Önceki bölümden devam ediyorum...
Henri’ye göre, ulaşmış oldukları bilgi hâlâ yetersizdi. Parşömenlerin şifresi belki de ikinci taşta yazılanlarla çözümlenecekti.
Bunun için Bérenger’in Carcassonne’a gidip piskopostan yardım istemesini önerdi.
Bérenger tereddüt edince, Henri «Çekinecek bir şey yok... Piskopos bizimle aynı kafadadır. Sır saklamasını da bilir. Ben sana anlattıklarımı daha önce onunla da paylaşmıştım. Sen de öyle yaparsan bu bir işe yarayabilir.» diyerek, onu ikna etmeye çalıştı.
Niçin kendisi yapmıyordu da, Bérenger’e havale ediyordu sanki?
Bu bağlamda çeşitli yorumlar var ama en akla yatkın geleni şöyle:
“Henri’nin bu tutumu bir din adamının ahlâk anlayışını yansıtır. Taşları ve belgeleri bulmuş olan Bérenger idi. Henri bu konuyu baştan beri biliyordu ama sahiplenemezdi. Bu işe Bérenger başlamıştı; onun yürütüp sonuçlandırması gerekirdi.”
Bérenger, Henri’nin bu önerisini uzun uzun düşündü. Sonunda kabul etti. 1891 yılının Şubat ayında bir gün piskoposu görmek üzere Carcassonne’a gitti.
Böylece, farkında bile olmadan bundan sonraki tüm yaşamını değiştirecek olan bir serüvenin ilk adımını atmış oldu.
Bérenger’e daha önce de politikaya karışıp da başı derde girdiğinde yardım etmiş olan Carcassonne Piskoposu Félix Arsène Billard, onu dikkatle dinledi. Getirdiği parşömenleri gözden geçirdi. «İncil’den alınma ama kötü bir Latince ile yazılmış. Bir başka mesaj içeriyorsa bile ben anlayamadım.» dedi. Taşların üzerindekilere ise hiçbir anlam veremedi.
Bunun üzerine Bérenger, piskoposa, Henri Boudet ile birlikte mezarın baş taşı üzerindeki yazıyı nasıl çözümlediklerini ve vardıkları sonucu anlattı.
Piskoposun ağzı açık kaldı. Ancak her ikisini de kutlamaktan başka bir şey yapamadı. Bérenger’e, bu işin kendilerinin bilgi birikimiyle olmayacağını, uzmanlık gerektirdiğini, bunun için Paris’e gitmesi gerekeceğini söyledi.
Bérenger anlamlı bir tavırla piskoposun yüzüne baktı. Piskopos, «Merak etme, yokluğunu birkaç gün idare ederim. Seni izinli sayarım. Yeter ki çok oyalanma. İşini bitirir bitirmez hemen dön.» dedi.
Bérenger, Paris’i hiç görmemişti. Gerekirse bu iş için dünyanın öteki ucuna kadar bile giderdi ama Paris’te derdini anlatmak üzere kimi, nasıl bulurdu ki?
Piskopos, Paris’te papaz adaylarının eğitildiği Saint-Sulpice Kilisesi’nin Başrahibi Bieil’i öteden beri tanıyordu. Zaten bu işi ancak o başarırdı. Yardımcı olması ricasıyla ona bir mektup yazarak Bérenger’e verdi.
Bérenger, bir kez daha köye kadar dönüp gelmektense, kentte birkaç parça öteberi satın aldı.
Ertesi gün piskopos tren istasyonuna kadar gelerek onu uğurladı.
Şimdi bundan sonra uzun boylu Paris’te olup bitenleri anlatmak, onları da parçalara ayırmak gerekecek. Fakat konu aynı konudur; onun için başlığı değiştirmeden devam edeceğim.