Cumhuriyet kurulduktan sonra idealist genç yöneticiler Mustafa Kemal’in düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda GERÇEK KURTULUŞUN EĞİTİMDE Kİ BAŞARIYLA SAĞLANACAĞINI BİLEREK “TÜRK HALKININ BİR AN ÖNCE YOKSULLUK VE CEHALETTEN KURTARRARAK ÇAĞDAŞ İNSAN YETİŞTİRMEK VE ANADOLUYU MAMUR VE MEDENİ GÖRÜNÜMÜNE SOKMAK” İÇİN DEVRİMLERİN YERLEŞMESİNE çalışılmıştır. Ülkenin her yerinde bin bir zorluklar içinde o günün koşullarında büyük bir heyecanla önemli olan yollar ve yatırımlar yapmış, yurdumuzu bir şantiye ye çevirmiştir. Kurtuluş Savaşında sonra ülkede yaşayan halkın ancak % 3 veya 4’ü okuma biliyordu. 1927 Yılında yapılan Nüfus Sayımında halkın % 4.7’si okuma yazma biliyordu. Halka bir an önce eğitimin götürülmesi ve eğitimin kalitesinin artırılmasının yolları araştırılıyordu. Hatta bunun için ABD’li önemli eğitimci-filozof John DEWEY (1859-1952) 1924 Yılı yazında, iki ay gibi sınırlı bir zaman aralığında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelmiştir. Dewey’in İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’da, okulların kapalı olduğu yaz aylarında yaptığı incelemelerin sonucunda Türkiye’nin eğitimde reform çabalarına sıcak yaklaştığı, Ankara’da mahrumiyet koşulları altında altyapısı kurulan cumhuriyet idealinden etkilendiği ve bu ideale sempatiyle baktığı görülmektedir. Yazdığı raporda, Türkiye’yi eğitimde “aşırı merkezileşme” çabalarına karşı uyardığı, maarif vekaletini “çeşitliliğin” esas alınması yönünde uyardığı dikkati çekmektedir. Ayrıca, köy enstitüleri fikri konusunda da Dewey’in esin verici olduğu ifade edilmektedir.
Ülke genelinde yaşayan ve eğitim açısından çok geri olan halkın daha çabuk ve yaygın eğitimini sağlamak için çözüm yolları aranmaya başladı. Neredeyse tüm Anadolu‘nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak, “toplu eğitim seferberliği”için önce eğitimi halka-köylüye götürecek öğretmenin yetiştirilmesi gerçeği ortaya çıktı. Dönemin başbakanı İsmet İnönü‘nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç‘un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle 17.Nisan.1940 tarihinde KÖY ENSTİTÜLERİ kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu. Gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı. Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80′lik bölümü köylerde yaşıyordu Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad‘ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen fikrini savunmuştu.
1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye‘de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50′lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.
1940-1946 arasında Köy Enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulmalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bu öğretmenlerin içinden bir çok sanatçı, yazar çıkmıştır.
Köy Enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Enstitülerde hazırlanan programlar, toplumun sanat ve kültür hayatına katkıda bulunulması amacıyla çevre il ve köylere de götürülerek sergilenmiştir. Köy halkı bir çok yabancı müzisyenin bestelerini kendi çocuklarının çaldığı enstrümanlarla dinlemiş, tiyatro ve oyunları seyretmiştir.” (Kaynak:tr.Vikipedia.org/viki/ )
Köy Enstitülerinin kapatılması
2. Dünya Savaşı‘nın sonlarına doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin‘in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan‘ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Milli Şef de ABD‘den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye‘de “serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, “5 yıllık kalkınma planları” ve “Köy Enstitüleri”leri gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kaldırılmasını” talep etti.
1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu “iş için iş içinde eğitim” ilkesinden uzaklaştırıldı. Önceleri yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954‘te kapatıldılar. (Bu satırları internetten/Vikipen ve diğer çeşitli kaynaklardan yararlanarak yazmaya çalışan yazar da Köy Entitüleri yerine kurulan Öğretmen Okulundan mezun olmuştur. Öğretmen okullarına okuma olanağı bulamayan, kırsal kesimdeki fakir halkın çocukları sınavlarla alınarak parasız yatılı olarak okutulur ve ÇAĞA UYGUN DONANIMLI, AYDIN, BİLGİ ve BECERİLER KAZANDIRILARAK öğretmen olarak köylere atanırdı. Günümüzde maalesef bunların hiç birisi bulunmamaktadır.)
Cumhuriyet Halk Partisi içinden Köylüyü topraklandırma Yasasına karşı çıkan bir kesim milletvekili Demokrat Partiyi kurdu. Bu parlamenterler içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti yönetiminde bu düşüncelerini açığa vuramayanlar olduğu, Atatürk devrimlerine muhalefet hisleri besleyen ancak bu karşıtlıklarını ortaya koymaya cesaret edemeyen siyasi ve toplumsal yapının bir karşı devrim atağı başlatarak Köy Enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmiştir. Hasanoğlan Köy Enstitüsü eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir Karşı Devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi. 1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlamentoda bütçe görüşmelerinde milletvekili büyük toprak ağası Emin Sazak‘ın Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar demesi üzerine Hasan Âli Yücel, Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir.
1-Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu.
2- Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyor arada bir ihbar mektuplarını dikkate alan polisin baskınlarına uğruyordu.
3- Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu.
4- Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu.
5-Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi.
6-Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikayet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarına neden oluyordu.
7-Halk arasında yayılan bir kısmı kasıtlı akıl almaz söylentiler de etkili olmuştu.
İvriz Köy Enstitüsü’nden M. Ali Eren (1911-2001) “Düşünceler ve Anılar II” adlı eserinde şunları aktarmaktadır :
“ ..bir gün sabaha doğru tan yeri ağarırken, okul bekçisinin “Mehmet Ali Bey, Mehmet Ali Bey” diye bağırdığını duydum. “Kalk, hemşerilerin geldi.” dedi. O sırada okulda daimi elektrik yoktu. Bir motordan sağlanan elektrik gece yarısı kesiliyordu. Kapıyı açtım: Önde aksakallı bir erkek ve arkasında 7 kadın vardı. Hepsi birden ağlıyorlardı. “Hoş geldiniz hemşeriler” dedim. Onlar sızlanmalarını daha da hızlandırıp, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Neden sonra sakinleşen hemşeriler, dün akşam bir haber aldıklarını, enstitüde okuyan 20 Beyağıl’lı kızın okuldan kaçtıklarını, onunun İvriz Çayı’nda boğulduğu, onunun da kaybolduğu haberini aldıklarını söylediler. Onlara, “Çocuklarınız yatakhanelerinde mışıl mışıl uyuyorlar, hiçbir şeyleri yok.” dediysem de, benim sözüme inanmadılar. Mecburen giyindim. Kurallara göre kız yatakhanelerine erkek öğretmenler giremez, yalnızca bayan öğretmenler girerdi. Bu nedenle onları yanıma alarak, bayan kimya öğretmeninin yanına gittim. Öğretmeni uyandırdım. Bu velileri kız yatakhanesinin önüne kadar götürmesini ve çocuklarını uyandırarak, bu velilere gösterdikten sonra, tekrar yatırmasını istedim. Söylediklerim yapıldı. Veliler rahat bir nefes aldılar. Ama zamanla veliler, çocuklarını birer ikişer okuldan kaçırdılar.” (Kaynak:tr.Vikipedia.org/viki/ )
Hiçbir ülkeden alınmayan, uygulaması olmayan tamamen bize özgü, gelecekte ise TÜRKİYE’Yİ UYGAR DÜNYA YA TAŞIYACAK olan Köy enstitüleri bu çapsız ve haksız iftiralara daha fazla dayanamadı. KUŞ UÇMAZ, KERVAN GEÇMEZ YERLERE HAYAT *ÜREREK BOZKIRDA CENNET YARATAN KÖY ENTİTÜLERİ Maalesef esas hizmet götürdüğü halkı tarafından da yalnız bırakıldı. BU PROJEYE HİÇ BİR ZAMAN SICAK BAKMADIĞI GİBİ KARŞI OLAN DEMOKRAT PARTİ HÜKÜMETİ TARAFINDAN 1954 YILINDA DA KAPATILMIŞTIR.
BU YILLARDAN SONRA ATATÜRK DEVRİMLERİNİ İÇENE SİNDİREMEYEN VE KARŞI OLANLAR ADIM ADIM VE ON YILLARA YAYDIKLARI PLANLI, SABIRLI POLİTİKA VE UYGULAMALARIYLA MAALESEF “TARİKATIN, CEMAATIN, SEYHLERİN” SÖZ SAHİBİ OLDUĞU ÜLKELERİN VE HALKLARININ PERİŞAN HALİNİ GÖREMEDİĞİ GİBİ AYNI YOLU TERCİH EDER GÖRÜNTÜSÜ VERMEKTEDİR. TÜRK MİLLETİ ADETA İKİ AYAĞINA BİRDEN KURŞUN SIKMIŞ, KENDİ GELECEĞİNİ VE ÇOCUKLARININ GELECEĞİNİ ZORA SOKMUŞTUR. İşin en garip tarafı ise kanımca; tercih ettiği bu yolla “Çağdaş Dünya Ülkeleri” arasında söz sahibi olacağına inanmasıdır. Saygılarımla. 05.12.2013
Tamer İNAN-Emekli Eğitim Müfettişi
http://www.turknorthamerica.com/2013/12/08/koy-enstituleri.htmlalıntıdır.
karahan