemine de saygı duymak ve onun nedenlerini araştırmak da kötü bir şey olmasa gerektir en azından özendirmek değildir. durkheim ozaman en büyük intihar özendiricisidir malum düşünürün "intihar" diye bir kitabı var ve intiharın sosyolojik çözümlemesini yapmaya çalışmış.
kişilerin yazdıkları ise, edinimleri, birikimleri yaşantıları öğrendiklerinin izdüşümleridir. dolayısıyla belli bir öğreti üzerinden gelişimlerini gerçekleştirmeye çalışan kişilerin olaylara bakışlarında bu öğretinin etkisinin olmaması düşünülemez. kişiler olaylara bakarken tüm bu edinimlerinin ışığında bakarlar ve yorumlarını öğretilerinin, kazanımlarının bakışıyla yaparlar. bunlardan sıyrılarak bir şeyleri açıklamasını beklemek ise insana kendinden soyutlanmasını ve başka bir benlikmiş gibi (ya da başka bir "ben" olarak) olaylara yaklaşmasını olayları yorumlamasını istemek olur ki bu yapılabilecek bir şey değildir.
Sevgi ve Saygılarımla.
-
. Üstelik diğer kişiler tarafından oluşturulan deliller aleyhinize ise ceza almanız, toplum karşısında suçlu durumuna düşmeniz, hepsinin ötesinde bu iftira yüzünden ileride doğacak çocuklarınızın dahi devlet kurumlarında çalıştırılmaması söz konusu olacaktır. Ailenizin hatta çevrenizdeki arkadaşlarınızın dahi damga yemesi de cabası. Acaba aklınıza gelen ilk şık ne olurdu?
Ben olsam baska ulkeye goc eder, tertemiz ve sifirdan baslardim :)
-
Sayın Omnia Tempus Alit,
Sanırım yanlış anlaşılıyorum. Ben intiharı direkt bu yapılmamalıdır şeklinde kestirip atmadım. İntihar zamanında çok düşünüp irdelediğim ve insanların neden intihar edebileceklerini defalarca kendime sorduğum bir mefhumdur. Sonuçta şunu da söylemişimdir; gerçekten hayatına son verecek kişi bunu sessizce ve sonucu kesin ölümle sonuçlanacak biçimde gerçekleştirir. Aksi durumda, kişinin mutlaka ruhsal bir problemi vardır ve ilgi çekme yolunu intihar girişimi olarak seçer kendine. Ama tüm bunların sonunda benim kanaatim, intihar pes etmek adına en kolay yoldur. Beyninize sıkacağınız öldürücü tek kurşun tüm sıkıntılarınızı yok edecek ve artık hiçbir zorluk ile uğraşmak zorunda kalmayacaksınızdır. "Esaretin Bedeli" isimli filmi izleyenler, mücadele etmenin ne demek olduğunu o filmde görebilirler diye düşünüyorum.
Sizin tarafımdan yanlış anlaşılması gibi bir durum mevzu bahis olamaz. Herhangi bir isnadınız olamaz. Öğretiniz doğrultusunda düşünmenize hak veriyorum. Sonuçta bende bir çok şeye bilimsel açıdan bakmak durumunda kalıyorum. Fakat bu kimliğimi bir kenara koyarak, sadece insanca düşünmem gerektiği evrensel duygular oluyor. Benim vurgulamak istediğim bu idi. Ayrıca; öğretinizin diğer insanlardan soyutlanmanızı değil bizlerle birlikte olmanızı öğütlediğine can-ı gönülden inanıyorum. Sizlerde bizlerle oluşabilecek samimiyetinizi arıyorum sadece. Hayatta üstün insan yoktur. Bilgili ve görgülü insan vardır...
Umarım bu bağlamda; hislerimi bir nebze olsun açıklayabilmişimdir. Ben yanlış anlaşıldıysam eğer, özürlerimi kabul ediniz...
Saygılarımla,
-
Ben olsam baska ulkeye goc eder, tertemiz ve sifirdan baslardim :)
Bu da farklı ve izlenebilecek bir yol sevgili azizem :)
-
Ben olsam baska ulkeye goc eder, tertemiz ve sifirdan baslardim :)
Bu da farklı ve izlenebilecek bir yol sevgili azizem :)
Onu söylemek kolay ya durumu olmayanlar cebinde meteliği olmayanlar ne yapacak
Ayrıca hangi ülke kabul ederki
-
Ben olsam baska ulkeye goc eder, tertemiz ve sifirdan baslardim :)
Bu da farklı ve izlenebilecek bir yol sevgili azizem :)
Onu söylemek kolay ya durumu olmayanlar cebinde meteliği olmayanlar ne yapacak
Ayrıca hangi ülke kabul ederki
Yukarıda verilen örnek doğrultusunda zaten cebinde metelik kalmaz Şemo. Cebinin dolu olmasına gerek yok başka ülkeye göç için.
-
Yukarıda verilen örnek doğrultusunda zaten cebinde metelik kalmaz Şemo. Cebinin dolu olmasına gerek yok başka ülkeye göç için.
anlamadım seni ve hiç bir zaman anlayacağımı sanmıyorum :)
İntihar etmek için paranın olmamasımı gerekiyor sadece parası olmayanlarmı intihar eder
-
Bana göre İntihar; Kişinin Yaşam Mücadelesine '' Yenik Düşmesi '' anlamını taşıyor. İşin kolay tarafına kaçıp Zorlukların üstesinden gelebilme cesaretini gösteremeyişi ile birlikte acizliğe mahkum olmuş ve bu sayede Bireysel Yaşam Standardında gerekli Seviyeyi yakalayamamış olmasının da bir göstergesidir, aynı zamanda ....
Ama önemli olan Kişinin önüne sunulan Yaşamı acısı ve tatlısıyla birlikte yaşamaktır. Sadece tatlısını seçersek o zaman Yaşamanın ne anlamı olabilir ki?
Bu arada yanlış mı farkettim bilemiyorum ama sanırım Konu, Benim Şiirlerim Bölümünde yeralıyor. İntihar hakkındaki düşüncelerimi belirtmek isterken çapraz bir durumun oluşmasına sebebiyet vermek istemedim. :)
Saygılar.
-
Yukarıda verilen örnek doğrultusunda zaten cebinde metelik kalmaz Şemo. Cebinin dolu olmasına gerek yok başka ülkeye göç için.
anlamadım seni ve hiç bir zaman anlayacağımı sanmıyorum :)
İntihar etmek için paranın olmamasımı gerekiyor sadece parası olmayanlarmı intihar eder
Anlayan anliyor, bosver :)
-
Ben olsam baska ulkeye goc eder, tertemiz ve sifirdan baslardim :)
Bu da farklý ve izlenebilecek bir yol sevgili azizem :)
Onu söylemek kolay ya durumu olmayanlar cebinde meteliði olmayanlar ne yapacak
Ayrýca hangi ülke kabul ederki
Valla ben Ingiltere'ye ilk geldigimde cebimde 50 kurus para vardi :)