ERUH'TAN...
(HİÇ BİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR)
Eruh görevimize başlarken, GKK sayısının yok denecek kadar az bir miktara düştüğünü bir önceki yazımda belirtmiştim. Çizmeli köyünde yaklaşık 30, Tünekpınar köyünde bir o kadar, geri kalanı Eruh merkezde olmak üzere evini bağını terkedip gelenlerden oluşan 180 kadar GKK kalmıştı. Bir müddet sonra Bağgöze taburunun Tünekpınar'da konuşlu J.Komd. Bölüğünün çekilmesiyle, idame şartları ortadan kalkan bu köydeki koruculardan da silahlarını teslim almak zorunda kalmıştık.
Zaman içinde sağlam bir ilişki geliştirilerek Dikboğaz köyünün tekrar koruculuk sistemine kazandırılması sağlanmış ve 300 kadar GKK miktarına ulaşılmıştı. İlk silah bırakan köy olarak D------/N-- köyüne ve köyün muhtarına çok kızıyordum. Köy adeta terör örgütünün kampı haline gelmişti. Alınan haberlerin hemen tamamında; köyün tüm fertleri ile örgüte her türlü hizmeti verdiğini, özellikle kızların örgüt mensuplarına "her türlü hizmeti" sunmak için büyük bir istek ve coşkuyla koşuşturduklarını haber aldığımda sinirimden deliye dönüyordum. Oysa D------ /N-- köyü yakın geçmişte örgüte en sert tutum sergileyen, şehitler vermiş, savaşçı ruhlu bir köydü.
Eruh eyleminin 10 ncu yıldönümünü görkemli bir eylemlilikle geçirmek isteyen terör örgütünün; (sonradan ele geçen örgütbaşının talimatlarının gereğini yapmak üzere ) askeri açıdan en güçlü olduğu bu dönemde (1992-1995) Yassıdağ bölgesinde kalabalık bir kuvvet yığınaklandırdığına dair güçlü istihbarat toplamıştık. Buna ilave olarak, örgütten kaçan bir terörist katıra yüklediği bir doçka, iki Bixi tüfeği, bir roketatar (RPG-7B), ve üzerinde kendi silah ve teçhizatı ile teslim olmuş, sorgusunda istihbaratımızdan daha vahim sonuçları olacağını belirttiği planlanan eylemlerle ilgili tafsilatlı bilgiler vermişti.
Tam bu sırada Eruh'u ziyaret eden Jandarma Genel Komutanına bu durumu arz etmiş ve teröristlerin eylemlere başlamasına fırsat vermeden adeta bozucu taarruz mahiyetinde planlarının boşa çıkarılmasını teklif etmiştim. Durumun vahametine istinaden Jandarma Genel Komutanı hemen Jandarma Asayiş Komutanına teklifini ve hareket tarzını sormuş, kısa sürede operasyon yapılarak terör örgütünün planının boşa çıkarılması kararına varılmış, ihtiyaç duyulan kuvvet tahsisi yapılmıştı.
Ağustos ayının ilk günlerinde ciddi ve ayrıntılı bir planlama ile harekat planı oluşturulmuş, ateş destek vasıtalarının ateş planlaması yapılmış ve bunların intikali ile mevzilenmeleri sağlanmıştı. Plana göre Eruh bölgesi birlikleri (tamamı J. Komando bölükleri) kritik bölgelere geceden sızacak, dışarıdan gelecek P. Komando birliklerinin uçarbirlik harekatını kolaylaştırmak ve korumak üzere havabaşı tesis edecek, bilahare yine bu birliklerle koordineli olarak arazi arama ve taraması yapılacak, ayrıca Yassıdağ'dan sonra operasyon devam ettirilerek, bu dağ güneyindeki köylerden örgüt milisleri temizlenecekti. Bunun için kendi birliklerimizden rütbeli personel ve yine Eruh'un bu alanı iyi bilen GKK'ları kılavuz olarak tefrik edilip, takviye gelecek birlik komutanlarına tanıtılmış, operasyon bölgesi hakkında detaylı bilgi sahibi olmaları sağlanmıştı.
Büyük çaplı operasyonlara ve alan hakimiyetine daha geçilmemişti ama işte bunun minik bir tatbikatına başlıyorduk. Yaklaşık 8 tabur kadar bir kuvvet kullanılacaktı. Kendimi ve J. Komd. Bölüğümü (Teröristler arasındaki namıyla "Adamı bir vuruşta çivi gibi toprağa çakan-gömen" H.Y 'nin bu mitolojik şöhretinden de istifade edecektim) en çok kızdığım D------/N-- köyüne planlattım. Bu köydeki yapılanmayı tamamen çözecek, diğer köylere örnek olacak bir uygulama yapacak ve devlet otoritesini tesis edecektik.
Uzun zamandan beri bu fırsatı bekliyordum. O günleri anlayabilmek için durumu tasvir etmek gerekirse; karakollarıma en az bir veya iki defa temasa girmeden varmak mümkün olmuyordu. Mayınlama faaliyetleri yine vardı ama, örgüt mensuplarının "Mayıncı" olarak adlandırdığı El Yapımı Patlayıcı ( EYP) yapmasını bilen eleman sınırlı sayıda idi. Bu nedenle daha çok fabrikasyon mayınlar kullanılırdı. Bunların en meşhurları İtalyan yapımı anti-personel VS-50, anti tank VS-15 ve RUS yapımı anti tank mayınları idi. Ve bu mayınlardan yolumuz üzerine mutlaka bir kaç tane döşenmiş olurdu. Bazen bir karakoluma varmak için akşama kadar temas sürer, işlerimizi o akşam halleder, sabah dönüş için hangi yol ve yöntemleri kullanacağımızı düşünürdük. Askeri açıdan en güçlü dönemini yaşadığı örgüt, bu dönemde imhayla bitmeyecekler gibi görünüyordu, o halde asıl maksat zayiat vermemek olsun derdik.
Ve beklenen gün gelmişti. Geceden sızılmış, havabaşları tesis edilmiş, karadan ve uçarbirlik harekatı ile havadan intikal eden takviye birlikleri ile birleşilip yeniden tertiplenilmiş, kılavuzlar takviye birliklerine katılmış ve maç başlamıştı. (Çatışmaları artık eğlence formatında karşılıyor, sanki bunu iki takımın mücadelesiymiş gibi basitleştirerek"MAÇ" olarak tanımlıyor, böylece personele güven hissi veriyorduk. Hiç telaş etmeden sakin sakin yaşanan çatışma anlarını da bazen maç dinlermiş gibi anlatırdık. Zaman zaman frekanslarına girer, onları kızdırır-bunu en iyi kürtçe yaptığımızda- zevk alırdık, buna katlanamıyorlardı.) Bu kadar çok kuvvet yığacağımızı beklemeyen terör örgütü alanı terk etmekle direnmek arasında bocalıyorlardı. Küpeli-Gabar Dağındaki Ana karargahları bunlara inanmıyor, tehdidi abarttıklarını düşünüp korkaklıkla ve idamla cezalandırmakla tehdit ediyorlardı. Ciraf'ta toplanan terör örgütü gücünün Eruh'a ait devlet gücünün üstesinden gelebileceğini düşünüyorlardı , takviye edilebileceğini düşünememişlerdi, çünkü her taraf yangın yeri, kimse kimseyi takviye edecek halde değildi. Yaklaşık üç gün süren şiddetli çatışmalardan sonra kayıplarıyla birlikte gece imkanlarından istifade ile Küpeli-Gabar dağına çekildiler. Örgütün kaçıramadığı ve arazide bıraktığı 3 terörist ele geçirmiştik, o da benim J. Komd. Bölüğüme ve o bölükle hareket eden GKK'larıma nasip olmuştu. Keyfimiz yerine gelmişti, takviye birliklerden 15-20 kadar yaralı vardı ama hayati tehlike arz etmiyordu hiç birisi.
Bu moralle operasyonu sürdürdük, sıra artık köylerin temizlenmesine gelmişti. Planladığımız köye girdiğimde, bu köyle ilgili ne kadar insafsızca düşündüğümü gördüm ve utandım. Köye girmemizle birlikte çocuklar, kadınlar genç kızlar, ihtiyarlar; gözyaşları içinde kimisi hemen namaza durmuş, askeri gönderen Allah'ına şükür ediyor, kimi toprağa kapanmış secde edercesine toprağı öpüyor, kadınlar kızlar sevinç gözyaşları içinde önlerine ilk çıkan askerlerin ayaklarına kapanıp bacaklarına sarılıyorlar, en acısı da ürkek bir sevinçle küçük çocuklar askerlerin boynuna atlayıp öpüyorlardı. Çok feci bir manzaraydı. Bizim örgütün adeta kampı olmuşlar diye düşündüğümüz köy aslında düşman işgali altında kalmışlarda istiklaline kavuşmuşlardı sanki. Sanki değil gerçek bu idi. Gözyaşları sel olmuştu. Ne olacağını bilemedikleri tepkimizden korkan gençler (zaten çoğu örgüte katılmamak için çalışmaya diye batı illerine gitmiş, az sayıda idiler) Gabar tarafına ve Bağgöze köylerine sığınmışlardı, onları da çağırttık. O günü ve geceyi huzur içinde geçirmişlerdi. Zorla, ırzlarına geçilerek hizmet ettikleri teröristlerden kendilerini kurtaran Mehmetçiğe ikramda bulunmak için koşuşturuyorlardı, ama kesin talimat vermiştim, nazikçe tüm ikramları reddedip, zaten kıt olan ve örgüt mensuplarından kalan azıcık erzaklarını israf etmemelerini istemiş, askerin her imkanının var olduğunu göstermek için fazla kumanya ve çikolatalardan çocuklara ikramda bulunmuştuk. Askerlerin sadece çeşmeden içme sularını ikmal etmelerine izin vermiştim. Ertesi gün köyden ayrılmaya davrandığımızda köydeki sevinç yerini şaşkınlık ve korkuya bırakmıştı. Ne oluyordu? Asker buraya onları kurtarmaya gelmemiş miydi işte? Şimdi onları öylece bırakıp nereye gidiyordu ki? Koşup geldiler, önümüze yatıp "bizi terketmeyin!" diye yakarmaya, ağlamaya başladılar. Böyle bir manzarayı daha önce yalnızca bir kere 1988 yılı Ağustos ayı sonlarında Saddam'ın önünden kaçan Peşmerge ve ailelerini sınır hattında durdurduğumuzda yaşamıştım. Ne yapabilirdim ki? Operasyon dönüşünü ağırdan alıp, "daha güvenli bölgeye gitmek isteyen varsa yanına alabilecekleri eşyaları traktör ve askeri araçlara yüklesinler onları bekliyelim ama akşama burayı terkedeğiz" dedim. Bu aşamada yapabileceğim başkaca bir şey yoktu. İmkanı olanlardan bazıları hemen apar topar ne varsa yükleyip yola koyuldular. Sığınacak yeri olmayan bazıları ise çaresizlik içinde gözyaşları ile köyü terkedişimizi izliyordu. Onlara güvenli ortamı ancak 8 ay sonra alan hakimiyeti tesis ettikten sonra sağlayabilecektik.
Hiç bir şey göründüğü ve duyumlandığı gibi değildi. Devlet aygıtı ağır işliyordu işte ve hiç bir kurala tabi olmayan terör örgütü bu ataletten istifadeyle bu köyün iliklerine kadar her değerini sömürmüş, kirletmiş; yetmemiş esaret altına aldığı köyü kara propaganda ile örgütün gönüllü milisleri diye bizlere düşman göstermeyi başarmıştı.
Bugünkü manzaya bakın ve emin olun ki; özyönetim açıklamarı eşliğinde parselledikleri ilçe merkezlerindeki vatandaşlarımızın halleri dün o köydeki insanların hallerinden farklı değildir. Bu durum devlet tarafından mutlaka gözetilecektir. Ki bu nedenle şehirlerin temizlenmesi zaman alacaktır. Sabırla neticeye varılacaktır. Biz acul taleplerle ve eleştirilerle oradaki görevlilere hata yaptırmayalım yeter ki..
Bakınız Bu yazı hala faal ve orada en zor şartlarda bulunmuş bir kurmay albaya ait.Görünki orduda ne subaylar var bu hainlerin karşısında.
karahan