Uzun bir süre önce yazıp, Hürköşe'de yayınladığım bu kısa öykümü, foruma taşımak istedim.
İyi okumalar.
Her zamanki işlerimi yaptığım sıradan bir akşamdı. Dükkanı kapatmaya hazırlanıyordum. Dükanın içini henüz süpürmüş her sabah sergilemek üzere dükkanın önüne dizdiğimiz malları toplamak için hazırlanıyordum ki, ustam seslendi.
- Halil, kuzum , dükkanı kapattıktan sonra bir yere kaybolma işimiz var seninle. Ben Ahmet amcana kadar çıkıyorum. Sen dükkanı kapat burada bekle yarım saate dönerim.
Haydaa. Ne işimiz vardı şimdi? Hasan'la da öyle güzel bir planımız vardı ki. Birlikte Galata köprüsüne gidip balık ekmek yiyecek ve belki de birer bira yuvarlayacaktık. Ah be usta , çıkardın gene bir iş. Kimbilir kimin angaryasına yardıma gidecektik. Hayal oldu bizim balık ekmekle bira... Tabii bunların hepsi içimden geçenlerdi. Bunları ustama söylemem ne mümkün?
Çok özür dilerim, tam bodoslamadan daldım konuya değil mi? Biraz kendimden bahsedeyim. Ben ülkemiz ticaretinin kabesi sayılabilecek bir muhitte , bir ticarethane de çalışıyorum. Ermeni bir ustanın müslüman çırağıyım. Epey bir zamandır bu işteyim. Bulunduğumuz muhitte de tanımadığım esnaf yok gibidir. Kim ne alır , kim ne satar hemen hepsini bilirim. Bu ustamın ilk dersiydi, hiç unutmam. Babam kolumdan tutup ''eti senin kemiği benim Kevork usta'' deyip yanına bıraktığı gün, babam gittikten hemen sonra, ustam bana dönüp '' bak kuzum, hiç telaş etme , her şeyi öğrenirsin nasıl olsa, ama önce bir izle , dinle, gör. Hatta ben seni bir yere gönderdiğimde hep bildiğin, ezberlediğin yoldan gitme. Korkma, dal ara sokaklara kaybolursan kaybol. Hem şuncacık bir muhit , çıkarsın bir yerden''.
Bu sözleri hayatında ilk defa çalışacak, ve dahası evinden ilk defa bu kadar uzaklaşmış bir çocuğun korku dolu gözlerinden onun ruh halini anladığını göstermiyor mu? Öyledir ustam sizinle beş dakika sohbet etmeye görsün, bütün secerenizi döker ortaya, ciğerinizi okur. Değil mi ki bu yüzden bir malı kimse satamaz da o satar.
Size ustamdan da biraz söz etmem kaçınılmaz oldu sanırım. Zira anlatacağım olayın bizzat kahramanı odur. Söyledim, ustam Ermenidir. Bu muhitin de en eski esnaflarından biridir. Düşünün şimdi işlettiğimiz dükkanı dedesi açmış. Öyle köklüdür bu işte ve muhitte. Öyle bir esnaftır kiii. Sabah kahfesini içip dükkanın önüne çıksın, yüzünü gökyüzüne çevirip bir derin nefes alsın ( hep yaptığı gibi) size ogün ne kadar satış olacağını bile söyleyebilir.
Bununla birlikte cümle esnaf tarafından sonsuz bir saygı ve sevgi görür. Muhitimizde , sıkışıp ustamdan borç almamış, anlaşmazlığa düşüp aralarını bulması için kapısını çalmamış bir esnaf yoktur. Öyle ki , hani anlatmaya başladığım da ustamın '' ben Ahmet amcana çıkıyorum'' dediği hacı Ahmet Amca var ya. O bile oğluna kız isterken ustamı yanın da götürmüştür. Oğlu bizimle aynı muhitten bir esnafın kızına abayı yakmış, esnafla da Ahmet amcanın arası limoni. E bu işi kim çözer? Tabi ki ustam Kevork. Velhasıl ustam yaşayan bir çınar bir derya ve adam gibi adamdır. Çok severim onu ,ama gelin görün ki şu angaryalarına beni de sürüklemese...
Başınızı ağrıtmayayım. Söylediği gibi yarım saat kadar sonra usta geri döndü. Fakat yalnız değildi, yanın da Ahmet amca, onun yanında da Hasan. Evet evet arkadaşım Hasan. Hasan'ın da Ahmet amcanın çırağı olduğunu sanırım anlamışsınızdır. Ben bu ekibi görünce ,'' tamam'' dedim, angarya benim tahminimden büyük, ustam Ahmet amcayla Hasan'ı da alıp gelmiş. Soran gözlerle çaktırmadan Hasan' a baktım, yüzündeki ifadeden onun da hiçbir şeyden haberi olmadığı belliydi. Ustamın sesiyle irkildim.
-Kapattın mı kuzum?
-Kapattım usta.
- Hadi o zaman , Adnan'ın oraya gidelim de karnımızı bir doyuralım bakalım.
Benim de Hasan'ın da beti benzi attı. Yanlış mı duymuştum yoksa? Ustam ve Ahmet Amca ( özellikle o) benimle Hasan'ı alıp Adnan'ın lokantasına götürecek ha! Rüyam da görsem inanmam. Hani öğle vakti olsa tamam, ama akşam üstü...Olacak iş değil. Adnan'ın lokantası , muhitin en işlek esnaf lokantasıdır. Biraz sapadır pek görünmez ama muhitin bütün esnafının bildiği ve müdavimi olduğu bir yerdir. En işlek saatleri akşam herkes kepenkleri indirdiği zaman yaşar. Çünkü akşam olup el ayak çekildimi Adnan'ın lokantası Adnan'ın meyhanesine döner. Bir farkla , öyle her elini kolunu sallayan giremez. Hoş zaten kapının önünden geçseniz açık olduğunu bile anlamazsınız. Kepenkler inmiş perdeler hep kapalıdır. Sadece çevre esnafın bildiği ve sadece tanınanların girebildiği bir yer olur. Tanınmak da yetmez ustasından habersiz bir çırak ,bir kalfa girmeye yeltenemez bile.
İşte şimdi ustam beni oraya götürüyordu. Nasıl heyecanlı olduğumu anlatamam. Hasan'ın da parlayan gözlerine bakılırsa durumu benden farklı değildi. Yürürken ustamın göz ucuyla beni süzdüğünü ve bıyık altından güldüğünü fark ettim. Kıpkırmızı yüzümden ne hissettiğimi anlamış olmalı ki. Bana dönerek.
- Hadi kuzum hadi.Kızarma ,zamanı gelmişti , dedi.
Ne demek istediğini anlamıştım. Artık belli bir seviyeye geldiğimi ve bu hareketiyle hakkımı teslim ettğini anlatmaya çalışıyordu.
Size Adnan'ın lokantasına gidişimiz , orada karşılanışımız ve soran gözlerle bakan muhit esnaflarına ,Hasan' la benim hakım da ustalarımızın yaptığı açıklamaları anlatıp başınızı ağrıtmak istemem. Benim asıl anlatmak istediğim o akşam yaşanan ve benim hayata bakışımı bütünüyle değiştiren başka bir olay.
Yemeklerimizi yiyor ( inanmazsınız ustam rakı bile söyledi bize) ve Ahmet Amca'yla başlarından geçen yer yer komik, yer yer de ders niteliğinde anılarını dinliyorduk. Kahkahalar eşliğinde çok güzel bir sohbet sürüp gidiyorduk. Bu güzel ortam kapıdan gelen büyük bir gümbürtüyle bozuldu. Ana ne gümbürtü. Lokantanın kapalı kepenklerine öyle vuruluyor ve bu ses içeride öyle bir yankı yapıyordu ki , istem dışı ellerimle kulaklarımı kapadım. Herkes şaşkın ve bazıları korku dolu gözlerle kapıya döndü. Adnan amca tezgahın arkasında ellerini önlüğüne silerek teleş içinde kapıya koştu. Yanımızdan geçerken '' hayırdır inşallah'' dediğini duydum.Önce perdeyi araladı, sonra içerideki herkezi rahatlatan sesi duyuldu:
- Hay allah! Sen miydin Nazmi? Ne olduğumuzu anlamadık vallahi.
İçeridekilerinin bazılarının yüzünün ekşidiğini gördüm. Zira hepsi gelenin kim olduğunu biliyordu. Nazmi. Nazmi abi bizim muhitin en sert kabadayılarından biriydi. Ama kabadayı dediysem gözünüz de it kopuk tayfasından biri canlanmasın. Kimseye yanlışı görülmemiştir. Malum ticaretle uğraşan esnafın yoğun olduğu bir muhitteyiz. Buraya ülkenin her yanından birşeyler almak ve satmak için binlerce insan gelir. Bunların arasında üç kağıtçısı, dolandırıcısı, sahte paracısı da var elbette. İşte Nazmi abi böyle durumlarla karşılaşan esnafın , baktı ki kendi çözemiyor, yardım istediği ilk insandır. O da o camia da öyle bir tanınır ki , çözdüğü sorunlar ve tefecilerden kurtardığı esnaf hikayeleri efsane gibi anlatılır. Yalnız herkes gibi bazı kusurları vardır... Biraz sinirlidir Nazmi abi...Uzatmayayım. Anladınız.
Nazmi abi içeri girer girmez elini göğsüne vurarak'' selamunaleyküm ağalar'' dedi. Ayakta duruş şeklinden oldukça alkollü olduğu anlaşılıyordu. Adnan amcaya dönerek '' bana bir masa yap Adnan'' dedi. Adnan amca tam bizim yan çaprazımızda ki boş masaya oturttu Nazmi abiyi. Ustam hiçbir tedirginlik ifadesi bulunmayan bir ses tonuyla ona seslendi '' ne o Nazmi, tependen dumanlar çıkıyor yine''. Öyle irkildim ki sanki Nazmi abi bulunduğu masayı kaldıracak bizim masanın üstüne indirecek gibi geldi. İtiraf ediyorum: Çok korktum. Oysa hiç de beklediğim gibi olmadı. Nazmi abi bıraz sıkkın bir ifadeyle '' sarma bana Kevork dayı, bitmişim zaten'' demekle yetindi. Dükkanın önünden geçerken selamsız geçmemesinden ve konuştukları zaman gösterdiği özenden ustamı sevip saydığını biliyordum. Fakat bu akşam öyle bir geldi ki. Ustamı bile tersleyeceğini düşünmüştüm. Dediğim gibi hiç de öyle olmadı. Ustam devam etti'' Ne sarması kuzum? Gelsene buraya. Ne öyle uzak uzak''.
- Ya Kevork dayı bırak, sıkkınım işte.
-Gel bakayım şöyle gel. Diyerek bir yandan da masamızın koridor kısmında bulunan sandalyeye vurdu.
Biraz isteksiz gibi görünmekle beraber çok da nazlanmadı Nazmi abi. Bize doğru gelirken seslendi '' Adnan benim masayı buraya taşı'' sonra masamızı şöyle bir süzüp devam etti '' Kevork dayının lakerdası bitmiş Adnan''. Selam verip oturdu. Sanki yeni görüyormuş gibi Ahmet amcaya dönüp'' vay hacı, rakı sofrası ha. Yanacaksın hacı yanacaksın'' dedi. Ahmet amca espiriyi anladı ve gülerek'' yok Nazmi, bliyorsun biz o defteri kapattık. Kevork çocukların zamanı geldi deyince...'' eliyle bizi göstererek '' kıramadım'' dedi.
-Biliriiim.Kimse kıramaz Kevork dayıyı. Onu kıranın ben de burnunu kırarım. Hafif espirili ama sarhoşluğunu çok belli eden bir ton vardı sesinde. Ustam eliyle dizine vurup:
- Bırak sen şimdi beni. Ne seni bu saatte dut gibi yaptı.
-Sorma dayı. Hatta hiç açma istersen.
- Anlat kuzum anlat. Bir yandan da kadehini ona doğru uzatarak 'içelim' hareketi yaptı.
-Leyla'yı biliyorsun dayı
-Biliyorum, kardeşin değil mi?
- O köpek işte.
-O nasıl laf evladım. Kardeşin o senin.
-Olmaz olsun öyle kardeş. Yaktı beni yaktı. Ama ben de onu yakmaz mıyım?
-Evladım ne yakması? Anlatsana ne olmuş Leyla'ya
-Kaçtı Kevork dayı kaçtı o... Cümlenin gerisini getirmedi. Ustam olayın cidiyeti kavramış olacak ki bana ve Hasan'a dönerek az önce Nazmi abinin kaltığı boş duran masayı işaret edip'' çocuklar siz şöyle geçin bakalım kalkarız birazdan'' dedi.
Bulunduğum yerden konuştuklarını duyabiliyordum. Fakat biraz da korkumdan hiç o tarafa bakamıyordum. Konuştuklarından Nazmi abinin kızkardeşinin sevdiği bir oğlanla kaçtığını öğrendim.
Çocuk daha önce istemiş aslın da ama Nazmi abi vermemiş. Araştırmış , çocuk kötü bir çocuk değilmiş ama bir baltaya da sap olamamış. ''Babamın yadigarı bana Kevork dayı'' nasıl veririm o çulsuza. Ama buldum Kevork dayı , buldum sonunda izlerini. Bu akşam bunun içinde ne varsa ciğerlerine boşaltmazssam adam değilim''. Bunları söylerken belinden kocaman bir tabancayı çıkarıp güm diye masaya vurdu. Bu ani hareketle irkilen ustam. Hafif sinirli bir tonla '' ehh koy şunu yerine be , öyle olur olmadık yer de çıkmaz bu. Şimdi beni dinle. Nazmi abi birşey söyleyecek oldu ustam fırsat vermeden '' sus'' dedi. Yüzündeki ifadenin ciddiyeti hala aklımdadır. Bu ara da diğer masalarda oturanlar da pür dikkat ustama bakıyorlardı. Tamam sevilen , sayılan ,sözü dinlenen biriydi fakat, karşısındaki de namlı kabadayı Nazmi'ydi. Neredeyse çocuğunu azarlayan bir baba gibi bakıyordu Nazmi abiye. Kararlı ve buyurgan bir ses tonuyla devam etti:
- Kardeşin sevdiği oğlanla kaçtı öyle mi?
-E..evet. Nazmi abi ürkmüş gibiydi. Şaşkın bir ifadeyle ustamın yüzüne bakıyordu.
-Peki ne yaptı kardeşin. Adını mı kirletti? Namussuzluk mu yaptı? Sevmiş ve senin gibi bir ağabeye rağmen ölümü göze alıp sevdiğinin peşinden gitmiş. Peki sen ne diyorsun şimdi. Onları öldüreceksin öyle mi?... Bak Nazmi. Beni iyi dinle kuzum. Ustamın sesi tekrar o her zaman ki yumuşak ve sevecen tonuna dönmüştü.
-Biliyororsun. Ben Ermeniyim. Hıristiyanım yani. Sen de müslümansın değil mi? O zaman senin kitabınla konuşalım ister misin?. Bak kuzum Kuran'da Allah ve Rab isimlerinden sonra en çok hangi isimleri geçer biliyor musun yaratıcının? Herkes büyük bir dikkatle ustama bakıyordu. Ortamda büyülü bir hava vardı sanki. Ustam devam etti.
- Ben sana söyleyeyim. O isimler Rahman ve Rahimdir. Onay ister gibi Ahmet amcaya baktı.Ahmet amca tebessüm ederek başıyla onayladı.
- Yani Allahın üstüne basa basa ve defalarca tekrar ederek gözümüze sokmaya çalıştığı en önemli özelliği merhametidir. O ki seni yaratmış sana Rahman ve Rahim sıfatıyla bu kadar nimet vermiş, marhamet etmiş ve bir insanın tadabileceği en güzel duygulardan birini ; kardeş sevgisini tattırmış... Sen şimdi kardeşinin canını almaya gidiceksin öyle mi? Hem de ne için? Sevdiği ve bu yüzden canını bile ortaya koyabildiği için öyle mi Yok Nazmi yok. Burda bir yanlış var. Şimdi sana soruyorum. Ustamın sesine tekrar kararlı ve hafif sert bir hava geldi.
-Güçlüsün değilmi?
-!....Güçlüyüm tabi. Nazmi abiyi kimse böyle çaresiz görmemiştir herhalde.
- İstesen ikisini de gözünü bile kırpmadan vurdurabileceğin adamların var değil mi?
-.....
- Bu senin için küçücük bir iş değil mi?
-.....
-Küçücük kardeşini öldürmek , onun canını almak, yok etmek. İşten bile değil, değil mi?
-.....
Nazmi abi'nin gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı.Ustam durmadı.
- Sen insansın değil mi?
- Evet Kevork dayı evet. Artık Nazmi abi ustamın uzanan ellerine yapışmış ve hıçkırıklarını tutamıyordu.
Ustam haykırır gibi bitirdi sözünü. Nazmi abi'nin masaya kapanmış başını okşayarak.
- Madem ki insansın. Merhamet et.