Pis tuvaletler, kalabalık sınıflar, bakımsızlık: Hepsi kasıtlı mı yapılıyor
Prof. Dr. Hasan Şimşek yazdı...
25 Eylül 2024 20:20
Pis tuvaletler, kalabalık sınıflar, bakımsızlık: Hepsi kasıtlı mı yapılıyor
Devlet okullarının acınası halleri son günlerde muhalif basının gündeminde. Olayı ilk olarak Yılmaz Özdil dile getirdi, takiben diğer muhalif medya konuyla ilgili ek haberler yapmaya başladı.
Devlet okulunun düşürüldüğü bu hal şaşılacak bir durum değil aslında. 2018 yılında “Türkiye’de Devlet Okulu Neden Hedefte?” başlıklı bir kitap yazdım. İkinci baskısı 2022 yılında Yeni İnsan Yayınevi tarafından basıldı. En son, iki hafta önce yayınevi beni Maltepe Kitap Şenliği kapsamında bir konuşma için İstanbul Maltepe’ye davet etti. Yaklaşık 50 kişilik bir izleyici gurubuyla kitabın içeriğini paylaştım.
Açık ve örtük mekanizmalarla Türkiye’de devlet okulu işlevsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bu bilinçli bir politikadır. Bir taşla birkaç kuş vurulmaya çalışılmaktadır.
https://img.odatv.com/rcman/Cw1280h720q95gc/storage/files/images/2024/09/25/pis-tuvaletler-kalabalik-siniflar-bakimsizlik-hepsi-kasitli-mi-yapiliyor-jrnh.jpgAşağıda yazdıklarımı lütfen sabırla okuyun ve yapılanların bizimkilerin fikri olmadığını, özellikle ABD’den ithal eğitim politikaları olduğunu size anlatayım.
YENİ-LİBERALİZMİN DEVLET OKULU İŞTAHI
Yeni Liberal ekonomi politiğin dünyamızı bir ahtapot gibi sardığı 1990’ların başlarından beri bütün dünyada devlet okulu serbest piyasacıların ağzını sulandırmaktadır. Bir Amerikalı işveren derneği temsilcisi yaptığı bir konuşmada genel olarak eğitimi “yağlı bir Meksika dürümüne” benzetiyor ve adeta “bu yağlı dürüm ısırılmak için bizi bekliyor” diyor.
Devlet okuluna karşı ilk sistematik saldırının anavatanı ABD’dir. Neo-Liberal ekonominin babası Milton Friedman (dedesi de Frederick Von Hayek’tir) yeni liberal ekonomi politikalarının kapsamına eğitimi ve devlet okulunu ilk elden dahil etmiştir. Mantık şu şekilde işlemektedir: Devlet okulu ve genelde kamusal eğitim verimsizdir, bu alan dipsiz bir kuyuya benzer. Buraya ne kadar koyarsanız koyun ayrılan kaynaklar çarçur edilir, çünkü toplumlarda eğitim sorgulanan bir alan olmadığı için çocuklar düşük kaliteli eğitim veren devlet okullarına mahkumdurlar.
“DEVLET OKULU KAPİTALİZME AÇILMALI”
Çözüm basittir: Devlet okulu liberal piyasa kapitalizmine açılmalıdır.
İdeal olanı kamu eğitim sisteminin özel sektöre devredilmesidir, ancak pratikte bu mümkün olmadığı için olası durumlarda devlet okullarının bazıları özel işletmelere devredilmeli ve aynı zamanda eğitimde özel sektörün payı artırılmalıdır. Bu fikri uygulamaya yönelik olarak Friedman “eğitim kuponu” (voucher) adı altında bir uygulama önerdi. Devletin okullara harcadığı parayı doğrudan okula vermeyin, velilere verin; veliler istedikleri devlet okuluna bu parayı götürüp versinler. Bu yolla devlet okulları arasında rekabet başlar, eğitimin kalitesi artar. Mantık buydu.
Buraya kadar toplarsak elimizde devlet okulunu yeme konusunda üç fikir olduğunu görürüz: 1) Eğitime ayrılan kaynakları velilere “eğitim kuponu” (voucher) olarak ver, veliler beğendiği devlet okullarına bu parayı versin, çocuğunu o devlet okuluna göndersin; devlet okulları arasında rekabet olsun, 2) mümkün olan yerlerde devlet okullarını bina ve teçhizatıyla birlikte özel sektöre kirala (Charter School), karşılığında devlet okulunu kiralayan firma ya da şirketlere öğrenci başına devlet desteği öde; 3) kamusal eğitimi özel sektöre aç, özel sektörün eğitimdeki payını artır. Dolayısıyla, eğitimin devlet üzerindeki yükünü azalt, yükü halka yık, eğitimde rekabetçi piyasa düzenini hakim kıl.
TÜRKİYE’DE İLK DENEMELER
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik zamanında “eğitim kuponu” uygulaması denendi. Çocuğunu devlet okuluna gönderen velilere maddi kaynak ayrılmaya çalışıldı. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ilgili yasa Anayasa Mahkemesine götürüldü ve yasa iptal edildi. Tabi orada Fetullahçı okullara örtülü olarak devletten kaynak aktarma niyeti de vardı.
DEVLET OKULU NEDEN Mİ BU HALE DÜŞÜRÜLDÜ?
Yanıtı yukarıdaki 2 ve 3 numarada. 2 numarayı anlatmak biraz daha uzun sürecek, hemen hızla 3’e değineyim. Eski Milli Savunma Bakanı ve sonra Milli Eğitim Bakanı olan İsmet Çelik halkın gözünün içine baka baka dedi ki (mealen) “Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunda eğitimde özel sektörün payı %3.5’i geçmemiştir. Bizim hedefimiz bu oranı %15’e çıkarmaktır. Hükümetin bizzat Millî Eğitim Bakanlığı eliyle yürüttüğü sistematik politikalarla Türk eğitim sisteminde özel sektörün payı daha şimdiden %12’lere çıkmıştır. Konulan hedefin gerçekleşmesine az kaldı.
Altını çizerek söyleyeyim: Halkı devlet okulundan soğutmadan özel sektörü büyütmeniz mümkün değildir.
Bu politika iki yolla hayata geçiriliyor: Devlet okulu yeteri kadar mali destek görmediği için bilinçli olarak gözden düşürülüyor. Öte yandan, İmam-Hatip dayatması yüzünden bir kısım halkın çocuklarını devlet okuluna göndermesi engelleniyor.
DEVLET OKULUNU ÖZEL SEKTÖRE KİRALANMASININ YASASI BİLE ÇIKARILDI
Gelelim yukarıda 2 numara olarak belirttiğim “devlet okulunun özel sektöre kiralanması” fikrine.
ABD’de liberal piyasa ekonomisi doğrultusunda eğitimi ve devlet okullarını piyasalaştırmak için özel olarak kurulmuş dernekler ve vakıflar vardır. Bu dernekler sistematik biçimde bazı etkili medya organlarını kullanarak sürekli olarak devlet okulu aleyhinde kampanyalar yürütmektedir. Devlet okullarından istenmeyen ve nahoş görüntüler medyaya servis edilmekte, devlet okullarında ergen ve gençlerin karıştıkları madde bağımlılığı haberleri ve videoları yayınlanmakta, ünlü eğitimcilerle devlet okulunun ne kadar verimsiz ve kötü olduğu konusunda görüşmeler yayınlanmaktadır. Amaç devlet okulunun özel sektöre kiralanması fikrine dayanan “charter okulları ve özel sektörü” eğitimde tek seçenek olarak göstermektir.
Bizimkiler medyayı kullanmak yerine bu işi doğrudan bakanlık eliyle yapıyorlar.
Amaç “devlet okulu kötüdür” fikrini halkın zihnine yerleştirmek.
Türkiye’de devlet okulu nasıl özel sektöre kiralanır? Olur mu öyle şey demeyin. Hiç birimizin ruhu duymadı ama bunun yasal zeminini de hazırladılar.
Alın size Türkiye’de “Charter okul” kurma girişimi! Yani, devlet okulunun özel sektöre kiralanmasının yasal alt yapısı çok önce yapıldı.
2014 yılında çıkarılan 6528 no’lu torba yasanın 8. Maddesi altında geçici 16. Maddeyle (7. Bent) yapılan değişiklik şöyle (Resmi Gazete, 2014):
Mülkiyeti Hazineye ait ve Millî Eğitim Bakanlığına tahsisli taşınmazlar üzerindeki okul binalarının tamamı veya bir kısmı ile bu binaların eklenti ve bütünleyici parçaları, eğitim ve öğretim faaliyetlerinde kullanılmak üzere, ilk yıl için 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 29 uncu ve 31 inci maddelerine istinaden yayımlanan Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük hükümlerine göre hesaplanan emlak vergisine esas asgari metrekare birim değerinin yüzde biri tutarındaki bedel üzerinden 2886 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine göre, pazarlık usulüyle, on yıla kadar yukarıda belirtilen şartlarda Millî Eğitim Bakanlığınca kiraya verilebilir.
Acaba devlet okulunun neden batırılmaya çalışıldığını anlatabildim mi?
ÖĞRETMEN EMEĞİ UCUZLATILDI
İlgili bir konuya daha değinerek yazıyı bitireyim. Türkiye’de öğretmenlik mesleği Cumhuriyet tarihi boyunca düşmediği bir duruma düşürülmüştür. Öğretmenlik mesleğinin onuru yerlerde sürünmektedir. Çünkü öğretmen emeği özel sektörü desteklemek için ucuzlatılmış, meslek adeta paspasa döndürülmüştür.
Öğretmenlik mesleğinin değeri nasıl düşürüldü, biliyor musunuz? Son derece cince bir yöntemle!
Anlatayım.
Bir zamanlar Mehmet Şişman adında bir YÖK Yürütme Kurulu üyesi vardı. Bu kurul üyesi bir gün çıktı, dedi ki (mealen): “Biz pedagojik formasyonu bir yaşam boyu öğrenme türü olarak görüyoruz. Bu nedenle şu ana kadar YÖK tarafından üniversitelere verilen pedagojik formasyon kontenjan belirleme hakkını üniversite rektörlüklerine devrediyoruz. Bu kontenjanları artık üniversite rektörlükleri kendileri belirleyecek.”
Pedagojik formasyon üniversitelerde bir miktar ballı bir iştir. Kendileri doğrudan görev almadıkları halde dekanlar ve rektörler pedagojik formasyondan gelen kaynaklardan pay alıyorlar. Üniversiteler bu işe üşüştüler. Bazı üniversitelerde Eğitim Fakülteleri’nin gönderdiği kontenjan taleplerinin üzeri rektörlüklerde çizilerek kontenjanlar önerilerinin iki, üç katına çıkarıldı. Bazı anlı şanlı üniversitelerin altındaki eğitim Fakülteleri’nde lisans programlarının tümündeki öğrenci sayısının bile üstünde pedagojik formasyon kontenjanları belirlendi. Bu doldur boşalt sistemiyle bir anda 300-400 bin öğretmen sisteme sokuldu.
Ekonominin en basit kuralıdır: Bir malın miktarı artarsa fiyatı düşer! İşte o günden sonra özel sektör öğretmen adaylarına asgari ücret bile vermemeye başladı. Atama bekleyen yüzbinlerce öğretmen gerçeği ise mesleğe onulmaz yaralar açtı.
Öğretmenlik mesleğinin bu hale düşmesinde Fen-Edebiyat Fakülteleri’nin de olumsuz anlamda ciddi rolü vardır.
O konuyu da başka bir yazıya bırakayım.
Prof. Dr. Hasan Şimşek
Odatv.com
Gerçekten amaç bu mu? Fakir ailenin çocukları marabamı olacak ... Bu nasıl bir zihniyet . Ne yazık ki her türlü pis düşünce AMERİKADAN çıkıyor DÜNYAYA ...
Saygılar