Masonluk, Türkiye' de XVIII. yüzyıldan başlayarak, Avrupa' da ortaya çıkışından pek sonra biliniyordu. Hareket, özellikle Mustafa Reşit Paşa döneminde önem kazanır. Fransa' da birçok kez elçi olarak görev yapmış olan Mustafa Reşit Paşa, İngiltere' de, yakın dostu ve daha sonra Babiali nezdinde elçi olacak olan Lord Stratford Canning ile beraber Mason olmuştu.
Kırım Savaşı sıralarında, Masonluk Türkiye' de genişleyip yaygınlaştı. İngiliz ve Fransız masonları, bir Fransız locası kurmak için, Fransa Maşrık-ı Azam' ı (Büyük Doğu / Grand Orien ) ile temas kurarlar. Loca bu kuruluşa bağlı olacaktı. Böylece, 1858' de Boğaziçi Yıldızı doğar. Arkasından da, 23 Mart 1863' te Doğu Birliği. 1865' te bu loca, kapılarını Müslümanlara da açar ve Türkçe toplantılar yapar. Üyeleri arasında, siyasal ve dinsel birinci derecede şahsiyetler görüyoruz. Seçkin Osmanlı aydınları, bu locada alabildiğince temsil edilmektedir.
Bektaşilerin Masonlukla yakınlık kurmaları da - bir olasılıkla - bu sıralardadır. Ancak, bu konuda eğilim bu tarihten çok daha önce, kuşkusuz 1839' da Tanzimat' ın ilanından sonra başlamış görünüyor; ya da bu eğilim - belki - daha da önce, Bektaşiler koğuşturulup zulme uğradıkları ve kendilerine kapılarını açacak bir ocak bekledikleri günlerde başlamıştır. Üyeleri, entellektüel ve liberal seçkinler arasından gelen Bektaşilik, Osmanlı İmparatorluğu' nda, vaktiyle Masonluğun XVIII. yüzyılda Avrupa' da oynadığı role benzer bir rol oynamıştır. Ancak, burada sözkonusu olan Bektaşiler olup, köylerde Alevi adıyla anılan Bektaşiler değildir. Her iki grup arasında, gitgide derinleşecek ve kaynağı da sosyal bir bölünme olacaktır.
1867' den 1869' a kadar Müslümanların, gitgide artan sayıda Doğu Birliği' ne girdiğini görüyoruz. O sırada loca başkanı üstad Louis Amiable' dır ve Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa tarafından da testeklenmektedir. Bir başka Mısırlı prens, Mustafa Fazıl Paşa' nın akrabası Said Halim Paşa, Şura-ı Al-i Osmani adıyla Osmanlı locasını kurdu. Bu loca Maşrık-ı Azam' a bağlıydı. Prens Mustafa Fazıl Paşa, Doğu Birliği' ni terkederek Şura-yı Al-i Osmani' ye girdi ve arkasından da önemli sayıda Mısırlı bir üye grubunu sürükledi. Prens Said Halim Paşa, bu locanın birinci başkanı oldu ve aynı locada, Mustafa Fazıl Paşa da önde gelen bir rol oynadı. Öte yandan, Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal' e pek bağlıydı ve ona Avrupa' da bulunduğu sırada yardım etmişti.
Bununla beraber, Namık Kemal' e, bu locada değil, I Prodos (İlerleme) adını taşıyan bir Yunan locasında rastlıyoruz. Bu Yunan locası, Maşrık-ı Azam' ın Yüksek Kurulunun verdiği yetki sayesinde, 28 Ocak 1868' de İstanbul' da kurulmuştu. Birinci başkanı Alexandre İsınyridis oldu ancak 31 Aralık 1870' te başkanlık Cleantih Scalieri' ye geçti ve onun zamanında, loca büyük bir gelişme içine girdi. ÇOğu Yunanlı olan Hıristiyanların yanı sıra, Sarayda ve devlette büyük makam sahibi pek önemli Müslüman şahsiyetler de görüyoruz bu locada. Locanın yerleşmesine göz kulak olan Louis Amiable gibi, Cleanthi Scalieri de, imparatorlukta çeşitli milletlerin aynı çatı altında kardeşçe bir arada yaşamalarından yanaydı. Doğu Birliği' nde olduğu gibi, toplantılara Türkçeyi o da soktu. 1872 Ekim' inde bu locada, 19' u Türk olan 68 üye bulunuyordu. Bu Türkler arasında okuduğumuz bir ad da şu: "Kemal, Mehmet Namık, edebiyatçı"
Ne varki, 20 Ekim 1872' de, bu listeye, pek önemli bir yeni üye eklenir: Sultan Abdülmecid' in büyük oğlu Prens Murat' tır bu ve Louis Amiable' ın evinde, alabildiğince gizlilik içinde masonluğa girmiştir. Aynı yılın 8 Aralık toplantısında, Prens 2 ve 3' üncü sembolik dereceleri aldı. Kısa bir süre sonra, kardeşleri Nureddin ve Kemalettin Efendiler de bu locaya kabul edildiler.
Prens Murad' ın, Scalieri ile dostluk ilişkileri vardı. Üye olduğu içindir ki, 1876' da, V. Murat, akıl hastalığı gerekçesiyle tahttan uzaklaştırıldığında, II. Abdülhamit mutlakiyetini kurmaya başladığında , bu dostluk ilişkisi Scalieri' nin düşüşüne yol açtı. Masonluk gibi liberal bir kuruluşa bağlı olmak, otoriter ve otokrak bir rejimde, hem tahttan düşen sultan, hem de Cleanthi Scalier, hem de her ikisiyle dostluk ilişkisi olan Nemık Kemal için tehlikeli bulunuyordu.
Masonluğa girdiği aynı yıl, Prens Murat, Namık Kemal' ini girişimi üzerine Midhat Paşa' yla temas kurdu. Prens, böylece locadaki üyeler arasında en samimi yardımcılarından kimi insanları buluyordu. Daha sonra, Abdilhamid, Murad' ı, Scalier' i ve onun, aralarında Namık Kemal' in de bulunduğu yakın arkadaşlarıyla birlikte hükümete karşı komplo kurmakla itham edecektir.
Masonluğun güttüğü ülkü, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi' nde tanımlandı: Yani, ırkçı ya da dini ne olursa olsun, bütün insanların örgürlüğü ve hukuk bakımından eşitliği. Mason locaları, bu hakların korunmasına çalışıyor ve imparatorluğun çeşitli milletleri arasında anlaşmanın sürdürülmesine gayret ediyorlardı. İşte I Proodos' un 28 Mart 1868'de kuruluş taplantısı tutanağının bize öğrettiği o tutanakta şöyle deniyor: "Batıl itikatlarla mücadele, siyasal ve dinsel görüş farklılıklarından doğan kinlerin yatıştırılması, insanları kardeşliğin çözülemez bağlarıyla birleştirmek; önerdiğimiz amaç budur".
Namık Kemal' in, uğrunda bütün yaşamını feda ettiği özlem ve ülkülere öylesine uygun bir amaç taşıyan bir harekete katılmasında, şaşılacak bir şey yoktur.
Bununla beraber, şu nıktayı saptamak da ilginç: Namık Kemal, masonluğa hiç kuşkusuz Avrupa' da bulunduğu sırada girmişti ancak bir Fransız locası değil, Maşrık-ı Azam' a bağlı bir Yunan locası idi bu. Göze ilk çarpan nokta da şu: İngiliz masonluğuna girmiş Mustafa Reşit Paşa, Midhat Paşa ya da Prens Mustafa Fazıl Paşa gibi ünlü Türk masonlarının tersine, Namık Kemal Fransız Maşrık-ı Azam' ına bağlı bir locaya girdi. Bu bizi şu varsayıma götürüyor: Namık Kemal, Fransa' da bulunduğu sırada masonluğa girmiş olmalı.
Dikkati çeken bir ikinci nokta da şu: Namık Kemal, İstanbul' a döndükten sonra, bir Yunan locasında yeniden gözüküyor. Belki, Clenathi Scalieri ile olan dostluk ilişkileri, bunda rol oynamıştır; bununla beraber, bu seçim, Namık Kemal' in düşüncelerine uygun görünüyor. Gerçekten, Batı' ya olan hayranlığına ve Osmanlı İmparatorluğu' nu modernleştirmeye çalışanlara sağladığı desteğe rağmen, şunun farkındaydı: Batı' nın girişi, bir devlet haline düşürecekti. İlerleme ve reform arzusuna rağmen, Namık Kemal, bir bütün olarak Osmanlı yurduna derinden derine bağlı idi. Ülküsü, bir modern devletti ama bu devlet, İslam gelenekleri içinde olumlu ne varsa koruyacaktı; Doğulu kalacaktı bu devlet. Müslümanları olduğu kadar Hıristiyanları da içine alan bir Osmanlı kurulacaktı ve bütün bunlardan dolayı, istilacı Batı' ya karşı bir denge sağlayabilecekti.
Böylece eğitiminin bir parçası olan dinsel ve sufi temel, Namık Kemal' in bütün yaşamı boyunca kendini hissettirmiştir. Gençlik mısralarında dile getirdiği ilk Bektaşi heyecanları, ruhunun derinliğinde atalarının dinine kendini hep bağlı yapıp çıkmıştır. Namık Kemal' in ülküsü, Bektaşi geleneğinin öğrettiği hemcinsine sevgi, hoşgörü ve gönül yüceliği idi; ilerleme ve modermizm arzusuna rağmen, kökenine hep bağlı kaldı O.
Kaynak: Prof. İrene MELİKOFF
Cem Dergisi Temmuz 1991