Bir Kardesimin cikardigi ozettir.
İYİMSER GELECEK
Editör: John BROCKMAN
(153 Düşünür Dünyanın Neden İyiye Gideceğini Yazdı)
SUNUŞ: YILLIK EDGE SORUSUEdge demek üçüncü kültürün fikirlerinin yüceltilmesi, eylem içindeki bu yeni grup entelektüelin ortaya çıkması demektir. Bu entelektüeller çalışmalarını, fikirlerini kamuya sunmakta ve üçüncü kültürün düşünürlerinin çalışmaları ve fikirleri hakkında yorumlar yapmaktadır.
Edge’de sunulan fikirler spekülatiftir; evrimci biyoloji, genetik, bilgisayar bilimi, nörofizyoloji, psikoloji ve fizik gibi alanlarda gelinen sınırları temsil eder. Sorulan temel sorulardan bazıları şunlar:
Evren nereden geldi?
Hayat nereden geldi?
Zihin nereden geldi?Üçüncü kültürden ortaya yeni bir doğa felsefesi, fiziki sistemleri anlamaya dair yeni yöntemler, kim olduğumuz ve insan olmanın ne anlama geldiğine dair temel varsayımlarımızı sorgulayan yeni düşünme biçimleri ortaya çıkıyor.
Edge’in yıllık bir özelliği de dostum ve çalışma arkadaşım, sanatçı James Lee Byars tarafından 1971 yılında kavramsal bir sanat projesi olarak ortaya konulan Dünya Soru Merkezi (The World Questions Center) projesidir.
Amaç, dünyadaki en parlak yüz aklı bir odaya kilitleyip “kendilerine sordukları soruları birbirlerine sordurmaktı.”
Sonuç tam bir düşünce sentezi olacaktı. Ancak, fikir ve uygulama arasındaki yol tuzaklarla doludur. Byars, kendi kafasındaki parlak yüz aklı belirledi, her birini tek tek aradı ve kendilerine sordukları soruları başkalarına sormalarını istedi.
Sonuç: Yüz kişinin yetmişi onu telefonda bekletti.
Fakat 1997 ile beraber internetin çıkışı ve elektronik posta olanaklarının gelişmesi, Byars’ın büyük tasarısının gayet ciddi bir şekilde hayata geçirilmesine olanak tanır hale geldi. Edge’in her yılki baskısı için benim aklıma ya da yazıştığım kişinin aklına gece yarısı gelen bir soruya cevap vermelerini katılımcılardan talep ettim.
İşte 2007 Edge Sorusu:
Bir faaliyet ve bir zihin durumu olarak bilim temel olarak iyimserdir. Bilim, bazı şeylerin nasıl çalıştığını bulur ve dolayısıyla daha iyi çalışmasını sağlar. Haberlerin çoğu ya iyi haberdir ya da derinleşen bilgi ve eskiye göre daha verimli ve güçlü hale gelmiş araç ve tekniklerle daha iyi hale getirilebilir. Artık sınırlarına gelen bilim, çok daha iyi sorular soruyor.
Hangi konuda iyimsersiniz? Neden? Bizi şaşırtın!
John Brockman Savaş BitecekJOHN HORGAN-Stevens Teknoloji Enstitüsü’nde Center for Science Writings Müdürü.
Ben savaşın; geniş çaplı, organize ya da grup şiddeti biçiminde tezahür eden savaşın tamamen son bulacağı konusunda iyimserim.
Bundan yirmi otuz yıl öncesine kadar, çok sayıda bilimci, savaşı devlet öncesi toplumlarda bulunmayan ve modern medeniyetin istenmeyen bir sonucu olarak betimleyen barışçıl mite inanırdı. Antropolog Steven LeBlacn, Constant Battles (Daimi Savaşlar) adlı kitabında, ilkel, devlet öncesi toplumların çoğunun ara sıra savaştığına işaret ederek, bu mitin foyasını ortaya çıkarır. Bazı toplumlarda şiddetten kaynaklanan ölüm oranlarının en az yüzde 50’ye kadar çıktığı da görülmüştür.
Ama bu acımasız istatistikler, şaşırtıcı şekilde mutlu bir mesajı da barındırmakta: İşler iyiye gidiyor. İnanmak ne kadar zor da olsa insanlık olduğundan çok daha az vahşi. Charles Kurzman ve Neil Englehart’ın, 2006’da çıkan ve “Welcome to World Peace (Dünya Barışına Hoşgeldiniz)” adlı makalelerinde belirttiği gibi iki ya da daha fazla ülke arasındaki geleneksel savaşların son yıllarda daha da azaldığına işaret ediyor. Şimdi temel olarak gerilla savaşları, direnişler ya da siyaset bilimci John Mueller’in “savaş kalıntıları” dediği terörizmle mücadele ediyoruz. Son dönemde yaşanan başka olaylar da iyimser olunması için başka gerekçeler sunuyor.
Daha 1980’lerdeyken küresel nükleer soykırım tehdidiyle karşı karşıya idik. Daha sonra inanılmaz bir şekilde, Sovyetler Birliği dağıldı ve Soğuk Savaş da barışçıl bir şekilde sona erdi. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı, önemli bir şiddet olayı olmaksızın bitti ve insan hakları dünyanın başka yerlerinde ilerleme gösterdi.
Savaşı bitirmek için atılacak ilk ve en önemli adım, bunu yapabileceğimize inanmaktan geçiyor. Savaşın çok farklı sebeplerden kaynaklandığını ve barışın da böyle olabileceğini fark etmeliyiz. Final ödevlerinde öğrencilerimin çoğu savaş sorununa tek ve kolaycı bir çözüm önermek yerine akıllıca bir şekilde birden çok yaklaşım dile getirmişti. Önerileri arasında farklı ülkelerde demokrasinin desteklenmesi, BM’nin barışı koruma çabalarının geliştirilmesi, açlıkla mücadele ve eğitimin iyileştirilmesi, silah satışlarının kısıtlanması veya tamamen ortadan kaldırılması, çocuklarda başka kültürlere karşı hoşgörünün yeşertilmesi ve kadınlara yönetimde daha fazla rol verilmesi yer alıyordu.
Ahlaki Açıdan İlerliyoruzSAM HARRİS-Nörobilim araştırmacısı; Letter to a Christian Nation (Hristiyan Bir Ulusa Mektup) adlı kitabın yazarı.
Ben, şu an ilerlediğimiz yoldan devam etmemizi daha olası görüyorum; Irkçılık, kendisine daha az yandaş bulacak; ABD’de kölelik tarihini düşünmek insanları hayrete düşürecek; gelecek nesiller bizim de ortak faydaya bağlılığımız konusunda nasıl çuvalladığımıza şaşıracak. Atalarımız bizi nasıl utandırdıysa, biz de torunlarımızı utandıracağız. İşte bu, ahlaki ilerlemedir.
Ahlakın kültürün basit bir ürünü değil, insanı sorgulamasının gerçek bir alanı olduğu inancı beni cesaretlendiriyor. Ahlak, doğru yorumlandığında insan ve hayvanların acı çekmeleriyle ilgilidir. İşte bu nedenle hareketsiz nesnelere karşı ahlaki yükümlülüklerimiz yok (ve tam da bu nedenle her ne kadar biz icat etsek de bilinci olan bilgisayarlara karşı böylesi yükümlülüklerimiz olacak).
Bir eylemin doğru mu yanlış mı olduğunu sormak aslında bunun birisi için daha fazla iyilik mi yoksa daha fazla acı mı yaratacağını sormak demektir. Buna dair doğru ve yanlış cevaplar olduğu konusunda fazla şüphe yok.
Bu ahlaka dair her soruya verilecek tek doğru cevap olacağı anlamına gelmez ama düpedüz yanlış yanıtlar yahut bazı uygun yanıtlar olacağı anlamına gelir.
Bir eylemin iyi ya da kötü olup olmadığını sormak bir maddenin sağlıklı mı sağlıksız mı olduğunu sormaya benzer: Yemenin sakıncalı olmadığı tabii ki çok fazla gıda vardır ama gıda ve zehir arasında biyolojik açıdan önemli (ve nesnel) bir ayrım var.
Buna göre biyolojiye dair sorulacak sorulara verilecek doğru ve yanlış cevaplar olduğu gibi ahlaki sorulara da verilecek doğru ya da yanlış cevaplar bulunur.
Bir başka deyişle bilim en derin mutluluğa yol açan psikolojik niyetleri ve sosyal pratikleri bize söyleyecektir.
Çünkü ben ahlaki gerçeklerin kültürün olumsallıklarını aşacağına inandığım için, insanlar da nihai olarak ahlaki yargılarında birbirine yaklaşacaktır. Ne var ki Müslümanların karikatürler nedeniyle ayaklandığı, Katoliklerin AIDS’ten kırılan köylerde prezervatif kullanımına karşı çıktığı ve şu anda insanlığın iyi yanlarını birleştirmesi kesin olan tek “ahlaki” yargının “eşcinselliğin kötü kabul edilmesi” olduğu bir dünyada yaşadığımızın maalesef farkındayım. Demem o ki bir yandan ahlaki ilerlememizi takdir ederken, milyarlarca komşunun iyi ve kötü olana dair kafalarının ciddi biçimde karışık olduğuna inanıyorum. Belki de tahmin ettiğinden daha büyük bir iyimserim.
Sonu Gelmez Kötü Haber Akışının Kendisi YanlışCHRİS ANDERSON-Yıllık TED (Teknoloji, Eğlence ve Dizayn) Konferansı’nın küratörü
Şu anda içinde yaşadığımız köy her ne kadar küresel olsa da, içgüdüsel olarak hala aynı şekilde tepki veriyoruz. Devasa bir gösteri, ölüm, kan, bunlara bayılıyoruz. Tüm bunların tepesinde izleyici çekme rekabetinin güdülendiği bir medya ekonomisi de olunca sorunu daha da büyüyor. Yıllar geçtikçe medya patronları en fazla izleyici çeken hikayelerin basit insan dramları olduğuna iyice ikna oldular ki, bu alanda bir patlama söz konusu.
British Columbia Üniversitesi’ndeki İnsan Güvenliği Merkezi’nin yayınladığı bir raporda, dünyadaki silahlı çatışmaların on yıldan kısa bir süre içinde yüzde düştüğü ve çatışma başına kayıp sayısında da azalma görüldüğü bilgisi yer veriliyordu. Bu kadar önemli olmasına rağmen bu rapor fazla ilgi görmedi.
Wright’ın 2000 yılında yayınlanan (Sıfırdışı: İnsanlığın Kaderinin Mantığı) başlıklı kitabında insanın tarihine dair iyimser bakış açısına inanacak olursanız, bu iyileşme, işbirliğinin nihayetinde çatışmayı alt ettiği uzun dönemli (ve kabul etmek gerekir ki inişli çıkışlı) bir trendin parçasıdır.
Avcı-toplayıcı toplumlardaki şiddet olaylarında hayatını kaybettiği tahmin edilen erkeklerin oranı? Yaklaşık yüzde 30, İki dünya savaşı ve iki nükleer bomba deneyimi yaşamış 20. yüzyılda vahşi bir şekilde can veren erkeklerin oranı? Yaklaşık yüzde 1. Peki ya 21. yüzyılda şimdiye kadar vahşi bir şekilde hayatını kaybetme eğilimi? Ciddi bir şekilde düşüyor.
Aslında trendlere dair analizlerin çoğu daha iyiye giden bir dünyaya işaret ediyor.
Bilimsel Düşünme ile Kültürümüzün Geriye Kalanı Arasındaki Yarık Küçülüyor
CARLO ROVELLİ-Marsilya’daki Üniversite de La Meditterrance’de fizikçi;
İyimser olduğumda insanların, rasyonel düşünmenin irrasyonel düşünmeye göre kendileri için daha iyi olduğunu giderek daha fazla fark ettiklerini düşünüyorumdur. Sürece bakıldığında, bilimsel düşünme derinlik olarak artıyor, geleneksel bir yüzeyselliği geride bırakıyor ve kültürün geri kalan kısmıyla yeniden ilişki kuruyor ve insan deneyimi ile bilgi arayışının oluşturduğu karmaşayla başa çıkmayı öğreniyor. Bilimsel olmayan düşünme hala her yerde, fakat temellerini yitiriyor.
Bilimsel düşünmeyi göz ardı eden çağdaş bir filozof gerçeklikten kopmuştur ama giderek daha fazla sayıda kuramsal fizikçi de örneğin kuantum yerçekimini çözmek için temel “felsefi” sorunlara değinmekten kaçamayacağımızı idrak ediyor. Dahası artık daha fazla bilimci laboratuarın dışına çıkıp birileriyle konuşuyor.
On yıllardır savaşa girmemiş ülkeler var ve bu ülkeler aslında çoğunluğu teşkil ediyor. Bu, dünya tarihinde yeni bir şey,. Dini inancın ne kadar çokça bir kısmının anlamsız olduğunu fark edenlerin sayısı artmaya devam ediyor ve bu hiç şüphesiz hoşgörüsüzlüğü ve kavgacılığı azaltmaya yardımcı olacaktır.
Dini cephede de ilerleme var CNN’de son dönemde yayınlanan bir mülakatta Dalay Lama’ya, “Laik bir dünyada önemli bir dinin lideri olmak nasıl bir şey?” diye soruldu. Dalay Lama gülümsedi ve modern dünyanın zengin seküler bir ruhani hayatı olduğunu görmekten mutluluk duyduğunu söyledi.
Dalay Lama, laik ruhani bir hayatın duygusal olduğu kadar entelektüel açıdan da zengin olduğunu dile getirdi. Daha sonra kendisine daha önceki Dalay Lama’ların reenkarnasyonu olduğuna inanıp inanmadığı soruldu. Bu defa güldü ve şöyle yanıtladı: Tabii ki ben Dalay Lama’yım. Ama önceki Dalay Lama’ların reenkarnasyonu olmak, onlar olmak demek değildir; onların geliştirdiği bir şeyi sürdürmektir.” Önemli dini liderlerin hepsi bu kadar mantıklı değil. Ama eğer birisi böyle olabiliyorsa, en azından iyimser olduğumuz anlarda diğerlerinin de öylelerini izleyeceğini ümit edemez miyiz?
Anaksimandros yağmurun Zeus tarafından gönderilmeyip güneşin buharlaştırıp rüzgarın taşıdığı su olduğunu söylediğinden bu yana yirmi altı yüzyıl geçti. Bilgili ve bilimsel düşünme biçimini temsil eden bilimsel yöntemi hayata geçirmeye yönelik mücadele, mevcut her hangi bir Tanrıdan daha derin, daha zengin ve daha iyidir. Üstelik ara sıra göründüğünün aksine hiç bir şekilde kaybolmuş değil.
Dinin Güçlü Mistikliğinin Yok OluşuDANİEL C. DENNETT-Felsefeci; Tufts Üniversitesi’nde profesör, Bilişsel Çalışmalar Merkezi Eş Müdürü;
O kadar iyimserim ki, dinin güçlü mistik yapısının yok olacağını görecek kadar yaşayacağımı düşünüyorum. Yirmi beş yıl içinde, neredeyse bütün dinler çok farklı olgulara dönüşmüş olacak ve hatta pek çok bölgede din, bugün hükmettiği kitlelere hükmedemez hale gelecek.
Tabii ki pek çok insan, belki de dünyadaki insanların çoğu, şiddet ya da hoşgörüden yoksun bir davranış biçimiyle dinlerine sarılacak. Ancak, dünyanın geri kalanı bu davranışın ne olduğunu anlayacak ve bu tip bir düşünce azalana kadar –ki bu kesinlikle olacak- bununla mücadele etmeyi öğrenecektir. İşte iyi haber bu
Kötü haber ise iklim değişikliği, temiz su konusunda giderek artan sıkıntı ve ekonomik eşitsizlik gibi karmaşık sorunlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için bu mantıklı tavrın her zerresine ihtiyacımız olacağı gerçeği.
Yalnızca elli yıl önce sigara içmenin yüksek statü göstergesi olduğunu ve birisinden sigarasını söndürmesini rica etmenin kaba bir davranış olarak düşünüldüğünü hatırlayın. Artık sigara içmeyi topyekun yasaklama yanlışına düşmemek gerektiğini öğrendik çünkü hala ortada bir sürü sigara ve sigara kullanan insan var.
Ancak, sigara içmenin zararlı yanlarını belli sınırlar içine hapsedebildik. Artık sigara içmek çekici değil ve dinin de önce “al ya da reddet” şeklinde bir tercih meselesi, daha sonra da hiç çekici olmayacağı zamanlar gelecek. Eskiden kalma kurumlar hala dindar olacak mı yoksa dinler yok olma noktasına gelecek şekilde kendilerini değiştirecek mi? Bu tamamen dinin tanımlayıcı unsurları konusunda ne düşündüğünüze bağlı. Dinozorlar ortadan yok oldu mu yoksa nesillerini kuşlar olarak mı devam ettiriyor?
Ben dinde bu metamorfozun yaşanacağına neden eminim? Temel nedeni bilgi patlamasındaki asimetri. Bugünün dinci hareketlerinin, bizim neslimizin ve gelecek nesillerin gözlerini ve kulaklarını kapatmaya yönelik gösterdiği son ve umutsuz bir çaba söz konusu. Bu çaba işe yaramayacak.
Kamuoyuna iyi yansıtılan her zafere karşılık –en bilinen örneklerle Bush yönetiminin evanjeliklerle dolup taşması, evde eğitim alanların sayısının artması, radikal İslam’ın yükselişi, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Rusya’da dinin abartılı “yükselişi”-daha az dramatik nice bozgunlar var. Örneğin gençler ebeveynleri ve büyükanne ve büyükbabalarının inancına artık sırt çeviriyorlar.
Bu değişen dinlerin, bağnaz çevreler tarafından eski dinler diye aşağılanması, bu tip insanların umutsuz itikadının temelinin ne kadar kırılganlaştığını gösterir. Dünya bu değişikler hakkında bilgilendikçe, eski biçimde inanmayı sürdürenlerin, çocuklarının ilgisini ve inancını cezbedebilmek amacıyla birtakım ilgi çekici, dikkat dağıtıcı unsurlar –ve tabii ki suçluluk duygusu- yaratmak için durmaksızın çalışması gerekecek.
Bu insanlar başarısız olacaklar ama geçiş süreci acısız olmayacak. Aileler dağılacak, nesiller birbirini sadakatsizlik ve daha kötü şeylerle suçlayacak: Gençler, büyüklerinin birtakım konulardaki kasıtlı yanlış anlamlandırmalarını keşfettiklerinde şaşkınlığa uğrayacak, büyükler de çocukları tarafından terk edilmiş ve ihanete uğramış hissedecekler. Bu kültürel dönüşümlerin yol açacağı kızgınlığı hafifsememeli, temel sonuçlarını tahmin etmeye çalışmalı ve bundan etkilenenlere yardım etmeye ve umut saçmaya hazır olmalıyız.
İhtiyacımız olan şeyse sabır, doğru bilgilendirme ve dünyadaki tüm dinler hakkında evrensel bir eğitim talebinde bulunmak. Bu, gezegenimizin kültürel mirasının devam eden yanları olarak benimseyeceğimiz hastalıklı olmayan din biçimlerinin gelişimini sağlayacaktır. Sonunda da gerçek bizi özgür kılacak.
İrrasyonellik (özellikle de Din) Hakkında Düzgün, Bilimsel Bir Anlayış
ANDREW RNOWN-The Guardian’da gazeteci; The Darwin Wars (Darwin Savaşları) adlı kitabın yazarı.
Herhangi bir şey konusunda aslında o kadar da iyimser değilim ama eğer medeniyet devam edecekse, genel olarak irrasyonellik özel olarak da dine dair düzgün, bilimsel bir anlayış geliştirmeliyiz.
İnançlar ve fikirler arasındaki ayrımı, bence bazen bu ayrımın sahibi Dan Dennett’ten daha ciddiye almalı. Dennett’in anlayışına göre inanç, bazı şeyler doğruymuş gibi inanma eğilimidir. Bilinçli olmak zorunda değildir. Dennett, çoğu insanın “inanç” adını verdiği, dünyaya dair bilinçli, tutarlı önermelere “fikir” diyor.
Bu anlamda dini inançla ilgili araştırma, dini fikirlere dair bir araştırmadan farklı olur: Dini “inanç” insanların batıl inançlara dayalı bir şekilde, bazı şeylere saygı göstererek, sapkınları da hor görür bir şekilde davranmalarına yol açan ve büyük ölçüde bilinçli olmayan mekanizmaları içerir; dini fikirler bu davranışa gösterilen sebeptir.
Her ikisini de anlamak durumundayız. Dindarların fikirlerinin, inançlarıyla uyuşması söz konusu olabilir ama bunun da her durumda ampirik araştırmayla ortaya konulması gerekir. Pek çok durumda ise bu ikisinin uyuşmadığı açıkça görülmektedir.
Entelektüelleri fikirlerinin yönlendirdiği varsayılıyor; bazılar gerçekten öyle. Ama aslında hepimiz inançlarımız ve önyargılarımızla hareket ediyoruz. Bilinçlilik konusunda araştırma yapan bir arkadaşın bir defasında acı bir şekilde “beyinle ilgili sorun şu: bir şeyin orada olduğu inancıyla bir yere gidersen, o şeyi orada bulmanız muhtemeldir” demişti.
Benzer bir şekilde, dini inançta özel bir nitelik arama niyetiniz olursa, muhtemelen bu özelliği bulursunuz. Sorun şu ki, bunun karşıtını bulmanız da muhtemel. Sonunu çözmek için, bizim önceden düşündüğümüz şeyi yanlışlayan kanıtları ciddiye alan ve karşıt kanıtlara, kendisini doğrulayan kanıtları tekrar ederek cevap veremeyen ciddi anlamda bilimsel yaklaşıma ihtiyacımız var.
Bilimcilerin sunduğu çoğu şey de –özellikle de bazılarının sunduğu- dine ilişkin kendi bildiklerinin karşıtı olan kanıtları tamamen göz ardı ediyor.
Son Bilimsel AydınlanmaRİCHARD DAWKİNS-Evrimci biyolog, Oxford Üniversitesi’nde Bilimsel Anlayış Charles Simonyi Profesörü;
Ben fizikçilerin Einstein’ın rüyasını gerçekleştirerek, başka bir dünyadaki üstün yaratıklar bizimle iletişime geçip cevabı bize söylemeden önce, her şeyin nihai teorisini keşfedecekleri konusunda iyimserim.
Her ne kadar her şeyin teorisi temel fiziği bir kapanma noktasına getirecek olsa da, Darwin kendi derin sorusunu çözdükten sonra biyoloji nasıl gelişmeye devam ettiyse fiziğin de aynı yolu izleyerek gelişmeye devam edeceği konusunda iyimserim.
Her iki teorinin, birlikte evren ve biz dahil içindeki her şeyin varoluşu konusunda tamamen doyurucu, doğaya uygun bir açıklama bulabileceği konusunda iyimserim.
Bu nihai bilimsel aydınlanmanın din ve diğer çocuksu batıl inançlara vakti çoktan gelmiş ölümcül darbeyi vuracağı konusunda iyimserim.
Bilim ve Sihrin ÇöküşüMİCHAİL SHERMER-Skeptic dergisinin yayıncısı, Scientific American’ın aylık köşe yazarı
Bilimin sihir ve batıl inancı yenilgiye uğratıyor olması nedeniyle iyimserim. İnsanların neye inandığına dair anketlerden elde edilen verilere bakıldığında bu irrasyonel görünebilir. Örneğin, 2005’te Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı ankete göre, Amerikalıların yüzde 42’si “canlıların, mevcut halleriyle ezelden beri var olduğuna” inanıyor. Örneğin, 2002’de National Scientific Foundation (Ulusal Bilim Vakfı) tarafından yayınlanan inançlara dair oranlar (aşağıda) gibi başka batıl inançları da incelediğimizde, durumun daha da vahim olduğu ortaya çıkıyor.
Altıncı his % 60
Ufolar % 30
Astroloji % 40
Şanslı Sayılar % 32
Manyetik Terapi % 70
Alternatif Tıp % 88
Ne var ki tarihçilerin uzunca bir zamanı kapsayan görüşünü benimsiyorum: 17. yüzyıldaki bilimsel devrimden önce insanların neye inandığına bakacak olursak, iyimser olmak için çok fazla neden var. İnsanların, bilimin mumları yakmaya başladığı yalnızca dört yüz yıl önce neye inandığını bir düşünün.
Örneğin 16. ve 17. yüzyıl İngiltere’sinde neredeyse herkes büyücülüğe, kurt adamlara, cinlere, sihre, astrolojiye, kara büyüye, şeytanlara, adağa, takdir-i ilahiye inanırdı. Piskopos Latimer 1552’de şöyle yazıyordu: “Ne zaman başımız derde girse, hastalansak ya da bir şey kaybetsek hemen bilge insanlar diye addettiğimiz cadılardan, büyücülerden medet umuyoruz ve onlardan yardım ve rahat diliyoruz.”
Robert Burton da 1621’de (Melankolinin Anatomisi) adlı kitabında şöyle söylüyordu: “Büyücüler her yerde; cingöz adamlar, sihirbazlar ve iyi kalpli büyücüler her köyde ve ihtiyaç duyulursa beden ve zihnin bütün hastalıklarına çare olurlar.”
Alkol ve tütün, acı ve rahatsızlıkların giderilmesi açısından ne kadar önemli anestezik ilaçlarsa, batıl inanç ve sihir de talihsizliğin yok edilmesinin asli unsuruydu. Dönemin büyük Oxford tarihçisi Keith Thomas da 1971 tarihli klasik çalışması Religion and the Decline of Magic’te (Din ve Büyünün Düşüşü) şöyle yazmıştı: “Din, astroloji ve büyü insanlara gündelik sorunlarıyla ilgili olarak, talihsizlikten nasıl kaçınılabileceğini ve başlarına talihsiz bir şey geldiğinde bunun nedenini açıklamayı öğreterek yardımcı olma iddiasındaydı.”
Herkes üzerine bu muazzam etkiye sahip olduğu hakkında Thomas, şu sonuca varıyordu: “Büyü, etkin tekniklerin yokluğunda, endişelerin azaltılmasında daha az etkin tekniklerin kullanılması olarak tanımlanacaksa, o zaman hiçbir toplumun herhangi bir gün bundan kurtulamayacağını idrak etmemiz gerekir.” Batıl inançlılar her zaman bizimle birlikte olacak.
Darwin’den önce tasarım teorisi (bize saatçi argümanının veren William Paley’nin doğal teolojisi biçiminde) ortalıkta insanların oynayabileceği tek oyuncaktı; yani herkes hayatın Tanrı tarafından tasarlandığına inanıyordu. Bugün Amerikalıların (gelişmiş demokrasilerin en dindar ulusu) yarıdan azı ve dünyanın pek çok bölgesinde neredeyse herkes evrimi koşulsuz kabul ediyor. İşte ilerleme budur.
17. yüzyıla ait bir kitap, bilgili gözlemcilerin daha o zaman bile doğaüstü olan şeyleri inkar etmenin bütün sonuçlarını nasıl algıladığına dair şu yorumu bir düşünün: “Ateistler bu aralar çoğaldı ve büyücülük sorgulanıyor. Eğer ne mülkiyet ne de büyücülük olacaksa (şimdiye kadar genel olarak ve emin bir şekilde doğrulananın aksine) neden şeytanlar olduğuna inanalım ki? Eğer şeytanlar yoksa Tanrı da yok.”
Bilim, en sonunda yerinden etmeyi başardığı büyüden doğdu. 18. yüzyıla gelindiğinde astronomi astrolojinin, kimya simyanın, olasılık kuramı şans ve talihe inancın yerini alırken, şehir planlama ve toplumsal hijyen, hastalıkları azaltmış ve hayatın gaddar bilinmezlikleri daha az gaddarlaşmış ve daha az belirsizleşmişti.
Seküler Hümanist Bir ÖlümGEOFFREY MİLLER-New Mexico Üniversitesi’nde evrimci psikologÖlüm konusunda iyimserim. Dünyada yaşamın tarihi açısından bakıldığında ilk defa, bizim gibi bilinçli hayvanların iyi şekilde ölmesi mümkün. İyi bir ölüm, peşinden gidilmesi ve kabul edilmesi gereken bir şey, müthiş bir zafer.
İyi ölümle neyi kastediyorum? Afyonla yapılan ötenaziyi, ateş hattında kahramanca kendinizi feda etmenizi veya daha uzun yaşamaktan vazgeçip gönülsüzce yaşamınıza son vermenizi kastetmiyorum. Kişisel bir yok oluşla karşı karşıya kalmışken gözü pek, bilimsel olarak temeli olan varoluşsal bir cesaret ortaya koyan tarzda bir ölümü kastediyorum.
Tabii ki insanları ölümden kaçmaları için yönlendiren içkin korku ve tepkilerden kaçmanın imkanı yok. Beni boğmaya çalışırsanız kurtulmaya çalışırım. Bana ateş ederseniz çığlık atarım. Beyin kökü ve amigdalası, insan hayatını her ne pahasına olursa olsun koruma işini her zaman gereğince yapacaktır.
Sorun şu:
İnsanın beyin zarı ölümle nasıl yüzleşiyor?
Ölümcül dehşet anında havası alınan sufle gibi çöküyor mu?
Yoksa bireyin bilincinin son bulmasını, başka insan deneylerinde neredeyse tıpatıp bilinçliliğe sarsılmaz bir inançla mı karşılıyor? Ben bu bin yıl içerisinde bilgili insanların bu ikinci bakış açısını hayatın sonuna doğru sürdürmeye dair gerçekçi bir şansı olacağı konusunda (ölümün neden olduğu acı ve paniğe rağmen) iyimserim.
Tanrısızlar (hayata güvenen benim gibi insanlar) ile Yüreksizler (ölümden, Tanrısızlardan, artık hayatta olmayacakları gelecekte devam eden hayattan korkan aşırı dinci sağcıların konuşan kafaları) arasında büyük bir ideolojik savaş yaşanıyor.
Ben bu savaşın sonucu konusunda da iyimserim çünkü insanlar zeka ve dürüstlüğe saygı duyuyor. İnsanlar, kendilerine iyi hayatlar yaşamayı ve iyi ölümler deneyim etmeyi öğretecek ahlak konusunda rol modelleri istiyor.
Bilim ile Din Arasındaki Savaş Yeni Işık GörecekMARCELO GLEİSER-Dartmouth Koleji’nde fizik ve astronomi profesörü
Bilimle din arasındaki tartışmanın –ya da savaş mı demeli- yeni bir ışıkla aydınlanacağı konusunda iyimserim. Her iki tarafın da siperlerini daha da derinleştirmeye çalıştığı şu andaki kırılma, daha da kötüleşiyor.
Dini, kolektif halüsinasyon ya da geri zekalıca batıl inançlar olarak çöpe atan, bazıları Edge meslektaşlarımızca hazırlanan kitaplar, bilimin sınırları dışındaki insanlara basit bir mesaj iletiyor:
Biz bilimciler, din adamları kadar radikal ve katıyız; ne kadar net ve insanı ikna eden akılcı çıkarımlarımızla, ortadan kaldırmayı amaçladığımız hareketler kadar hoşgörüsüzüz.
Ben bir ateist olsam da, dini düşüncenin gerisinde olan şeyi unutmuyorum: çok basit bir şekilde umut. Evet, dünyada doğaüstü etkilere inanmak ve hayatınızı muhafazakar tahminlere göre en az iki bin yıldan beri ortalarda görünmeyen Tanrıya adamak çılgınca. Ama bilimciler pek çok insanın, en azından bugün öğretildiği şekliyle bilimin sunamadığı ruhani bir rehbere ihtiyaç duyduğunu unutmamalı. Bilim soğuk, zor bir evrende yaşadığımızı, kendimize ve hayatımıza tamamen kayıtsız bir evrende yaşadığımızı gösterdi ve göstermeye devam ediyor.
İnsanların ruhaniliğe olan ihtiyacını görmezden gelmek nafile ve safça.
İnsanların bilimi karşılıklı anlayış ve hayata saygı göstermek açısından bir araç olarak görmeye başlamalarından umutluyum.
Hayatı ve onun mekanizmalarını ne kadar incelersek, onun ne kadar narin ve değerli olduğunu anlarız. Tabii ki başka yerde de hayat olabilir ve bu hayat daha da parlak olabilir.
Ne var ki, durum böyle bile olsa,hala bir süre kendimize saplanmış olma ihtimalimiz (bu gezegende ya da Güneş Sistemimizde bir komşumuzda) yüksek. Ya bilim bize bu tevazuu ve hayata saygıyı öğretecek ya da biz bu en değerli kozmik mücevheri berbat edeceğiz. Bilimcilerin, insanları inançlarından edip yerine bir şey vermemek yerine onlara bütün bunları öğreteceği konusunda iyimserim.
Kozmoloji Üzerine SaçmalıklarPAUL STEİNHARDT-Fizikçi; Princeton Üniversitesi’nde Albert Einstein Bilim Profesörü.
Ben, evreni anlayışımızda önümüzdeki beş yıl içinde tarihi bir kopuş olacağı konusunda iyimserim ve bu kopuş, bin yılın en önemlilerinden birisi olarak hatırlanacak. Tarihsel olarak her yeni teknoloji büyük bir keşfin habercisi olmuştur. Dolayısıyla sadece beş yıl içerisinde en azından bir miktar önemli gelişme yaşanacak.
Karınlık maddenin doğrudan tespit edilmesi
Kademe kademe ilerleme yaşanan on yıllardan sonra fizikçiler sonunda, eğer pek çok fizikçinin şüphelendiği gibi WİMP’lerden (zayıf bir şekilde etkileşime giren parçacıklardan) oluşuyorsa karanlık madde parçacıklarını doğrudan tespit etmeye yetecek ilk detektörleri yapacak.
Karanlık enerjinin doğasının keşfiİsimleri her ne kadar benzer gibi görünse de karanlık madde ile karınlık enerjinin tek ortak özelliği, her ikisinin de görünmez olması. Karanlık madde, yerçekimsel olarak birbirini çeken ve galaksilerin oluşmasını besleyen bulutlar halinde kümelenen büyük parçacıklardan oluşmaktadır.
Karanlık enerji ise yerçekimsel olarak kendini itmektedir ve böylece kendisini düzleme eğilimi içindedir. Bugün olduğu gibi baskın enerji biçimiyken, karanlık enerji evrenin genişlemesinin hızlanmasına yol açar.
Karanlık enerjinin kompozisyonu, temel fizik ve kozmoloji için derin sonuçlarıyla, bilimin en büyük gizemlerinden birisidir.
Büyük Patlama ve evrenin geniş çaplı kökeninin araştırılması
Evrenin 14 milyar yıl önce, bir Büyük Patlama ile oluştuğu, geleneksel olarak bilinen bir şeydir ve hızla gerçekleşen kat kat genişleme, evrenin büyük çaplı yapısını açıklıyor. Ne var ki son on yıla bakıldığında evrenin döngüsel modeli gibi alternatif ihtimallerin ortaya çıkışı görülüyor.
Döngüsel modelde Büyük Patlama başlangıç değil, daha ziyade trilyon yılda tekrar eden ve geçmişe uzanan bir olay, Sicim teorisiyle birtakım fikirleri paylaşan bu model, her patlamanın, üç boyutlu dünyamızla bir başka üç boyutlu dünyanın ekstra mekansal bir boyut boyunca çarpışması olduğunu öne sürüyor.
Her patlama, yeni bir genişleme dönemi, soğuma, galaksi oluşumu ve hayatı başlatan sıcak madde ve radyasyon yaratıyor ama uzay ve zaman, patlamadan önce de vardı ve sonrada olacak.
Yerçekimsel dalgaların doğrudan tespitiElektronik dalgalardan başka bir şey kullanan evrendeki ilk pencere, önümüzdeki beş yıl içerisinde açılacak, On yıllar süren gelişmelerin ardından Lazer Girişimölçer Yerçekimsel Dalga Gözlemevi (LIGO), Livingston (Louisiana) ve Hanford’da (Washington) birer detektörle yerçekimsel dalgaları doğrudan tespit etmek ve astronomide yeni bir çağ başlatmak yönünde bir şans var.
Bu gözlemevi (LIGO), evrenin erken dönemlerinde üretilenden daha güçlü yerçekimsel dalgaları (galaksimizde nötron yıldızlarının ve kara deliklerin şiddetli çarpışması sonucu ortaya çıkan dalgalar gibi) tespit etmek üzere tasarlandı.
Ne var ki bu cephe henüz o kadar yeni ve bakir ki, evreni algılayışımızı yeniden değerlendirmemize neden olabilecek ve keşfedilmeyi bekleyen, güçlü ve beklenmedik kozmik yerçekimsel dalga kaynakları olabilir.
Temel fizikte atılımlar ve karanlık maddenin doğrudan üretimi
İsviçre’nin başkenti Cenevre’deki CERN araştırma merkezinde bulunan LHC, bu yıl faaliyete geçecek. Bu tesiste, Büyük Patlama’dan sonraki ilk piko saniye içerisinde meydana gelen çarpışmaların aynısını üretebilecek güçlü bir parçacık hızlandırıcı var. Dolayısıyla temel fizik araştırmasının, yeni olguların beklendiği önemli bir enerji eşiğinden geçmesi söz konusu olabilir. Örneğin fizikçiler, sicim teorisiyle de uyum gösteren yeni bir “süper simetrik” parçacıklar spektrumu ve aynı zamanda karanlık maddeyi içeren WIMP’ler (zayıf bir şekilde etkileşime giren parçacıklar) keşfetmeyi umuyor.
Bunun etkisi çok derin olacak. Şu anda evrenin kompozisyonun yüzde 5’inden daha azını anlıyoruz.; uzay, zaman, madde ve enerjinin nasıl yaratıldığını anlayamıyoruz. Dahası evrenin nereye gittiğini de tahmin edemiyoruz. Gelecek beş yıl içerisinde, bu konulardan birisi ya da daha fazlasının tarihi bir şekilde çözümüne tanık olabiliriz.
Kozmik Ufkumuzun Ötesinde Ne Var?
ALEXANDER VİLENKİN-Tufts Üniversitesi’ndeki Kozmoloji Enstitüsü’nün Müdürü
Evrenin ne kadar uzağını görebildiğimizin bir sınırı var. Kozmik ufkumuz, Büyük Patlama’dan bu yana ışığın kat ettiği mesafeyle belirleniyor. Bundan daha uzaktaki nesneler, ışıkları Dünya’ya ulaşmadığı için gözlemlenemiyor.
Ancak, evren ufukta son bulmuyor ve soru da şu:
Ufkun ötesinde ne var?
Aynı evrenden daha fazlası mı var yani daha fazla yıldız ve galaksi mi söz konusu?
Yoksa evrenin uzak kısımları bizim buralarda gördüklerimizden çok mu farklı?
Ben bu soruya cevap verebileceğimiz ve her ne kadar küçük bir kısmını gözlemleyebilsek de bir bütün olarak evrenin yapısını anlayabileceğimiz konusunda iyimserim.
Daha yakın zamana kadar kozmologlar en basit varsayıma inanıyor, yani evrenin homojen olduğu düşüncesini dile getiriyordu. Bir başka deyişle evrenin her yerde az çok aynı göründüğünü düşünüyorlardı.
Ancak, kozmoloji ve parçacık fiziğinde son dönemde yaşanan gelişmeler nedeniyle bu görüşte ciddi bir revizyon oldu ve bilimimizin geleceği konusunda ateşli bir tartışma başladı. Bu yeni bakış açısına göre evrenin çoğu, adına şişen evren denilen patlayıcı, hızlandırılmış bir genişleme durumunda, Bizim kendi lokal bölgemizde (yani, gözlemlenebilen evrende) şişme safhası on dört milyar yıl önce sona erdi ve genişlemeyi sağlayan enerji elementer parçacıklardan oluşan sıcak bir ateş topunu tutuşturdu. Bu zaten Büyük Patlama dediğimiz şey. Evrenin uzak bölgelerinde sürekli olarak başka Büyük Patlamalar yaşanıyor ve farklı özelliklere sahip bölgeler üretiyor. Bu bölgelerin bazılar bizimkine benzer, bazıları ise farklı.
Herhangi bir bölgenin özellikleri, doğanın sabitleri dediğimiz niceliklerle belirleniyor. Bunların arasında parçacık kütleleri, Newton’un sabitleri (yerçekiminin kuvvetini kontrol edenler) ve daha başkaları da var. Bizim bölgelerimizdeki sabitlerde neden gözlemlediğimiz değerler olduğunu bilmiyoruz.
Bazı fizikçiler bu değerlerin biricik olduğunu ve nihayetinde bir temel teoriden elde edileceğine inanıyor. Ne var ki, şu anda doğanın temel teorisi olabilme konusunda elimizdeki en iyi aday olan sicim teorisine göre sabitler bir dizi farklı değerler alabilir.
Olası bütün tiplerin olduğu bölgeler de dolayısıyla ebedi şişme sırasında üretiliyor. Evrene dair ya da söylendiği üzere çoklu evrene dair bu tablo, doğanın sabitleri hakkında uzunca zamandır devam eden gizemi, yani bu sabitlerin hayatın ortaya çıkışı için neden uyumlu olduğunu açıklıyor.
Sebep şu: Akıllı gözlemciler, ancak sabitlerin sadece ve sadece şans eseri hayatın evrilmesi için doğru olduğu yerlerde mevcutlar. Çoklu evrenin geri kalan kısmı kıraç ama oralarda da bundan şikayet edecek kimse yok.