ON BEŞ MADDE (2)
Üçüncü madde.
Şu üçüncü maddenin öngörüp yansıttığı,
Üstat almaz yanına hiç bir yeni çırağı,
Veremeyecek olursa sağlam bir güvence,
Onunla yedi yıl kalmak için, dediğimce, [46]
Kazançlı zanaatını öğrenmek üzere;
Yeterli değil bundan daha kısa bir süre
Ne Efendi'nin kazancına, ne de kendinin [47]
Bildiğinizce sonucu geçerli nedenin.
[46] Bir locaya alınacak yeni çırakları doğrudan o locanın üstadı seçerdi. Çırakları ya kendisi eğitir ya da deneyimli kalfaların gözetimine verirdi. Yapıcılık zanaatı birçok değişik türde uygulamayı kapsadığından, bu eğitim yıllarca sürerdi. Bir çırağın kalfa olabilmesi için, en az yedi yıl kesintisiz olarak çalışması gerekirdi. Bu süre, aslında hiç de "çok uzun'' değildir. Çünkü bir mason, yirmili yaşlarının başlarında ''kalfa" olabilirdi. Kalfalık sırasında da öğreneceği çok şey vardı ama geleneksel yapıcılıkta kalfalıktan sonra gelen bir derece yoktu; kendi locasını kuramayan ya da usta olarak locasının başına geçme fırsatını yakalayamayan bir mason, yaşamı boyunca bir ''kıdemli kalfa" olarak kalırdı.
[47] "Efendi" (Lord) sözcüğü böyle büyük harfle başlayarak yazıldığında; nitelenen kişiye mutlaka saygı gösterilmesi gerektiğini vurgular. Buradaki Efendi, açıkça ve doğrudan işi yaptıran patrondur. Yapıcılar, işlerini yürütürlerken, yalnızca kendi kazançlarını değil, işverenin yararını da gözetme durumundaydılar. Bunun ardından gelen en önemli gereklilik, işin aksatılmadan yürütülmesi ve başlanırken öngörülmüş olan süresi içinde bitirilmesiydi. Bu bakımdan yapıcı çıraklarına çok önemli sorumluluklar düşerdi. Bir çırağın işi bırakıp gitmesi, oldukça önemli bir aksamaya neden olabilirdi.
Dördüncü madde.
Bir zorunluk bellidir dördüncü maddede,
Üstat titiz davranmalı onun seçiminde,
Öyle ki hiç bir köylüyü çırak yapmamalı, [48]
Ne de onu aşırı tutkusuyla almalı; [49]
Bağlandığı efendinin durumuna göre,
Çırağı götürebilir her gittiği yere. [50]
[48] Köylü (bondman), ''serf''in karşılığıdır. Locaya alınacak çırakların kesinlikle ''özgür insan'' olmaları gerekliydi.
[49] Bir loca üstadının burada sözü edilen aşırı tutkusu, yanında çalışmakla olanların sayısını artırmak, böylece locasını büyük göstermektir. Fakat yeterli sayıda kalfası yoksa, çok sayıda çırak başına dert olabilirdi.
[50] Serflerin, bağlı oldukları efendilerinin topraklarının dışına çıkmaları yasaktı. Fakat bir yapıcı ustasının yanında çalışmakta olan bir çırak "özgür insan" olduğu için, ustasıyla birlikte her yere gidebilirdi. Çıraklığa başladıktan sonra, zanaatı terk ederek adını kötüye çıkarmayı göze almadıkça, ustasının istediği her yere gitmek ve orada çalışmak zorundaydı.
Eğer locasında bir büyük sorun çıkarsa,
Bulaşıcı hastalıkla karşılaşılırsa,
Bundan ötürü başa çok şeyler gelebilir,
Kimileri ya da hepsi acı çekebilir,
Şu nedenle ki masonların hepsi orada
Her zaman bulunacaklardır hep bir arada. [51]
[51] İşte bu, Orta Çağ'da bir locanın karşılaşabileceği en büyük sorundu. Loca üyelerinden birinin bulaşıcı bir hastalık kapmış olduğu anlaşıldığı anda, onun hemen karantinaya alınması gerekirdi.
Zanaatta birisi tutulmuşsa bir kere
Söylenilebilecek çeşitli illetlere;
Bu durumda dürüstlükle ve rahatlık için,
Daha yüksek derecede olan çırak seçin. [52]
[52] Bir çırak mason, "kalfa" olmadan önce, üstadından izin alarak da locadan ayrılmış olabilirdi. Ne var ki, bundan sonra gene zanaata dönmek isteyecek olursa, bir diğer üstadın onu yanına alması pek beklenemezdi. Loca üstatları, genellikle kıdemli çıraklar almayı pek istemezdi. Bu durumda locada uyuşmazlıklar çıkabilirdi. Hiç deneyimi olmayan gençleri yetiştirmek üzere almayı daha uygun bulurlardı. Fakat işte böyle bir durumda işin esenlikle yürütülebilmesi bakımından, deneyimli (kıdemli) çırak masonların işe alınmaları öneriliyor.
Bulduğuma göre eski yazılanlardan [53]
Çırağın olması gerek nezih insanlardan;
Ve tümü iyi olan geometri geçmişte
Büyük Iordların kanlarına girmişti işte. [54]
[53] Bu dizede, Regius'un yazımında bir başka yazılı kaynakçadan yararlanılmış olduğu açıkça belli oluyor.
[54] Orta Çağ'da insanlar arasında ayırım güdülmekte olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Yapıcılık Zanaatı hu noktada üstün bir düzeye yerleştiriliyor. İngiltere’deki lordların yalnızca birer işveren olmakla kalmayıp çalışmak üzere de bu zanaata girmiş oldukları Regius'un bu aşamadaki anlatımından da açıkça ortaya çıkıyor.
Beşinci madde.
Beşinci maddenin içeriği çok iyidir, [55]
Çırağın yasal kandan olması gereklidir; [56]
Gözetmemeli Üstat hiç bir özel çıkarı, [57]
Çırak yapmamalı sakatlığı olanları; [58]
Duyacağınız gibi, bundan çıkar şu anlam, [59]
Olmalı tüm organları yerinde ve sağlam;
Zanaat için büyük utanç konusu olur,
Bulunursa birinde aksaklık ya da kusur,
Varsa böyle kanı yetkin olmayan bir kişi
Pek az yararlıdır zanaata onun işi. [60]
Dolayısıyla herkes şunu iyi bilmeli,
Zanaatta her adam olsun güçlü kuvvetli;
Güçlü olamaz zaten aksaklığı bulunan,
Siz de bilmelisiniz sanırım bunu çoktan.
[55] Bu tür gereksiz girişler çoğu maddelerde var. Yalnızca şiirde bir sonraki dize ile uyak sağlamak amacını taşıyor.
Yazarın Türkçesine benim bile yetişemediğim oluyor. Uyak, kâfiye demekmiş. Zaten “şiir” sözcüğünü de kullanmıyor; “koşuk” diyor ama ben onu değiştirdim.
[56] Bunun anlamı, locaya çırak olarak alınacak olan bir kişinin soyunun sopunun belli olması gerektiği... Buna bakılacak olursa, "özgür insan" olmak bile yeterli değil... O dönemde İngiltere’de geçerli olan yasalar uyarınca; bir köylü kente kaçabilir ve orada bir yıl bir gün kalmayı başarabilirse, "özgür insan" olma hakkını elde ederdi. Böyle bir olanak vardı ama hem kente kaçabilmek hem de orada uzun süre kalmayı başarabilmek pek öyle kolay değildi. Ancak, böyle bir olasılığın varlığı, Yapıcıların yasalarına, dördüncü madde ile uyumsuzluk çıkmaması bakımından bu koşulun da konulmasın gerektiriyor.
Benim bildiğim bu “kente kaçma” olayı sadece Londra için geçerliydi. Yanılabilirim de…
[57] Uzmanlara göre; bu dize ile bundan önceki arasında da bir kopukluk var.
[58] Fizyolojik ya da ruhsal bir noksanlığı ve hastalığı olanlar, diğer tüm koşullar bakımından uygun durumda bulunsalar bile zanaata alınmazlardı. Bunun nedeni, böyle bir kişinin topluluk içinde ya bir özel ilgi görmesi gereksinmesinin doğması ya da diğer çıraklarca küçümsenmesi tehlikesinin bulunmasıydı. Bedensel bir sakatlığı olanların ise, deneyim yoluyla öğrenilen ve ağır çalışmayı gerektiren bu zanaatta ilerlemelerine, diğer çıraklarla eş düzey olabilmelerine olanak yoktu. Geleneksel Yapıcılık Zanaatı döneminden kalma bu koşul, daha sonra Spekülatif Masonluğun Yasaları'nda da olduğu gibi korunmuştur. Çağdaş Masonlukta günümüzde geçerliği olamayacak bu koşulu atabilmiş olan obediyanslar vardır ama çoğunun tüzüklerinde bu koşul olduğu gibi durmakladır. Oysa tarihte bir bedensel sakatlığı olmakla birlikte çok başarılı ve çok beğeni toplamış olan bilim ve devlet adamları görülmüştür.
Orta Çağ'da benimsenmiş olan görüş şöyledir: “Bir sakatlık ya da hastalık sonradan olmaz; kalıtımdan gelir. Bu nedenle de soylu ailelerde sakat çocuk bulunmaz. Soylular, her bakımdan sağlıklı kişilerdir. Gerek ruhsal, gerekse bedensel sakatlıklar ve hastalıklar ancak köylüler (serfler) arasında görülebilir. Soylular, hastalıklarını da köylülerden kapar.” Ne kadar "sakat" bir varsayım!... Tarih, bu görüşün çok yanlış olduğunu göstermiş, bilim de yakın akraba evliliklerinden sakat (halta spastik) çocuk doğması olasılığının çok yüksek olduğunu kanıtlamıştır. Soylular arasında da, ruhsal dengesi daha doğuştan bozuk olanlara pek sık rastlanmıştır.
Bu açıklamadaki ilk sözcük “fizyolojik” değil de “fiziksel” olsa gerek. Kuşkusuz şu “bedensel sakatlık” konusu üzerinde daha çok şey söylenebilir. Hele gerçekten de günümüzde masonlar bir bedensel sakatlığı olan bir kişiyi Masonluğa kabul etmiyorlarsa… Bir elin bir parmağının bir boğumunun olmayışı bile bedensel sakatlıktır. Günümüzde önemli olan kafasal sakatlık bence.
[59] Regius'un dinlenmek üzere yazılmış olduğunun bir diğer göstergesi.
[60] Açıkça, soylu olmayan bir insan işe yaramaz deniyor. Bu deyiş, kesinlikle somut anlamında kullanılıyor. Burada herhangi bir mecazi anlam aramamalı.
Eh, Orta Çağda soylulardan yana olan, toplumu kesinlikle iki sınıfa ayırmış bir sosyal yapı ortamında başka türlüsü beklenemezdi zaten. Ancak şimdi bu eski el yazmasındaki anlatımlar Masonluğun bugün de geçerli sayılan o “eski yükümlülükleri”nin bir parçası sayılıyorsa, o zaman ya günümüzün Masonluğunda bir yanılgı var ya da burada yazılı olanlar Masonlukta söz konusu edilen o “eski yükümlülükler” değil.
Evet, bir kez de burada duraklayalım ve devamını sonraki bölüme bırakalım.