Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Taksimde Röportaj ve Güzel Kareler. :)  (Okunma sayısı 24323 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 03, 2012, 02:59:40 öö
Yanıtla #30
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 323
  • Cinsiyet: Bay

Gelelim soruya. Yani kesin bir kurucu yoktur. Zaten masonluk din ayrımı gözetmeden hakedeni almıştır. Bir çok dinden öğrenci barındırmaktadır. Her mason locasının bir kurucusu vardır. Bu ister yahudi, ister hristiyan, istersede müslüman olabilir. Yanlışmı ?
Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza,çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi,ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi


Aralık 03, 2012, 03:02:58 öö
Yanıtla #31
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay

Bende gecenin bu saatinde arıyorum , yanlış anımsamıyorsum İlk kabul gören  HİRİSTİYANLAR' dır .Aramaya devam ediyorum bak istenirse sende bilgi sahibi oldun bende ne güzel .
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Aralık 03, 2012, 03:07:15 öö
Yanıtla #32
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 323
  • Cinsiyet: Bay

Evet hocam çok iyi oldu. Bu konu hakkında bilgi edinmemiz lazım. Forumu şuan irdeliyorum bakalım neler çıkacak.
Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza,çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi,ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi


Aralık 03, 2012, 03:10:15 öö
Yanıtla #33
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay




Alıntı
MASONLUK TARİHİ'NDE ANLATILMAYANLAR - 1

Alıntı
 


GİRİŞ – GENEL OLARAK TARİH

Masonluğun Tarihi’ne girmeden önce şunu söylemeliyim: Genel olarak tarihsel bilgiler beni biraz tedirgin ediyor. Kimi zaman tarih kitaplarında ya da ansiklopedilerde anlatılanların bazısının doğru olup olmadığı konusunda zihnimde kuşkular beliriyor.

Bu duyguyu belki siz de yaşamışsınızdır. Anlatılagelmiş olan bir tarihçeye inanırsınız, güvenirsiniz ama sonra ortaya öyle bilgiler, öyle bulgular çıkar ki, ne denli yanlış şeylere inanmış olduğunuzu görürsünüz. Tarihsel bilgilere güveninizi yitirirsiniz. Bir kez güveninizi yitirdiniz mi, önce o tarihçiyi, sonra belki hiçbir kusuru olmayan diğerlerini de kuşkuyla karşılamaya başlarsınız; acaba yazdıklarının, anlattıklarının neresi, ne kadarı doğru, neresi ve hangileri uydurma diye.

Oysa tarihi bilmek gereklidir. İnsan tarihi bilmeli ki, bugününü ona göre düzenlesin, geleceğine ona göre yön versin. Bu, özellikle tarihte yapılmış olan yanlışlardan ders alınarak, benzerlerinin yinelenmemesi bakımından pek önemlidir.

Tarih bir bilim midir?... Tarihçiler öyle olduğunu söyler.

Bence değildir çünkü bilimsel yöntemin uygulanmasına elvermez. Tarihte gözlem vardır, inceleme vardır, karşılaştırma vardır; fakat deney ve sınama yoktur. Bu nedenle tarih, eldeki verilerden yararlanılarak, olabildiğince bilimsel bir yaklaşımla düzenlenmiş bir birikimdir. Bu veriler, arkeolojik ve antropolojik bulgular, belgeler, eskiden kalma nesneler gibi şeylerdir.

Bunların arasında doğruluğu en kuşkulu olanı da belgelerdir. Oysa bir tarihçi için çok önemlidir bunlar.

Birçok yerde ve birçok dönemde egemenler, bu belgeleri kendi işlerine geldiği gibi düzenletmiş, düzenlenmiş olanı değiştirtmiş ve hoşlarına gitmeyenlerin birer tarihsel bilgi olarak belgelenmesini engellemişlerdir.

Dolayısıyla tarih, ilgili yer ve dönemdeki egemenlerin istediklerinin, uygun bulduklarının anlatısı olmaya dönüşmüştür.

Fransa Tarihi’ndeki bir olayın üzerine bir yerde yapılmış bir değerlendirmeyi anımsıyorum. Şöyle diyordu: «14. Louis’nin “kimin oğlu” olduğunun önemi yoktu. Önemli olan, kimin oğlu olması gerektiğiydi.»

İki örnek vermek istiyorum.

Birincisi kolayca erişebileceğimiz bur tarihsel bilgidir. M.Ö. 1295 yılında anlaşmaya (?) bağlanmış olan ünlü Kadeş Savaşı… Bu savaşa ilişkin elimizdeki tarihsel bilgilerin doğru olduğuna güvenebiliriz. Çünkü savaşı Hititler de Mısırlılar da anlatmıştır. Yıllarca süren bu savaş her iki kaynakta da aşağı yukarı aynı şekilde geçer. Ancak sonuç farklı yorumlanmıştır. Her ikisi de bu savaşı kendisinin kazandığını ileri sürmüştür. Aslında berabere gibi görünüyor.

İkinci örnek bir zamanlar TRT televizyonunda yayınlanmış bir program; çok yıllar önce, henüz TRT haftada sadece üç ya da dört gün birkaç saat yayın yaptığı sıralarda… Programın adı “Türkiye Üzerine Oyunlar”, sunucusu Can Gürzap idi. Öyle şeyler anlatılıyordu ki o programda; okullarda okutulan Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dersinin ne gibi yanlışlıklarla dolu olduğunu (olabileceğini) görüyordunuz. Fakat program bir süre sonra yayından kaldırıldı. Oysa bitmemişti ve sunucu bir sonraki programda ne anlatılacağını da söylemişti. Demek ki bu programın kapsam metni önceden iyice gözden geçirilmemişti ve resmi tarih bilgilerine göre anlatılmaması gereken şeyler içeriyordu.

Tarihçi ne yapar?... Bilgileri ve belgeleri inceler; derleyip toparlar ve bize sunar. Bu bilgiler arasında kronolojik kopukluklar vardır; “anakronizm” de denilen zamansal uyumsuzluklar vardır. Tarihçi bunları sevmez; kendi eğilimine göre düzeltir. Boşlukları hiç sevmez; istatistiksel ya da geometrik bir yöntem uygular gibi interpolasyon ile arasını doldurur ve bize bir bütün olarak sunar. Anlaşılmazlıklar ya da aslında olmaması gereken türde olaylar vardır. Bunlardan da hoşlanmaz; kendine göre bir yorum yapar ama bunun kendi bireysel yorumu olduğunu söylemez; önümüze tarihsel gerçek biçiminde koyar.

Dolayısıyla tarihsel bilgi, biraz da tarihçinin istediği gibi şekillenir.

Oysa tarih objektif olmalıdır. Ancak çoğu kez olamamıştır. İşin içine sübjektif düşünceler ve değer yargıları girmiş ama bunlar sonradan unutulmuş olduğu içindir ki, sonraki dönemlere sanki bir objektif birikim gibi yansımıştır.

Biz de çaresiz, eskiyi bilmek, ondan ders alıp günümüzü düzenlemek, geleceğe yönelmek bakımından yanlışa kapılırız.

Sözünü ettiğim tarihçi bugünün değil, eskinin tarihçisidir. Doğruları yazmış olsa bile onun yazdıkları yakılmış, yok edilmiş ya da yitirilmiştir. Fakat bu olaydan önce bir başka tarihçi onun anlatmış ya da yazmış olduklarının bir kopyasını çıkarmıştır. Dolayısıyla özgün yapıt yoktur. Ancak özgün anlatı ya da yapıtın yerine özgün kopyası ya da kulaktan dolma bilgilerle düzenlenmiş olanı vardır ve o özgün kopya ya da ikinci yazılım özgün yazım ya da anlatımın yerini alır. O da yok olduğunda onun yerine ondan çıkarılmış ya da edinilmiş olanı geçer. Her kopyalama ya da aktarımda birtakım değişikliklere de uğrar.

Böylece asıl ve doğru tarihsel bilgi bize uzanana dek çok farklılaşır; bambaşka bir biçim alır. Biz de başka çaremiz olmadığı için ona inanır, güveniriz.

Derken, hiç olmadık bir yerde, hiç beklenmedik bir belge ele geçer. Bu belge, daha önce yazılmış olanları yer yer çürütmektedir. Buna göre tarihin bur bölümünün yeni baştan yazılması gerekmektedir. (Nag Hammadi Belgeleri gibi)

Pek basit bilinen bir örnek vereyim. Miladi takvim sıfır yılında başlar. Nedir bu sıfır? İsa’nın doğduğu yıl… Yüzyıllarca bu böyle geldikten sonra, İsa’nın aslında bu takvim yılına göre M.Ö. 7 yılında doğmuş olduğu saptanmıştır. Eyvah!... Şimdi ne olacak? İsa’nın doğuş tarihini esas alarak ne varsayımlar yapılmıştı oysa!... Takvimi bile değiştirmek gerek. Ancak işte bu göze alınamamıştır. Özellikle Vatikan önceleri bunun doğru olmadığı üzerinde diretmiş hatta bu iddiada olanları aforoz etmeye bile kalkışmış ama sonra bakmıştır ki olacak gibi değil, bu gerçeği kabullenmek zorunda kalmıştır. Bu isim üzerine bir sünger çekilmiştir. Zaten yapılabilecek başka bir şey de yoktur.

Yılının yanı sıra bir de İsa’nın doğum günü vardır. Söyler misiniz nedir İsa’nın doğum günü?... (Bu işin aslını bilenlerin gülümsediklerini duyumsuyorum.)

Masonluğun Tarihi de bir bakıma işte öyle… Azı 17. yüzyılın ikinci yarısında, çoğu 18. yüzyıl ortalarında o Masonluğun o döneme kadarki tarihçesini yazanlar olmuş. Bu bağlamda ünlü masonik tarihçilerin yapıtları masonların ellerinde dolaşmış yıllarca; William Hutchinson, Albert G. Mackey, Robert F. Gould, George Oliver, Henry Wilson Coil gibi…

Bir de tüm onların yazdıklarının üzerine yakın geçmişimiz sayılabilecek 20. yüzyıl ortalarında bulunmuş belgelerdeki bilgiler var.

Bir de Masonluk ile bağdaşık ya da ilintili olmayan, her birinin güvenilirliği elbette ayrı ayrı sorgulanabilecek diğer tarihsel bilgiler var.

İşte tüm bunlar göz önüne alındığında, Masonluğun Tarihi’nin de yer yer bugüne dek yazılmış ve anlatılmış gibi olmayabileceğine ilişkin düşünceler doğuyor insanın zihninde.

Hele konu Çağdaş Masonluğun ilk oluşumuna gelince…

İşte benim işlemek istediğim konu budur. Bakalım Masonluğun bu anlatılmamış tarihçesinde neler yer alıyor?

Elbette benim anlatacaklarım da doğru olmayabilir. Üstelik ben tarihçi de değilim. Dolayısıyla baştan söylemeliyim: Sakın anlatacaklarıma “kesin doğrular” diye inanmayın. Araştırın, inceleyin. Fakat anlatacaklarımı beğenmeyip yadsıyacak olanlar da bu sözümü bana karşı kullanmasın lütfen… Herkes akıl yoluyla düşünsün, başka nedenlerle yanlışlara kapılmasın.

Birdenbire aklıma bir anım geldi, onu anlatacağım…

Yılını tam olarak anımsayamıyorum ama 1996 ya da 1997 olsa gerek. Bir çok uluslu (global) şirkette çalışıyordum o sıra. Birtakım görüşmelerde bulunmak üzere şirketin merkezine New York’a gitmiştim. O sırada o şirkette dünya çapında bir istatistiksel araştırma yapılıyormuş; şirketin gelecek yıllardaki stratejisinin oluşturulmasına kaynak hazırlamak üzere. Benim orada olduğumu duyunca araştırmayı yapan komisyonun başkanı «Ne güzel bir rastlantı. Yarın Türkiye’yi konuşacaktık. Siz de katılır mısınız?» dedi. Bir de bana henüz bitirilmemiş olmakla birlikte yarınki gündemde görüşülecek olan sonuç metni tasarısını verdi.

Bu tasarıya bir göz attım ki, aman Allah!... Ben sosyo-ekonomiden pek anlamam ama görebildiğim kadarıyla burada çok büyük yanlışlar var. İşin ilginç yanı biliyorum ki bizim şirketin Türkiye’deki genel müdürü bir yıl önce Brüksel’de düzenlenmiş bir konferansa gitmiş ve o konferansta Türkiye’nin gelişimine ilişkin birtakım irdelemeler yapılmış, sosyal ve ekonomik göstergeler ortaya konmuştu.

Hemen bizimkilere fax çektim. Durumu özetleyerek bana o Brüksel konferansındaki göstergelerin gönderilmesini istedim. Gönderdiler. O gece sabaha kadar oturdum. Yapılacak toplantı için bir konuşma metni hazırladım.

Toplantıda başkan önce ortaya tasarımı koydu. Birkaç komisyon üyesi söz aldı. Onlar da yalan yanlış şeyler söyledi. Sonra başkan bana beş dakikalık bir konuşma yapmam için söz verdi. Ben o limiti aşarak 15 dakika kadar süren konuşmamı yaparken başkanın terlediğini, kızarıp bozardığını görebiliyordum. Örneğin şöyle bir şey yazmışlardı: «Türkiye de henüz mobil telefon sistemi yoktur.» Oysa o tarihte iki şirket vardı; birinin üyesi 500 bin ötekinin 100 bindi. (Bu rakam bugün için komik ama o zaman o kadardı.)

Konuşmamı bitirince başkan şöyle dedi:

«Katıldığınız için teşekkür ederiz. Ancak bizim saptamış olduğumuz bilgiler doğrudur.»

Lütfen siz de benim anlatacaklarımı onun gibi karşılamayın. En azından bir bakın içinde doğruluk payı olanlar bulunup bulunmadığına.

Anlatacaklarımın birinci aşaması, bugün kısaca “Masonluk” dediğimiz, masonların kimi zaman “Spekülatif Masonluk” olarak andığı çağdaş kurumun doğuşu öncesi ve bu doğuşun nasıl gerçekleştiğidir. Bunun birkaç paragrafta biteceğini sanmayın. Çok uzun sürecek ve okuyacak olanlara da sabır dilemem gerekli.

Ancak asıl konuya girmeden önce, bilenler için anımsatmak, bilmeyenler için bilgilendirmek amacıyla Masonluğun anlatılmış tarihçesinin bir genel özetini vereceğim. İşte o çok kısa.

Bu çalışmayı da her biri kendi başına eleştirilebilsin diye birbirini izleyen ayrı başlıklar altında sunacağım.

Bu giriş ister istemez çok uzun sürdü; bölemedim. Bundan sonrakileri daha kısa tutmaya çalışacağım.

Sayın ADAM a ait bu iletiden başla ...
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Aralık 03, 2012, 03:17:56 öö
Yanıtla #34
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 323
  • Cinsiyet: Bay

Hımm. Buda sayın Masona ait.

" Kabul edilmenin başlangıcı
İskoçya'ya ve Kral V. James'e
(1513-1542) dayanıyor. Marie
Stuart'ın babası olan bu Kral,
İskoç ve İtalyanlardan oluşan bir
Loca kurmuştu. 5. James'in
torunu, VI. James 1603 de I.
James ünvanıyla İngiltere Kralı
oldu. Kral İngiltere'de mimari
gelişime çok önem vermiş ünlü
ve kültürlü kişilerle iletişim
kurma gereğini duymuştur.
İngiltere'deki Devrimden sonra
ise Masonlar çeşitli yörelere
dağılmışlar ve buna bağlı olarak
Localardaki spekülatif sayısı hızla
artmaya başlamıştır.
Kısaca 'Kabul Edilmişlik'
Spekülatif Masonluğun kökenidir. "

İlk locanın kurulmasına öncülük yapanlar.
Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza,çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi,ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi


Aralık 03, 2012, 03:22:01 öö
Yanıtla #35
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay

Ne alaka ne alaka biz daha OPERATİF MASONLUĞU sorguluyoruz  >:( >:( >:(  sen nereye geçtin .   ??? ??? ??? Sayın ADAM A YAZI DİZİSİNİ OKU.  8)

Saygılar
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Aralık 03, 2012, 03:24:20 öö
Yanıtla #36
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Ares ; Sana ilettiğim yazı dizisini oku önce . ;)
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Aralık 03, 2012, 03:27:08 öö
Yanıtla #37
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3250
  • Cinsiyet: Bay




Alıntı
MASONLUK TARİHİ'NDE ANLATILMAYANLAR - 2

Alıntı
 


KAVRAM

Burada bilinmeyen bir şeyden söz etmeyeceğim. Önce kavram üzerinde uyuşmayı öngörüyorum; çünkü kimileri aynı sözcükleri başka anlamlara çekebiliyor.

Kısaca “Masonluk” dediğimiz kurum, Batı dillerinde “Özgür Masonluk” anlamına gelen bir terimle anılıyor; İngilizcede “Freemasonry”, Fransızcada “Franc-maçonnerie”, Almancada “Freimaurerei” gibi…

Bunun nedeni, eğer o dillerde “özgür” anlamına gelen baştaki sıfatı çıkarırsanız, kalan sözcüğün “duvar örme işi” ile bu işin sonunda ortaya çıkan ürün ya da biraz daha genel olarak “yapıcılık” ve onun bir bölüm ürünü anlamına gelmekte oluşu…

Türkçede Masonluk terimi ise hiç öyle bir anlamda kullanılmamış. Dolayısıyla sadece “Masonluk” denilmesi yeterli.

Eskiden “Farmasonluk” ve “Franmasonluk” diye iki terim kullanılmış olduğunu görüyoruz; lütfen onları bir yana bırakalım

Şimdi ben burada “Özgür Masonluk” diyorum ya… Bunun nedeni biraz Türkçeci olmam. Eski dildeki hür = özgür; hürriyet = özgürlük.

Nitekim daha sonra “özgür masonlar” terimini de kullanacağım. Bu terimi kullanmakta oluşumun Türkiye’deki “Özgür Masonlar Büyük Locası” ile hiçbir bağlantısı yok. Türkiye’de kimileri de “Hür Masonluk” terimini kullanmış ve kullanıyor; bence aynı şey. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın ise “Hürmasonluk” diye bir bileşik sözcüğü yeğlediğini görebiliriz ama bence onun amacı farklı ve şimdilik konumuzun kapsamına girmez.

Bu kurumun adı niçin başka bir şey değil de Masonluk?

Çünkü genellikle, tarihsel oluşumunda inşaatçılık mesleği ve sanatından (zanaatından) doğmuş olduğu kabul ediliyor. Bu meslek ya da zanaatın, 18. yüzyıl başlarında günümüzdeki anlamda Masonluğa dönüşmüş olduğu söyleniyor. Hatta o sıralarda bu geleneksel meslek henüz varlığını sürdürmekte olduğundan, bir süre bu ikisinin birbirinden ayırt edilebilmesi için Türkçeleri “Operatif Masonluk” ve “Spekülatif Masonluk” olan iki ayrı terim kullanılmış. Bu kullanım elbette “spekülatif” olaram anılan masonluğa özgü; operatif denilen masonlara göre böyle bir şey yok ve olamaz.

Nitekim bu kullanım (operatif ile spekülatif) günümüzde de sürüyor; karıştırma ya da yanlış anlamayı giderebilmek için. Ancak dilimizde Masonluk, doğrudan Spekülatif Masonluk ile özdeş anlam taşıdığından, her keresinde bu ayırımı yapmak gerekmez. Mutlaka vurgulamak gerekirse belki “Çağdaş Masonluk” denilebilir. Nitekim bu terimi kullananlar da var.

Ancak kimileri de “Çağdaş Masonluk” terimini “bugünün Masonluğu” anlamında kullanıyor ki, aslında o da Türk dili uyarınca yanlış oluyor. O durumda “Çağcıl Masonluk” teriminin kullanılması daha doğru.

Kavramlar üzerinde bu kadar durmak yeter. Şimdi asıl konuya gelelim.

Masonluğun resmi tarihinde dendiğine göre; çok eski zamanlardan beri var olan Operatif Masonluk, 18. yüzyıl başlarında Spekülatif Masonluğa dönüşmüş. Bundan bir süre sonra da Operatif Masonluk varlığını sürdüremeyerek tarihe karışmış.

Ancak burada söz konusu olan Operatif Masonluk elbette günümüzün duvarcılık işi değil; ondan çok daha geniş kapsamlı olan bir meslek ve sanat: Ocaktan taş çıkarıp işlemeden, mimarlık ve mühendislik dahil olmak üzere bina inşaatının bütün aşamalarını hatta ince dekorasyon işlerini de kapsayan bir uygulama.

Bu aşamada bir noktaya özellikle değinmek gerek: Operatif Masonluk sadece bina inşaatıyla ilgili bir meslek; diğer tür inşaat işleri, örneğin yol ve köprü yapımı ayrı.

Konumuzla bağlantılı diğer kavramların açıklamasını sırası geldiğinde, karşılaştığımızda yapacağım.

Şimdi bu mesleğin Batı masonik yazınında anlatılan tarihçesine şöyle bir göz atalım.


Sayın ADAM ' a ait bir alıntıdır bundan sonra sra sende .. :(
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Aralık 03, 2012, 03:43:53 öö
Yanıtla #38
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 323
  • Cinsiyet: Bay

Okumaya devam ediyorum. İngiltere bu işin kahramanlarını oluşturuyor.
Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza,çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi,ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi


Aralık 03, 2012, 12:58:03 ös
Yanıtla #39
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Mevlevihanenin girişinde gorduydum su yazıyı

EDEP YA HU!

Ne güzel demiş. Edep o kadar Genis bir kavram ki, bilmediğinde susacaksın, bildiginde oyle bir dille anlatacaksın ki karşındaki seninle dinleyecek, bazen de bildiklerinde susacaksın ki sen öğreneceksin.

Biz de Forum Kurallarına yazdık. Buraya yazarken üslup önemlidir diye, sokak ağzıyla, chat diliyle yapılamaz diye, FK 17. madde çiğnenemez diye, bir sürü madde yazdık. Paylaşırsın bu kurallara uygun paylaşılsın diye...

İlim bir nokta idi cahiller onu çoğaltti demiş Ali @. Baudelaire'e ithaf edilen bir soz vardı galiba 'Yunus'un "ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm" beytini keske ben yazsaydım da başka bir şey yazmasaydım' demiş. Yani ne diyorum, aslında oyle uzun kurallar yazmaya gerek yok. EDEP YA HU desek de yeter. Tabi bu sözü anlayacak icin yeter.

Anlamayan icin ise yaptırım uygulamak zaruriyeti hasıl oluyor. Ne yapsak?! Bunu bir uyarı olarak görünüz ve lütfen paylaşımları Forum Kuralları çerçevesinde kalarak yapınız.

Bu vesile ile saygılarımla.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
20175 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2013, 01:16:19 öö
Gönderen: Alşah
2 Yanıt
7428 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 29, 2012, 09:40:44 öö
Gönderen: NOSAM33
3 Yanıt
5730 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 31, 2009, 12:58:19 öö
Gönderen: Nueva
23 Yanıt
22371 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 24, 2018, 01:09:58 ös
Gönderen: Farmakoloji
4 Yanıt
2816 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2015, 05:01:25 ös
Gönderen: Ömercan
0 Yanıt
1672 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2015, 10:40:10 ös
Gönderen: Ömercan
2 Yanıt
2293 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 06, 2015, 01:43:28 ös
Gönderen: Ömercan
2 Yanıt
2538 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 18, 2015, 02:58:04 ös
Gönderen: Ömercan
4 Yanıt
2819 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 18, 2015, 02:54:00 ös
Gönderen: Ömercan
2 Yanıt
2321 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 15, 2016, 08:36:22 ös
Gönderen: Ömercan