Masonlar.org - Harici Forumu
		Sanat => Edebiyat => Siirler ve Sairler => Konuyu başlatan: Isis - Aralık 30, 2008, 11:12:24 ös
		
			
			- 
				
(http://img218.imageshack.us/img218/4509/sonbahar001am5.jpg) (http://imageshack.us)
(http://img218.imageshack.us/img218/sonbahar001am5.jpg/1/w767.png) (http://g.imageshack.us/img218/sonbahar001am5.jpg/1/)
Soluk Soluğa  / Ahmet Telli
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
Ama atıldı yine de serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
- ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup 
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine 
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
O liseli kız hangi kentte kaldı
Ve o sarışın
O afeti devran bekler mi hala
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını
Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya
Aşkların, ayrılıkların ve acıların
İstese de kalamazdı vakti gelince 
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
Yürek burkulması ve hüzün ve keder
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
Ay bile soğuktur o zaman 
Bir buz parçasıdır
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Biraz da serüvendi yaşamak 
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar 
Ve büyük yolculuklarla başlar
Anıları aşkları ve bir kenti 
Bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
Hangi saatinde olursa günün
Ve hep kar yağardı nedense
Durmadan kar yağardı yol boyunca
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
Kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun
Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları
Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
Ölümdür biraz hep aynı yatakta
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
Kitapları hep aynı raflara sıralamak
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
Soluk soluğa yaşamalı insan 
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
Ve cehenneme dönse de bir ömür
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
Ölüme ve aşka durmadan kement atan
Serüvenlerle geçsin yaşamak
Buz tutmuş bir dünya ortasında 
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
Önünde dağlar, uçurumlar
Sarsılan gök, yarılan toprak
Çelik uğultularla burgaçlanırken 
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
Ve her nasılsa keklik sekişli
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine 
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
Pervasız bir acemi, bir çılgın
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de...
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında 
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki 
Sevince deli gibi severdi
Pervasız severdi sevince 
Dövüşmek ancak ona yakışırdı
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
Ve başarısız eylemler çağında o
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten
Yerleşik yargıları olmadı hiç
Kurmadı güzel gelecek düşleri
Nerede bir yangın, nerede tehlike 
O mutlaka oradaydı birdenbire
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi
Ayrıntıların izi kalmamış artık
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
Dağların, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
O eski konaklar gibidir anılar
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
Belki sağanak boşanır apansız
Yüzyıllık bir yağmur başlar
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
Yok olup gider her şey, belki kül olur
Hırçın bir okyanustur yürek
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
Anılarsa birer çıban izidir
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı
Bir ömrün olgunlaştıramayacağı 
acemilikler toplamı ve bir çılgın
boyun eğmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadı yaşamayı
nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
bağlanmadı kendine de ömür boyu
dağlara tırmana atlar gibi 
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
bir şahin gibi bulutlara kurdu
dumanlı sevdaların yörük çadırını
sıradan bir gezgin değildi hiç
dövüşür gibi yaşadı yolculukları 
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman
ve bütün gemileri yakıp
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
umutlardansa nefret etti daima
hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de serüvenlere
pervasız bir acemi
soyu tükenen bir bilgeydi belki de 
Ama bir şey vardı yine de
Başarısız ihtilallerden kendine kalan 
II Büyük aşklar yolculuklarla başlar 
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak 
Onlar ki dünyanın son umudu 
soyları tükenen birer çılgındırlar 
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında 
Ölümle alay ederler sanki 
Nerde beklenirse ordaydılar 
bir kez bile gecikmediler ömür boyu 
Neydi onları ordan oraya 
savurup duran şey 
Onları daima yalnız kılan 
neydi bu yaşam denilen gürültüde 
Her dilden bir adları vardı onların 
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar 
Sarışındılar belki de esmer 
yani birçok yüzün bileşkesi 
Ne altın arayıcısıydılar 
ne de aylak bir gezgin 
Vurulup düşseler de her kuşatmada 
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler 
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa 
Bulurlar heder olmanın bir yolunu 
Onlar ki bu dünyada 
kahraman olmaya mahkumdurlar 
Sislenen anılar kaldı bize onlardan 
renkleri bozulup duran solgun anılar 
Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin 
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna 
Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı 
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan 
Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi 
vurulup düştükçe ışığını karartan 
O serüvenlerin günlüğü tutulmadı 
yazılmadı o insanların destan şiiri 
Parça parça ettirilseler bir kartala 
(ki sanırım böyle oldu sonları) 
Fışkırır yüreklerinden 
başarısız ihtilallerin yangınları
			 
			
			- 
				(http://img218.imageshack.us/img218/2292/ahmettelli2tw1.jpg) (http://imageshack.us)
1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde doğdu. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen okullarında eğitim gördü. Bir dönem köy öğretmenliği yaptı. Ardından Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Anadolu’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 12 Eylül’den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı.
1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerden. İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attilâ İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.
Eserleri  
 Şiir kitapları  
Yangın Yılları (1979) 
Hüznün İsyan Olur (1979) 
Dövüşen Anlatsın (1980) 
Saklı Kalan (1981) 
Su Çürüdü (1982) 
Belki Yine Gelirim (1984) 
Çocuksun Sen (1994) 
Kalbim Unut Bu Şiiri (1994) 
Barbar ile Şehla (2003) 
 Diğer eserleri  
Ben Hiçbir Şey Söylemedim (2001) 
Sulara mı Yazıldı (2001) 
Buradayım Sözümde (2005) 
 Ödülleri
 1980 Toprak Şiir Ödülü Hüznün İsyan Olur kitabı ile (Metin Altıok’la paylaştı) 
1982 Yazko Şiir Özendirme Ödülü Saklı Kalan 
			 
			
			- 
				  
    
ÇOCUKSUN SEN / I 
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen 
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu 
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen 
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim 
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor 
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte 
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum 
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar 
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa 
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların 
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar 
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa 
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan 
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit 
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık 
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık 
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin 
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen  
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun 
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada 
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. 
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil 
  
ÇOCUKSUN SEN / II 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm 
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı  
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar 
Dursam ölürüm paramparça olur dünya 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm 
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir 
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna 
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için 
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak 
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu 
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) 
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor 
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri 
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda 
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum 
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım 
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte 
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan 
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer 
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle 
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum 
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken 
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su 
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç 
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı 
(Soluğunun elma kokması bundandı belki) 
Bir elma kokusuna tutundum düşerken 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Çocuksun sen, çocuğumsun 
			 
			
			- 
				İSMAİL’İN KİTABINI OKURKEN 
İsmail’in kitabını okuyorum üç gecedir 
ateşler içindeki dünyada bir neferin 
ölüme at koşturan rüzgârını duyuyorum 
Managua yanıyor, her yanım ateşler içinde 
yanıyor bir çocuk sevgiyle okşanmaktan 
ve temkinli olmak yakışmazdı sana zaten augusto 
ve sen ey idris 
ismail’in ölümü küçümseyen dostu 
“yediğin kurşundan 
bir gümbürtü kaldı ki bana!..” 
Roma’da navona alanında bırakıp ismail’i 
telzaatar’a dönüyorum gecikmiş bir martı gibi 
Yurdum diyebileceğim 
her yer kan-revan içinde, görüyorum 
ve boğazlanmış bir ceylan gibi 
serilivermiş denizler ortasına 
Önce ismail orda, ne zaman gelmiştir 
“gümbür gümbür ve sonuna kadar, taa-sonuna 
sonuna kadar sevdaya, sonuna kadar kavgaya 
çatlayacak  kadar sabırsızlıkla…” 
İsmail1in kitabını okuyorum üç gecedir 
ve alnımı seher rüzgârına dayayıp 
sesleniyorum 
“-Ey usta 
nerde benim payım içtiğin baldırandan!.” 
  
			 
			
			- 
				İMLÂSIZ 
                     Hep denedin. Hep yenildin. 
                 Olsun. Gene dene, gene yenil. 
                                               S. Beckett 
Ayağı kayan bir çocuk 
Kadar şaşkınım, bilemedim 
Düz yolda yürümenin imlâsını 
Kanayan dizlerime bakıp da 
Ağlamayı öğrenemediğim gibi 
Sevgilisi değildim kadınlarımın 
Bir papağan tüneğiydim belki 
Ama birkaç sözcük öğrendiysem 
Kadınlardan öğrendim, yine de 
Bilemedim sevgilim diyebilmeyi 
Büyülendim ama büyüyemedim 
Aklım ermedi aynalara ve suya 
Yüzümü gösterip kalbimi neden 
Sakladıklarını öğrenemedim 
Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada 
			 
			
			- 
				Gercekten siirlerinden buyuk keyif aldigim bir sairdir Ahmet Telli. 
			
 
			
			- 
				KALBİM UNUT BU ŞİİRİ  
Uğuldayan ve hep uğuldayan 
bir orman kadar üşüyorum şimdi 
yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda  
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor  
Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık  
Su ve ses kadar beklediğim  
ne kaldı geride, bilmiyorum  
uzanıp uyumak istiyorum gölgeme  
ve sarınmak o kocaman gözlerin  
uğuldayan rüzgârlarına  
Bir acıyı yaşarım ve zehrinden  
çiçekler üretirim kömür karası  
uçurum kadar bir yalnızlık 
yaratırım kendime, atlarım 
Anısı yoktur küçük rüzgârların 
  
Yapraklarım yok artık kuşlarım yok 
büsbütün viran oldu dağlarım 
ezberimdeki türküler de savrulup gitti 
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde 
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü 
  
Yanlış, daha baştan yanlış 
bir şiirdi bu, biliyorum 
ve belki ömrümüzün yakın geçmişi 
bu kadar doğruydu ancak, kimbilir 
Kalbim unut bu şiiri 
			 
			
			- 
				GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME  
Gün biter gülüşün kalır bende  
anılar gibi sürüklenir bulutlar  
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır  
yarım kalan bir şiir belki de  
   
Aykırı anlamlar arayıp durma  
güz biter sular köpürür de  
kapanmaz gülüşünün açtığı yara  
uçurum olur cellat olur her gece  
   
Her gece yeniden bir talan başlar  
acı ses olur, ses deli bir yağmur  
eski bir eylüle gireriz böylece  
Sığındığım her yer adınla anılır  
ben girerim, sokağı devriyeler basar  
bir de gülüşün eklenir kimliğime 
			 
			
			- 
				
SİZİ SEVMİYORUM  
Sesimden arındım ve ufku  
Bir harmani gibi giyindim  
Kahraman bir korkaktım  
Kavmimin kadim tarihinde  
Ki onlar için umutsuzluk  
Kendim için haramiydim  
Böyle bilindiydi bu hikâye  
Yarından bugüne kaldıydı  
Tersine akan bir ırmaktım  
Sözün şaşkın serinliğinde  
Kendi deltasında boğulandım  
Ve sizi sevmiyorum ey kavmim  
Yakın beni rüzgârın ıslığa  
Islığın hükme döndüğü yerde  
Derim ki ey kavmim, zulmünüz  
Payidar, yurdunuz çığlığımdı  
Ki hükmümü kendim veriyorum  
Yakın beni sesim sorulara dönmeden  
Küllerimin altında kalacak  
Mutluluk sandığınız ne varsa  
Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz  
Giyotindi sözün belleğinde  
			 
			
			- 
				ÖZLEMEDİM SENİ 
Hiç özlemedim seni 
Özlemek dostluktandır 
dostluğundan öte bulmalıyım seni 
Sıcaklığını bulmalıyım 
dokunuşlarını, kenetlenişi 
Terimizle sulanmalı yeryüzü 
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca 
Apansız fırtınalar çıkmalı 
sarsılmalıyım 
Özlemek 
yanında olmak isteğidir 
gülüşünü görmek biraz da 
Hiç özlemedim seni 
Saçlarına gül takmam 
bir ırmak gibi akıtırım ovaya 
soluğunla yanar 
dudaklarımın bozkırı 
Akkor halindeki ufuk 
bakır bir tel gibi eriyip gider 
kraterler ortasında kalırım 
Toprak yarılır birden 
su kirlenir 
Ürpertir bu coğrafya  
bu serüven 
ikimizi bir anda 
yaşadığımı duyarım 
Hiç özlemedim seni 
Özlemek dostluktandır 
dostluğundan öte bulmalıyım seni