Sayın Ceycet, Semavi dinlerle gnostisizmin temelde aynı özden doğduğunu, bu özün de ruhban sınıfı tarafından tahrif edildiğini, dolayısıyla görünürdeki çelişkilerin, öz tahrif edildiği için çelişki olarak görüldüğünü söylüyorsunuz.
Bu, İslam'ın kendinden önceki dinler için kullandığı "tahrfat" kavramıyla benzeşiyor. Fakat örneğin yine İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran'la hala çelişiyor. Çünkü Kuran, gerçekten de insana hayat boyu zor denilebilecek bir ibadet hayatı emrediyor. Bununla bağlantılı olarak ceza ve mükafat kavramları ortaya zorunlu olarak çıkıyor ve bu unsurlar, ahirette cennet ve cehennem olarak anlatılıyor.
İşte bu nokta, gnostisizmle islamın karşı karşıya geldiği nokta. Mevlana'yı düşünelim. Sürekli hoşgörü ve iyimserlik tavsiye etmesiyle, inanan inanmayan herkese açık olmasıyla, bildiğimiz islami ibadetlere pek önem vermemesiyle, gnostisizme yakınlaşıyor. Şimdi benim burada aklımı karıştıran bir iki nokta var.
Birinci olasılık şu: aslında islamın özünde ceza ve mükafat olguları içermeyen. En azından sadece mükafatı içeren fakat ceza konusunda nötr bir tutum takınan bir inançtı, fakat sonradan (örneğin emevi dönemindeki katı skolastisizm ile) islam da tahrif ediliyor. Kitleleri kontrol altında tutabilmek için bu çok hoşgörülü ve özgürlükçü inanç, korku unsurlarıyla bezenip insanlara öyle anlatılıyor. Hatta bu Kuran'ın değiştirilmesi ile, bizzat Kuran'ın da tahrif edilmesiyle gerçekleşiyor. Çünkü Kuran'da çok somut olarak cennet ve cehennem betimlemeleri var. Bunlar "sembolik" diyemeyeceğimiz kadar açık ve seçik tasvir ediliyor. İnanmayanlar tehdit ediliyor. Böyle bir olasılıkta bu tahrifatın açıkça gösterilmesi gerekir. Hadisler her neyse, fakat Kuran tahrifatının ruhban veya siyasiler tarafından gerçekleştirildiğine dair bir ip ucu veya olay varsa bunlar açığa çıkarılmalıdır.
İkinci olasılık da şu: İslam, aslında Kuran'dakinin aynısı. Kuran tahrif edilmemiş ve Allah'ın sözü olarak korunmuş. Bu noktada haliyle ceza ve mükafat içeren o sistem de doğru oluyor. Ve bunun karşısındaki fazla iyimser, insanlara yaptıkları kötülükler dolayısıyla, tekrar reenkarnasyon ile bir şans verildiği nötr, kötülüklerin cezalandırılmayıp, hani neredeyse insanın yanına kâr kaldığı Gnostisizm, safsata çıkıyor.
Şimdi ben diyorum ki, bu iki olasılıktan biri, tam olarak temellendirilemediği sürece biz herhangi birinin daha doğru olup olmadığını bilemeyiz. Eklektik olarak bunlardan bir kolaj da çıkaramayız. Birini, birine destekleyici argüman olarak da kullanamayız. Çünkü bu yapıldığı takdirde, tahrif edilmiş din olgusunu açıklıkla göz önüne serme sorumluluğunun içine girmiş oluruz. Çünkü bunlardan ya biri doğrudur, ya diğeri. İslamdaki olası katastrofik tahrifatı göstermediğimiz sürece, yine İslam içindeki "şeytan" kavramı güncelliğini korumuş olur, ve gnostisizm, şeytanın "saptırma" düşüncesi olarak görülebilir. Yani gnostik bakış açısıyla biz İslam'ı nasıl "tahrif edilmiş" olarak görüyorsak, yine aynı şekilde İslami bakış açısıyla da gnostik akımlar kadim kötülük elçisinin bir düzeni olarak görülebilir. Burada bu ayrımdan hangisinin doğru olduğunu gösterecek tek şey, iddiaların tarihsel olarak temellendirilmesidir diye düşünüyorum.
Saygılar.