Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tapınakçıların Hazinesi - “Kaledeki yangın”  (Okunma sayısı 3583 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 25, 2010, 10:27:27 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Öncesi “Uçarı William” başlıklı bölümde…


Size kitabın bu bölümünden alıntıları okumaya başlamanızdan önce bir önerim olacak: Burada öykülenenleri daha iyi anlamak için Rosslyn Şapeli hakkında bilgi sahibi olmanın çok yararı var. Böyle referans vermekten pek hoşlanmıyorum ama bu kez vereceğim:

http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=8576.0
http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=8587.0



William Sinclair, Rosslyn’deki kiliseyi dört bölüm halinde tasarlamıştı. O kadar büyük olacaktı ki, aynı anda hepsine birden girişmek olanaksızdı. Kim bilir, belki de ömrü tümünü bitirmeye yetmezdi. Ancak tüm bölümlerin temelleri önceden bitirilmiş olmalıydı. Zaten bunun için de Elizabeth ölene dek geçen süre içinde hep temeller ile uğraşılmış, hayli derine inilip yeraltında kalın duvarlar yapılmış, aralarında dehlizler oluşturulmuş, sonra üstleri kapatılıp binanın inşa edilmesine hazır hale getirilmişti.

William, yeniden evlenince, birkaç yıl önce geçirmiş olduğu bunalımı atlattı. İlk bölümün duvarlarını ördürmeye, kemerleri kurdurmaya başladı. Her yerde uygulanan gotik mimari stilini, kendine göre farklı bir tarzda yorumlamıştı.

Çok el oyalayacağını, hayli zaman alacağını bildiği oyma ve kakmaların işlenmesine de girişmişti. Bunların üzerinde aşırı denilebilecek ölçüde titizlikle duruyor, şayet bir taş ustasının üretimini beğenmeyecek olursa, doğrudan kendi eliyle işlemeye giriştiği bile oluyordu.

Ana bina artık enikonu ortaya çıkmıştı. İnce işlere geçilmiş, hem içeride hem dışarıda çalışılıyordu. Her gün sabahın erken saatinden akşama kadar Rosslyn vadisine tıkır tıkır taş yontma sesleri yansıyordu. Bunlar, William’a ahenkli bir müzik gibi geliyordu. Kulağı buna öyle alışmıştı ki, herhangi bir taşçının tek bir yanlış vuruşunu bile uzaktan duyarak anlayabiliyordu.

Arada sırada Rosslyn’e birkaç Tapınak Şövalyesi geliyordu. Uzun boylu kalmıyor ama inşaatı gezmeden de gitmiyorlardı.

İşte bu ziyaretlerden birinde, Rosslyn’e ilk kez gelmiş olan bir şövalye, William ile özel olarak görüşmek istedi. William onu sanki bir yerden tanıyor gibiydi ama çıkaramamıştı.

«Acaba Kilwinning’de mi karşılaşmıştık?» diye sorunca, şövalye «Elbette!» diye yanıt verdi. «Ancak öncesi de var.»

«Anımsayamadım.»

«O sıralarda pek kendinde değildin de ondan... Glasgow’da şerif ile başın derde girmişti. Ben de seni oradan çıkarmak için görevlendirilmiş olanlardan biriydim. Aradan uzun yıllar geçti. Ancak sanırım olayı unutmamışsındır.»

«Şöyle böyle, hayal meyal anımsıyorum. O sıralarda çok içiyordum. Marjory ile evlenmeden birkaç yıl önce. Galiba yol ortasında bir kadını dövmüşüm, değil mi? Zaten ondan sonra bir süre Kilwinning’de kalıp kendime geldim.»

«Doğru... Sonra biz o kadına da yardımcı olduk. Çok kötü vurmuş, ağır yaralamıştın. Bir de bebeği varmış. Üstelik onun da yere düşüp yaralanmasına neden olmuştun. Bereket ölmemişti.»

«Üzüldüm.»

«O kadarla kalmıyor. Benim bu konuyu açmamın nedeni, o işin seni belki daha da üzebilecek bir yönü oluşu. Ancak, belki bunlar kötü anılarını tazeleyip huzurunu kaçırabilir. Unutmuş kalmak istiyorsan, anlatmayabilirim.»

William meraklanmıştı. «Yok canım. Çok eskide kalmış bir olay. Sonrası ne olabilir ki? Anlat bakayım, neymiş.» dedi.

Şövalye, «Aslında öyle çok uzun boylu bir şey sayılmaz.» diye yanıtladı. «Sen o kadınla daha önceden tanışıyormuşsun. Bir gün seni yol kenarında yatarken bulmuş. Çok hastaymışsın. Seni alıp, evine götürmüş. İyileştirmiş.»

«Bak, işte şu dediğini çok iyi anımsıyorum. Melek gibi bir kadındı. İyilik örneği. Güzel de sayılırdı. Şayet beni bulmasaydı, anlattığı koşullar altında kalmış olsaydım, kim bilir belki orada ölüp kalırdım. Doğrusu, yaşamış olmamı ona borçlu sayılırım.»

«Ancak, dediğin gibi sahiden de yaşamını ona borçluysan, anlaşılan borcunu ona yol ortasında öldüresiye dayak atarak ödemişsin; bir de bebeğini yaralayıp sakat bırakarak.»

William, hayret içinde kalmıştı. «Benim dövdüğüm kadın o muymuş? Bak bunu bilmiyordum.» dedi.

«Elbette bilmiyordun. Ben de sonra onunla konuştuğumda öğrendim. O seni tanımış; sen onu tanıyamamışsın. “Biliyorum, beni tanımadı. Çok iyi bir insandır. Şayet tanısaydı, kesinlikle böyle bir şey yapmazdı.”dedi.»

«Aman, tanrım!... Meğer ben ne yapmışım? Sarhoş kafa işte, ne olacak. İnsanın başına ne garip rastlantılar geliyor. Peki, ama şimdi senin bana bunu anlatmanın bir nedeni olsa gerek.»

«Evet, var.»

«Nedir?»

Şövalye bir süre durup, düşündü. Sonra, «Bak bu seni çok üzebilir.» dedi. «Buraya kadarı, dövdüğün kadının aslında kim olduğunu söylemek içindi. Görüyorum ki bu bile seni pek üzdü. Bundan sonrası ise, belki yaşamını alt üst edebilir. Oysa şimdi tutarlı bir ailen var. Bir emelin, yaratmaya çalıştığın bir yapıt var. Bu işlerinin arasında kafanın allak bullak olmasını istemem. İlle de anlatmamı istersen, anlatırım. Ancak peşinen bil ki bu seni çok sarsacaktır. Kararı kendin ver.»

William, «Merak etme. Artık hiçbir şey beni etkileyemez. Yolumdan döndüremez. Söyle.» dedi.

«Bak, seni son kez uyarıyorum. Sonra pişman olma.»

«Dert etme. Bundan ötürü seni suçlayacağımı da düşünme. Madem bugün hiç aklıma bile gelmemiş olan bir konu hakkında bilgi edindim. Bari bunun sonrasını da öğreneyim.»

«Peki! O zaman sıkı dur.»

Şövalye, tam söyleyecek iken bir duraksama daha geçirdi. Bunu kaldırıp kaldıramayacağını anlamak ister gibi William’ın yüzüne baktı. Az önce üzülmüştü ama metin görünüyordu.

«O bebek var ya!» deyip yine durdu.

«Eeee! Ne olmuş? Ölmüş mü yoksa?»

«Hayır, ölmemiş. Dediğim gibi sadece sakat kalmış. Topal. Fakat işte o bebek...»

«Evet?»

«O senin oğlun.»

Şövalye, bunu söyledikten sonra, derin bir «Oh!» çekti. İşte rahatlamıştı. Bundan sonrasını William düşünmeliydi.

* * * * * *

İnşaatta, değişik işlerden sorumlu birçok usta vardı. Her biri, kendi yanında kalfa ve çıraklar çalıştırıyordu.

William’a göre en önemli iş, Jacob Usta’nın sorumluluğu altındaydı. Çünkü o taş yontma ve süsleme işlerini yürütüyordu. Diğerlerini her kim olsa yapardı. Üstelik bu iş, bilgi, beceri, dikkat ve sabır gerektiriyordu. Buna bir de William’ın titizliği katılınca, her parçanın üzerine onun istediği incelikli desenlerin işlenmesi, çok zaman alıyordu.

Jacob Usta, çıraklarından hiç memnun değildi. Sık sık birini kovduğu, yenisini denediği oluyordu. William, işlerin hem çok ağır yürüdüğünü hem de istediği gibi güzel olmadığını ileri sürüp onu sıkıştırdığında, hep aynı mazereti gösteriyordu: «Bu ülkede tarif ettiğin işleri senin istediğin gibi yapabilecek ne bir çırak var ne de bir kalfa. Madem olmadığını, beğenmediğini söylüyorsun, ya ben işi bırakayım ya da bana bunları tam senin istediğin gibi yapabilecek adam bul.»

William, aslında Jacob Usta’nın dırdırından usanmıştı ama ona hak vermiyor değildi. Üstüne üstlük, buna kendi titizliğinin yol açtığının da farkındaydı. Peki, titizlik göstermese, aldırmasa, hatalara göz yumsa ne olurdu? Ortaya her yerde görülen gibi bir şey çıkardı. Oysa onun emeli, şimdiye dek başka hiçbir yerde görülmemiş, sıradan olmayanı gerçekleştirmekti.

Bir gün, şantiyeye yirmili yaşlarda genç bir adam getirdi. Jacob Usta’yı çağırttı. Ona, «Jacob Usta, bak sana yeni bir çırak getirdim.» dedi. «Çırak dediysem sıfır değil. En az beş yıldır taş işliyor. Pek yetenekli. Üstelik seninle adaş. Sana çok yardımcı olacağından eminim. Sen de onunla doğrudan ilgilenip, bilgi ve hünerlerini ona da öğreteceksin. Gelecekte senin gibi esaslı bir usta olarak yetişmesini sağlayacaksın.»

Jacob Usta, William’ın getirdiği genci göz ucuyla şöyle bir sözdü. Sonra William’a başıyla “Yalnız konuşalım.” anlamına gelen bir işaret yaptı.

William, genç Jacob’a «Sen burada bekle. Hatta istersen şöyle bir dolaş» diyerek, Jacob Usta ile birlikte az öteye gitti. «Hayrola! Yoksa beğenmedin mi?» diye sordu. «Hep yetenekli bir çırak isteyip duruyordun. Bir dene bakalım.»

Jacob Usta, «Efendim, sorun o değil. Ayağı.» dedi.

«Ne olmuş ayağına?»

«Efendim, sakatları mesleğe alamayız ya.»

William sinirlendi. «Bana bak Jacob Usta!» diye ona çıkıştı. «Sen de şunu bilirsin ki bu meslekte ben senden daha ustayım. Ne olmuş ayağı aksıyorsa? Az önce sana onun sıfır, hiçbir şey bilmeyen bir çırak olmadığını söyledim. Bu ne demek?... Daha önce başka ustaların yanında çalıştı demek. Şu halde onlar senin bu tasanı göstermemiş. Bu, çok eskilerde kalmış olan kafanı artık değiştirmelisin. O, taş işleyecek. Taşı ayağıyla değil, eliyle, gözüyle, beyniyle işleyecek. Ona duygularını katacak; sevgiyle, coşkuyla, ruhuyla süsleyecek. Şayet bu konuda bir itirazın varsa, bil ki kabul edilmemiştir.»

Jacob Usta bu işten hoşlanmamıştı. William’a «Madem öyle, kendine başka bir usta bulursun.» diyerek buradan çekip gitmek vardı ama o zaman mesleği terk etmesi gerekirdi. Çünkü böyle bir durumda başka hiç kimse ona iş vermezdi. Sustu. İçine attı.

William, genç Jacob’a seslenerek yanlarına çağırdı. Jacob Usta’ya, «Şu halde, anlaştığımız gibi, onu sana teslim ediyorum. Yanında çok iyi yetişip usta olacağından eminim.» dedi.

* * * * * *

Çırak Jacob, buradaki işi çabuk kapmıştı. Hızlı ve kusursuz üretim yapıyordu. Ustası birçok noksanı olduğunu ileri sürüyor, bu nedenle de onu ikide bir azarlıyordu. William’a göre en az Jacob Usta kadar iyi iş çıkarıyordu. Hatta aslında Jacob Usta’nın noksanı olduğu görüşündeydi; ona göre, özellikle genç Jacob geldikten sonra, kendi elindeki işi şişirmeye başlamıştı. Belli ki işinde mutlu değil, isteksizdi.

William, onun bu keyifsizliğinin, çırağı Jacob ile bağlantılı olduğunun farkındaydı. İşler bu aşamaya geldikten sonra, artık onu işten çıkarıp, yerine bir başka taş işleme ustası bulamazdı. Ancak bu iş böyle de gitmezdi. Jacob Usta’ya ne istediğini, neyi nasıl istediğini ya o anlatamıyor ya da öteki anlamıyordu. Şayet art niyetle anlamazdan geliyorsa o başka ama William onu da kabullenemiyordu. Bu, mesleğin töresine sığmayacak bir tutum olurdu. Galiba kullandıkları dil farklıydı.

Bu sorunu çözmenin tek bir pratik yolu vardı. Onu Roma’ya göndermek... Gitsin görsün ki, William’ın ne demek istediğini kavrasın. Bu, belki biraz gecikmeye yol açardı ama zararı yok... Geç olsun da gelişigüzel değil, gerektiğince güzel olsun.

Jacob Usta, Roma’ya gitmek üzere yola çıktıktan birkaç gün sonraydı. İnşaatta çalışmakta olanlar, kaledekilerin çığlık çığlığa bağırdığını duydu. Baktıklarında, kalenin arka yanından kapkara bir duman yükseldiğini gördüler. İnşaat alanına doğru koşanlar, «Yetişin. Yangın var!» diye sesleniyordu.

İşçiler hemen kaleye doğru seğirtti. Telaşa kapılmayanlar, eline geçirdiği su dolu bir bakraç ya da kova ile koştu.

William, kaleye hepsinden önce ulaştı. O gelene kadar kale halkının çoğu yangın yerinden olabildiğince uzağa kaçmış, hatta kimileri dışarıya çıkmıştı. Varsa yoksa birkaç muhafız, elden ele kova geçirerek yangını söndürmeye çalışıyordu. İnşaattan gelen işçiler de onlara katıldı.

Kütüphane alevler içindeydi. Hava durgun olduğundan her yeri duman sarmıştı ama asıl yangın oradaydı. William bunu görünce neredeyse aklını kaçıracak gibi oldu. Hiç düşünmeden, cansiperane bir haykırışla alevlerin içine daldı.

Onun içeriye girdiğini görenler, bir yandan endişeye kapıldı, diğer yandan da çok daha canla başla didinmeye giriştiler.

William, kütüphaneden bir şeyler çıkarmaya uğraşıyordu. Üst üste birkaç kez girip çıktı. İçeriden çıkardıklarını ötede bir yere bıraktıktan sonra, yine dalıyordu. Ara sıra giysisi ateş alıyor ama o hiç aldırmadan koşup duruyordu. Onu uzaktan izlemekten başka bir şey yapamayan Marjory, korkuyla farkında olmadan parmaklarını iyice ısırmış, elleri kan içinde kalmıştı. William, sonunda, orası burası yanmış, kurtarabildiği kâğıtların üzerine yığılıp kaldı.

Az sonra, yangın kontrol altına alınıp daha da yayılması önlendi. Ancak William’ın o yıllarca didinerek kurduğu canım kütüphanesi cayır cayır yanarak tümüyle kül olmuştu.

William’ı yatak odasına taşıdılar. Ölmemişti ama çok kötü bir haldeydi. Yanıklar içindeydi. Bayılmıştı. Marjory, hemen birisini Edinburgh’a yollayıp doktor getirtti.

Doktorun verdiği haber iyiydi: «Korkma, ölmeyecek. İlk günleri zor geçirebilir ama sonra ağır ağır iyileşecek; hiç merak etme. Sadece birkaç ay bu yanıkların acısını çekecek.»

İşte o gün Marjory, hayli uzun süreden beri evli olduğu bu adamı ne kadar sevdiğini belki de ilk kez anladı. Günlerce onun yanı başından ayrılmadı.

William kendine gelip de karısını başı ucunda gördüğünde, önce gözü sarılmış ellerine takıldı. «Yandı mı?» diye sordu. Ne için böyle yaralanmış olduğunu öğrenince, ağlayası geldi. Onun bu ölçüde sevgisini gerçekten hak edip etmediğini düşündü.

Genellikle uyuyor gibiydi. Arada sırada birdenbire sıçrıyor, «Projeler, çizimler... Neredeler?... Hepsi yandı mı? Hiçbirini kurtaramadık mı?» gibi sözler ediyordu. Belli ki, dalıp gidince kâbus görüyor, yangını bir kez daha yaşıyordu. Marjory, elinden geldiğince onu sakinleştirmeye çalışıyor, «Korkma. Bak, işte hepsi burada. Hepsi sapasağlam. Hiçbirine bir şey olmadı. Sen, benim kahramanım William Sinclair, hepsini kurtardın.» diyerek ona uzaktan gösterirken, kâğıtların yer yer yanık kenarlarını da gizlemeye uğraşıyordu.

William, henüz yatağından kalkabilecek halde olmamakla birlikte artık kendisini biraz toparladığında, neleri kurtarabilmiş olduğunu inceledi. Projelerin hepsi değil ama en önemli olanlar sağlam kalmıştı. Hele temellerdeki dehliz planlarının kurtulmuş olduğunu görünce pek sevindi.

Marjory, «Eninde sonunda öğrenecek. Bari benden duysun. Hazır keyfi yerine gelmişken, şimdi tam sırası.» diye düşünerek, tüm cesaretini toplayıp ne yazık ki kütüphanesinin baştan sona yandığını, geriye hiçbir şey kalmadığını söylediğinde, metanetle karşıladı. «Farkındayım.» dedi. «Biliyor musun, çocuklara esaslı bir kitaplık bırakmak isterdim. Olmadı. Engellediler.»

Dudaklarından ister istemez dökülmüş olan bu söze, önce kendisi şaşırdı. Ne demek istemişti “Engellediler.” diyerek? Bu bir seziş miydi? Böylece, yangının kazara çıkmadığını, birisinin kundakçılık ettiğini, bilerek ve özellikle de kütüphaneyi ateşe verdiğini mi düşünüyordu?

* * * * *

Yatağından kalkıp, yine inşaatın başına geçebildiğinde, önce işin tatil edilmiş olduğunu bildirdi. Tüm ustaların ve işçilerin listesini getirtti. İçlerinden özenle seçtiği birkaçını tutup, geri kalanının işine topluca son verdi. Sanki inşaatın sonuna kadar çalışmış gibi paralarını ödeyip, gönderdi. Diğerlerini de üç ay süre ile zorunlu izne çıkardı.

Birkaç güne kalmadı; tüm işçiler gittiği için Rosslyn köyü boşaldı. Sadece ustası Roma’da olan Jacob ile William’ın pek güvendiği iki emektarı ve aileleri kalmıştı.

Ortalığa sessizlik çöktü. Oysa daha önce köyde kovalamaca oynayan çocukların bağrışmaları şantiyeden bile duyulurdu.

Çok geçmemişti ki, Rosslyn’e çok sayıda Tapınak Şövalyesi geldi. Uzunca bir süre William’ın konuğu olarak kalede kaldılar.

İzleyen günlerde başkaları da geldi. Onlar sivildi. Boşalmış olan köyde kendilerine gösterilen yerde yatıp kalktılar.

Gündüzün şövalyelerin birçoğu sanki birer işçi gibi pespaye giyinmiş olarak inşaatın orasına burasına girip çıkıyordu. Diğer yabancılar da bir şeyler yapıyordu. Jacob ile emektarlar dışında hiç kimsenin oraya sokulmasına izin verilmiyordu.

Bir ay kadar çalıştılar. Belki biraz daha fazla.

Bu arada William Jacob’a özel bir görev verdi. «Bak, kabası bitmiş ve ustanın işlemelerine başlamış olduğu şu sütun var ya!» diyerek başladı. «Başkaları her ne ile uğraşırsa uğraşsın, senden herkesten bağımsız olarak aklını, tüm becerini ve çabanı bunun üzerinde toplamanı, bir an önce de bitirmeni istiyorum.»

Sonra ona neler yapması gerektiğini, sütunu nasıl işleyip, ne gibi süslemeler katacağını uzun uzun anlattı.

Çırak Jacob, görevlendirildiği sütunu işlerken, köyde kalan konukların işi bitti. Gittiler. Tapınak Şövalyeleri ise birkaç gün daha Rosslyn Kalesi’nde kaldı.

Onlar oradayken, William bir sabah kale komutanını çağırdı. «Biliyor musun, şu geçirdiğimiz yangın olayını unutamadım.» dedi. «Gerçi kütüphaneyi kurtaramadık ama senin adamların da yangını söndürmek ve yayılmasını engellemek için canla başla çalıştı. Onları ödüllendirmek istiyorum.»

Komutan, «Aman efendim, ne gerek var? Görevleri... » diye başladıysa da, William, «Para versek olmaz. Bak, ben şöyle bir şey düşündüm. Hepsini toplayıp bu akşam Edinburgh’a götürsen diyorum. İyice gezip tozsun, dilediklerince eğlensin, kurtlarını döksün, yarın dönsünler. Sen de başlarında olmalısın ki, olmadık işlere girişip başlarına dert açmasınlar.»

Komutanın yanıtını bile beklemeden, bu eğlence faslı için eline bir miktar para sıkıştırdı.

Komutan, «Efendim, bari birkaçı burada kalsın. Kalenin korunması aksamasın.» dedi.

William, komutanın öyle diyeceğini biliyordu ve yanıtını hazırlamıştı: «Ben de zaten o nedenle hemen bu akşam gidin diyorum ya! Hazır şövalyeler burada iken fırsat bu fırsat. Gerçi onlar burada konuk ama ben bir gece için kaleyi korumalarını rica ettim. Kabul ettiler. Onlardan iyisi mi bulunur?»

Komutan hiçbir şey diyemedi. Madem baron öyle istiyordu!

Tam çıkarken, William bir de şunu ekledi: «Bak, az kalsın unutuyordum. Şövalyeler kale sakinlerinin hepsini tanımıyor. Kimin kim olduğunu bilmezler. Bir sakatlık olmasın. Onun için herkese haber ilet; bu akşam güneş battıktan sonra hiç kimse ortalıkta dolaşmasın.»

O gün akşamüstü, herkes erkenden odasına çekildi. Marjory ile çocukları bile.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Tapınak Şövalyeleri sessizce kalenin mahzenlerine indi. Oradan bir şeyler çıkardılar. Bunları hiç kimseye belli etmeden şantiyeye taşıdılar.

Sabah, Edinburgh’dan dönen muhafızlara görevi devrettiler.

Rosslyn’de bir gün daha kaldılar. Kimisi yine inşaatta yalnız başına birtakım işler yaptı.

Ertesi gün, kalenin avlusunda toplandılar. Herkesin önünde William’a konuk severliği için teşekkür edip, ayrıldılar.



Sonrası “Çırak sütunu” başlıklı bölümde









« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 02:48:31 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
5741 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2010, 10:14:29 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3948 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2010, 08:33:52 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4658 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2011, 04:01:14 ös
Gönderen: Mustafa Kemal
0 Yanıt
3755 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 17, 2010, 10:24:09 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3839 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2010, 08:16:10 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3849 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 19, 2010, 01:05:11 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4015 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2014, 10:33:13 ös
Gönderen: Alşah
2 Yanıt
5614 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2011, 05:54:33 ös
Gönderen: Mustafa Kemal
0 Yanıt
3461 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2010, 02:22:06 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
14281 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 14, 2014, 12:22:15 öö
Gönderen: NOSAM33