Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: YEHUDA; YAHUDİ; JUDA  (Okunma sayısı 16768 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 19, 2007, 06:21:25 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Bir Kişi, Bir Kavim, Bir Bölge-Devlet, Bir Din; YEHUDA-YAHUDİ-JUDA      


Yahudilik bir DİN olmasına rağmen zaman zaman bir millet gibi de algılanıyor. Bunun tarihi arka planı ve günümüz gerçekliği içinde de bir alt yapısı var. Yahudilik konusunda çok değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşler ve yorumlar nedeniyle Yahudilik çoğu kez bir "milli din" gibi anlaşılmıştır. "Milli din"in temeli Tevrat'a dayandırılabilir. İlk önce Tevrat'tan yola çıkalım. Tevrat'ta bile "Yahudi"nin birkaç anlamı var. Mesela "Yehuda", "Mısır'dan çıkış" yapan kavimlerden, en büyük semitik kavimdir.

Mısır'dan çıkıp "40 yıl çölde yol aldıktan sonra" Filistin'e yerleşen bu kavimler, Filistin'de devletleşirler. Hz. Davut Krallığı zamanında tek devlet iken; sonra güney ve kuzeyde iki ayrı devlete bölünür. Güney Yehuda-yehudiye, kuzey ise İsrail olur. Böylece Yehuda bir devlet olarak çıkar karşımıza.
Ve bir de Yahudilik DİN'ini sayarsak şimdiden Yahudi (Yehuda)nin dört anlamı çıktı karşımıza. Hz. Musa'yı kendi peygamberleri kabul edip, onun Din'ine inanlara Yahudi (ya da Musevi) deniyor.

"Yahudi"ye dair değişik görüş ve tanımlar var. İngilizce'de, Almanca'da ve Fransızca'da "Yahudi" sadece din değil, başka anlamları da çağrıştırıyor. Yahuda bu dillerde juda-judaism, jewis vb. biçiminde yazılıyor. Bir anlamı Yahudilik-Musevilik. Fakat "Tüccar, Tefeci, Kuyumcu", "Arkadaşına ihanet eden. Hain" gibi anlamları da var. Hiç kuşkusuz bunun nedeni Avrupa'daki Yahudilerin ticaret ve bankerlikte uzmanlaşmalarıyla ilgilidir. Ayrıca "hain" ya da "arkadaşına ihanet eden kimse"de Hz. İsa'ya ihanet eden 12 havariden birinin Yehuda ismini taşımasıdır. Dolayısıyla Hıristiyanlar, bunu Yahudi ile özdeş tutmuş, birkaç anlamından biri haline sokmuşlardır.
Diyanet İşleri Vakfı, Bakara Suresi'nin 62. ayetini yorumlarken "yahudi" için şöyle demiştir: "Yahudi kelimesi buzağıya tapmaktan tövbe ettikleri vakit İsrailoğullarına takılmış bir addır. Bir rivayete göre de Hz. Yakub'un en büyük oğlu Yahuda'ya nispet edilmiştir."
   
Filistin'de (Kenan) iki devlet olarak İsrail ve Yahudiye diye bölünen "12 kabile"nin devlet isimleri ilginçtir: İsrail ve Yehuda.
 
İsrail (İsrael); Hz. Yakub'dur ve tanrı ile güreşince, kendisine Tanrı tarafından "Tanrı ile güreşen ve onu yenen" anlamına gelen İsra-el denmiştir. Yani bir kişi ismidir. Bu durumda Yehuda'nın da Yakub'un oğlu olması ve Yehudiye'ye ismini vermiş olması da mümkündür.
   
 "Yahudi" konusunda ("Musa ve Yahudilik" kitabından) Hayrulah Örs şöyle diyor: "İsrailoğullarının bir soydan gelmiş oldukları bir hikayedir. Onlar çeşitli Arami kabilelerden meydana gelen bir birlikti. Yakub'un on iki oğlunun adı, aslında farklı kabile adlarıdır. Ve her biri bir kişi adı değil; o kabilelere adını veren dağ ya da bölge adıdır." (Yarın dergisi - Ocak 2004)
   
İsrailoğullarının bir soydan olup olmadıklarına kısaca değineceğim birazdan, fakat şunu da belirteyim ki; bu on iki isim hem birer kişi ismi, hem kabile isimleri, hem de bölge-dağ isimleri olabilirler. Bunun tarihte çok örneği var. Kabilelerin çoğu kişi-önderi-ismi ile (ya da oradaki kutsal varlık ismi ile) adlandırılmışlardır.
   
Şerif Mardin, Yahudi ve Tevrat'ta geçen isimlere dair yeni bilgiler veriyor: "Semitik dillerin en eskisi olan İbranice'deki Mabet dilinde geçen Yahvef, Yeho'da, Yahu'da, Adonia ve Saddi gibi kelimelerin hepsi Hurrice'dir. Peygamber Musa başta olmak üzere ona yakın tüm akrabalarının Hurri isimler taşıdıkları görülmektedir. Gerson, Maryam, Midyan, Jericho, Jordan ve Parbar... gibi ...... Hurriler Kürtlerin atalarıdır." (Berfin Bahar - Nisan 2004).
   
Yahudi kelimesi (ismi)'nin kökeni buraya mı dayanıyor bilmiyorum. Hurriler konusunda da tartışmalar devam ediyor. Kürtler, Farslar, Samiler birbirlerini çok etkilemiş, kültürleşmiş ve sentezler yaratmışlardır. Mezopotamya topraklarındaki kültür ve dil yapıları birbirine çok bezemektedir. Hangi kelimenin, hangi dilden geçtiğini çözmek oldukça zor -imkansız değil-. Tüm bunlara rağmen; bugünkü Kürt dilinde Huda; tanrı demektir. Dua ederken "Ya Huda" denir yani "Ya Tanrım."
   
Tekrar sorumuzu soracak olursak; nedir Yahudi? Bunun bu kadar karmaşa haline getirilmesi neden?
   
 Kendisi de bir Yahudi olan Yusuf Besalel, "Yahudi Tarihi" kitabında Yahudiliği tanımlıyor:
 
  "Yahudi kimliği tam kapsamlı ifade ile, dinsel, geleneksel, tarihsel ve ulusal öğelerin girift bir tarzda birbirlerine kaynaşmış olması ile tanımlanabilir. Bu öğelerin herhangi bir tanesinin zayıflaması Yahudi kimliğini tümden sarsar."
 
İşte size "milli bir din." Ne demek "dinsel-geleneksel-tarihsel ve ulusal"? Açıkçası Yahudilik bir ırk-kavim-ulus dinidir! Bundan, başka bir mana çıkmaz. Yani Tevrat'takileri kabul etmek ve ibadet etmek yetmiyor! Ne diyor Y. Besalel "Bu öğelerin herhangi bir tanesinin zayıflaması Yahudi kimliğini tümden sarsar"! Fazla söze gerek yok. Sanırım bu ruh halini en iyi Freud anlamış. Ki Freud da bir Yahudiydi.
   
Freud, Yahudiliğin bir alt bilinç patlaması olduğunu belirtmiştir. Yahudiler yaşadıkları acıları bastırmış daha sonra da çevrelerindeki efsane ve mitleri kendilerine mal ederek "Yahudilik" şeklinde "nevrotik bir saplantı" olarak dışavurmuşlar. Freud, "Yahudilik"i böyle açıklıyor -psikolojik analiz-.
   
Freud'un bu belirlemesi yanlış değildir. Bunun için Tevrat’ın yazılış tarihi önemlidir. Tevrat'ın yazılışına dair çok şey yazılıp-söylenmiştir. Fakat genel olarak Tevrat'ın iki kısım halinde yazıldığı belirtiliyor. Birinci kısım Yehovacı metin, ikinci kısım ise Elohimci metindir.
   
Tarihi bir kesinlik yok ama Tevrat'ın ilk kısmının (beş bölümden oluşuyor) MÖ 9-8. yy'da yazıldığı tahmin ediliyor. Elohimci kısmının ise 6. yy'da yazıldığı belirtiliyor. Bu tarihlerde yazılmış olmasının mümkün olduğu ve mantıki nedenleri de oluştuğu görülebilir. Çünkü tam da bu tarihlerde Babilliler ve Asurlular İsrail ve Yehuda'yı yıkarlar ve oradaki Yahudileri sürgüne gönderirler. Bu sürgün ve dağılma olgusu, Yahudileri bir tarih yazımına sokmuş olabilir. Zaten Tevrat'ta İsrailoğullarının bir soydan geldiği belirtilmiştir. Dağılmış olan semit kavimlerinin bir "resmi" tarih oluşturma çabası olarak anlaşılabilir bu durum. Çünkü Tevrat'a göre Yahudiler semitiktirler. Hz. İbrahim de, Hz. Musa da ... semitiktir.
   
Tevrat'ın Yehova'cı ve Elohimci Metin ayrımı gözden kaçamayacak kadar belirgin bir ayrılığı belirtiyor. İlk beş bölümde Yehova Tanrıdır. Ama gözle görülür, insanla güreşen, yenilen bir tanrıdır. Bunu da Hz. Yakub ile güreşirken rahatlıkla anlayabiliyoruz.
   
"Ve Yakov (Yakup) yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam O'nunla güreşti. Ve O'nu yenemediğini görünce, uyluğunun başına dokundu ve O'nunla güreşirken Yakov'un uylukbaşı incindi.... Ve O'na dedi: Adın nedir? Ve  O dedi; Yakov. Ve dedi: Ve artık sana Yakov değil ancak İsrael denilecek. Çünkü Tanrı ve insanlarla uğraşıp yendin." (Tevrat-Tekvin).
   
Elohimci Metin'de ise Tanrı Yehova değil Elohim-Eloah'tır. Burada artık tanrı insan değildir - soyuttur.
   
 Bu durumu Freud; Mısır'dan çıkan ve sonra birleşen iki ayrı topluluğun (Mısır ve Filistin'deki toplulukların) farklı din ve tanrı anlayışlarının yansıması olduğu şeklinde belirtiyor.
   
 Zaten Tevrat'ın yazıldığı yıllardan 1000 yıl önce yaşadığı kabul edilen Hz. İbrahim ve devamının doğru bir tarih zinciriyle aktarılması mümkün değil. Bugün, bir yığın bilgi-belge, araştırma var iken bile bu tarih sürecini kesin belirlemelerle ifade etmek mümkün olmamıştır.
   
 Eldeki yetersiz bilgiyle Tevrat'ı yazanlar olsa olsa "tarihsizliklerine" bir "resmi tarih" bulmak-yaratmak için yazmışlardır. Tevrat, İncil ve Kur'an'ın tarihsel olarak Sümer uygarlığından, gelenek, kültür, mitlerinden esinleme olduğu ortaya çıkmıştır.
   
Hikmet Kıvılcımlı "Allah-Peygamber-Kitap" adlı yapıtında konuyla ilgili şunları belirtmiş; "Tek tanrı dini; İbrahim dininin tek yazılı kaynağı Tevrat'ın Tekvin bölümüdür. Ama o da İbrahim'den bin yıl kadar sonra kaleme alınmıştır. Yüzlerce yıl, çok uzun kuşaklar silsilesidir. Bu yüzyıla dört kuşak sığdığına göre 40 kuşak boyunca olay değiştirilmeden nasıl yazıya ulaşmıştır? Tevrat'a ne kadar inanabiliriz?"
   
 Bir başka yerde de Tevrat'ın sürgünde yazıldığını ve mitolojinin yazılı hale getirildiğini belirtiyor. "Asur medeniyeti ile Hz. İbrahim'den 1500 yıl sonra bile Filistin Yahudiliğinin, tek tanrı'çalığından ibaret olamaz. Ama İbrahim köküne sıkıca bağlanan Yahudi ulemaları xxx köklerini geleneklerini taşırdıkları  ölçüde Asur medeniyetinin çok tanrı gelenekleriyle sentezleşirler. Tevrat'ı, nakli mitolojiden yazılı kitap haline getirirler."
   
Biraz daha gerilere gidilirse, Mısır'dan Hz Musa öncülüğünde çıkan kavimlerin hepsi semitik-sami kavimler değildir. Mısır'da semitler de var elbet. Fakat o zaman İbrani denilen köleler için Mısırlılar "suyun öte yakasından gelenler, köle, üstü başı pis, kirli" anlamına gelen şeyler söylüyorlar. Mısır'da köle olanlar salt sami kavimler değildir Ayrıca "İbrani" de, semitleri ifade etmiyor. "Suyun öte yanından" gelen geçen herkes neden semit olsun ki? Hz. Musa'nın bile "semit" olup olmadığı net değildir. Fakat bir gerçek var ki tarihte bir kavmin kendi denetiminde birçok kavmi birleştirdiği ve ortak isimle anıldığıdır. Yehuda kavmi semitlerin en büyük kavmidir. Dolayısıyla diğer kavimleri kendi bünyesinde birleştirip, Yahuda'yı ortak isim kılmış olabilir. Mesela Medler sadece bir aşirettir. Fakat Medya denilince birçok aşireti de kapsıyor. Göktürkler bir federasyondu...
 
  Kutsal Kavim-Kutsal Topraklar
   
Tevrat'ta, semitik kavimler (yahudiler) Tanrı tarafından kutsanmış, seçilmiş kavimdirler. Ve bu seçilmiş halka Tanrı tarafından Kenan-Filistin toprakları ebediyen verilmiştir. Yani Tevrat'ı yazanlar niyetlerini iyice açığa vurmuşlardır. İlle de Kenan toprakları onların olacaktır. Bunun için de, Kenan topraklarının Tanrı tarafından kendilerine verildiğini kutsal içeriğe büründürmüşlerdir. Tevrat'ın yazılış tarihinin Babil ve Asur sürgünü sonralarına denk gelmiş olması "vaat edilmiş topraklar" tezini daha da güçlendirmiştir. Bu kutsallaştırma büyük olasılıkla sürgünler sonrası yazılmıştır.
   
Hz. İbrahim Ur'dan çıkıp Kenan'a gelir. Tanrı Kenan'da (Filistin'de) Hz. İbrahim'e görünür ve şunları söyler:
   
"Ve RAB Abram'a görünüp dedi: bu memleketi senin zürriyetine vereceğim. ..... şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale-cenube-şarka garbe bak. Çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve senin zürriyetine vereceğim...." (Tekvin)
   
Tanrı'nın Hz. İbrahim'e verdiği topraklar, günümüz Filistin'i değildir. Eskiden Kenan (Filistin) denilen bölge, günümüzün Filistin, Ürdün, Suriye ve Lübnan'ın bir kısmıdır. Böylece Yahudilerin "ebedi yurdu" Filistin'dir! Nil'den Fırat'a değin!
   
 Hıristiyanlık ve İslamiyet de Museviliğin devamıdır. Bunu Hz. İsa da, Hz. Muhammet de belirtmiştir. Hz. İbrahim'in kutsallığını Kura'an-ı Kerim'de de bulabiliyoruz:
   
 "Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı." (Al-i İmran Suresi)
   
Kendini ve yaşadığı toprakları kutsallaştırma meselesi aslında tüm toplumlarda görülmüştür. Bir çok kavim kendini tanrının kavmi, tanrının halkı, topraklarını da tanrı vergisi kabul etmiştir.
   
Kendini başka kavim ve halklardan üstün tumanın bir çok nedeni olabilir. En önemli nedenlerden biri kültürel yapılardır. Diğerinin-ötekinin kültürüne yabancı olduğundan, kendini iyi, güzel, ahlaklı bulur. Kendisi doğrudur. Diğeri-öteki yanlış, ahlaksız, çirkin ve kötüdür. Bunun kutsallaşmış hali de tam bir ırkçılık-faşizm, sömürgecilik olmuştur. Bu kutsal üst insan kimliği aile içinde de erkek egemenliğine girerek devam etmiştir. Alt ve üst kimlikler. Büyük, zengin, güçlü uluslar ve "alt" uluslar vb. Yahudiler "seçilmiş halk" olmanın avantajını kullanarak, yaşadıkları onca acıdan sonra, başka halklara büyük acılar yaşatmaktadırlar. Nasıl olsa bunun nedenini tanrısallığa bağlıyorlar. Böylece günahlarına bile kılıf buluyorlar.
Yahudilik tarihinin belli başlı durakları
   
 İbraniler Mısır'da köledir. Firavun zulmü büyüktür. Ezilenlerin tepkileri bireyseldir. Bu tepkiler de sertçe cezalandırılır. Firavun'a başkaldırmak, kutsal olana başkaldırıdır, kabullenilemez. Firavun, kutsal-tanrısaldır. Hz. Musa "sudan gelen çocuk", "erkek çocuk" anlamında Mu-sa olarak isimlendirilir. Mısır'da Musa, Moşe çok kullanılır. Ramses (Ra-moses).
   
Tevrat'a göre Hz. Musa, Yakub'un (İsrail'in) 12 oğlundan biridir. Fakat araştırmacılar Hz. Musa'nın Mısırlı mı, yoksa Semitik mi olduğu konusunda değişik fikirler ileri sürüyorlar.
 Hz. Musa, Tanrı ile sözleşir. Böylece Hz. Musa İbranileri Mısır'dan çıkarmayı kabul eder. Kardeşi Harun da yardım edecektir.
   
Bu tarih, yani İbranilerin Mısır'dan çıkışı 14-13. yüzyıl zamanındadır. Ve kölelerin-alt tabakaların, Mısır köleliğinden kurtulma istekleri devrimci-ilerici bir eylemdir.
   
"Yahudi Tarihi" kitabında Yusuf Besalel bu çıkışı şöyle yorumlamış: "Mısır çıkışı; Yisrael ulusunun uzun ve acı esaretten kurtuluşunu anlatan, ayrıca dünya uluslarına da gerek yabancı bir ulusun baskısından, gerekse fakirlik ve gericilikten sıyrılmayı, tutsaklıktan özgürlüğe geçme iradesini simgeleyen eksensel bir olgudur."
   
Bu oldukça doğru, dönemin en devrimci hareketlerinden biridir. Hz. Musa da devrimci bir peygamberlik rolü yüklenmiştir. Hz. Musa İbranileri Mısır'dan çıkarır. Ama ömrü yetmez ve İbranileri Filistin'e ulaştıramaz. Böylece İbraniler içindeki yeni önderler "vaad edilmiş topraklar"a ulaşmak için rollerini oynarlar. "40 yıl çölde dolaştıktan sonra" Filistin'e (Kenan'a) ulaşırlar. Bir kere Kenan'ı "Yahudiler"e tanrı vermiştir! Ne yapıp edip bu toprakları alacaklardır!
   
Hz. Davut (David) Filistinlileri (Golyatı) yener ve böylece "kutsal topraklar"a kan bulaştırarak girerler. Filistinliler yenilmiştir. Ve "kutsal topraklar" alınmıştır. Hz. Davut'un 12 kavmi birleştirdiği ve krallık kurduğu biliniyor. Tabii Yahudi tarihçilere göre bu 12 kavimin hepsi Semitiktir-Yahudidir! Hz Musa, Yahudilerin peygamberidir. Kurtarıcısı-yol göstericisi, kutsal insandır. Aynı şekilde Hz. Davut da ilk kralları oluyor. Hem peygamber, hem kral! Hz. Musa Mısır'dan çıkışın, Hz. Davut da Filistin'e yerleşmenin sembolüdür.
   
Fakat kutsal topraklara yerleşmek Yahudilere pek yaramayacaktır. Ve görüleceği gibi, Yahudilerin tarihi asıl bundan sonra başlayacaktır.
   
 Hz. Davut'tan sonra oğlu Süleyman kral oluyor. Hz. Süleyman "Yisrail bağımsızlığının ve tek tanrı fikrine dayanan kültürün simgesi olan 'Bet-Amikdaş' (Kutsal Mabet)'ı yaptırır." Bugün bildiğimiz "Ağlama Duvarı"nın Bet-Amikdaş'tan geriye kalan bölüm olduğu iddia ediliyor.
   
Mısır'da kölelikten kurtulanlar bu sefer de kendi krallarının kölesi olmuşlardır. Hz. Süleyman zamanında "angarya ve vergiler"den usanmış olan kavimler ayaklanma çıkarırlar. "İbrani krallığı" Mısır'daki firavunluğa benzemeye başlamıştır.
   
Süleyman'dan sonra oğlu Rehoboam tahta geçer. Bu kral zamanında krallık ikiye bölünür. Ortaya kuzeyde İsrail ve güneyde başkenti Kudüs olan Yehuda-Yehudiye çıkar.
Filistin'e yerleşirken, Filistinlileri yerinden yurdundan eden Yahudilerin başına da aynı şey gelecektir.
   
Çağımız siyonizmine teorik altyapı hazırlayan gelişmeler, İsrail ve Yehuda devletlerinin yıkılıp, sürgüne gönderilmeleridir. Böylece tekrar "kutsal topraklar" özlemi de başlamış olacaktır. Bu sürgünler Yahudilerde bir "bilinçaltı oluşturmuş" Freud'a göre.
   
Sürgünlere bir de Hz. İsa çağı, ortaçağ ve kapitalizm çağının Yahudilerde yarattığı dramatik durumlar eklenir. Bunun teorik yapısına Theodor Herzl ulaşıyor (Avusturyalı Yahudi bir gazeteci).
   
Yahudilerin çilesi
   
 MÖ 722 tarihlerinde Asurlular, İsrail krallığını-devletini yıkarlar. İsrail'deki Yahudiler sürgün edilir. Bu durum Tevrat'ta da yer alıyor:
   
"Ve Asur Kralı, Oşea'da hainlik buldu. Çünkü Mısır kralı Soy'a ulaklara göndermişti. Ve yıldan yıla olduğu gibi Asur Kralına vergi göndermedi ve Asur kralı bütün memlekete çıktı ve Samariye'ye geldi ve onu kuşattı. Oşea'nın dokuzuncu yılında Asur Kralı Samariye'yi aldı ve Yisrail'i Asur'a sürdü ve onları Hallah'ta, Gozan ırmağı olan Hobor'da, Medlerin şehirlerinde oturttu." (Tevrat - II. Krallar)
   
 İsrail, Asur'a vergi ödeyen özerk bir devletleşme. Fakat vergi vermeyince Asur kralı İsrail'e saldırıp, "ilk sürgün"ü başlatmış oluyor.
   
Böylece "10 kabileden-kavimden oluşan İsrail" (!) tarihe karışıyor.
   
Aynı sonuç Yahudi devletinin yani Yahudiye'nin de başına geliyor. Yahudiye de İsrail gibi özerk-Asur'a itaat eden bir devlet görünümündedir. MÖ 6. yüzyılda Yahudi devleti de Babilliler tarafından yıkılır. Kutsal mabetleri "Bet-Amitdaş"ın bu zaman yıkıldığı belirtiliyor. Yahudi halkı da Yahudiye'den Babil'in değişik bölgelerine sürgün edilir. Böylece Yahudiye, Babil'in bir eyaleti olmuştur. Fakat bu savaş ve sürgünler İsrail ve Yahudiye'de oturanların inancından dolayı değil, Asur ve Babil'e ekonomik yönden itaatsizlikleri nedeniyle olmuştur.
   
Artık dar anlamıyla Yahudilik bir kişi, kavim ya da bölge devleti değil bir din olarak anlaşılabilir. Yani kavimci yaklaşımın mümkün olmadığını, onca kavim ve imparatorluklarla iç içe geçerek yok olduğunu söylemek bile gereksizdir. Yahudi, Hz. Musa dininden olan insanları ifade eder. Yahudiliğin inançları bahane edilerek (Hz. İsa sonrası) Yahudiler çıkar kavgalarının mağduru durumuna getirilirler. Bu açıdan kronolojik bir tarih yazımı değil ama Yahudiliğin önemli-belli başlı çile dolu yıllarını belirtmek gerekir.
   
Hz. İsa ve ortaçağ Yahudiliği
   
Hz. İsa'nın doğumu milat kabul edildi. Hz. İsa, Filistin'de doğmuş, Yahudi toplumunun üyesidir ve Filistin o zaman Roma İmparatorluğunun egemenliği altındadır. Hz. İsa, Yahudilerin beklediği "Mesih" olarak ortaya çıkar. Ama Yahudiler, bu iddiayı kabul etmiyorlar, Hz İsa'nın geleneklerini çiğnediğini düşünüyor ve O'nu suçluyorlar.
   
Hz. İsa, 12 havarisinden Yehuda'nın ihanetine uğrar. Ve ölümüne neden olur! Hz. İsa, Yahudiler tarafından yargılanıp, ölüme mahkûm edilir. Romalı valinin onayıyla çarmıha gerilerek öldürülür...
   
Hıristiyanlar köken olarak Yahudi idi. Bunun için ibadetlerini bile sinagoglarda yapıyorlar.
   
Fakat Yahudiler bu cemaati aralarında istemeyince bu kez de nereyi bulurlarsa orada ibadet ederler. Hatta düzenli toplantılarını bile Yahudiler gibi cumartesi yapıyorlar. Daha sonra, Hz. İsa'nın dirilip göğe yükseldiği varsayılan "pazar" günleri toplanmaya başlarlar. Günümüzde Hıristiyanlığın "pazar" günü dünyanın birçok yerinde hafta sonu tatilidir! Bunu, tanrının kâinatı 6 günde yaratması ve son günü dinlenmesi ile bağlantılandırabiliriz. Müslümanların cuma, Yahudilerin cumartesi, Hıristiyanların da pazar günü "tatildir"!
   
Hz. İsa, Tevrat'ta da adı geçen yeni bir "Mesih" olarak geldiğini belirtir. Ama Yahudiler kendi içlerinden çıkan Hz. İsa'yı kabullenmez ve ölüme mahkûm ederler: Kendisine ihanet eden havarinin adı da Yehuda İskoryot'tu.
   
Hz. İsa'nın dini ölümünden sonra yaygınlık kazanıyor. Ve Hıristiyanlarla Yahudilik arasında bir "kan davası" hep olageliyor. Yahudiler "peygamber öldürenler" olarak büyük bir tepkiyle karşılaşıyorlar. Bu durum Hıristiyanlarla aralarında büyük çatışma yaşamalarına neden olacaktır.
   
Hıristiyanlık gibi Yahudilik de Yunanlılar üzerinden Avrupa'ya yayılıyor. Tevrat ve İncil, Grekçe'ye çevriliyor. Böylece bu dinler Avrupa'ya hızla yayılıyor. İsa'nın çarmıha gerilişinden yaklaşık üç yüzyıl sonra Roma, Hıristiyanlığı kendi resmi dini olarak kabul ediyor. Böylece Hıristiyanlık "Roma devlet dini" oluyor. Bu aslında Yahudileri çok yakından etkileyecek olan bir tarihsel gelişmedir.
   
Yine bir tarihi gelişme de Cermenlerin 4. yüzyılın sonu 5. yüzyılın başında Roma'yı istilâ ederek Avrupa ortaçağını açmalarıdır. Roma böylece ortaçağa adımına atmış ve aynı zamanda Doğu ve Batı Roma olarak da ikiye ayrılmıştır.
   
Ortaçağ ve Yahudilik
   
Ortaçağ boyunca (Avrupa ortaçağı) Yahudiler, sürgünler, aşağılamalar ile karşı karşıya kalırlar. Katliamlar, sürgünde ölümler sıradandır artık. Bunun nedeni nedir? Sadece Yahudi olmaları değil kuşkusuz. Avrupa ortaçağı palazlanırken kendisine rakip olan Yahudileri hedef tahtasına koymuştur. Avrupa'da Hıristiyanlık çok hızlı yayılmış ve devlet dini olmuş, böylece Yahudilik "azınlık" olarak kalmıştır.
   
 Bu durum, Katolik kilisesi tarafından da belirtilmiştir. "Yahudilik Tarihi" kitabında Yusuf Besalel durumu şöyle aktarıyor:
   
"Katolik kilisesine göre Yahudiler, Hıristiyanlığın gerçek oluşunun kanıtıydı. Onlar, İsa'nın önünde seçilmiş bir halktılar fakat onu ve havarilerini reddettikleri için bu özellik İsrailoğullarının gerçek ruhani devamı olan Hıristiyanlığa geçmişti. Bu, Hıristiyan üstünlüğünün tezahürüydü."
   
Hıristiyanlar da kendilerini üstün görmeyi elden bırakmıyorlar. Sınıflar dünyası böyledir, altta kalanın canı çıkar. Bunu Hıristiyanlar bizzat Hz. İsa'nın çarmıhta can verişiyle görmüşlerdir. Ve artık Avrupa-Batı Avrupa Hıristiyanlığı kabul edince ekonomik-politik iktidarına ruhani bir güçle de destek sağlamaya başlıyor. Hıristiyanlık, dönemin çıkar çatışmalarının ideolojik kılıfı yapılacaktır.
   
Zaten tüm ortaçağ boyunca yapılan savaş ve ayaklanmalar hep din motifi kullanılarak yapılıyor. Düşünürler genelde din ile düşünüyor. Kurulu devletler din devletleridir. Hatta bunu "Tanrı Devleti" diye formüle edenler de oldu. Devleti "yer ve gök devleti" olarak ayıranlar oldu. Yer devletinin kralı-padişahı, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi kabul edildi.
   
Ortaçağda ideoloji din oldu. Devletler-krallar-soylular ibadet merkezlerini ellerinin altında tuttular. Her tepkiye karşı kutsal gelenekleri-dini gösterdiler. Böylece krala-padişaha-devlete karşı çıkmak, Tanrı'ya-dine karşı çıkmakla aynı anlama geldi. Karşı çıkanlar "engizisyon mahkemeleri" gibi dini yargı ile (kilise yargısı...) ölümle cezalandırıldı.
   
Katolik kilisesinin görüşü aslında tüm Hıristiyanların kabul ettiği bir gerçekti. Kilise, soylu sınıfların denetiminde olduğu sürece, bu devletlerin çok işine yaradı.
   
Buna rağmen 7-11. yüzyıllarda Batılı monarşiler, Yahudilere karşı saldırıları engellemiş. Bunun nedenini yine Yusuf Besalel'den aktarıyorum.
   
Monarşik yönetimler "Yahudilerin ekonomideki rolleri de dikkate alınmıştır. Yahudiler, Hıristiyanlara kilise tarafından yasak edilmiş bankerlik işine girince, bu işteki kazançlarından kraliyet hazinelerine çok yüksek vergiler ödemeye mecbur edildiler. Hazineye katkıları nedeniyle işlerinde rahatsız edilmemeleri ve can güvenliklerinin sağlanması bir devlet politikası olmuşsa da tatbikatta krallar arasında çatışmalar ve kıskançlıklar, Yahudilere karşı kiliseyi dahi dışlayan sert bir tutum uygulanmasını gündeme getirmiştir."
   
Kralların dini-imanı, mal-mülk-saltanat olduğundan "kiliseyi dahi dışlamaları" yadırganmamalıdır. Hıristiyan-Yahudi çatışmalarının kaynağını aslında Yusuf Besalel gayet iyi görmüş. Nedeni, ortaçağın çıkar çatışmalarıdır. Fakat bu çatışmaların kılıfı da Hıristiyanlık ve Musevilik olmuş. Bu durum dünyanın değişik coğrafyalarında, değişik inançlar kılıf yapılarak sürmüştür. Şii-Sünni, Alevi-Sünni çatışmalarının kaynağı da yine tarihsel-toplumsal çıkar çatışmalarıdır.
   
Yahudiliğin ortaçağ boyunca baskıya maruz kalmış olması ve "en çok zulüm gören"lerin Yahudi olmasının nedeni, Hıristiyanlığın devlet dini olmasıydı. Zaten Hıristiyanlığın yayılışı da devlet eliyle olmuştur.
   
Ortaçağ Avrupasında Yahudilere karşı Hıristiyan halkın tutumunu da yine Yusuf Besalel'den aktaralım: "Halkın tutumu, kilisenin yönetiminin aldığı tedbirlere rağmen genellikle Yahudilere karşı bir görünüm arzetmektedir. 7. ve 11. yy'da Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında yakın ilişkiler olmuş fakat daha sonra ekonomik nedenler başta olmak üzere Yahudiler ile Hıristiyanlar arasındaki münasebetler bozulmuştur.
   
"Yahudileri rakip olarak görmeye başlayan bir tüccar sınıfının oluşması ve ödünç para veren Yahudilere olan borçların ödenmeme eğilimleri şeklindeki eğilimler, kilisenin Yahudileri İsa'nın ölümünden ötürü suçlayan propagandasıyla birleşince, yönetimlerin de zayıf kalmasıyla, binlerce Yahudi'nin öldürülmesine yol açan olaylar meydana gelmiştir."
   
Avrupa'daki Yahudi karşıtlığının temeli işte buradadır. Ne zaman Avrupa'da bir mal-mülk kavgası çıksa, bunu, Yahudilerin Hz. İsa'yı öldürdüğü propagandası ile birleştirince, ortaya hem Yahudilerin sürgünü çıkmış, hem de Yahudilerin malı-mülküne el konulmuştur. Bunların zor-şiddet-ölümlerle yapıldığını söylemeye gerek var mı?
   
Bu durum Avrupa insanının kültürel gelişimini de etkilemiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar birbirleriyle evlenemezlerdi. Yahudiler gettolarda yaşamak zorunda bırakılıyorlardı. Yahudilere aşağılık muamelesi yapılıyor, alt sınıf insan olarak görülüyorlardı.
   
Ortaçağ boyunca, devletlere karşı girişilen halk hareketlerinin tepkilerini de, monarşik yönetimler din kavgalarına dönüştürerek kardeş kavgaları yaratmışlardır. Böylece gerçek sorunun üzerini "kapatıp", gerçek çelişkiyi Hıristiyan-Yahudi çelişkisi olarak göstermişlerdir. Bunda krallıklar kadar kilisenin de payı büyük olmuştur.
   
Burada araya şunu da sıkıştırmak gerekir. Yahudilerin Hz. İbrahim soyundan geldiği (ve İshak'ın) belirtiliyor! İşte bu bir ırkî-milli bakış açısını oluşturuyor. Sanki tüm Yahudiler aynı milletmiş görünümü sunuyor! Bugün de kafa karıştırmaya yarayan bir neden! Oysa Afrika, Avustralya, Asya, Amerika, Avrupa'ya yayılan Yahudiliğin Hz. İbrahim'in soyuna dayanmasıyla ne alakası olabilir ki? Hele buna bir de Yahudilerin genelde "içten evlenmeleri" eklenince bir milletmiş gibi algılandığını çokça görüyoruz.
   
Kısaca Yahudilik bir dindir ve ona mensup olanların milliyetinin hesabını tutmak bile zordur. Çünkü bu din (Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi) dünyanın her yerinde kendine taraftar bulmuştur.
   
Tekrar ortaçağ Yahudiliğinin Avrupa'daki haline dönelim. 11. yy'da Almanya'da Yahudilere "Hazinenin Hizmetkârları"-Servi Camera deniliyormuş. Toplumsal yaşamda ticaretten soyutlanmış olan Yahudilere sadece bankerlik-ödünç para verme-tefecilik alanı kalmıştır.
   
Avrupa'daki veba salgınının nedeni Yahudilere bağlanmış (1347-1352), bu yüzden kovulmuşlardır.
   
11. yy'da İngiltere'de de Yahudilerin çoğu finans işleri ile ilgilenmekte, krallara da büyük vergiler vermektedirler.
   
 Y. Besalel bu konuda şunları yazmış: "1154-1189 yılları arasında hüküm süren Kral Henri II. Yahudi banker Aaaron Lincoln'a 100.000 pound borçluydu, bu rakam hazinenin bir yıllık vergi gelirine denkti."!
   
"Avrupa'dan Hıristiyan bankerlerin gelmesi sonucunda Kral Edvard I. 1275'teki emriyle Yahudilerin finansman işlerinde çalışmaları yasaklandı. Yahudiler ticari ve zirai loncalara da kaydolamıyorlardı, parasız kalıyorlardı. Kral 1290 yılında Yahudileri ülkeden kovma kararı aldı."
   
13. yy'da Yahudiler, Fransa'dan kovulur. Yahudilerin ödünç para vermesi (yani tefecilik) yasaklanır. 12. yy'da ise Yahudi malları haczedilir ve Hıristiyanların Yahudilere borçları iptal edilir.
   
Almanya ve İtalya'da mallarına el konulur ve kovulurlar. İspanya'da 1492, Portekiz'de 1497'de kovulurlar. 1400'lü yıllarda Macaristan, Litvanya ve Kiev'den kovulurlar. Alman Yahudilerine "Aşkenazi", Portekiz-İspanyol Yahudilerine de "Sefaradi" deniliyor.
   
Avrupa, Yahudilerin mallarına göz dikince, kendi vatandaşlarını bu sebeplerle kovmaya başlar.
   
Bu kovulmaların altındaki en önemli etkenlerden biri de Avrupa'nın yaşadığı ekonomik sıkıntıdır. Bir kere Osmanlı 1453'te İstanbul'u almış ve Batı Avrupa'yı yalnız bırakmıştır. Avrupa'ya yeni alanlar, yeni ekonomik güç lazımdır. Yeni yeni filizlenen kapitalist gelişmeler de Avrupa ortaçağının sermayesinden çalmaktadır. Bunun sonucunda Batılı devletler sadece Yahudileri kovarak mallarına el koymakla-onların boşalttığı alanları doldurmakla yetinmezler. Yeni çağ da bundan sonra gelişir. Avrupa bu sıkışıklığı Amerika ve Afrika'yı keşfederek aşmaya çalışır.
   
Yahudiler böylece büyük bir eziyetle göç yollarındadırlar. İspanya Yahudilerini Osmanlı kabul etmiştir!
   
Ortaçağ boyunca mallarına el koyma, gettolarda yaşama, ticaret ve bankacılıktan men edilme ve en sonunda sürgünlerle karşılaşan Yahudilerden din değiştirenler de olmuştur. Bu din değiştirmeler de genelde hayatlarını kurtarmak için yapılmıştır.
   
Örneğin İspanya'da zorlama sonucu Hıristiyan olan Yahudilere "Anusim" deniliyor. İbranice "zorlananlar" anlamına geliyormuş. Dünyanın birçok yerinde benzeri gelişmeler olmuştur.
   
Osmanlı'da da Sabetaycılar ya da Dönmeler diye bilinen bir kısım Yahudi olmuştur. Sabetay Sevi adında bir Yahudi'den dolayı Sabetaycılar denmiştir. Osmanlı padişahı, S. Sevi'ye "ya Müslüman olacaksın ya da idam edileceksin" deyince, Sevi idam yerine Müslümanlığı seçmiş ve adı da Mehemed Aziz olarak değiştirilmiş. M. Şevket Eygi isimli "İslamcı" yazar da bunu onaylayarak Sabetaycılara tehditler savurmaktan geri durmuyor. Çünkü Sabetaycılar (Yunanistan'dan gelme-"Selanaki dönmeleri") aslında Müslüman olmamış, Müslümanlığı kendilerine siper olarak kullanıp, Yahudi inancını sürdürmüşlerdir.
   
Oysa her Müslüman'ın bildiği gerçek "Müslümanlıkta (dinde) zorlama yoktur"! ilkesidir. Ama iktidarlar ve ideolojik çıkarları nedeniyle birçok yazar baskıyı onaylamıştır.

Hıristiyan ve Müslüman ortaçağlarda Yahudilik baskı altında kalmıştır. Bunun ekonomik, politik çıkarlarla ilişkisi vardı. Ve inanç boyutu da bu çıkarlara kurban edildi.
   
Burada bir başka gerçeğin altını da çizmek gerekiyor. Ortaçağ boyunca Yahudiler özellikle Avrupa'da ticaret ve paranın merkezi konumundadır.
   
Günümüz koşullarında bile para denince Yahudilik akla geliyor. Çünkü bulundukları her ülkede büyük sermayeyi onlar temsil ediyor. Devletler üzerinde de çok büyük etkileri mevcut.
   
Bunun ortaçağdaki Yahudilikle ilgisi çok büyüktür. Çünkü ticaret ve para, kapitalizmin doğuşunu getiren şeylerdir. Ortaçağda kilisenin bankerliği Hıristiyanlara yasaklaması ve bu işi Yahudilerin yapması, Yahudilerin zenginleşmesine neden olmuş, hatta krallıkları da bu paralarla beslemişler. Yani Yahudi paraya uzak duramamıştır.
   
Ha keza Mısır çıkışından sonra Filistin'e gelen Yahudiler bile oranın gerçeğine alışmışlardır. Çünkü Filistin bölgesi tam bir ticaret pazarıdır. Medeniyetlerin geçiş güzergâhı "dört yol ağzı"dır. Bu nedenle H. Kıvılcımlı "Yahudiler Filistin'de sadece ve sadece tefeci-bezirgân oldular" der.
   
Üretimden kopuk, para ile yatan-para ile kalkan bir asalaklar sınıfı oluşuyor. Paranın geldiği yer de elbette "dört yol ağzı"ndan gelip geçen "yolcular"dır. Zaten Filistin ayrıca uygarlığın gelişkin merkezlerindendir. Her uygarlığın izlerini burada bulmak da mümkün olmuştur. Akdeniz, Mısır, Mezopotamya uygarlığının derin izleri var Filistin'de.
   
Babası ölüm korkusu nedeniyle Yahudilikten Hıristiyanlığa geçen Karl Marx da Yahudiliğin para-ticaret ilişkisine vurgu yapmadan edememiştir. Marx, "Yahudilerin tanrısı paradır" der. Ayrıca Bilim ve Ütopya dergisi-Nisan 2004 sayısında Karl Marx'tan Yahudilik üzerine şöyle bir alıntı yapılmış, aktarıyorum:
   
"Hıristiyan tanımı gereği teori yapan Yahudi oldu. Yahudi ise dolayısıyla pratik Hıristiyandır ve pratik Hıristiyan tekrar Yahudi haline gelmiştir...
   
 "Toplum Judaizm'in ampirik esasına, yani ticaret ve onun şartlarını ortadan kaldırmayı başardığı gün, Yahudi imkânsız hale gelir. Yahudi'nin toplumsal kurtuluşu, toplumun Judaizm'den kurtuluşuna bağlıdır!"
   
Görüldüğü gibi Marx da Yahudiliğin esas olgusunu-temelini ticarette buluyor. Marx'ın 1800'lü yılları kastettiği düşünüldüğünde; Yahudilik ticaret burjuvazisidir. Zaten kapitalizm de budur. Şöyle de denebilir, Hıristiyanlar ticaret ve bankacılığı Yahudilere yasaklayıp, kendileri onlardan öğrenmişlerdir bu işleri. Sonra da kapitalizmin zenginliğine kavuşmuşlardır. Ha keza Yahudiler kovuldukları yerden vardıkları yere bu bilgilerle (ticaret, para kullanımı, vb.) gitmiş ve oralarda da önemli mevkiler-sermayeler elde etmişlerdir.
   
Başta da belirttiğim gibi kronolojik bir Yahudi tarihi, yazımın konusu değil. Belli başlı önemli durakları ve gelişmeleri esas aldım. Onun için kapitalizm gelişirken hangi ülkelerde Yahudiler vardı, hangi ülkelerde kapitalizmin gelişiminde etkin roller yüklendiler... gibi konulara girmenin fazla manası yok. Ama şurası açık ki Yahudiler birçok Avrupa ülkesinde zengindirler. Ve bu zenginlikleri nedeniyle "aforoz" edilirler. Batıdakiler kadar olmasa da Doğu Avrupa'da da Yahudiler orta sınıf ilişkileriyle donanmışlardır. Osmanlı denetimindeki topraklarda ise Yahudiler yine önemli sermaye sahibidirler. Ticaret, zanaat dallarında etkindirler. Ha keza Türkiye kapitalizminin gelişimi, Rumlar ve Ermeniler sayesinde oluyor. Fakat Rum ve Ermenilerin yanında Yahudiler ve Araplar da parayı ellerinde tutan kesimlerdir. (Burada Yahudiler derken semitik bir kavim-milliyet olarak bahsetmiyorum.).
   
Sürgünler sonucu değişik kıtalara göçen Yahudiler, gittikleri yerlerde, mesela İspanya'dan Osmanlı'ya gelenler, sonra Avustralya ve Amerika'ya gidenler, vd. kapitalizmin gelişiminde etkin roller oynamışlardı. Avrupa ise Yahudileri başından defederek onların sermaye alanından palazlanmıştır.
   
Yahudilerin sürgünlerine sebep olan ekonomik nedenler, Hz. Muhammed zamanında da mevcuttur. Örneğin zengin hurmalıkları olan Hayber'in kalelerine savaş açar Hz. Muhammed. Ve Hayber kaleleri Yahudilerden alınır.
   
Yahudilerin sermaye ile iç içe oluşları neredeyse her yerde mümkün olmuştur. Kapitalizm gelişince Yahudiler yine kendi işlerini yoluna koymuş ve topluca bulundukları yerlerde birbirlerini kollayarak, Tevrat kültürünü geliştirerek sermaye sınıfı olarak yükselmişlerdir. Yaşadıkları korku dolu yılların anısını sürekli bilinçaltında tuttuklarından dayanışma örgütleri-gizli örgütlülükleri hep olagelmiştir.
   
Her ülkede Yahudi dininden olanların az oluşu ve bu nedenle ekonomik-politik çıkarlara kurban edilmeleri nedeniyle bir devlet fikri ortaya çıkar.
   
Theodor Herlz adındaki Avusturyalı Yahudi gazeteci 19. yüzyılın sonlarında şu sonuca varıyor: "Musevilerin hakim olmadığı devlet içinde, kendileri daima iftiraya uğrayacaklar." Bunun pek yanlış olduğu söylenemez. Fakat bu görüş gelip de Tevrat'taki "vaad edilmiş topraklar"la bütünleşince siyonizm yeniden canlanıyordu. Yani Filistin'de (Tanrının Yahudilere verdiği topraklarda) bir Yahudi devleti kurulmalıydı. Ortadoğu, yakındoğu Yahudileri bunu hep istemişlerdi. Fakat "azınlık" olmanın buna yetmediğini de görmüşlerdi. Siyonist fikir, ilerleyen yıllarda İsrail devletinin kuruluşuna varacaktı. Yahudileri topraklarından kovan Hıristiyan Avrupalıların-emperyalistlerin İsrail devleti için nasıl çaba harcadığı ise "göz yaşartıcı"dır!




Şubat 21, 2013, 03:12:07 ös
Yanıtla #1

Sayın skullG,
çok güzel bir paylaşım...teşekkürler...
sevgiler...saygılar...
yenilmek te iyidir, mühim olan her seferinde yenilsende , daha iyi olarak yenildiğini bilmektir


Şubat 21, 2013, 11:56:06 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay

Oku , Oku zor bitirdim .
Güzel bir çalışma olmuş.
Adamlar boşuna dememiş çocuklarının eğitimine verdikleri önem ortada .
Ne mutlu Aklını kullananlara.
Sıkıysa şimdi yüklenin bakalım Yahudilere.
Bir Ülkeyi ve/veya İnsanı ele geçirmek istiyorsan o paşama KREDİ açacaksın , bu kadar BASİT ...

Saygılar sayın skullG ... :(
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3492 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:54:20 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
3908 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 15, 2009, 11:01:49 öö
Gönderen: karahan
15 Yanıt
16473 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 18, 2009, 07:05:30 ös
Gönderen: ADAM
9 Yanıt
26134 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 18, 2013, 09:58:36 ös
Gönderen: Makbenah
0 Yanıt
4328 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 18, 2010, 01:29:07 ös
Gönderen: oasis
0 Yanıt
13490 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 18, 2010, 04:46:22 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3977 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 07, 2010, 02:08:13 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3860 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 10, 2010, 02:38:06 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3651 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 11, 2010, 04:22:20 ös
Gönderen: ADAM
14 Yanıt
12608 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 01, 2018, 10:33:49 ös
Gönderen: ARARAT