Giordono Bruno: “Kötüler Tanrı’yı, Tanrı ise iyileri kullanır!...”
Dogma; belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesidir. Her türlü inceleme ve eleştirmenin üstünde tutulan, felsefi doğruluğu denemesiz kabul edilen ve değişmez sayılan düşüncedir. Değişme ve gelişmeyi yadsıyan anlayıştır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. "İleri sürülen düşünce ve ilkeleri araştırmadan, kanıt aramadan, incelemeden, eleştirmeden, tartışmadan doğru ve mutlak hakikat sayan anlayış" olarak da tanımlanabilen dogmatizm her devirde ilerlemenin, gelişmenin karşısında durmuştur. Taassup ise herhangi bir delile dayanmadan, bir fikre körü körüne bağlanmaktır. Tutuculuk, bağnazlık, sabit fikirlilik, gelişmeye kapalılık ve geri kafalılıktır. Özgür düşünme yetisinin olmamasıdır. Kitlelerin binyıllardır süre gelen en büyük hastalığı kalıplaşmış dogmatik yapılarıdır.
Cehalet ve taassubun egemen olduğu toplumlarda, insanların inançlarının kontrol altına alınması dolayısıyla toplumsal baskılar kendini göstermekte, düşünce hürriyeti kısıtlanmakta, kişisel ihtiraslar ve menfaatler kaosa sebep olmaktadır. Sadece aydın ve bilgili olmak da aklı dogmanın kölelik zincirinden kurtarmaya yetmemektedir. Unutulmaması gereken, aydınlanma mücadelemizde ve hakikati bulma yolculuğumuzda en büyük düşmanımızın, taassup ve boş inançlar olduğudur. Yani; bilgisizlik ve karanlıktan doğan yanılgılar ile saplantı halindeki düşüncelerdir. Taassup ve dogma zihinlerden uzaklaştırılmalıdır.
Hz. İsa şöyle der: “Birçokları gelirler, ancak çok azı seçilmiştirler” Ve onlar, birbirlerini hemen tanırlar.
İnsanlığın büyük düşmanı, cehalet, taassup ve dogma ile savaşmak ve bunlarla mücadele etmek her akil bireyin temel görevidir. Akil insanlar; karanlıkları aydınlatmak için yaşamları boyu çalışırlar. Hem kendi içlerinde savaşırlar hem de toplum içerisinde hiç bitmeyen bu savaşa aydınlıktan yana taraf olarak katılırlar. Sümerlerden günümüze gelen Gılgamış destanının ezoterik yorumunda Tamer Ayan şöyle anlatıyor:
“Gılgamış + Enkidu”nun öncelikli savaşı, insanlığı tehdit eden her türlü tehlikenin ana kaynağı olan bilgisizlik ve bağnazlığa karşıdır. Diğer sosyal savaşımlarda başarılı olabilmesi için cehaleti ve taassubu kesin olarak yenmek zorundadır. Kâmil İnsan modeli olan “Gılgamış ve Enkidu”nun ilk olarak savaştığı ve yendiği Humbaba cehaletin yaydığı korku olan taassuptur. Humbaba’nın bekçi olduğu Sedir Ormanı bilgi ve bilimdir. Taassup ve cehalet, korkuyu bilime bekçi dikmiştir. Halkı bilgi kaynağından uzak tutmanın yolu hurafelerle, tabularla, ilâhîlik dokunulmazlığına sığınmaktır. Bilgi ve bilim hazinelerine taassup bekçilik eder. Bilgi öğrenmek isteyeni bilime yanaştırmaz. Bilgi edinmek isteyeni, ilâhîdir, günahtır, çarpılırsın diye korkutup uzaklaştırır. Bilir ki, bilgiye ulaşılıp da, bilim Nur'u yanınca cehaletin zulmeti sona erer. Bu da taassubun ölümü demektir. “Gılgamış ve Enkidu”, çok korkmasına rağmen, iman ve aklın güç birliği ile Humbaba'yı yenmek cesaretini gösterir. Humbaba'yı öldürdükten sonra, ormandan sedir ağacı kesmeleri, insanın taassubu yenerek bilgi ve bilimle cehaletten kurtulmasının sembolüdür.”
“Cennet bilgi, cehennem bilgisizliktir” denir. Bu ilke, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?” kuralınca dünya için de âhiret için de geçerlidir. Bilgi; ruha yapılan kalıcı yatırımdır. Eylem, çok önemlidir. Düşünce ve fikirler eyleme dönüşmedikçe etkisizleşir ve tükenmeye mahkûm olma riski taşır. Değişmeyen, durağan hiçbir şey olmadığına göre, dünyamız ve toplumsal yaşam, gene bir dizi eyleme dönüşen düşüncelerle değişerek şekillenecektir. Aklın ve bilimin ışığında, dogmalardan, taassuptan ve ön yargılardan uzak insan gibi insanlar, insanlığın gelişimi için savaşımdan hiçbir zaman kaçınmamışlardır. Bu görevler bitmemiştir ve insanlar yaşadıkça da bitmeyecektir.
Türkiye, “aklı inançtan, bilimi dinden” ayırma sürecini Atatürk devrimleriyle yakalamıştır. Memleketimizdeki taassup ve cehalet giderek artmaktadır. Bu durumda; taassubu, cehaleti ve toleranssızlığı toplumdan gidermeye çalışmak gerçek insanların görevidir. Karanlıktan aydınlığa kavuşmak; alelâdelikten sıyrılıp ulvileşmek, basitlikten kurtulup mükemmelleşmeye gitmektir. Herkesin kendi vicdanını düzenleme imkânı vardır. “Öz”ü hür olan birey, ileri görüşlü, yeni fikirlere açık, yeni fikirler üretebilen, hiçbir kalıp içinde olmayan ve şekle değil “Öz”e bakan kişidir. İyi, doğru ve güzel yolunda durmadan, dinlenmeden yürüyen, çağın gereklerine uyum sağlayıp, üretebilen kişidir.
Taassup köleliğinden ve karanlıktan kurtulmak çok zordur. Gözlerimizin gerçekleri görmesinin önünde çeşitli engeller vardır. Bunlar sıkı sıkıya bağlandığımız taassuplarımızdır. Bu bağlarla kendimizi geliştirip ilerleyemeyiz. Bunlardan özgür düşünce ile kurtulabilmek olanaklıdır. Taassup ve kör inanç zincirlerimizden kurtulmak ise zor da olsa elimizdedir. Kendimizle kendimize rağmen savaşımız ise ebedi olacaktır. İnsan gibi insanlar, düşünmek, üretmek, kendini tanımaya ve gerçeği aramaya çalışmakla yükümlüdür. Aydınlanma, kendini gerçekleştirme ve cehalete karşı zafer kazanma ancak bu zincirleri kırıp atmak ile mümkün olacaktır.
Eric Hoffer’ın tabiriyle “kesin inançlılar” yani taassup sahipliği ve yobazlık bir hayat ve düşünce tarzının ismidir. Bu geniş kitleler, at gözlüklerini takmışlardır. Bağnazlık ve taassup her yerde yaygın ve evrenseldir. Dogma, bilgisizlikten ve karanlıktan doğan yanılgılar ve taassup ise, saplantı halindeki bir kanıya aykırı düşen her düşünceye, körü körüne saldırmaktır. Einstein’ın dediği gibi: “ Bir önyargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.”
Aydınlanma yolunda yürüyen insanlar, taassupların ve peşin hükümlerin tamamen karşısındadır. Tefekkür sanatını yaşamlarında uygulayarak, kendi kendilerini yetiştirirler ve etrafa ışık saçarlar. Tanrının sevgi olduğunu, gönül olduğunu unutanlar, ona korkuyla yaklaşmışlar, menfaat için onunla alışveriş yapmaya çabalamışlardır. Akıl ve hikmet, zamanla yerini yobazlık ve karanlığa bırakmıştır. “Öz”ün güzelliği unutulmuştur.
Herkes aydınlanma yolunda kendi vicdanı ile baş başadır ve sorularını, arayışını aklı ve kontrollü sezgisi yardımıyla, başkalarının cevaplarını birebir kullanmaksızın, kendi başına yanıtlamak durumundadır. Hazır formül ve dogma yoktur. Herkes kendi hamlığını pişirecek ve yanacaktır. Model kopyalamayacaktır. “Kamil İnsan” olma yolculuğu, Havass’ın tüm taassup ve dogmalardan arınıp, kendini özgürce gerçekleştirme, çevresini de aydınlatma ve hakikati arama serüvenidir. Bu serüven gözden göze, gönülden gönüle, “Öz”ümüzden “Öz”lere, elden ele ve sözden söze kuşaklar boyu sürer gider...
Yunus şöyle sonlandırır:
“Âlimler kitap yazar / Karayı aka dizer
Gönüllerde yazılı / Bu kitabın suresi”
Berk YÜKSEL
Kaynak ;
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=91019