Bütün dinlerde Tanrı'nın gazabına yapılan vurgu,bireyin gelişme döneminde Tanrı korkusunun oluşmasına sebep olmuştur.
Bizler Tanrı'dan korkarız/korkmalıyız.
İyi de neden?...
Öncelikle soruyu ortaya atan zihnin kendisini incelemek lazım. Her soru evreni algılayan tartan ölçen biçen zihnin kendi içinde doğan bir kalıba sahiptir. İnsan her türlü soruyu sorabilir. Ama kimi zaman kendi içinde anlamsızda olabilir ama tabi anlamsızlık yine soruya muhatap olan için sözkonusu olabilir. Soruyu soran için aranan bir cevap vardır. Ve cevabı bir şekilde vermemiz icap eder. ''Yaratıcıdan neden korkarız'' sorusunun yanıtı çok basit sade ve duru bir dille Tanrı'yı ( yaratıcıyı) nasıl algıladığımızla ilgili bir husustur. Yaratıcının mahiyetini çözmeden ondan korkmak doğru bir tavır değildir. Bir şeyden korkmak için onu tanımak lazım. İnsan bilmediği şeyden nasıl korkar? Ama ne ilginçtirki insan psikolojisi bilmediği şeyi araştırmak, çözümlemek ve incelemek, keşfetmek dürtüsü yanında o bilinmeyen şeyden korkarak kaçmak dürtüsünede sahiptir. Basit zekalar bilmediği şeyden korkarak tepki verirler. Gelişmiş bir zeka ise bilmediği şeyi keşfetme arzusu ile dolar. Demekki yaklaşımlar zihne görede değişiyor.
Sorumuza tekrar geri dönecek olursak yaratıcıdan korkma meselesi yaratıcıyı göklerden bize bakarak bizi izleyen yaşlı bir amca gibi gören zihinlerce üretilmiştir. Yaratıcıyı insan formunda düşünmeye alışmış insan kitleleri günahlar karşısında cezalandırılacağını düşünerek yaratıcıdan değil aslında bu cezanın kendisinden korkarlar. Daha derin bir analiz içinde cezanın kendisindende korkulmaz korkulan şey bir tür şuur durumudur. Mesela elimizi ateşe verdiğimizde elimiz yanar ve sinirler vasıtasıyla beyne bir uyarı sinyali gider. Buna acı deriz. İnsanlar acı çekmek istemezler. İnsanın beyne giden sinir uçları sinyallerini engellerseniz, insanı yaksanızda o kişi acı duymaz. Çünkü bir şey hissetmez. Ama daha ileri bir analiz düzeyinde temelde insanları korkutan acı duygusu olsada insan daha derin düzeyde ölümden korkar!. Çünkü ölüm bilinmez bir karanlıktır. Ve insanlar karanlıktan korkarlar. Ama kimileri bu bilinmeyen hiçlik düzeyini keşfetme arzusu içinde ölüme doğru yürüyüp gitmekten korkmazlar, sadece heyecan duyarlar. Böyle bir psikolojide var. Bu açıdan yaratıcıdan korkmanın temel merkez noktası " Bilincin acı çekmesi" olarak kabul edilebilir. İnsanlar yaratıcıdan korkarlar çünkü yaratıcının din kitaplarında bahsettiği cennet ve cehennem tasvirleri içinde acı ve zevk kavramları insanları korkuya sevkeder. Eğer günah dolu bir yaşam sürmüşse kişi, cehennemin ebedi ateşinde ebedi bir acı onları bekliyor olacaktır. Eğer cehennemde ölüm olsaydı kimse korkmazdı. İnsanlar derdiki her türlü kötülüğü yaparım cehennemdede ateşte yanarım kaybolur giderim derlerdi. Ama Tanrı çok uyanık!... Kötüleri yok etmekle tehtit etmiyor!... Ya ne yapıyor peki?... Günahkarlara ebedi cehennem ateşleri içinde sürekli azap vereceğim diyor. Yani Tanrı insan psikolojisi çözmüş. Tanrı işini biliyor!...
Tanrı benden öyle kolay kurtulamazsınız diyor. Sizi yok etmem diyor. Ebedi azaba sevkederim diyor. Tanrıda biliyorki yok etmek temelli bir ölüm getirmek insanları yeterince korkutmayacaktır. Sizler birer ruha sahipsiniz diyor. O ruh bedenden ayrılınca cennet ve cehennemime misafir olacak ve orda zevk ve azapla mükafatlandırılacaksınız diyor.
Gelişmemiş insan ırkını ilkel bilinç seviyesi içinde iyi ve güzel şeylere doğru yönlendirebilmek için korku enerjisi kullanılmıştır. O seviyede bu gerekliydi.
Şeytan, melek, azrail …vb gibi tüm tasvirler temsili benzetmelerdir. Gerçekte tüm bu varlıklar insanı surette hayal edilirler. Oysaki bunlar hepside insana dair evrenin içindeki olup biten enerjisel halleri temsil eden kavramlardır. Cennet, cehennem, .. iyilik, kötülük…denen haller ve durumlarda insanın ruhi tekamül evreleri içindeki bir takım enerjisel eğilimlere karşılık gelirler. Evren içindeki bu devasa enerji dansına insan gözü ve bakışı bir anlam yükler. İyi ve kötü, güzel ve çirkin.. korku ve sevgi, mutluluk, mutsuzluk bize göre olan bir şeydir. Tüm bunlar bizim bakış açımızda anlam kazanırlar. Bir çöl bize göre çok kötü bir yerdir ama bir kum kertenkelesine göre çok güzel bir yerdir.
Bu anlamda bütün varlıkların iyi olması diye bir kavram bizim ürettiğimiz suni bir kavramdır. Bütün varlıkların iyi olması diye bir şeyin sözkonusu olması ne kadar manasızsa bütün varlıkların kötü olması fikride o kadar manasızdır.
Hayat bir takım varlıkların bir takım eğilimlerinden ibarettir. Bunlara iyi ve kötü yorumunu getiren bizim bakış açımızdır. Herkes kendi eğilimlerinin sonucundan yine kendisi mesuldur. Sonuçta gerçek bir manevi inanç sistemi bizi kendi dışımızda mevcut olan bir yaratıcı ve kader çizici varlık arayışından kendi içimizde yer alan bir yaratıcı gerçeğine doğru götürmelidir.
Bu gerçek bizi KARMA denen bir anlayışa götürür.
Karma düşüncesinin bir başka yönü de, eylemlerimizden doğan tepkilerinin er geç bize döneceğidir. “Eden Bulur” değimi bunu en yalın bir biçimde dile getirir. Nasıl ki havuza ya da bir göle atılan bir taşın yarattığı dalgalar, kıyıya çarpıp geri dönerse, bizim eylemlerimizde, önünde sonunda bize yansır. Eğer biz bu dönüşten önce ölürsek, onunla bir sonraki yaşamımızda karşılaşırız. GENEDOĞ “ Samsara “, nedeniyle Karma dan yani eylemlerimizin sonucundan asla kaçamayız.
Buda’ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan BEN ya da Ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığı nedensel sonuçlardır. Eylemlerimizin etkileri ve bu etkilerin oluşturduğu tepkiler yalnız bizim yaşamımızı biçimlemekle kalmıyor, bizden sonra geleceklerin yaşamlarını da biçimlemeyi sürdürüyor.
Karma varoluşun dinamiğidir. Koşullar n olursa olsun zaman ve uzay içinde etkinliğini sürdürür. Onun kurallarını öğrenip de uygulayabilen kimse bilimsel kurallar kullanmış olur. Çünkü bilimsel görüşle Karma yasası arasında hiçbir çelişki yoktur.
Karmanın üç anlamı vardır. Birinci anlamı eylem veya etkidir. Har eylem bir karşı eylem, her etki bir tepki doğuracağından, eylemin sonuçları ile birlikte bütünlük oluşturduğunu, neden sonuç bağımlılığını anlatır.
İkinci olarak, bu neden sonuç bağımlılığını yöneten yasa anlamındadır. Üçüncü olarak her eylemin yaratmış olabileceği tepkiler, sonuçlar anlamındadır. İyi karma yaratmak ya da kötü karma yaratmaktan söz edildiği zaman bu anlamda kullanılır. Böylece evvelce yapılmış bir eylemin, bu gün ya da ilerdeki zamanlarda verebileceği, iyi ya da kötü sonuçları konu edilmiş olur. Karmayı çok yalın bir biçimde özetlersek.
Ne ekersen onu biçersin, öyleyse
Düşünce eken davranış biçer,
Davranış eken alışkanlık biçer,
Alışkanlık eken huy biçer
Huy eken yazgı biçer.
İşte bu KARMA anlayışı tanrıların elini kolunu bağlamaktadır. İnsanların eylemlerinin sonuçlarından, onları bağışlamak, nedenleri sonuç bağlantılarından koparmak demek olacaktır ki böyle bir şeyi yapmaya tanrıların bile gücü yetmezdi.
Eylemlerimizin sonucundan bizi kurtaracak ne tanrı, ne de başka bir güç olmayacağına göre, eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenmekten başka bir çözüm kalmıyor.
Tanrı eğer yarattığı bir oyuna kendisi girip kendi iradesel özgürlüğü yaşamak için bir yaratım ve varoluş tasarımı yapmak isteseydi bunu KARMA yoluyla yapardı! Karmik yasa Tanrısal iradenin kendi içinde kendi iradesini eline alabilmesinin tek yoludur! Bu demek oluyorki tüm yaşamımızdan tamamen kendi zihin kalıplarımız sorumludur.
Hal böyle olunca,yeni bir yol belirlemek gerekmiyor mu demeden yapamıyor insan.Nedemek yeni bir yol?...
Yeni anlayışlara yeni kurallar,yeni ölçüler,yeni telkinler hatta zorunluysa yeni korkular.
Peki,kim yapacak?...
Bana bakmayın;siz yapacaksınız!...
Nasıl mı?...
Devrimle...
Dogmaları yıkarak ve onları dayatanların suratına tükürerek.
Saygılarımla.