Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Evrim teorisi, Tanrı varlığı ile çelişmez.  (Okunma sayısı 23052 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 12, 2011, 09:08:57 öö
Yanıtla #20
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

YER’İN TARİHİNDE KARA KÖPRÜLERİ VE ANADOLU’NUN EVRİMİ
Mehmet Sakınç, İTÜ

Evrim, yaşam da pozitif düşünebilmenin, eleştirel aklın, kısaca bilgisel düşünebilmenin özüdür.

Gezegenimizin oluşundan bugüne kadar sürekli bir değişim içinde olduğu ya da hiç değişmediği, kısaca hep gördüğümüz gibi miydi sorusu çoğu zaman aklımızı kurcalamıştır. Dünya gezegeni ve onunla birlikte her şey, devamlı değişim içindedir. Milyonlarca yıl önce kara olan yerler günümüzde denizlerle kaplıdır. Okyanuslar şimdiki dağlardır. Dünya’nın en yüksek dağı Everest’in zirvesinde denizlerde yaşayan bir canlının fosili oraya nereden gelmiştir? Kayanın içine nasıl girmiştir? Bir canlının taşlaşmış kalıntısı nasıl olur da katı bir maddenin içindedir? Munzurların Torosların zirvelerinde deniz kabuklularının taşlaşmış kalıntılarının ne işi vardır. Evrim denildiğinde genelde biyolojik evrim akla gelir. İçinde zaman kavramı bulunmayan biyolojik evrim ile içinde zaman kavramı olan jeolojik ya da fosillere dayalı paleobiyolojik evrim bir arada düşünülmelidir ki evrim daha anlaşılabilir olsun. Örneğin yanlız biyolojik yöntemlerle anlatılmaya çalışılan evrim kavramı günümüzde yaşayan şempanzeler neden insan olmuyorlar” gibi soruları da beraberinde taşır ve evrimi anlaşılmaz yapar.

Zaman

İnsan, geçmişi ile ilgili tarihi bilebilmede ne kadar eskiye gidebilir? Dedesini bilen insan onun babası
hakkındaki bilgiyi nereden öğrenecektir? Daha eski tarihe gidelim. Örneğin Darwin’i nereden bilebiliriz? Fotografları, giysileri, gittiği seyahatler, tuttuğu günlükler, yaptığı çalışmalardan geriye kalan belgeler ancak onun hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlar. Homo neanderthalensis’i nerden bilebiliriz? Kafatası fosilleri, çene, dişler ve diğer iskelet kalıntıları onun hakkındaki bilgileri bize verebilir. Nasıl yaşadığını, dişlerine bakarak neler yediğini kafatasına bakarak beyninin hacmini ve zekâsının ne değerde olduğunu bilebilmemiz ancak bu iskelet kalıntılarını bilimsel metodlarla açıklayabildiğimiz sürece mümkün olabilir. Öyleyse, milyarlarca ya da milyonlarca yıl önce Gezegenimizde olanları nasıl bilebileceğiz? Bunun için tek başvurabileceğimiz belgeler fosiller, kayalar ve izotop yaşlarıdır. Fosiller tüm eski yaşam ve ortamlar, iklimleri hakkında ya da milyonlarca yıl öncesine ait ne bilmek istiyorsanız onun hakkındaki bilgileri size verebilir. Bunun yanı sıra kayalar onları oluşturan taneler, mineraller, hatta kayanın rengi bile size yine milyonlarca yıl öncesinin bilinmezlerini anlatabilir. Radyoaktif özelliğe sahip bir mineral size milyar yıl mertebesinde yaş verebilir. Ya da C14 günümüzden 40.000 yıl ncesine kadar kesin yaş verileri sunar.. Bir kayanın kırmızı renkte olması size neyi çağrıştıracaktır? Ya da bir çamurtaşının siyah renkli olması ne anlama gelecektir? Çakıltaşını oluşturan çakılların şekli neyi anlatır? Çakıllar yuvarlaksa ya da köşeliyse neyi düşünmeliyiz? Yuvarlaklık ile köşelilik arasında bir zaman boyutu var mıdır? Bu soruların içindeki zaman boyutu evrim düşüncesinin anlaşılmasına ışık tutacaktır.Evrimde bir karşılaştırma ve sorgulama her zaman için vardır. Bu da doğru ve bilgisel düşünmenin temelidir.
Doğa bilimciler geçmişteki olayları “baştan kurmayla” bilebilir. Bunun için başvuracağı önemli doğa belgeleri ve öngörüleri (prensipler) vardır. Bunları kullanarak milyonlarca yıl öncesine gidebilir, madenleri çıkartabilir, petrolü ve diğer doğal kaynakları insanlık hizmetine sunabilir. Küresel ısınma ve iklim değişiklikleri hakkında nasıl sağlıklı yorum yapabilir, gerçeğe ne kadar yaklaşabiliriz? Eski iklimleri bilmeden geleceğin iklimleri hakkında daha gerçekçi söylemlerde bulunabilirmiyiz? Günümüzde bu konuda çalışan bilim adamları günlük meteorolojik kayıtlara bakarak geleceğin iklimleri hakkında bir yorumda bulunabilir mi? Geçmişi bilmeden geleceği bilebilmemiz ya da anlayabilmemiz olasımıdır? Bu soruların cevap anahtarları Yer tarihinin gizli sayfalarında bulunur. Bu anahtarların sırrı ise belirli prensiplerde gizlidir.

Bu baştan kurmaları yapmak ve zaman boyutunu anlayabilmek için dört önemli prensibi bilmemiz
gerekir.
• Süperpozisyon-bağıl yaş ve katı cisimler içinde katılar (fosil)
• Güncelcilik veya Aktualizm
• Tekdüzecilik-Uniformitarianizim
• Katastrofizim
• Radyoaktivite-Mutlak yaş

17. yüzyılda Danimarkalı bilgin Niels Stensen’in (1638-1686) nun tabakaların horizontal (yatay) çökelme ve süperpozisyon (en altta bulunan tabaka zaman olarak diğerlerine göre en yaşlıdır), 18.
yüzyılda James Hutton (1726-1797), güncelcilik (aktualizim), 18-19 yüzyılda Charles Lyell (1797 –
1875) üniformitarianizm (tekdüzecilik), prensipleri, 19. yüzyıl başında Cuvier’in katastrofizim, 19. yüzyılda Darwin’in (1809 -1882) evrim, Alfred Wegener (1880-1930) in kıtaların kayması ve 20. yüzyılda bunun devamı Levha tektoniği kuramları ve ilgili araştırmalar, görüşler, tartışmalar Dünya
gezegeni hakkında yanıt bekleyen bir çok soruya açıklık getirmiştir. İnsan da doğal afetler (deprem,
heyelan, tusunami ve diği.,), petrol oluşumu, Doğal gaz, volkanlar, madenler, yaşamın kökeni, evrim
gibi konulara neden? niçin? nasıl? sorularına cevaplar vererek çözümler üretmiştir.

17. yüzyılda Yer Bilimlerinde basit, ancak devrim niteliğindeki ilk prensip Danimarkalı tıp bilgini daha
sonraları fizikçi Niels Stensen ya da Steno (1638-1686) tarafından ortaya atılır. Bu süperpozosyon
diğer adıyla bağıl tarihlendirme prensibidir. Steno’ya göre doğada yatay tabakalı kayalarda en alttaki
tabaka en eski olanıdır. Yukarıya doğru yatay tabaka dizisi gençleşir. Bu basit öngörü jeolojinin halen
geçerli en önemli saha gözlem prensibir. Steno’nun ikinci önemli öngörüsü ise Yer’in tarihinde
gerçekten devrim yaratacak niteliktedir. Canlıların taşlaşmış kalıntıları yani fosiller diğer bir katı olan
taşların içine nasıl girmiştir? Bir zamanlar denizlerde yaşamış canlılar nasıl olur da katı bir cismin yani
taşın içinde bulunabilir? 1666 da Steno bunu ”De Solido Intra Solidium Naturaliter Contento Dissertationis Prodromus” (Katılar içinde doğal olarak bulunan katılar hakkında bir teze medhal)
isimli eserinde detaylı olarak açıklar.

Aktualizm ya da Güncelcilik

Doğadan topladığımız fosil, kaya, bir radyoaktif mineral, bir fosil kemik parçası, ya da bir azı dişi, taşın üstünde bir bitkinin fosilleşmiş yaprağı veya bir çakıltaşı... Bütün bu doğa nesnelerinin bize neler anlattığını bir araya getirip bir bütünün parçalarını oluşturup milyonlarca yıl öncesini düşünebilir, coğrafyasını çizebilir, bütün geçmiş olayları baştan kurabiliriz. Peki bu kadar iddalı bir şeyi nasıl
yapabiliriz?

“Nesnelerin ve süreçlerin günümüzde bildiğimiz benzerlerine, bakarak yani güncelcilik (aktüalizm)
prensibine göre”...

Nesneler ve olaylar değişmelidir ki bir zaman bir tarih oluşabilsin. Birbirine benzeyen şekillerin
aralarında geçiş nesneleri olmalıdır ki güncelcilik prensibini kullanarak olayları ve zamanı tahmin
edebilelim. Örneğin bugünkü Marmara Denizi kıyıları milyonlarca yıl öncesi ile aynımıdır?.
Gezgenimizde hiç bir şey durağan değildir. Değişim kaçınılmazdır. Bu denizin kıyıları da bu değişimi
geçirmiştir, geçirmektedir. Daha basit bir örnek verelim. Küçükçekmece Gölü ile Marmara denizi
birbirinden üzerinden karayolu geçen bir kum engeli ile ayrılmıştır. Göl ile deniz arasındaki bu engel,
zaman içinde güney yönlü rüzgarların ve akıntıların kumları taşıyıp daha sakin bir yere yığmasıyla
oluşmuş, kum engeli zaman içinde ilerlemiş, göl ile deniz çok dar bir su yolu bağlantılı kalmıştır.

Üniformitarianizm ya da Tekdüzecilik

Birbirine benzeyen tiplerin arasında bulunan geçiş şekillerinin varlığını bu prensip yolu ile tahmin
edebiliyoruz. Prensibin çok kullanılır olmasına rağmen genel anlamda kabul görmesi ancak James
Hutton (1726–1797), İskoç bilgin tarafından uygulanmasıyla gerçekleşmiş, daha sonra Charles Lyell
(1797-1875) 18. yüzyılda bu prensibi doğada kullanarak onun popüler olmasını sağlamıştır.
Olayların zaman içinde türlerinde ve hızlarında ani ve büyük değişiklikler olmadığını savunan düşünce
ya da prensip tekdüzecilik ya da Üniformitariyanizm dir.İngiliz jeolog C. Lyell, yazdığı Principle of Geology adlı eserinde bu prensibi ilk kez doğa bilimlerine uygulamasıyla tekdüzecilik sıkça kullanılmaya başlamış ve C. Darwin ünlü gezisi sırasında evrim kuramının temellerini C.Lyell in bu prensibine göre oluşturmuştur. Milyonlarca yıl süren değişim sırasında ortamsal koşulların morfolojiye yansımaları ile canlılar arasında bildiğimiz geçişler oluşur. İşte evrimin özende yatan da budur. Örneğin dağlara bakarak okyanusların, bataklıklara bakarak kömürlerin nasıl meydana geldiği, ya da deniz kıyısındaki kumlara veya nehirlerdeki çakıllara bakarak kumtaşlarının veya çakıltaşlarının nasıl oluştuğunu anlamak gibi...

Bu düşüncede gözardı edilmemesi gereken zamandır. İşte yerin tarihinde milyonlarca yıl önce gerçekleşmiş olan olayları, güncelcilik ya da tekdüzecilik düşüncelerini kullanarak baştan kuruyoruz.
Bu şekillendirmeyi yaparken de doğanın tüm objelerini kullanıyoruz. Fosiller ve kayalar kullandığımız
en önemli referanslarımız oluyor.

Katastrofizim
Bu düşünceye göre tekdüzecilikte olduğu gibi zaman içinde bir değişim söz konusu değildir. Olaylar
ani ve keskindir. Bunun sonucunda da yeni türler aniden meydana çıkmıştır. Bu görüşü şiddetli savunucusu Georges Cuvier (1773-1838) desteklemiştir. Jeolojik zamanın genç dönemlerde mamut
soyunun tükenmesi sonrasında insanın ani ortaya çıkışı ile bu iki örnek arasında kesin bir sınırın oluşu, burada bir olayın meydana geldiğini işaret etmektedir. Bu da bir katastrofi diğer değişle bir tufan ya da gezegene çarpan bir kometin sebep olduğu yok oluştur.

Dünya da ani yok oluşlar söz konusudur. Örneğin, çok büyük bir heyelan ya da bir tsunami, deprem
veya volkan patlamaları gibi ani olan olaylar kısa zamanlı çevresel yokoluşlara sebep olabilmektedir.
Bu olaylar günümüzde olduğu gibi milyonlarca yıl önceleri de gezegenimizde olmuştur (Güncelcilik-
Aktüalizm). Çok daha büyük boyutlu gezegen çapında katastrofik olaylar Yer’in tarihinde bilinmektedir. Örneğin Permo-Triyas arasında ve Kretase-Tersiyer arasındaki küresel boyuttaki yok oluşlar katastrofi için önemli örneklerdir.

Radyoaktivite-Mutlak yaş

Radyoktivite keşfedilmezden ve de kayaların yaşlandırılmasında kullanılmazdan önce jeolojide bağıl
yaşlar kullanılıyordu. Örneğin Steno’nun en altta bulunan tabaka dizisi yaşça en üstekilere göre daha
yaşlıdır. Öyleyse bu tabaka içinde bulunan fosiller için de aynı çıkarımda bulunmak doğru olacaktır.
Ancak buradaki zaman aralığı hakkında kesin bir şey söylemek imkânsızdır. Radyoaktivite ile bu sorun
çözülmüş görülmektedir. Bu tip mineralleri içeren kayaları dolayısıyla içindeki fosilleri de tarihlendirmek mümkündür. Günümüzde gelişen teknoloji kayaların yaşlandırılması için başka kesin çözümler de üretmiştir. Örneğin termo lüminesans ya da elektron spin rezonans veya kuvars yaşları ya da kozmik yaşlar kesin yaş verileri olarak evrimin vazgeçilmezi olan zamanı da bilinmez olmaktan çıkarmıştır. Bu yöntemleri kullanarak alınacak mutlak yaşlardan yararlanarak daha sağlıklı çıkarımlar yapmak de mümkün olabilmektedir. Örneğin, zaman çizelgelerinde jeolojik kat yaşları evvelden fosillere bağlıyken ve yuvarlak sayılar ile temsil edilirken. Günümüzde izotop yaş tayinleri bu yaşları çok daha kesin rakamlar şeklinde verebilmektedir.

Kıtaların hareketi, Kara Köprüleri ve Evrim

Gezegenimizin tarihinde dünya coğrafyası günümüze kadar durmaksızın değişmiş ve değişmektedir.
Bu dinamik bir gezegende kaçınılmazdır. Bu dinamizimi üç büyük zaman dilimi içinde üç büyük kıtaokyanus şekillenmesi ile anlatabiliriz.

• Kıtaların bir araya gelmesi: Karalar dönemi (Pangea) - Paleozoyik
• Kıtaların birbirlerinden ayrılması: Okyanuslar dönemi (Tetis ve diğerleri)-Mesozoyik
• Kıtaların birbirine yaklaşması: Kara Köprüleri Dönemi-Senozoyik

Kıtaların şekillenmeye başlamasıyla konveksiyon akımlarının etkisi ile kıtalar ya da kara parçaları yer
değiştirecek, gezegen bu dinamizimini milyarlarca yıl sürdürecek, bir kıta bazen kutup bölgelerinde
yeraldığı gibi bazen de ekvator enlemleri üzerinde bulunabilecektir. Bu hareketlilik ve değişim, coğrafyaya beraberinde yaşamın evrimini ve çeşitliliğini getirecektir. Kıtaların hareketi ile canlılığın
evrimi arasında önemli bağlantılar vardır.

Kıtaların bir araya gelmesi―Karalar dönemi (Pangea) - Paleozoyik

Paleozoyik dönemin sonlarına doğru tüm kıtalar bir araya gelmeye başlar. Dünya coğrafyasına genelde baktığımızda iki önemli kıta dikkati çeker. Güney kıtalarının (Antartika, Güney Amerika, Madagaskar, Afrika, Avustralya, Yeni Gine gibi) bir arada bulunduğu Gondvana ve ekvator bölgesi ile onun biraz daha kuzey enlemlerindeki Lavrasya (Kuzey Amerika, Sibirya, Baltika, Kazakistan, Kuzey Çin) kıta topluluğu. Bunlar 1. zamanın sonuna doğru tek bir kıta halini alacak ve dünya kıtası Pangea meydana gelecektir. Onu da dünya okyanusu olarak Pantalassa çevreleyecektir. Kıtalar döneminde canlılar âleminde önemli gelişmeler ve değişiklikler dikkati çeker. En önemlisi kıtalarda hiç bir yaşam yokken erken Devoniyen döneminin ortalarında bitkiler karalara çıkarak bu boş alanları işgal edecektir. Bu işgalin ilk öncüler ilkel vasküler Psilofitlerdir. Daha sonra Devon dönemi süresince vasküler bitkilerin gelişimini devam edecektir. Bu işgal o kadar çok ileri gidecektir ki Devon ve Karbonifer döneminde dev boyutlu ağaçlar özellikle eğrelti otları ve Atkuyrukları tüm kıtaların tropikal-subtropikal bölgelerini hemen hemen kaplayacaktır. Günümüzün taş kömürleri bu ormanların eseridir.
Bu aktualizm için güzel bir örnektir.Denizlerde omurgasızlardan yarı omurgalılar ve sonrasında omurgalılara geçişler ve ilk omurgalı sınıfı balıkların oluşumu. Balıkların Devon döneminde evrimleşmelerinin ardından tatlı sularda gelişmeleri ve sonrasında lob yüzgeçlilerin bu evrimleşmeye katılmalarıyla karaya çıkış için geçiş formlarının oluşu ve sonrasında ilk tetrapodların kara yaşamına amphibi (iki yaşamlılar) olarak uyum sağlamalarını Karbonifer döneminin nemli, ormanlık ve bataklık ortamlarında görüyoruz. Karaya çıkış için son zamanlarda yapılan önemli fosil keşiflerinin başında Geç Devoniyen (385-359 Milyon yıl önce) de yaşamış Tiktaalik (Yok olmuş Sarcopterygian) fosillerinin bulunmasıyla balıkamphibi geçişlerinin önemli bir halkası da tamamlandı.. Çok daha önceleri yine geç Devoniyen’i temsil eden Ichthyostega balık-amphibi geçişlerini simgeleyen önemli geçiş fosillerinin arasında en eskisi olarak bilinmektedir. Karbonifer dönemi gerçek amphibilerin çeşitlendiği zamandır. Dönemin sonuna doğru bu sefer reptillere geçiş formları bataklıklardan kara ortamlarına doğru bir gelişim gösterecektir. Geç Karbonifer de aynı zamanda reptil benzeri amphibiler yayılmaktadır. Bunlar amphibi ve sürüngen karakterlerini bir arada bulunduran formlardır. En önemlisi bataklıklarda yaşayan 2-25 m uzunluğunda Proterogyrinus’ dur. Reptil karakterlerini çok daha fazla içeren diğer bir geçiş formu bataklık ağaçlarında yaşayan Hylonomus, bu dönem geçiş formları arasında en iyi bilinenler arasında yer alır. Proterogyrinus gibi avcı özelliği olan Hylonomus bataklıklardaki dev kız böcekleri ve iri arthropodaları avlayarak beslenmektedir. Omurgalılardaki bu süratli gelişim ve değişim Paleozoyik sonuna kadar devam edecektir.

Pangea nın parçalanmasına kadar geçen 291 milyon yıl süre içinde gezegenin biyolojik çeşitliliği
artmış evrim süratlenmiş omurgasızların tümü, omurgalıların da 3 büyük sınıfı evrimleşerek dünya
yaşamına katılmışlardır. Bitkiler aleminde ise çiçekli bitkilerin ve palmiyelerin dışında tüm bitki
grupları evrimleşerek ormanları oluşturmuşlardır.

Kıtaların birbirlerinden ayrılması ―Okyanuslar dönemi (Tetis ve diğerleri)-Mesozoyik

Permiyen döneminin sonunda gezegen, dinozorları yok eden büyük yok oluştan daha büyük bir yokoluş (katastrofi) ile karşı karşı kalır. Tüm geçiş formları ortadan kalkar. Denizel biyoçeşitliliğin %96 sı ve karasal canlıların %70 i yok olur. Gezegeninin kendisini toplaması için oldukça uzun bir zaman geçecektir. Omurgalılar sınıfında 1. Zamanın sonuna doğru evrimleşmeye başlayan reptiller, parçalanmaya başlayan Pangea ile birlikte evrimleşmeye ve çeşitlenmeye başlayacaktır. Artık gezegenin tek hakimi vardır, o da denizde, karada ve havada üstünlük sağlayan biyolojik güç sürüngenlerdir. 2. Zamanın erken dönemlerinde küçük dinozorlar, Jura ve Kretase de dev boyutlara ulaşır. Jura ortaları ve sonları ile erken Kretase yepyeni bir omurgalı sınıfının gelişimine tanık olacaktır. Geçiş formu Archaeopteryx ve tüylü dinozorların keşfi kuş sınıfının ortadan kalkmasına sebep olacak, yeni sınıflamada artık kuşların yeri olmayacaktır.

Kretase sonları omurgalıların en gelişmiş sınıfı memelilerin ilk ortaya çıktıkları dönemdir. 65 milyon
yıl önceki büyük yok oluş sonrası dev sürüngenlerin yerini Senozoyik’de memeliler alacaktır.
Tetrapodların evrimleşmesi ile birlikte gezegende karalar veya kıtalar arası bağlantılar ya da coğrafik
engeller, canlılığın evrimine doğrudan etki eden önemli faktörlerdir. Mesozoyik’de dinozor kayıtları
bazı karaköprülerinin oluşumunu belgelemiştir. Örneğin Ceratopsian’lar (boynuzlu Dinozorlar) Asya
Kıtası’ndan Kuzey Amerika’ya Mesozoyik zamanda birkaç kez karşılıklı olarak geçtikleri fosil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Boynuzsuz olan tipler geç Kretase de Moğolistan da yaygındır. Boynuzlu ve boynuzsuz olanların fosil kayıtları geç Kretase’de (99-65 Milyon yıl önce) K. Amerika’da
bulunmaktadır. Ayrıca Avustralya ve Güney Amerika Kıtası’nın güney ucunda da bunlara ait fosil
kayıtları vardır. Bu veriler başta kıtaların önceleri bir arada olduklarını açıkladığı gibi, bu hayvanların
özellikle Bering Kara köprüsünü geç Kretase döneminde bir kaç kez kullandığını fosil buluntuları ve
radyometrik yöntemlerle tarihlendirmeleri sonucunda kesinlik kazanmıştır.

Şikago üniversitesi dinozor paleontologlarından Paul Serano araştırmaları sonucunda Fas’ta bulduğu
dinozor fosillerine göre bunların Mesozoyik dönemde kuzey ve güney kıtaları arasında bazı karaköprülerini kullanarak göç ettiklerini tahmin etmektedir. Örneğin Carcharodontosaurus saharicus
(Sahra nın Köpekbalığı dişli sürüngeni). Güney Amerika’ da bulunan Ganotosaurus carolinii ve Fas’da
saptanan Deltadromeus agilis gibi. Kuzey Amerika ve Afrika dinozorları her iki kıta arasında halen var
olan Cebelitarık benzeri (Kuzey Afrika-İspanya) karaköprüsü ile birbirleriyle zaman zaman bağlantıda
olmuşlardır. Antartika kıtasında’da Mesozoyik döneme ait dinozor kayıtları vardır. Özellikle Ördek gagalı (duckbilled) dinozor toplulukları Güney Amerika–Antartika arasındaki karaköprüsü ile Kretase döneminde güneyden kuzeye göç etmişlerdir. Mesozoyik’de reptillerin yanı sıra amphibilerin de kullandığı karaköprüleri bulunmaktadır. Ender olarak bazı amphibi türleri Mesozoyik köprülerinin varlığını ortaya koyabilmektedir. Bunlardan en yeni bilineni menekşe renkli yeni bir kurbağa türünün Hindistan da keşfedilmesiyle ortaya çıkmıştır (Biju, S. D. ve Franky Bossuyt, 2003). Bu şişman ve menekşe rekli amphibi türü DNA analizlerine göre 175 milyon yıl önce dinozorlarla birlikte yaşamaktadır.

Hintli S.D. Biju ve Belçikalı Franky Bossuyt güney Hindistan da yeni bir kurbağa türü
Nasikabatrachus sahyadrensis’i keşfeder. Buluntu yeri Madagaskar Adası’nın yakınındaki Seyşel
Adaları’na 3000 km uzaklıktadır. Türün kuzenleri ise Seyşel Adaları’nda yaşamaktadır. Önemli bir
soru aklı kurcalamaktadır. Bunlar yüzemeyeceğine göre Hindistan’a nasıl gelmişlerdir? Akla gelen ilk
cevap kıtaların hareketleridir. Bilim adamlarına göre bu kurbağanın ataları olan iki familya Sooglossidae ve Nasikabatrachidae Gondvana’da kökenlidir. 200 milyon yıl önce Pangea parçalanmaya başladığında kıtalar geniş okyanuslarla birbirinden ayrılmış, Hindistan Asya ya
çarpıncaya kadar ki uzun yolculuğunda Afrika kıtası ile zaman zaman bağlantılı kalmştır. 160 milyon
yıl (orta Jura sonları) önce Hint Plakası, Seyşel Adaları kara köprüsü ile Madagaskar’a bağlıdır.
Kretase dönemi sonlarına doğru her iki kurbağa ailesi Hindistan-Madagaskar-Afrika ve Asya kıtalar
arası karaköprülerini kullanarak kıtalar arası geçişleri yapacaklardır. Genetik çalışmalar iki familyanın
130 milyon yıl önce (erken Kretase ortaları) birbirinden ayrıldığını belirtmektedir.

Kıtaların birbirine yaklaşması: Karaköprüleri Dönemi Senozoyik

II. büyük yok oluştan sonra gezegenin en büyük okyanusu Tetis yavaş yavaş kapanma sürecine
girecektir. 50 milyon yıl önce Hint Levhası’nın Asya Kıtasına çarparak eklenmesiyle her iki kara
arasındaki Hindopasifik Okyanusu tükenmeye başlayacak ve bu bölgede karaköprüleri oluşacaktır.
Eosen döneminde yitirilen okyanuslara diğer bir örnek de Asya kıtasında Yer’in en büyük coğrafik
engellerinden biri Turgai Okyanusu’nun Eosen döneminde yok olmasıdır. Bering Karaköprüsü ile
Kuzey Amerika’dan Asya ya geçen memeli faunasının uzun süre bu okyanus nedeniyle daha doğuya
Avrupa ya doğru gidememiş olması memeli evrimine o dönem için önemli bir engel oluşturmuştur.
Eosen memeli toplulukları bu engelin kalkmasıyla Avrupa’ya yayılarak çeşitlenir. Bundan sonraki
dönem Oligosen iri memelilerin zamanı olarak bilinir. Özellikle Proboscidae, Rhinoceratidae… önemli
gruplardır.

Fosil kayıtları Avrupa’dan güneye Dinaridler yolu ile Trakya üzerinden Anadolu’ya bu dönemde (33-
23 Milyon yıl önce) önemli memeli göçleri olduğunu belirtir.  Miyosen dönemi (23-5 Milyon yıl önce) Yer’in tarihinde kara köprülerinin varlığı olarak bilinir. Atlantik ‘ten doğuya uzanan Tetis Okyanusu 2. kez coğrafik bir engelle bölünecek, batıda Akdeniz doğuda ise Hindopasifik Okyanusu ismini alacaktır.

Miyosen’in erken zamanlarında Arabistan Yarımadası Anadolu plakasıyla çarpışır. Aradaki deniz
(Bitlis Okyanusu) tükenmeye başlar. Oluşan kara köprüsü Asya memeli topluluklarını İran üzerinden
ve Afrika üzerinden Anadolu’ya taşıyacak, önemli ölçüde Afrika kökenli memeli toplulukları Anadolu’da yerleşecektir.

Bu arada diğer bir karasal bağlantı da jeoloji tarihinde bir kaç kez kara köprüsü görevini üstlenmiş
Cebelitarık bölgesidir. Bu geçiş yeri Miyosen sonu ve Pliyosen de birçok Afrika memelisinin Avrupa’ya geçmesine olanak sağlamıştır. Bölgesel tektonizma ve özellikle Messiniyen krizi, bu bölgede önemli coğrafik değişiklikler yaparak karaköprülerinin oluşumuna olanak sağlamıştır. Dünya Miyosen’den sonra soğuma sürecine girecektir. Neojen’in son dönemi olan Pliyosen (5–2 Milyon yıl önce) de İki Amerika Kıtası’nının Panama Bölgesi’nde kara bağlantısı dikkati çeker. Kıtalar arasında çift yönlü memeli göçleri bu zaman içinde gerçekleşecektir. Her iki kıta arasındaki bağlantı tarihinde önemli olayların kayıtları vardır. İklimde, ortamsal koşullarda, biyolojik çeşitlilikte yaptığı değişiklikler bu bölgedeki levha kareketlerinin sonucunda gerçekleşmiştir. Bu tarihte meydana gelen olaylara kısaca değinelim;

20 milyon yıl önce erken Miyosen’de Panama Kanalı bugünkü gibi Atlantik ve Pasifik okyanus
sularının serbestçe karıştığı bir bölgedir. 15 milyon yıl önce Miyosen’in ortalarında Karayip ve Pasifik
levhalarının çarpışması sonrasında oluşan deniz altı volkanizması bölgede birçok küçük volkanik
adanın meydana gelmesine neden olur. Her iki plakanın hareketi bölgeyi su istünde bırakacaktır. 3
milyon önce erken Pliyosen döneminde adalar civarındaki akıntı sistemlerinin oluşturduğu çökel
toplulukları iki büyük kıtayı birbirine bağlayacak ve böylece her iki okyanus birbirinden ayrılacaktır.
Kıtalararası bağlantı her iki kıta arasındaki memeli geçişlerini sağladığı gibi iklim ve çevre değişikliklerinin de sebebi olacaktır. Buradaki karaköprüsünün oluşumu o kadar önemlidir ki okyanus
ve atmosfer döngülerinde büyük değişiklikler meydana gelecek, oluşan Golfstream akıntısı nedeniyle
kuzeybatı Avrupa 10 derece kadar ısınacaktır. Ayrıca biyolojik değişikliklerin başında her iki arasında
çift yönlü göçler görülecek, opossum, armadillo güneyden kuzeye göç edecek, aynı şekilde ayı, kediler, atlar lamalar ve rakunlar karaköprüsünü kullanarak kuzeyden güneye gideceklerdir. Bu oluşum 60 milyon yıldan beri gezegende gerçekleşen en önemli jeoloji-biyoloji ve iklim değişimlerinden biri
olarak bilinir. Miyosen’in sonlarına doğru 5.96–5.33 milyon yıl önce Messiniyen krizi olarak bilinen
Akdeniz’in kısmen kuruması ya da çölleşmesi ve bir tuz çölü haline gelmesi sonucunda Atlantik
Okyanusu ile Akdeniz’in bağlantısı Cebelitarık Kara köprüsü ile kesilir. Afrika kökenli birçok memeli
grubu bu yolla Avrupa’ya yayıldığı gibi Asya’dan Avrupa’ya gelmiş olan Asya kökenli birçok topluluk
da Afrika kıtasında yayılmaya başlayacaktır. Miyosen sonlarında bu kara köprülerini kullanan önemli
birçok memeli topluluğu Messiniyen krizinden etkilenecek ve kısa süreli yok oluşlar bölgede
görülecektir. Bu kısa süreli katastrofinin sonrasında küresel deniz seviyesi yükselmesi ile birlikte
karaköprüsü işlevini yitirecek ve geçişler sona erecektir.

Gezegen milyonlarca yıl önce defalarca olduğu gibi 2 milyon yıl önce yeni bir buzul çağına daha
girecektir. Son 10 bin yıla kadar Gezegen dört büyük buzul dönemi ile karşı karşıya kalacak bu süre
içinde okyanus suları donacak, kutuplardan güney enlemlerine doğru yayılacak, Kuzey Amerika ve
Asya’nın büyük bir kısmı buzullarla kaplanacaktır. Bu küresel anlamda okyanus su seviyelerinin
düşmesi demektir. Bu da yeni kara köprülerinin oluşmasıdır. Örneğin Kuzey Amerika-Asya
bağlantısını oluşturan Bering Karaköprüsü bu konuda ünlüdür. Bu yolla aralarında insanın da olduğu
birçok memeli bu köprüyü kullanarak kıtalararası göç edecektir. Buzul ve buzularası dönemlerde
birçok kez kara haline gelen bağlantı bu göçleri olanaklı kılmış Asya-Kuzey Amerika arasında insanlık
tarihi boyunca birçok göç bu yolla gerçekleşmiştir. Örneğin Kuzey Amerika yerlilerinin bu yolu
kullanarak Asya’dan Amerika kıtasına geçtikleri bilinir. Milyonlarca yıl önce Dinozorların da bu yolu
kullanarak Asya’dan Kuzey Amerika kıtasına geçtikleri gibi.

Son keşifler insanın çok daha güneylere Asya-Endonezya-Java bağlantısını kullanarak Sumatra’da
yerleştiklerini açıklamaktadır. Homo floridensis bu konuda en yeni bilinen örnektir.

Anadolu’nun Evrimi

Küçük Asya, güneşin doğdu topraklar, insanlık tarihinin yanı sıra Yer’in tarihi içindeki oluşumu,
geçirdiği evreler ve son olarak gezegenimiz’in önemli jeolojik olaylarının şekillendirdiği günümüzdeki
coğrafyası Anadolu’nun evrimi; 30 milyon yıl önce 2. zamanın o meşhur Okyanusu Tetis’de birçok
karaparçasının bir araya gelerek şekillenmesiyle başlar. Anadolu’nun güneybatı bölümleri o devasa kıta Gondvana’dan ayrılarak orta enlemlere kadar gelmiş ve yarım adanın bir kısmını oluşturmuştur. Kuzey kısımlarda örneğin Karadeniz’in dağlık kesimleri ise kuzey kıtası Lavrasya’ya aittir. Oligosen sonunda her iki kıtanın parçaları bir araya gelerek Anadolu’yu oluşturacaktır. Tetis’in kapanması (Afrika- Avrupa kıta ilişkisi) sonucu yükselen Alp-Himalaya orojenik kuşağı Anadolu şekillenmesinin önemli tektonik olaylarının başında gelir. Çok daha genç olaylar da bu şekillenmeyi günümüze taşıyacaktır. Örneğin, Arabistan Yarımadası’nın Anadolu’ya çarpması, meydana tektonik zonlar (KAF ve DAF) ın yanı sıra doğu Anadolu volkanları ve bunların faaliyetleri coğrafyada belirgin morfolojileri oluşturacak, önemli karabağlantıları meydana gelecektir.

Anadolu’nun memeli evrimi Oligosen sonlarından itibaren başlar. Bu konuda yapılan detaylı faunal
çalışmalar Eosen’den beri bir memeli topluluğunun bu coğrafyaya yerleşmeye başladığını
belirtmektedir. Ancak belirgin toplulukların geç Oligosen döneminde Kuzeyden Avrupa yolu ile
geldiklerine dair kesin fosil kanıtları bulunmaktadır. 24 milyon yıl önce kuzeyde Alp sisteminin
yükselmeye başlaması sonrasında, Anadolu Kara parçası ve bu sistem arasında Slovenya koridoru
oyunca Dinarid-Palegon-Anadolu Kara Köprüsü meydana gelecektir. Asya’dan Avrupa’ya geçen
memeli hayvanlar ki bunların arasında Carnivora, Rhinoceratidae, Rodenia, Lagomorpha ve benzeri
memeliler bulunmaktadır. Bu karaköprüsünü kullanarak şimdiki Trakya’ya oradan da yeni yeni
biçimlenmeye başlayan Anadolu’ya yayılacaktır. Bu döngü beraberinde gen akışını gerçekleştirecek,
bu da yerleştikleri Anadolu topraklarında memeli evrimin çok daha süratlenmesini sağlayacaktır.

Oligosen sonlarında bu karaköprüsü gelişirken güneyde ise çok daha önemli başka bir kara köprüsü
Arabistan ve Anadolu’yu birbirine bağlamaya hazırlanmaktadır.
23 milyon yıl önce gelişen bu bağlantı ile bu sefer Arabistan Yarımadası üzerinden Afrika kökenli
Graffidae Felidae, Rhinoceratidae, Proboscidae ve diğer memeli grupları Afrika’dan yola çıkarak yeni
oluşan kara bağlantıları ile Anadolu’ya yayılacaktır. Bu göç aralıklarla devam etmiş ve gruplar
Avrupa’ya kadar yayılmışlardır. Bu savların doğruluğu Anadolu’nun birçok yerinde bulunan fosil
kayıtlarıdır. Yapılan çalışmalar memeli göç yolları hakkında önemli bilgiler vermeye devam etmektedir.

Miyosen ve Pliyosen dönemi (23-2 milyon yıl önce) karaköprülerinin diğer memelilerin yayılışından
çok daha önemli bir gelişim de, “atın evriminde” oynadıkları roldür. Turgai coğrafik engelinin ortadan
kalkması ve sonrasında Avrupa ve Güneybatı karalara geçiş yolları, Cebelitarık ve Bering ile Panama
karaköprüleri Equus’un belirgin bir evrim çizgisine ulaşmasına olanak sağlamıştır. Bu gelişimde Anadolu’daki memeli evrimini destekleyen fosil kanıtların yanında hemen hemen her buluntuda Equus’a ait fosiller dikkati çeker.

Canlılığın evrimi ile Gezegenimizin evrimi milyarlarca yıldır iç içe sürmektedir. Her ikisini de bir
birinden ayırmak imkansızdır. Her ikisi de birlikte değerlendirilmelidir. Kıtalar milyarlarca yıldır
hareket halindedir. Depremler, volkanlar bu hareketliliğin tipik örnekleridir. Yaşam da bu hareketliliğin
içinde çok doğaldır ki durağan olamaz. O da değişecek ve evrimleşecektir. Kıtaları, karaları jeolojik
zaman içinde yer hareketleri, iklim değişimleri etkinliğinde birbirine bağlayan doğal karaköprülerinin
bu değişimde oynadıkları rol gezegen yaşadıkça devam edecektir.
 
Kaynaklar

Demirsoy, A., 1992, Yaşamın Temel kuralları. Omurgalılar /Amniyota (sürüngenler, kuşlar ve memeliler.
Cilt III/ kısım II. 942 s. Metaksan AŞ. Ankara.
Biju, S. D. ve Franky Bossuyt., 2003, New frog family from India reveals an ancient biogeographical link with the
Seychelles. Nature 425, 711-713.
Brusatte, S. & P. C. Sereno, 2005. A new species of Carcharodontosaurus (Dinosauria: Theropoda) from the Cenomanian
of Niger and its implications for allosauroid phylogeny. Journal of Vertebrate Paleontology 25: 40A.
Demirsoy, A., 2001, Yaşamın Temel kuralları. Omurgalılar /Amniyota Cilt III/kısım I. 684 s.
Metaksan AŞ. Ankara.
Dingus, L., 1995.,The Halls of Dinosauria. American Museum of Natural Museum. 99p
Harland, W. B, et al., 1989, A Geological Time Scale, Cambridge Univ. Pres, Cambridge.
Hsu, K. J. et al. 1977. History of the Mediterranean salinity crisis. Nature, London, 267. 399-403.
Hsu, K. J. et al., 1973. Late Miocene desiccation of the Mediterranean.
Nature, London, 242,N: 5395, 240-244.
Hsu, K. J. l972. When the Mediterranean dried up. Scientific American. 227, 27-36.
Maisey, J., 1996., The Hall of Vertebrate Origins. American Museum of Natural NY. Museum. 90 p.
Motani, R., 2005, Evolution of the fish-shaped Reptiles(Reptilia:Ichtyopterygia) in their physical environtments and
constrains. Annual review of Earth and Platenary Sciences 33, 395-420.
Norel, M., Xu, X., 2005, Feathered Dinosaurs. Annual review of Earth and Platenary Sciences 33, 277-300.
Sakınç, M., 1994, Anadolu’ya ilk memeliler nasıl ve nereden geldiler: CBT, 363, 8-11.
Şen, Ş (ed)., 2005, Geology mammals and environments at Akkaldağı, Late Miocene of Central Anatolia. Geodiversitas. 27
(4) Publications Scienttifiques du Museum, Paris. 513-836.
Şengör, AMC, 2004, Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin sonuna kadarki kısa tarihi.
İTÜ yayınevi. 187 s.
Şengör, AMC., 2000, Jeolojik Takvim. Cogito (ek), 22, 3-47. Yapıkredi Kültür Sanat
Şengör,AMC ve Sakınç, M, 1995, Canlı evriminin en çarpıcı kanıtı. İlk Kuş Archaeopteryx.
CBT 456, 6-9. Yayıncılık.
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


Haziran 14, 2011, 03:13:28 ös
Yanıtla #21

ilginç bir haber olduğunu ve düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum


Boğaziçi Üniversitesi | Çeviribilim
 
Fukuşima'da kulaksız tavşan doğdu
Tavşanın doğumu nükleer santral bölgesinde kaygıya yol açtı.
 
 Japonya'da geçen martta deprem ve tsunami felaketinde patlayan Fukuşima Daiçi nükleersantralinin yakınında, kulaksız tavşan doğdu. Bu durum, çevreye yayılan radyasyonun yol açacağı zararlar konusunda kaygıları artırdı.

Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan habere göre, sahibi Yuko Sugimoto, tavşanın 7 Mayıs'ta, santralin çevresinde oluşturulan yaklaşık 30 kilometrelik tecrit bölgesinin dışındaki Namie'de dünyaya geldiğini söyledi.

Sugimoto, "10 yıldan daha fazla süredir tavşanyetiştiriyorum, ancak böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyorum" dedi. Tavşanın kulaksız olmasının yanı sıra genetik değişiklik sonucu oluşan albinizm (beyaz tüy ve kırmızı gözler) işaretleri de gösterdiği belirtildi.

sevgiler...saygılar...
yenilmek te iyidir, mühim olan her seferinde yenilsende , daha iyi olarak yenildiğini bilmektir


Ağustos 19, 2011, 10:07:51 ös
Yanıtla #22
  • Ziyaretçi

Evrim teorisi tanrının varlığına yada yokluğunun kanıtı olamaz.
Ateist olan birisi için tanrının varlığına dair düşünceler kişiye inandırıcı veya tatmin edici gelmediğinden bu yönü seçmiştir.
Ama bazı insanlar tarafından (yaradılışçılar çoğunta olmak üzere) canlılığın nasıl oluştupunun cevabını istemişlerdir hep ateistlerden. Aslında sokaktaki bir insandan böyle bir bilgiyi (dağa doğrusu ayrıntılı bilgiyi) beklemezsiniz. Ki sokakataki insanın ne kadar yada hangi inanca mehsup birisi olduğunuda bilemezsiniz.
Bana göre bu tür evrim teorisini ateizimn kanıtı yapma mevzusunda burada suçlanması gereken sadece bazı ateistler değilde aynı zamanda bunu bekliyenlerdir.

İnancın kanıtı böyle arandığında tanrı metaryelist felsefeye dağil olur ve madde gibi gözükür. Yani bir kalemin varlığını kanıtlamaktan farksız olur. Oysa tanrıya inanç  vicdani bir oluşumdur. Ve kişiye inandırıcı gelmesiyle birlikte, vicdanını besliyorsa -ki vicdanen rahatsızsa inandırıcıda gelmiyeceğini düşünüyorum- tanrı vardır. Ve tanrıda orada inandığı gücün ismidir.

Bu perspektiften baktığımızda şu cevap akla yatkın geliyor benim için.

"Evrimi başlatan belkide yöneten güç benim tanrım" Yani her hangi bir evrimsel kanıt ya da bilimsel kanıtın kaynağını tanrı olarak göstermektir.

Not:

Bazı yazılarda abiyogenez teorisiyle, evrim teorisinin karıştırıldığını gördüm. Evrim canlılığın ilk süreci olan hücrelerin oluşumunu açıklamaz.


Aralık 05, 2011, 05:22:26 ös
Yanıtla #23
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Dinler evrime karşı yıllarca büyük savaşlar verdi. Kendi müritlerini inandırırken bilim alanında tek sözleri ciddiye alınmadı. Yıllarca süren araştırmalar, onların düşüncelerini çürütmeye devam etti.
Şimdi amaçları, bohçaya yeni ve büyük bir yama daha yapmaya çalışmak, ikiyüzlülükle bu bilimsel gerçeği içlerine sindirmek ve eski söylemlerine devam edebilmek.
Ancak şu var ki, bohçadaki yamalar bohçayı geçti ve tutturmak çok çok zor. Çünkü bilim onların düşündükleri gibi sabit değil, sürekli değişiyor ve bu değişimi gün geçtikçe hızlanıyor.

Bilimsel gerçek olan, insanlık tarihinin 4 milyon yıla uzandığını hangi din kabul edebilir? Bütün tarihe göre dinlerin ömrü, bir günün son bir kaç dakikası kadar. Dinler ve saplantılı düşünce tarzı bunu nasıl kabul edebilecek? Sormazlar mı onca devasa zamanda dinler niye yoktu? Sormazlar mı o kadar muazzam zaman içerisinde insanlar neden sapkın olmadı, hiç mi erdemleri yoktu? Neden dinin olmadığı bir dünyada insanlar kendilerini ve tüm türlerin geleceğini şimdi ki gibi tehlikeye sokmadı?
Onlara göre, iki tarafı kremalı sopa, onlar nasıl olsa bir tarafından tutmaya çalışacaklar ve bir süre tadını beğenmiş gibi yapacaklar. Ancak zamanla bundan da vazgeçmek zorunda kalacaklar.
"TARİH DİNLERİN ÇUVALLAMALRININ TOPLAMINDAN ÇOK ÖNCE BAŞLADI."

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Aralık 22, 2011, 04:08:59 öö
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi





Okudugum bir kitap cok guzel ozetlemis, Hayat agir ve sancili bir evrim surecinden ibaret aynen bir matematik islemi gibi neden sonuc iliskileriyle dolu, oysaki butun newage akimlarimda evrimsel sicramalar ve de uzayli mudaheleleri o plana cikartilmakta Hz. Musa cobaninin birden kizil denizi yaratacak teknolojiye ulasmasi(cok yukek teknoloji insana buyu gibi gozukur) uzayli mudaheleleri ve spiritualizmle aciklanmakta, ayni sekilde hiristiyanligin marangoz kokenli peygamberide bircok mucizeyi beraberinde bu getirdigi bu fenomenle aciklanmak istenmekte, ancak baska gezegenden gelen canli seni somurmek yerine sana neden yardim etsin.


Aralık 22, 2011, 03:17:38 ös
Yanıtla #25
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 379
  • Cinsiyet: Bay

Canlıların nasıl var olduklarını anlatmamışlar! Akılları mı yetmemiş acaba?
Odi Profanum Vulgus Et Arceo.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
14571 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2012, 10:24:23 öö
Gönderen: java
Evrim Teorisi

Başlatan LuckyEye « 1 2 3 4 » Biyoloji - Canlı bilimi

36 Yanıt
23595 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2015, 12:42:22 öö
Gönderen: student
22 Yanıt
15536 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 17, 2015, 03:25:02 ös
Gönderen: GOASISG
0 Yanıt
2981 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:14:16 ös
Gönderen: bugfree
16 Yanıt
23265 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2011, 10:39:41 öö
Gönderen: Genius Loci
18 Yanıt
11913 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2011, 04:20:45 ös
Gönderen: Mozart
9 Yanıt
6474 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 20, 2013, 12:56:40 ös
Gönderen: Etimolog
0 Yanıt
2867 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2013, 10:05:42 ös
Gönderen: asimov
2 Yanıt
3335 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 01, 2013, 08:27:50 öö
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
4494 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2014, 08:34:36 öö
Gönderen: edebiyat_ogr