Fransa’daki olaylar hep Prieuré de Sion’un çevresinde dönüyordu. Üstelik her birinin şu ya da bu şekilde Lorraine ve Guise aileleriyle bir ilgisi vardı. Bu ailelerin Fransa tahtını ele geçirmeye ilişkin tutkuları sona ermeyecek gibiydi.
Bu olanak son bir kez daha 18. yüzyılda doğdu.
Sözde kalmakla birlikte “Kutsal Roma İmparatoru” unvanını taşımayı sürdüren Lorraine Dükü François de Lorraine ile Avusturya-Macaristan Kraliçesi Marie-Theresa von Habsburg 1735 yılında evlendiler. Böylece “Habsburg-Lorraine Hanedanı” doğdu. Oğullarından hiçbiri Fransa kralı olamadı ama kızları Marie-Antoinette son Fransa Kralı 16. Louis ile evlendirildi. Bu evlilik, Lorraine ailesine amaçlarına ulaşabilme kapısını aralamıştı. Fakat Büyük Fransız Devrimi bu tasarımı alt üst etti.
Lorraine ailesinin açısından bu devrimin tam bu sıralarda oluşumu büyük bir talihsizliktir. Yoksa buna aksine, “şans” mı demeli?
Lorraine ve Guise aileleri bundan sonra yeniden bekleyişe, fırsat kollamaya geçtiler.
Her iki ailenin günümüzde bile Fransa Krallığı (!) üzerindeki savları sürmektedir.
* * * * * *
Biz şimdi tarihin biraz daha eski sayfalarına bir göz atalım.
“Haçlı Seferleri Tarihi” adlı ünlü yapıtı dünya çapında beğeni kazanmış olan Sir Steven Runciman, çalışmalarında bir diğer Fransız tarihçi René Grousset tarafından yapılmış araştırmalardan çok yararlanmış olduğunu açıkça belirtir.
Paris’teki Milli Kütüphane’de “Gizli Dosyalar”ın kapsamındaki belgelerden birini de René Grousset yazmıştır.
Bu yazıda René Grousset, Kudüs’ün ilk kralı 1. Baudouin’in, -egemenliğinin saygınlığını sağlamak için olsa gerek- şöyle bir savı krallığının geleneği haline getirdiğini belirtmektedir:
«Kudüs Krallığı, “Kutsal Sion Toprağı” üzerinde kurulu olduğundan, İngiltere’nin Anglonorman (Plantagenet), Fransa’nın Capetian, Almanya’nın Hohenstauffen ve Avusturya’nın Habsburg hanedanlarına eş değer sayılacaktır.»
Adları belirtilen hanedanlar, o sırada bu ülkelerin tahtına sahip olan ailelerdir.
“Gizli Dosyalar”da belirtildiğine göre; Prieuré de Sion adlı örgüt, daha 1090 yılında Godfroi de Bouillon tarafından kurulmuştur.
Bu nasıl oluyor?
11. yüzyılın ikinci yarısında Bouillon dükü olan Godfroi, Haçlı Seferi’ne çıkmadan önce Avrupa’daki varını yoğunu tümüyle elinden çıkarmıştı. Bunun açıklaması şöyle yapılmaktadır: «Godfroi, Kudüs’ü ele geçirse de geçirmese de, bir daha dönmemek üzere gitmekteydi.»
Haçlı ordusu Kudüs’ü ele geçirince, Godfroi de Bouillon, kendi ordugâhını, o tarihlerde üzerinde bir Bizans bazilikasının yıkıntılarından başka hiçbir şey olmayan Sion Tepesi’nde kurmuştu.
Tüm bunlar olabilir; ama neyi gösterir, neyi anlatır?... Bu tarihsel ayrıntıların arkasında başka bir şey mi var?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için, önce tarihin daha eski dönemlerine şöyle bir uzanmak, biraz daha çetrefilli konulara göz atmak gerekiyor.
Paris’teki Milli Kütüphane’de bulunan “Gizli Dosyalar”daki soy ağacı çizimlerinin altında yer yer dip notları biçiminde yazılmış bir takım açıklamalar vardır.
Bunlardan birinde, İsrailoğulları’nın Benjamin kabilesine değinilmiş, Tevrat’ta yazılı anlatımlarla bağlantılar kurulmuş ama gerek Yahudilerin kutsal kitabında, gerekse başka tarihsel kaynakçalarda geçmeyen şeyler eklenmiştir.
Tevrat’ın “Yeşu” başlığını taşıyan bölümünün 18. babında anlatıldığına göre; İsrailoğulları “Vadedilen Topraklar”a yerleştikten hemen sonra, bu ülkenin 12 kabile arasında paylaştırması yapılmış. Tevrat’ta her bir kabilenin sahip olduğu bölgeler uzun uzun betimleniyor. Kudüs’ün de içinde yer aldığı bölgenin Benjaminlere verildiği belirtiliyor.
Tevrat’ta, daha Kral Süleyman zamanında, İsrailoğullarından kimilerinin gene “putatapar” olmaya yöneldiği, yozlaşmanın giderek arttığı yazılıdır.
“Hakimler” başlığını taşıyan bölümün 20. ve 21. baplarında yazıldığına göre, Benjaminler “Baal inancı”na kapılmış. Bu yüzden, diğer kabilelerle bozuşmuşlar. Bu nedenle İsrailoğulları arasında yer yer kanlı çatışmalar çıkmış.
Benjaminlerin çoğu öldürülmüş. Sağ kalanları da ülkeyi terk etmiş.
Şimdi “Gizli Dosyalar”da tarihçi René Grousset’in anlattıklarına bakalım.
Kudüs’ten ayrılan Benjaminler önce Fenikelilere sığınmış. Benzer ilkeler üzerine kurulu inançları olduğundan, Fenikeliler onları hoş karşılamış. Daha sonra gruplar halinde Fenikelilerin gemileriyle denize açılmışlar. Kimileri Mora Yarımadası’na, kimileri de Anadolu’nun Ege kıyılarına çıkmış. Mora’ya çıkanlar Arkadyalılar, Anadolu’ya çıkanlar ise Lidyalılar ile kaynaşmış. Truva’ya yerleşenleri de olmuş. Çoğu ise kuzeye doğru göçmeyi sürdürmüş. Makedonya’yı geçip Balkanları aşarak Tuna boyunca batıya doğru ilerlemişler. Atinalılar Truva’yı düşürdükten sonra, burada kalmış olanlar da Trakya üzerinden Orta Avrupa’ya çıkmış olanlara katılmış. Bir süre Prusya’da kalmış, sonunda Galya’ya (bugünkü Fransa’nın kuzeydoğusuna) ulaşarak orada yerleşmişler.
Paris ve Troyes kentlerinin adlarının daha önce Truva’da kalmış olan Benjaminler tarafından oradaki olayların anısını yaşatmak üzere konduğu belirtiliyor.
“Gizli Dosyalar”daki soy ağacı çizimlerine göre; Frank Krallığı’nın temelini oluşturan Merovenjler, Benjaminlerin kalıtımını taşıyor.
İşi biraz daha didikleyecek olursak, aile soyu Keltlere dayanan İskoçlardan kimilerinin de (sonradan Britanya Adaları’nın kuzeyine göçüp Piktler ile birleşmeden önce) aynı kalıtımı taşıdıkları sonucuna varabiliriz.
Konumuzun “İskoç Riti” olmasına ve bunun Keltler ile bir etnik bağlantısının bulunmasına karşın, burada bizi asıl ilgilendirenler Kelt asıllı İskoçlar değil, Merovenjler.
Kim ne derse desin, ortaya ne dökerse döksün, Merovenj hanedanının Benjaminlerden gelme olduğunu kanıtlamak olanaksızdır.
Tarihin o dönemleri yani M.Ö. 6. yüzyıl ile M.Ö. 4. yüzyıl arası karmakarışıktır; bilinmezlerle doludur. “Gizli Dosyalar”daki soy ağacı çizimleri ve yapılan açıklamalar değil bir kanıt, bu konuda bir ipucu bile sayılamaz. Ancak bir “varsayım” olarak nitelendirilebilirler.
Fakat asıl önemli nokta, daha önce de hep değinmiş olduğum gibi bunun “gerçek” olup olmadığı değildir. Bu savın “gerçek” diye benimsenmiş, bu benimseyişin de yüzyıllar boyunca çeşitli politik olayları etkilemiş hatta bunlara yol açmış olmasıdır.
Aynı sıralarda Fenikelilerin Fransa’nın güney kıyılarında, Narbonne kenti yakınlarında bir koloni oluşturmuş bulundukları, başka tarihsel kaynakçalarda da belirtiliyor. Bu kolonidekilerden kimileri kuzeye doğru göçerek Languedoc bölgesine yerleşmiş. Bu göçerler arasında da Yahudilerin, özellikle gene Benjaminlerden bir bölümünün bulunması olasılığı var.
Tüm bunlardan şöyle bir yorum çıkarılabilir:
Godfroi de Bouillon’un asıl niyeti, “Kutsal Topraklar”ın Müslümanlar’dan alınarak Hıristiyanlığa mal edilmesi değildir. Bu görünüm altında Haçlıların desteğiyle kendi ana yurdu saydığı ülkeyi ele geçirmektir. Daha yola çıkmadan önce oluşturduğu kurumun adı, amacına eriştiği zaman Sion Tepesi’nde yerleşmeyi, orada bir küçük manastır (prieuré) kurmayı kafasına koymuş olduğunu göstermektedir.
Somut olarak böyle bir manastır kurulmamıştır. Fakat “Prieuré de Sion” bir örgüt ya da bir kurum niteliğini taşımak üzere önce Kudüs’te, sonra Fransa başta olmak üzere Avrupa’da varlığını sürdürmüştür.
Sayın Amerbach, daha önceki tartışmalarımız sırasında bunların hepsinin uydurmaca olduğunu söylemişti. Olabilir. Fakat uydurmaca da olsa buna inanan çok kimse olup, tarihin akışının buna göre değiştiğini, Masonluktaki İskoç ritinin de bu etkiyle oluşturulduğunu unutmayalım.