Osmanlı'dan Geri
19. asırdan beri İslam dünyası Rusya, Japonya ve hindistan gibi birçok farklı kültür, batılılaşma sürecine girdi. bu örneklerin en başarısızı İslam Alemi oldu. halbuki, gerek coğrafi gerekse tarihsel ilişki bakımından batıya en yakın olan islam alemidir. Bu başarıslığın kaynağını iki şeyde bulmak mümkündür. Birincisi, İslam Dininin insan yaşamının tüm yönlerini kapsayan bir sistem olması, ondan çıkışı imkansız hale getirmesi, ikincisi, Cumhuriyetin kuruluşundan beri dayatılan modernlik ve aydınlanma denilen kavramların orjinallerinden çok farklı olmaları. Moderniteyi ve aydınlanmayı müslüman Türk halkına uygulamaya çalışan bu yeni rejimin kurucularının çoğu, modern ve aydın değillerdi.
Yeni Cumhuriyetin çocuklarına tanıdığı özgürlükler, kötü ve geri diye tanımladıkları Osmanlı'nınkinden daha gerideydi. İttihat ve Terakki dönemini Osmanlı'dan saymazsak veya bu dönemi, Cumhuriyet'in habercisi veya öncüsü sayarsak, bu yeni yönetimler de yapılan zulüm ve katliamlar, Osmanlı döneminde yapılanlardan kat kat fazlaydı. Bugünkü temel sorunlarımızın hemen hepsi, bu yeni rejimi kuranların, çoğu zaman basiretten yoksun olmalarındandı. yabancı kaynaklar, Türkiye'de 12 Eylül'de yapılan anayasa referandumunu, "sessiz bir devrim" olarak nitelendirdi. Neye karşı devrim diye sorulursa buna çok ilginç cevaplar verilebilir. Devrimi yapan iktidarın, İslamcı bir kesimden gelmesi, bu devrimi daha da manidar kılıyor. Bu soru şu şekilde sorulabilir. Bu "sessiz devrim" Cumhuriyet'in temel unsuru olan Batılılaşmaya karşımı yapıldı, yoksa Batılılaşmayı uygulama biçimine karşı mı?
İktidarın Avrupa birliğine Katılma projesine bakılırsa bu devrim, Batılılaşma yerine onun uygulamasına yapıldı. Ancak bundan daha vahim bir soru var: İslami değer ve yaşam biçimine bağlı halihazırdaki iktidar, Avrupa Birliğine katılma uğruna, şart koşulan müktesebatı kabullenerek, "insan merkezli" bir dünya görüşüne geçebilecekmi? Geçerse bu, İslami yaşam modelinden bir taviz değilmi? Yoksa iktidar AB'ye girmenin tam olarak nedemek olduğunu bilmiyormu? İslam ile AB müktesebatının ne demek olduğunu iyi bilen bir müminin, bu geçişikabullenmesi mümkün değil. Avrupalının bizler için ileri sürdüğü "entegrasyon" şartı, aslında dünya görüşünün değişimi şartıdır. Gecikme ve oyalanma bu yüzdendir. Bu geçişin , bir müslüman toplum için ne kadar zor bir mesele olduğu hadisesidir. Avrupa tarafı bunu çok iyi kavradı. Ama bizimkilerin bu büyük meseleyi yeterince kavradıkları kanaatinde değilim.
İslam ve Batı medeniyetleri konusuna dönecek olursak, "bir toprakta bir medeniyet yaşar" kuralı gereğince ve yeryüzünün tek bir coğrafya haline geldiği gerçeğine baktığımızda Batı medeniyetinin, diğer medeniyetlere kıyasla daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Öok kültürlülük veya çok seslilik, bir orkestra içindeki farklı ses ve aletler gibidir, bir medeniyetin bütünlüğünü bozmaz. Başka bir medeniyet, başka bir orkestradır; diğer bir medeniyetin içine veya yanına yerleştirilemez. Başka bir deyişle çokkültürlülük, çok medeniyetlilik değildir. Batı medeniyeti hala,bilim ve teknoloji alanında, sosyal bilimler alanında, bilgi ve değer üretiyor. Ona, henüz, görünürde bir rakip de görünmüyor. Uzun vadede ne olur bilinmez. Ancak, kendini yenileyebilen, eleştiriye açık, kendi kendini sorgulayabilen bir dünya görüşü, insanlık tarihinde yeni bir hadisedir. Böyle bir dünya görüşü, devrimlere zemin hazırlamaz. Dinamik özünden dolayıi devrimleri içinde barındırır.
Çünkü sürekli değişim içindedir.
saygılarımla,