Masonlar.org - Harici Forumu

Inanc => Diger Inanclar => Konuyu başlatan: ceycet - Aralık 03, 2009, 05:43:16 ös

Başlık: SABİİ'LİK
Gönderen: ceycet - Aralık 03, 2009, 05:43:16 ös
Sabiilik
İslamiyet’in yayılma yıllarında Anadolu'da ve Mezopotamya'da, Hıristiyanlığın yanı sıra, Batıni doktrinden kaynaklanan Saabilik inancı hüküm sürmekteydi. Anadolu’nun Bizans yönetimindeki topraklarında Hıristiyanlık ön plandaysa da, özellikle Doğu Anadolu'da, Fırat çevresinde Saabiler çoğunluktaydı

Sabiilik hakkında ansiklopedik bilgi
İslamiyet’in yayılma yıllarında Anadolu'da ve Mezopotamya'da, Hıristiyanlığın yanı sıra, Batıni doktrinden kaynaklanan Saabilik inancı hüküm sürmekteydi. Anadolu’nun Bizans yönetimindeki topraklarında Hıristiyanlık ön plandaysa da, özellikle Doğu Anadolu'da, Fırat çevresinde Saabiler çoğunluktaydı. Saabilik çok eskilere, Sümerlere kadar dayanan Babil okulu öğretisinin halka mal olmuş şekliydi. Tüm tek Tanrılı dinlere şu ya da bu şekilde kaynaklık etmiş olan Saabilik, Büyük İskender'in bu toprakları fethi sırasında Pisagorculukla tanışmış ve Saabi öğretisi yeni bir ivme kazanmıştı. Pisagoryen öğreti, Saabiler arasında zaten var olan Batıni inançların yenilenmesinde ve her iki akımın birleşerek, İsmaililik denilen müessesenin oluşmasında rol oynamıştır.

Saabilik, Şamanizm gibi, ilk Tek Tanrılı din olan Güneş Kültü dininin, yüce Tanrının Sembolü olarak kabul ettiği Güneşi, Tanrının kendisi yerine koymuş bir inanış biçimidir. Saabiler, başta Güneş olmak üzere, yedi yıldıza tapınırlardı. Bunlar, en yüce tanrı olan Güneş tanrısı "Şamaş", onun dişil yönü olarak kabul edilen Ay tanrıçası "Sin", ve diğer vasıflarının temsilcileri olan Merkür tanrısı "Nabu", Venüs tanrısı "İştar", Mars tanrısı "Nergal", Jüpiter tanrısı "Marduk" ve Satürn tanrıçası "Ninutra" idi. Saabiler, bu tanrı ve tanrıçaların yanı sıra, Hermes'i, Pisagor'u, Orfe'yi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı.

Kuran'da Tek Tanrılı dinler arasında, Saabilik de sayılmaktadır. Bunun nedeni, İslamiyet'in birçok söyleminin ve tapınım tarzının Saabilikten geliyor olmasıdır. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve kutsal yerleri ziyaret etme, yani hac gibi ibadet tarzlarının yanı sıra, her namaz öncesi abdest alma gibi adetler, hep Saabi kökenlidir. Saabilikte, yedi gezegenin her biri için, günde yedi kez namaz kılınırken, bu sayı İslamiyet’te beşe indirilmiştir. Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Saabiler arasında görülmektedir. Halife Memun döneminde Müslüman orduları, Harran'da Saabilerle karşılaşmışlar ancak, diğer güneş kültü inanırlarının hepsi putperest diye nitelendirilerek, İslamiyet’i kabule zorlamışlarken, Saabilere, Hıristiyan ve Yahudilere tanındığı gibi, belli bir miktar para vermeleri karşılığında kendi inanç sistemleri içinde kalmaları hakkı verilmiştir.

Saabilik'te, her gezegen için her gün namaz kılınmasının yanı sıra, haftanın günlerinin her biri, bir gezegene özel ayinler düzenlenmesi için ayrılmıştır. Pazar günleri Güneş ayinlerine, Pazartesi Ay ayinlerine, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs ve Cumartesileri de Satürn ayinlerine ayrılmıştır. Latince kaynaklı batı dillerinde günlerin isimleri, bu güneş kültünün günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Pazar "Sunday" Güneş günü, Pazartesi "Monday" Ay günü ve Cumartesi "Saturday" de Satürn günüdür.

Bu tapınım şekli, İskender işgali döneminde Pisagoryen öğreti ile karşılaşılınca bir nebze değişmiş ve Saabilik, bir Yüce Varlık ve onun yönetimi altındaki altı yardımcısına inanmak şekline dönüşmüştür. Aynı dönemde hava, su, toprak, ateş gibi dört temel elemana, cansız varlıkların, bitkilerin ve hayvanların da ruhları bulunduğuna, Yüce Varlığa yalnız sevgi ile ulaşılabileceğine inanmak gibi Batıni inanç biçimleri de Saabiliğe yerleşmiştir. Saabiler için artık, Hermes, Orfe ve Pisagor ulu Tanrı ile bir olmayı başarmış yüce ruhlar, yarı tanrılardır.

Saabilik'te de, diğer Batıni ekollerde olduğu gibi sır saklamak esastır. Saabiler, kendilerinden olmayanlara sırlarını kesinlikle vermezler. Saabiliğin yozlaşmış bir devamı niteliğinde olan günümüz Yezidiliğinde, aynı sır saklama prensibi olduğu gibi korunmakta ve yabancılar, topluluk içine kesinlikle alınmamaktadır.

Saabilerin sır ayinleri, gezegenlere ithaf edilmiş mabetlerin altındaki salonlarda yapılırdı. Bu salonlar, önce aslına tapınılan, Pisagoryen etkileşimden sonra birer sembol haline dönüşmüş olan gezegenlerin heykelleri ile doluydu. Saabiliğin bir kolu da Arap Yarımadasındaydı. İbrahim ile birlikte Mısır'a göç eden Saabilerin bir kolu da, Yemen'e gitmişti. Kuran'da, bu Yemen inanışına değinilmekte ve onlardan tek Tanrılı "Hanif Din" inanırları olarak bahsedilmektedir. İslamiyet üzerinde, öğretileriyle etkili olan da, Saabiliğin bu koludur.

Bazı araştırmacılara göre, İbrahim ve oğulları tarafından Hicaz’da inşa edilen Kabe, bir güneş tapınım merkezidir. Kureyşliler, kendilerinin İsmail neslinden olduklarını söylerler. İsmail, Hicaz’a yerleştikten sonra Cürhum kabilesinden bir Sami kadınla evlenmiş ve babası İbrahim ile birlikte Kabe’yi inşa etmiştir. İbrahim ve İsmail Mekke’de, ‘Kabe Tarikatı’ adı altında, mabedi korumakla görevli Batıni bir örgüt kurmuştur.

Yemen Sabaları ve Muhammed’in atalarının kökleri, bu örgüte dayanmaktadır. Nitekim, yüzyıllarca ailesi Kabe’yi koruyan Muhammed’in de, Kabe ve civarını emniyet altına almakla görevli bir tarikatın üyesi olduğu yolunda bilgiler, günümüze kadar ulaşmıştır. Hılfül Füdul adıyla, İbrahim tarafından kurulan Kabe Tarikatının amacı, mabedin düşmanlardan korunmasının yanı sıra, Tek Tanrılı din inancının da yaşamasının sağlanmasıdır. Bu dinin inanırlarına Hicaz’da, Hanif Din inanırları denilmiştir. Tarikat, zamanla zayıflamışsa da, Muhammed’in amcalarından Ez Zübeyr, Hanif dinin bir gereği olan Hac ibadeti döneminde kabileler arasında çıkabilecek çatışmaları engellemek ve ticareti geliştirebilmek amacıyla “Allah’ın Sulhu Ayları” müessesini kurmuş, sulhu korumak için de, eski Hılfül Füdul teşkilatını canlandırmıştır. İslamiyet’in ilanından önce kurulmuş olan “Allah’ın Sulhu Ayları” müessesinin adından da görüleceği üzere, “Allah”, Hanif dinin tek Tanrısının adıdır ve İslamiyet’e, bu dinden geçmiştir.

Yeniden canlandırılan Hılfül Füdul, zalimlere karşı mazlumların hakkını savunmak için yemin edenlerden oluşmuştur. Üyelerinin tamamı, Hanif din inanırıdır. Üyelere, savaş sanatının yanı sıra, Hanif dinin öğretileri de verilmiştir. Muhammed’in ailesi Beni Haşim, Muhammed’in annesinin ailesi Beni Zühre, Ebu Bekir’in ailesi Beni Teym ile, Beni Muttalip, bu teşkilatın bel kemiğini oluşturmuşlardır. Mekke halkı arasında lakabı ‘El Emin’ olan Muhammed’in, bu teşkilata üye olmaktan gurur duyduğunu sık sık ifade ettiği belirtilmektedir. İslamiyet’in, zor ilk yıllarında da Muhammed’e, bu hatırı sayılır bir kuvvet olan teşkilatın, büyük yardımları olmuştur. Muhammed ve İslamiyet karşıtlarının, onu öldürme girişimleri, bu teşkilatın üyelerinin yardımı ile, atıl kalmıştır. Bu bilgilerden, Muhammed’in amca oğlu Ali’nin de, aynı teşkilatın üyesi olduğu sonucu çıkarılabilir. Ali ile karşıtları arasındaki hilafet çekişmesinin de, İslamiyet’in Hanif din yanlıları ile, ortodoks Sünniler arasındaki bir çekişme olduğu düşünülebilir. İslamiyet’i sonradan kabul etmiş tüm Batıni ekol yanlılarının Ali yandaşı olmalarının altında da, benzer idealleri paylaşma olgusunun yatması kuvvetle muhtemeldir.

http://www.historicalsense.com/Archive/Ismaililik_2.htm


Bu konuyu,bugün açılan başlıklar altında tartışılan"semavi dinlerin,pagan dinlerinden ve batıni doktrinlerden"etkilenip,etkilenmediği,ritüellerdeki benzerlikler konularındaki tartışmalara kaynak olması açısından ekledim.


Saygılarımla
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 22, 2010, 11:11:44 öö
cok guzel bir kaynak olmus gercekten..
Kafama takilan bir konu var, Allah kelimesi hanif dinden Islama geciyor demek; islamiyeti insanlar uretti anlamina gelmiyor mu? Yaraticinin kendi ismini hanif dindekinden alip Kur'an a koyacak hali yok sanirim..sonuc olarak ben ustunde durdugum kismi yorumlayamadim aciklarsaniz sevinirim..

Saygilar..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: cardiffmonster - Mayıs 22, 2010, 11:59:31 ös
Müsade ile konuyu biraz daha genişleterek bir kaç ekleme yapmak istiyorum.

Öncelikle, sn hiramsavas'ın ifade ettiği noktadan yola çıkmak istiyorum. Baştan belirtmek isterim ki her araştırmaya harcanan emeğe saygılıyım. Ancak her araştırmanın kat-i ifade ile kabul görmesini zaten o araştırmayı yapan kişinin kendisi de öngörmez, hele ki benzer çizgideki konuların kitlesel, sosyolojik, inançsal boyutları da hesaba katıldığında, genel bilinenlerin aksi gidişat üzerine yapaılan araştırmaların büyük kısmı varsayımlar üzerine dayanır. Bu son cümleyi kesinlikle unutmamak gerekir, -ki yakın tarihteki olayların ve hatta günümüzde yaşanan kimi olayların bile tam anlamı ile çözümlenm,ş halde sunulamaması aşikar bir kanıttır.

Hele ki semavi dinlerin kaynağı konusunda, bu dinelere mensup olan insanların zaten böyle bir derdi yok, hatta, bilindiği kadarı ile birbirlerini hiyerarşik olarak inkar etmeyen ve kabul eden teolojik yapıları da kimi emirlerin yahut ayetlerin benzeşmesini akla mantıki şekilde açıklar. Ancak soru şu ki, semavi dinlerin kendi içindeki teolojik yapısının dışında materyal bir varsayım ile semavi dinlerin *inkarı* yönünde bir araştırma mı yapılıyor? Açık ve net şekilde mesela bu vurgulanabilir.

Ayrıca, benzer bir çok çalışmaya bakıldığında, mesela Musa'nın semavi dinlerdeki tanımlanan hikayesinin dışında sadece piramitlerde yaşamış/çalışmış bir karakter olduğunu iddia eden çalışmalar da var. Bunların bana hissettirdiği nosyon, siyaset felsefesindeki yazarların taa Socrates'den beri akl-ı selim olan az sayıdaki yazar dışında öne çıkabilmek için, birbirlerinin kuramlarını karalama yoluna gitmeleri ve sonunda da ortada yeni hiçbirşey geliştirememeleridir....

Belki ağır bir eleştiridir, belki hafif, onu artık okuyanların takdirine bırakıyorum. Benzetme yapmak gerekirse, Adnan Oktar'ın masonluğa yaptığı genellemeler nasıl ki çok mesnetsiz geliyor ve rahatsızlık uyandırıyorsa, açıkcası semavi dinlari de pagan/güneşe tapan toplumlara dayandırmak çok daha mesnetsizdir ve bu dinlere mensup insanlarca da çok daha fazla rahatsız edicidir.. Bunun bir sonu yahut temeli yok zira dersem ki, 'putperestlik yahut güneşe tapmak da dahil tüm inanç sistemleri semavi dinlerin yozlaşması sonucu ortaya çıkmıştır'. Buna nasıl bir cevap verilecektir?

Bir akademisyen çok iyi bilir ki, bulmak istediği şeyi öyle ya da böyle bulur ve ispat eder. Galileo en güzel örnektir. yaptığı deneylerin hiçbiri yazdığı sonuçları vermez, ve deneyler bugünkü teknikle tekrarlandığında o şekilde sonuçların çıkmasının mümkün olmadığı ispatlanmıştır.

Aşağıdaki iki linkte bahsettiğiniz kelime kökenine dair bir kaç farklı açıklama var, zannımca ilginizi çekecektir ve kafi gelecektir sn hiramsavas:

http://www.uslanmam.com/dini-bilgiler/73290-allah-kelimesinin-kokeni-nedir.html

http://www.haber7.com/haber/20080709/Allah-kelimesinin-kokeni-nedir.php

saygılar..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 23, 2010, 08:32:54 ös
konuya getirdiginiz aciklik ve paylastiginiz kaynaklar icin cok tesekkur ederim..

Saygilarimla..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: ceycet - Mayıs 24, 2010, 12:16:07 ös
cok guzel bir kaynak olmus gercekten..
Kafama takilan bir konu var, Allah kelimesi hanif dinden Islama geciyor demek; islamiyeti insanlar uretti anlamina gelmiyor mu? Yaraticinin kendi ismini hanif dindekinden alip Kur'an a koyacak hali yok sanirim..sonuc olarak ben ustunde durdugum kismi yorumlayamadim aciklarsaniz sevinirim..

Saygilar..


Sayın hiramsavas,

yakaladığınız ayrıntının ufkunuzu açacağını umuyorum;zira,sorguladığınız temanın yanıtını da bulmuşsunuz.Devam etmekte kararlı olursanız,çok daha fazlasını elde edeceğinizi söylemekle yetinmeyi şimdilik uygun buluyorum.


Saygılarımla
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: ADAM - Mayıs 24, 2010, 01:10:38 ös

Şu SABİİLİK konusuna ben de biraz burnumu sokmak istedim. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı bilemem… Pek iyi bildiğim bir alan değil bu. Sayın ceycet bağışlasın. Ancak tam forumda bu konu işlenirken, elimdeki birikimin içinde birkaç paragraf buldum. Belki katkısı olur diye aktarayım istedim. Bu aktarmada kesinci anlatımlar var ama önceden belirtmek isterim ki bunlar benim değil. Kaynağını da not etmemişim; onun için bağışlayın. Yazıyı olduğu gibi aktarıyorum.


Sabi literatüründe din (Dina) terimi çeşitli anlamlarda kullanılır.

Başta “ginza” olmak Sabilerin kutsal kitaplarında din terimi yaygın olarak adalet, hukuk, yargı, ceza, tartışma gibi anlamlara da gelmekteydi. Ancak bu terim çeşitli kutsal metinlerde ender de olsa inanç sistemi anlamlarına da gelir. Örneğin Caninza’da geçen bir anlatımda “dina” terimi, yol ya da inanç sistemi demektir.

Sabilerin dili olan Mandey’deki din terimi ile ilgili bu kullanım ve diğer Sabi dilleri ile Arapçada “ed-din”, Akat dilinde “dinin”, İran ve Avesta dillerindeki “daena” ile terimlerinin kullanımı arasında paralellik dikkat çekicidir. Tüm bu dillerde din terimi, yol düzenleyen anlamında kullanılmaktadır.

Din, Sabi kutsal kitaplarında çeşitli ilâhi varlıkların adları yerine kullanılan bir terim olarak da dikkati çeker. Örneğin bunlardan biri Ginza’da ilâhi âleme yükseliş ve iniş motifi çerçevesinde Miraca çıkan bir figür olarak kendinden söz edilen ve adı dine ya da inanca uygun konuşan anlamına gelen “dinanukht”tur. Adında din terimi geçen bir diğer ilâhi varlık ise “din mlik uthar”dır. Bu aynı zamanda “adil kral”, “ışık gücü” anlamına da gelmektedir. Dinanukht da, ilâhi mesaj getiren ve sonra onu alarak ilâhi âlemlere yolculuk ettiren elçidir.

Din literatüründeki “kuşta” kavramı, aynı zamanda doğru inancı ve dini de dile getirmektedir. Başka alanlarda da kullanılmaktadır. Örneğin bu kavram zaman zaman sadece yetkili kişilerin bildiği gizli bilginin adı olarak ya da vaftiz sonrası rahiple vaftiz edilen kişi arasındaki bir çeşit aitleşme ritüeli gereği el sıkışma törenini dile getiren bir terim olarak da kullanılır. Işık âlemine verilen bir ad olarak bir tür cennet anlamına gelir.

Sabiler, soylarının tufanla insanların yok olduğu dönemde Nuh’un karısı Nuraita’dan doğma oğlu Şuh ile onun eşi Anhar’a dayandığını, diğer insanların ise gizlice Nuraita’nın kılığına girerek Nuh ile birleşen kötü dişi varlık Ruha’dan doğma Hamsan ve Yafet’in soyundan geldiğini düşünürler. Yahudiler gibi Sabiler de soy olarak kendilerini diğer insanlardan ayrı ve üstün bir konumda görürken, kendilerinin dışında kalanların köken olarak kötülüğe dayandığı vurgularlar.

Sabi düşüncesine göre yeryüzündeki yaşam, dolayısıyla kötülüğün dizginlenmesi amacıyla bu âlemdeki mücadele, seçilmişlerin varlığı sürdükçe devam edecektir. Seçilmişlerin varlığını sürdürmesi ise, maddi âlemde tutsak olarak tutulan son ışığın uzanışına kadar devam edecektir. Nitekim yeryüzünde tutsak olan seçilmişlerin tümü, bu âlemden ilâhi âlemlere yükselirse, hayat ışık unsurları maddeden çekilmiş olacağından yeryüzü ve bütün evren karanlık âlemin doğrultusunda yok olacaktır. Kıyamete eşdeğer olan bu olay üzerine yeryüzünün yaradılışı öncesi ilâhi âlemden düşmüş olan tüm ışık varlıkları da yok olacak ve ilâhi ışık âlemi sona erecektir.

11. yüzyılın büyük bilgini el-Birûni, peygamberlerin belirme tarihlerini ve meleklerin heykellerinin yapıldığı putlara tapmayı sosyo psikolojik nedenlere bağlamaktaydı. Ona göre; örneğin onlardan birine Hz. Muhammed ve Kâbe’nin resimlerini gösterirsek sevinçlerinden ağladıklarını ve bu resimleri yüzlerine gözlerine sürdüklerini görürüz. İşte peygamberler, salihler, melekler adına heykel yapılmasına neden olan, halktaki bu psikolojik olaydır. Bu put ve heykellerin sahipleri gözden kaybolduğunda, onlara beslenen sevgi ve duyulan saygıyı gönüllerde devam ettirmek için yapılmışlardır. Aradan uzun zaman geçince de asıl amaç ya da niyet unutularak, durum sosyolojik bir gelenek halini almıştır. Hatta bu durum sonunda yöneticiler tarafından okült bir zorunluluk haline bile getirilmiştir.

Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 24, 2010, 05:44:43 ös
cok guzel bir kaynak olmus gercekten..
Kafama takilan bir konu var, Allah kelimesi hanif dinden Islama geciyor demek; islamiyeti insanlar uretti anlamina gelmiyor mu? Yaraticinin kendi ismini hanif dindekinden alip Kur'an a koyacak hali yok sanirim..sonuc olarak ben ustunde durdugum kismi yorumlayamadim aciklarsaniz sevinirim..

Saygilar..


Sayın hiramsavas,

yakaladığınız ayrıntının ufkunuzu açacağını umuyorum;zira,sorguladığınız temanın yanıtını da bulmuşsunuz.Devam etmekte kararlı olursanız,çok daha fazlasını elde edeceğinizi söylemekle yetinmeyi şimdilik uygun buluyorum.


Saygılarımla

sayin ceycet kesinlikle belirli tabulara belirli kaliplara sikisip kalmak ve daha sonrasini dusunmekten kacinmak gibi bir dusuncem olmadi..bu nedenle aciklamaya devam etmenizi rica ediyorum sizden..

Sayin adam paylasiminiz icin sizede tesekkur ediyorum guzel bir kaynak paylastiniz..

Saygilarimla..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: ceycet - Mayıs 24, 2010, 06:51:30 ös

Bu konu başlığı altında vurgulanmak istenen ana temanın kavranabilmesi için,tarih sürecinde olagelmiş inanç sistemlerinin tamamını sorgulamak gerekir.

Hiç kimse doğduğunda sahip olduğu "Din"i seçme özgürlüğüne sahip değildir.Tüm sam
imi inanalar yaşamlarında enaz birkere bu çelişkiyi anlamaya çalışmışlardır.Bende onlardan birisiyim.Bu yola baş koyduktan sonra,önüme çıkan materyaller çelişkileri anlamama yeterli değilmiş gibi göründüler.Zaman içinde yaptığım araştırmaları geliştirdikçe,aslında çelişki gibi görünen algıların tamamının, bir bütünün parçası olduğunu hayretler içerisinde fark ettim.

Sabiilik konusuna girmemdeki yegane amaç,İslam dinine yerleşmiş ibadet ritüellerinin tamamının Sabiilikten geçmiş olduğunu fark etmem ve farkettirmeye çalışmamla ilgilidir.Bu ve buna benzer rastlantılar,tüm semavi dinler ve gizemler için geçerlidir.

Örneğin,mesih İsa'nın başına gelenler herne hikmetse,ondan binlerce yıl önce yaşamış Baküs ve Mithra'nın da başına gelmiştir.Kur'an da bahsedilen alegoriler,Tevrat'takilerle örtüşmektedir.

Bugün,Paganlık olarak tanımlanan doğa dinlerini ve antik gizemleri araştırdınızda yaşadığımız ve inandığımız semavi dinlerin özünün izlerine rahatlıkla rastlayabiliriz.Pitagoras'ın öğretisi bizleri tasavvufa kadar götürür.Platon'u anlamadan,gnostik Hırıstiyanlığı kavrayamazsınız.Esseniller,sizi Ebionit hırıstiyanlığın varoluş gerçeğine sürükler ki,bu gerçek Pavlus'u,katolikliği ve ruhban sınıfını sorgulamanıza sebep olur.

Bukonu çok daha uzatılabilir;ancak ben isterim ki,her inanan bu çelişkileri kendisi sorgulasın,ulaşmayı arzuladığı yere kendisini götürecek ibadet şeklini belirlesin ve benimsesin.Hatta becerebiliyorsa,kendine özgü ibadet şeklini oluştursun.Kimseye sormasın,danışmasın.Çünkü o nu oraya götürecek rehber,ona şahdamarından daha yakındır.Tek arzum ve vermek istediğim mesaj ana hatlarıyla bundan ibarettir.Farklı düşünenlerin düşüncelerine sonuna kadar saygılıyım.


Saygılarımla
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 24, 2010, 07:29:13 ös
sayin ceycet tesekkur ederim aciklamaniz icin.

Benim aklima gelen soru; dinlerin etkilendikleri varsayilan eski inanclar paganlik gibi , hak dinlerden tureyip sonradan bozulmus olamazlar mi? Bunu kayip mu atlantis olaylarinada dayandirabiliriz oradan gelen kavimlerin getirdikleri hak dinler tahrif edilmis ve sonra tekrar kutsal kitaplar gelmis olamaz mi?
 Bu konuda kafamdaki soru budur.

Saygilarimla..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: popperist - Mayıs 25, 2010, 12:42:56 öö
Paganlık, gnostisizmle uygun bir temele oturur.

Paganlığa göre, aslınd İbrahimi din diye bilinen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam, tanrının tam karşıtı olan şeytanın işleri olarak görülür.

Eklektik olarak hem islam, hem de paganizmden bir şeyler katıp insanın kendisine göre bir yol belirlemesi, kulağa hoş geliyor. Fakat iki ayrı unsur nasıl olup da birbirine karşı olan tutumda olmuşlardır? Bu soruya bir cevap verilmesi gerekir ki, önce mevcut dinlerin bir aslının olmadığı anlaşılabilsin. Böyle bir şey varsa, yani ibrahimi dinler ile, gnostik dinler aynı özün ayrı halleri değil de, farklı halleri ise, aralarındaki kadim ayrılığı neye bağlıyoruz? Bu açıklanmalı.

Söz konusu İbrahimi dinlerin kitaplarında, farklı bir şey düşünmeyi önleyecek kadar tekrarla, tek tanrının olduğu ve bir şeytanın bulunduğu tekrar ediliyor. Kimisinde ibadetler, yasaklar ve teşvikler oluyor. Gnostisizmin kendi kültü ile İbrahimi dinleri buluşturmanın çok zor ve çelişkili olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Gnostisizmin biraz derine inince kendi uygulamaları ve dogmaları da bir bir göz önüne çıkmaya başlıyor çünkü. Reenkarnasyon, cennet ve cehennemin olmaması, insanın olgunluğa ulaşıncaya kadar reenkarne olup, olgunlaştıktan sonra ışığa (?) kavuşmasının, ibrahimi dinlerle çok derin bir ayrılığı simgelemiyor mu?

Evet, çok liberal ve özgürlükçü. Gnostisizm, insana zor ibadetler yüklemyerek de tercih edilebilir bir seçenek. Fakat hakikat gerçekten bu mu? Hakikat buysa, İbrahimi dinlerle aralarında ortak nokta aramaya çalışmamak lazım.

Saygılar
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 25, 2010, 10:58:16 öö
paganligin dayandigi temel dusunce, bahsettiginiz kadariyls ibrahimi dinlerle taban tabana zitliklar iceriyor..cok dogru bir ayrintiyi vurgulamissiniz..

Bu durumda ibrahimi dinlerin pagan kulturunden etkilenmesi biraz zor sanirim..

Ama tabiki sayin ceycet guzel bir aciklama yapacaktir..

Saygilarimla..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: ceycet - Mayıs 25, 2010, 01:45:04 ös
sayin ceycet tesekkur ederim aciklamaniz icin.

Benim aklima gelen soru; dinlerin etkilendikleri varsayilan eski inanclar paganlik gibi , hak dinlerden tureyip sonradan bozulmus olamazlar mi? Bunu kayip mu atlantis olaylarinada dayandirabiliriz oradan gelen kavimlerin getirdikleri hak dinler tahrif edilmis ve sonra tekrar kutsal kitaplar gelmis olamaz mi?
 Bu konuda kafamdaki soru budur.

Saygilarimla..


Sayın hiramsavas,

Mu ve Atlantis efsaneleri hakkında kesin birşey söyleyemeyiz;biz ancak,onlardan sonra ortaya çıktığı varsayılan Hinduizm,Eski Mısır,Antik Helen döneminde ortaya çıkan ve bünyesinde inanç ögeleri barındıran öğretilerin istikametini tespit edebiliriz.

Bu öğretiler ezoterizminde temelini inşa etmişlerdir.Zaman içinde kullanılan semboller,avam tarafından putlaştırılmış,dolayısıyla ortaya çıkan tapınımlar doğal olarak sapkınlık olarak algılanmıştır.

Antik gizemler döneminde hatta daha sonraları da inisiye olunan batıni ekoller incelendiğide,İbrahimi dinlerin ezoterik unsurlarında karşımıza çıkan değerler birbirleriyle örtüşmektedir.Sadece, bazı konular ifşa edilemediği için çelişkili öngörülerle karşılaşabiliriz.

Semavi dinlerin ortaya çıkışından sonra,bu dinlerde otorite olarak kabul gören ruhban sınıfları mensubu sözde din adamları, işlerine gelmeyen herkesi sapkın ilan etmişler ve katledilmelerine öncülük etmişlerdir.Bu acı tabloyu tüm dinlerin içerisinde görebiliriz.
Malesef aynı trajedi,semavi dinlerdeki din adamlarından öncede,aynı kaygıyı taşıyan hükümdarlar tarafından da uygulanmıştır.

Astronom papazlar,filozoflar,tasavvuf erbabı hakerenler aynı kaderi paylaşmışlardır.İnanç kapsamında söylenen ve iz bırakan bütün öğretiler aynı gerçeğe işaret ettiği halde,ruhban sınıfı tarafından saptırılarak anlaşılmaz hale sokulmuşlardır.

Pitagoras ile Muhammed,Aristotales ile Hallac-ı Mansur,İsa ile Buruno,Hermes ile Zerdüş,Platon ile Şeyh Bedrettin,Bernard ile Mevlana vb.hep aynı noktaya işaret etmişlerdir.Onları ve mesajlarını anlayabilmek için,din simsarlarının koyduğu sınırların ötesine geçmek yeterli olacaktır.


Saygılarımla
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 25, 2010, 11:12:15 ös
simdi isaret ettiginiz noktayi daha iyi kavramayi basardim ve size hak verdim..

Saygilarimla..
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: popperist - Mayıs 26, 2010, 12:42:39 öö
Sayın Ceycet, Semavi dinlerle gnostisizmin temelde aynı özden doğduğunu, bu özün de ruhban sınıfı tarafından tahrif edildiğini, dolayısıyla görünürdeki çelişkilerin, öz tahrif edildiği için çelişki olarak görüldüğünü söylüyorsunuz.

Bu, İslam'ın kendinden önceki dinler için kullandığı "tahrfat" kavramıyla benzeşiyor. Fakat örneğin yine İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran'la hala çelişiyor. Çünkü Kuran, gerçekten de insana hayat boyu zor denilebilecek bir ibadet hayatı emrediyor. Bununla bağlantılı olarak ceza ve mükafat kavramları ortaya zorunlu olarak çıkıyor ve bu unsurlar, ahirette cennet ve cehennem olarak anlatılıyor.

İşte bu nokta, gnostisizmle islamın karşı karşıya geldiği nokta. Mevlana'yı düşünelim. Sürekli hoşgörü ve iyimserlik tavsiye etmesiyle, inanan inanmayan herkese açık olmasıyla, bildiğimiz islami ibadetlere pek önem vermemesiyle, gnostisizme yakınlaşıyor. Şimdi benim burada aklımı karıştıran bir iki nokta var.

Birinci olasılık şu: aslında islamın özünde ceza ve mükafat olguları içermeyen. En azından sadece mükafatı içeren fakat ceza konusunda nötr bir tutum takınan bir inançtı, fakat sonradan (örneğin emevi dönemindeki katı skolastisizm ile) islam da tahrif ediliyor. Kitleleri kontrol altında tutabilmek için bu çok hoşgörülü ve özgürlükçü inanç, korku unsurlarıyla bezenip insanlara öyle anlatılıyor. Hatta bu Kuran'ın değiştirilmesi ile, bizzat Kuran'ın da tahrif edilmesiyle gerçekleşiyor. Çünkü Kuran'da çok somut olarak cennet ve cehennem betimlemeleri var. Bunlar "sembolik" diyemeyeceğimiz kadar açık ve seçik tasvir ediliyor. İnanmayanlar tehdit ediliyor. Böyle bir olasılıkta bu tahrifatın açıkça gösterilmesi gerekir. Hadisler her neyse, fakat Kuran tahrifatının ruhban veya siyasiler tarafından gerçekleştirildiğine dair bir ip ucu veya olay varsa bunlar açığa çıkarılmalıdır.

İkinci olasılık da şu: İslam, aslında Kuran'dakinin aynısı. Kuran tahrif edilmemiş ve  Allah'ın sözü olarak korunmuş. Bu noktada haliyle ceza ve mükafat içeren o sistem de doğru oluyor. Ve bunun karşısındaki fazla iyimser, insanlara yaptıkları kötülükler dolayısıyla, tekrar reenkarnasyon ile bir şans verildiği nötr, kötülüklerin cezalandırılmayıp, hani neredeyse insanın yanına kâr kaldığı Gnostisizm, safsata çıkıyor.

Şimdi ben diyorum ki, bu iki olasılıktan biri, tam olarak temellendirilemediği sürece biz herhangi birinin daha doğru olup olmadığını bilemeyiz. Eklektik olarak bunlardan bir kolaj da çıkaramayız. Birini, birine destekleyici argüman olarak da kullanamayız. Çünkü bu yapıldığı takdirde, tahrif edilmiş din olgusunu açıklıkla göz önüne serme sorumluluğunun içine girmiş oluruz. Çünkü bunlardan ya biri doğrudur, ya diğeri. İslamdaki olası katastrofik tahrifatı göstermediğimiz sürece, yine İslam içindeki "şeytan" kavramı güncelliğini korumuş olur, ve gnostisizm, şeytanın "saptırma" düşüncesi olarak görülebilir. Yani gnostik bakış açısıyla biz İslam'ı nasıl "tahrif edilmiş" olarak görüyorsak, yine aynı şekilde İslami bakış açısıyla da gnostik akımlar kadim kötülük elçisinin bir düzeni olarak görülebilir. Burada bu ayrımdan hangisinin doğru olduğunu gösterecek tek şey, iddiaların tarihsel olarak temellendirilmesidir diye düşünüyorum.

Saygılar.
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: ceycet - Mayıs 26, 2010, 10:11:28 öö

Sayın popperist,

ziyadesiyle haklısınız.Zaten,bende sizi meşgul eden sorulara yanıtlar arıyorum.Şimdik vardığım sonuç,sizin ilk seçenekte yaptığınız tespitlerle örtüşüyor.

Hadisleri,Emevi ırkçılığından etkilenen din adamlarının söylemlerini bir kenara bırakarak,sadece Kuran'ı referans olarak kabul ettiğimizde bile,sizinde vurguladığınız çelişkilerle karşılaşıyoruz.Bu durumda başvurulacak tek otorite kalıyor,o da vicdan...

Ben,çalışmalarımda bu yöntemi benimsedim.Madem ki bizler,Tanrı'dan birer parçayız,bize şah damarımızdan daha yakın,o halde vicdanın sesi Tanrı'nın sesidir,diye düşünüyorum."O"nun onaylamadığı herşeyi de şimdilik hurafe olarak kabul ediyor,kesin görünen sınırların tahrif edilmiş olabileceğini öngörüyorum.


Saygılarımla
Başlık: Ynt: SABİİ'LİK
Gönderen: hiramsavas - Mayıs 27, 2010, 09:29:24 ös
bu celiskiler konusunu biraz acar misiniz?

Saygilarimla..