Spekülatif Masonluğun Kuruluşu
imdi burada anlatacaklarım, masonlara tipik bir “komplo teorisi” gibi gelebilir.
Sir Isaac Newton her zamanki gibi perde arkasında kalırken, ne olur ne olmaz diye Sir Christopher Wren de bir yana çekilmiş olarak, yeni örgütü kurmak üzere hazırlanmış olanlara üç loca kurduruldu. Bunlara sanki birer inşaatçı mason locası süsü verildi. Ancak hiçbirinin daha önce Londra’nın neresinde hangi inşaat işini yapmış ya da yapmakta olduğu belli değildir.
Buradaki önemli nokta şu: Bu üç locanın kuruluş amacı kendi başlarına geleneksel inşaatçılık işleri yürütmek değil, Londra Büyük Locası’nın kuruluşunu sağlamaktı.
Peki buna ne gerek vardı? Sadece St. Paul Locası yetmez miydi?
Yetmezdi… Sanki Londra’daki (daha doğrusu Londra ve bitişiği Westminster’deki) dört loca bir araya geliyor ve birliktelik içinde güçlü bir Masonluk örgütü oluşturuyorlar gibi gösterilmesi gerekiyordu.
Masonluk olmasına Masonluk ama öncesiyle hiç ilgisi olmaya bambaşka bir Masonluk.
1715-1716 yıllarında oluşturulan bu üç locanın üyeleri arasında, daha önce inşaatçılık mesleğini yürüten bir locada “kabul edilmiş mason” niteliğini bile almamış olanlar vardı. Bu kişiler, salt spekülatif çalışmalar yapmak üzere kurulmuş olan bu localara, inşaatçılık mesleğinde hiç görülmemiş, hiç uygulanmamış bir ritüelik tören ile alınmıştı. Birçoğu alelacele ikinci dereceye geçirilip, böylece inşaatçı locaların gelenekleri uyarınca “kalfa” niteliğini edinmişti ki, loca yönetiminde pay alabilsin hatta “üstat” olabilsinler.
İşte 1717 yılında St. Paul Locası ile birlikte bu üç salt spekülatif nitelikli loca bir araya getirilip yeni bir örgüt kuruldu. Buna Londra Büyük Locası adı verildi.
Masonluğun resmi tarihine baktığınızda bu dört locanın her birinin Londra’daki bir taverna ya da birahanenin adıyla anıldığını görürsünüz. Nitekim St. Paul Locası’nın da adı bu nedenle “Goose and Gridiron” olmuştu.
Buna göre; “operatiflikten spekülatifliğe geçiş” diye bir şey söz konusu değildi. Sonradan “Operatif Masonluk” denilecek olan geleneksel inşaatçı mesleği ve zanaatının örgütlenme tarzının yeni kurulan örgüt için bir kılıf olarak kullanılmasıydı söz konusu olan. Nitekim Çağdaş Masonluğun ritüellerinde Operatif Masonluğa ilişkin birtakım öğelerin simge olarak kullanılması da bundan kaynaklanmıştır.
Ancak bu kurulan yeni örgüt kısa bir süre sonra Operatif Masonluğun tümüne sahip çıkmaya da girişti. Bir diğer deyişle geleneksel inşaatçılık mesleği ve zanaatına el kondu. Bu mesleğin İngiltere’deki geçmişi de yeni kurumun tarihçesi sayıldı. Başlangıçta inşaatçılık mesleği ve zanaatının Avrupa’daki tarihçesi göz ardı edilmişti; sonradan o da ister istemez tarihçeye katıldı. (Bunun böyle olması istenmezdi; keşke geçmişte şu Operatif Masonluk Avrupa’da hiç olmasaydı da yenilenen Masonluğun İngiliz icadı olduğu açıkça ortaya konulabilseydi. Avrupa’daki tarihçenin nasıl göz ardı edilmesine çalışıldığını daha sonra bir başka başlık altında göz önüne sereceğim.)
Peki, bu işler böyle olmasaydı da bu kuruluş Royal Society üzerine oturtulabilseydi ortaya nasıl bir sonuç çıkardı?
Bu sorunun yanıtı elbette ancak bir yorum olabilir:
Herhalde ritüellerin özü değişmezdi. Fakat inşaatçılık mesleği ve zanaatından alınan simgelerin yerine başka şeyler geçerdi. Örneğin Çağdaş Masonlukta taş, tuğla, çimento gibi simgeler vardır; öyle ya inşaatçılık mesleğinde bunlar kullanılarak bina yapılıyor; bunların yerini belki de deney tüpleri, ısıtıcılar, kazanlar gibi şeyler alırdı. Kurumun üyelerine de “mason” değil, belki “bilgin” ya da buna benzer başka bir şey denirdi.
Bu fantezileri bir yana bırakalım da ciddi bir şekilde sonra olanlara bakalım.