Güzel bir tartisi... Asıl ben size tesekkur ederim. Belki de bilmeden oyle birgunde paylaştınız ki bu yazıyı Paris Komununu anmamak elde degildi. Bugun 28.05... "İmkansizin cocuklarının" yenilirsinin o 72 günlük umudun mumkun olduğunun ete kemiğe bürünmüş halinin sona erişinin 142. Yıldönümü...
Burada biraz tarihe donmeliyiz. Masonluk gercekte neydi neyi tercih etti ne oldu?
Düşünsel Masonluk, Batı toplumlarında Uyanış Çağı’ndan Aydınlanma Çağı’na geçilirken, bir kısım “Burjuva Aristokrat” aydının sınıfsal kimlikleri ile tarihsel misyonlarının kesişme noktasında ortaya çıkıp, şekillenmişti.
Burjuvazi “devrimci” dönemindeydi; kendi sınıfsal çıkar ve talepleri ile ortaklaştığı ölçüde desteğini aldığı emekçi sınıflarla birlikte yeryüzünde depremler yaratıyor; 1640 İngiliz, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız devrimleri ile dünyanın çehresini değiştiriyordu. Devrimlerin “demokratik” niteliği, toplumun ezilen sınıflarına da kazanımlar getiren bir tarihsel sürecin yaşandığına işaret ediyordu.
Eleştirel akıl – bilimsel düşünce ittifakı, yerleşik tüm yetkeleri alaşağı etti; skolâstiğin ipliği pazara çıkarıldı. Kul, birey kimliğini kazandı; yurttaş oldu.
16’ıncı yüzyılın ortalarından itibaren sınıfsal (nesnel) manada bir burjuva örgütlenmesi olarak ortaya çıkan Düşünsel Masonluk ise, dünyanın dört bir yanında gerçekleşen “Burjuva Demokratik Devrimleri”ne coşkuyla katıldı.
Masonluk, Aydınlanma’nın yaratıcı aktörlerindendi. Bilimin dinden aklın inançtan kurtulma sürecini ifade eden zamanlarda, Masonluğun değerleri ile devrimci burjuvazinin sahip çıktığı Aydınlanma değerlerinin dönemsel olarak örtüşmesi hiç şaşırtıcı değildi.
Ama…
Masonluğun sadece bundan ibaret olduğunu düşünmek de büyük bir yanılgı olur...
Masonluk; kadim çağlara uzanan bir geçmiş algısını, binlerce yıllık bir tarihsel referans alanını, temel ilkeleri, özgün bir öğretiyi ve yöntembilimi, en önemlisi tüm insanlar ve insanlık için “eşit – özgür – kardeşçe” bir gelecek tahayyülünü, tasarımını, düşünü temsil ediyordu.
Burjuvazinin ise ne böyle dertleri ne de bir geçmişi vardı; köksüz, kökensiz, kültürsüz, para kazanma hırsını saldırganlık derecesinde rekabete dönüştüren yeni bir sınıf olarak dünyanın egemenliğini ele geçirmekteydiler.
Tarihsel kesişmenin yarattığı zoraki işbirliği, ortak noktalarını kaybettikçe bir çıkış yolu arayacak; süreç, çözümlerini ve çözümsüzlüklerini oluşturarak günümüze kadar gelecekti.
Serbest rekabetçi, özgürlükçü burjuvazi, yerini, tekelci sermayeye, emperyalist sömürüye ve koyu bir muhafazakârlığa bıraktı.
Burjuvazi, kurduğu kapitalist sömürü düzeninin sınıfsal çelişkilerini yumuşatmak için, paradoksal olarak, yıktığı feodal düzenin dinsel argümanlarına sarılmakta bile beis görmedi, mistisizmin ve her türlü akıl dışı düşüncenin toplumlara yayılmasına izin verdi.
Masonluk, kendisini oluşturan bireylerin sınıfsal kimliği itibarıyla bir burjuva örgütlenmesi niteliği taşımaktaydı. Bu durum, onun tarihsel süreç içindeki “nesnel” (objektif) hâliydi.
Yalnız, işin bir de “öznel” (sübjektif) hâli vardı ki, Masonluk aslında orada hayat bulmaktaydı.
Öznelliği, Masonluğun özünü ve farklılığını oluşmakta; burada, derin bir tarih bilinci, binyıllardan süzülüp gelen ezoterik inisiyatik bir öğreti, ana hatları ile çizilmiş bir dünya görüşü, tüm ayrımları reddedip yok sayan, insan merkezli, özgeci, hetorodoks bir değerler sistemi, özgün bir yöntembilim ve insanlığın mutluluğuna dair bir yükümlülükler seti yer almaktaydı.
Burjuvazinin dönüşümünde Avrupa Masonluğu ise bu tarihsel kavşakta tercihini (karmaşık ve zikzaklar çizen bir sürecin sonunda) nesnel haline ve sınıfsal durumuna uygun olarak kullandı. Çocukluk hastalığı olarak nitelenebilecek bir takım fotoğrafları yırtmayı, yok saymayı, görmezden gelmeyi, kısaca uslanmayı, ehlileşmeyi seçti. Artık intizama gelinecek, yaramazlık yapılmasına izin verilmeyecekti.
Hem aforozlara, hem de paradoksal olarak 1751’de İngiltere’de başlayıp günümüze dek süren (Dinsel) Hıristiyani tasalluta karşı yükselen sesini de kıstı; müesses nizama bağlılığını ifade etti. En önemlisi, üyelerinin inisiyatik ezoterik öğretideki bireysel bilinç düzenleme faaliyetini, kapitalist / liberal bireyciliğin toplumdan yalıtık, edilgin, apolitik kimliklerine devşirmeye yöneldi.
Ben yeni bir yol ayrımında daha olunduğunu düşünüyorum. Evet bugun belki de masonluk çıkış noktasından cok uzakta... Ama özünde o çıkış noktasındaki degerlerini taşıyor.
Cunku bana göre ; Masonluğun tüm öğretisini, yöntembilimini ve sahip çıktığı insanlık değerlerini toplayıp altına bir çizgi çektiğinizde geriye kalan sadece aşk ve cesarettir.
Gerçek bir masonu yöneten, insana ve insanlığa karşı duyduğu büyük aşktır.
Cesaret ise, bize sunulan tüm hakikatlerin hayal, hayallerimizin ise biricik hakikat olduğunu anlamaktır.
Mason olmak, daha büyüğü olmayacak bir sevdayı kuşanmaktır; çoklukta azı, bireyde toplumu sevebilmenin öznesi olmaktır; insanlığa âşık olmaktır.
Biliyorum ki; Masonluk, insanın insanlığa sahip çıkmasıdır.
Başka hiç bir şey değil !
O zaman sosyalizmler niçin ortusmesin ki?