Kitap Sorunu
Bilim ve felsefeyi hep kuşkuyla karşılayan Kilise, doğal olarak Orta Çağda kitaplara da düşman gözüyle bakmıştı. Ancak Hıristiyan dininin “kitap” açısından yararlı bir eylemini belirtmeden de geçemeyiz. O da şudur: Kitabın günümüze gelinceye kadarki biçimi alması, Hıristiyanlık sayesindedir. İlk Çağ kitabının geleneksel biçimi olan papirüs tomarının yerini, 3. ve 4. yüzyıllarda iç içe konan ve kırılarak birbirini izleyen formalarla oluşturan “codex” almıştır ki, bu günümüzdeki kitabın anasıdır. Böylece, tomar ve ruloların okunmasındaki zorluk giderilmiştir.
Hıristiyanlık öncesi inanırlar, kitap olmadan da edebilmişti ama Hıristiyanların kitaba gereksinmesi vardı. Kutsal Kitap metinleri, âyin ritüelleri, Kilise babalarının söylevlerini içeren derlemeler yapılması zorunluydu. Bu derlemeler de manastırlardı yapıldı.
Pek ünlü ve zengin İskenderiye kitaplığının Hıristiyanlar tarafından yakılmasına karşılık, klasik kültürün önemli bir bölümünü keşişler yaymış ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Avrupa kıtasında manastır örgütlenmesini ise genellikle Kıta Avrupası dışından, özellikle İngiltere ve İrlanda’dan gelen keşişler gerçekleştirmiştir. İrlanda’ya Kıta Avrupası’ndan uzanan Aziz Patrick, Hıristiyanlığı 430-460 yılları arasında Hıristiyanlığı tüm İrlanda’ya yaymanın yanı sıra, Kıta Avrupa’sında da misyoner olarak çalışıp, ilk manastırları örgütledi.
Doğu Kilisesi’nin egemen olduğu Bizans sınırları içinde de 6. yüzyıldan başlayarak Batı’daki manastırların benzerleri oluşturuldu.
Manastırların “scriptorium” adı verilen atölyelerinde keşişler tarafından dua kitapları, dinin gerekli ritüellerinin yanı sıra antik metinler de çoğaltılırdı. Atölyede kitaplar sadece kopyalanmakla kalmaz; ciltlenir, çeşitli süslemelerle daha çekici hale getirilirdi. Keşişler genellikle parşömen kullanırdı çünkü Avrupalılar henüz kağıt ile tanışmamıştı. Parşömen ise hem az hem pahalıydı. Dolayısıyla, antik devirlerden kalma parşömenler kazınarak yeniden kullanılırdı. Bu yüzden, eskiden kalma birçok elyazması, o tarihlerde bunların antika değeri düşünülmediğinden heder olup gitti. Bu durum, keşiş sınıfının Antik Çağ yapıtlarına karşı düşmanca tutumu yanında, o günlerin kısır düşünceli ekonomik nedenlerinden kaynaklanmıştı.
9. yüzyıl başlarında Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlman (Charlemange/Carolus Magnus) bir zamanların Roma İmparatorluğunu yeniden kurmak isterken, öğrenim ve araştırmanın yeniden canlanmasını, İlk Çağ uygarlığının Hıristiyanca bir anlayışla yeniden yapılanmasını sağlamak istedi. Uygarlık tarihi araştırmacıları, bu girişimi “Karolenj Rönesansı” olarak adlandırır. İmparator, başkent Aachen’deki sarayında Avrupa’nın sayılı bilgin ve filozoflarını topladı. Görevlendirdiği İngiliz papazı Alcuin, saray okulu ile saray kitaplığını düzenledi. Eski elyazmalarının toplanmasına girişildi.
Ne var ki bu girişim Şarlman’ın ölümü ile birlikte sona erdi; devam ettirilmedi. Norman istilâsı sırasında Kuzey Fransa’daki manastırlar yıkıldı. Yerlerini yenilerinin kurulması da hayli zaman aldı.
Orta Çağda başlıca kitaplıklar, bir scriptorium kurmuş olan manastırlarda üretildi. Din ile bağlantılı olmayan kitapların sayısı sayılıydı; bunlar da kralların ya da önemli bazı kişilerin elindeydi. Tam örgütlü bir manastırın başrahibinin ya da piskoposlarının küçük de olsa kişisel kitaplıkları vardı. Sıradan bir papaz ya da çömez ise, kişisel olarak ancak dinsel içerikli birkaç kitap edinebilirdi.
Ancak kitapların dolaşımının serbest olduğu sanılmasın sakın. Manastırlarda kitap bulundurmak özel izne bağlıydı. Din ile bağlantısız kitaplar ile Antik Çağın bazı önemli felsefe kitaplarını okumak tümüyle yasaktı ve bunun cezası da çok ağırdı.
Kitaplar, genelde “kutsal dil” sayılan Latince idi. Helence ya da İbranice yazılmış kitap sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. Yerel dille yazılmış kitap ise hiç yoktu. Yerli dillerde yazılmış kitaplar, ancak birkaç yüzyıl sonra, Rönesans döneminde görülür.
12. yüzyıl sonlarında ve ve 13. yüzyıl boyunca, kitabın yapım ve dağıtımında bir dönüşüm oluştu.. Örgütlü tüm büyük manastırlar, entelektüel yaşamın biricik merkezi olmaktan çıktı. Scriptorium deniylen o yazım evleri artık sadece gereksinme duyulan sayıda dinsel kitap üretmeye başladı. Dolayısıyla giderek küçüldüler. Buna karşılık kitap üretimi, bir yandan “universitas” olarak anılan öğretim amaçlı bir tür loncaların, diğer yandan da giderek kendini bu işe veren burjuva sınıfının eline geçti. Böylece kitabın tarihinde manastır dönemi sona erdi.
Üniversitelerde sözlü olarak yapılan öğretimin yetersiz kalıyordu. Mesleki kitaplara da gereksinme duyuluyordu. Dahası, ticaretin gelişmesiyle birlikte zenginleşen burjuvalar, ticaret ve hukuk kitaplarının yanı sıra, roman ve “fabliau” denilen şiir biçiminde yazılmış eğlenceli masal kitaplarını da okumak ve sahip olmak istiyordu. Manastırlardaki keşişler Kilise’nin de desteğiyle ne kadar karşı çıkarsa çıksın, bu tür kitapların da yazılıp kopyalanmasını önleyemeyecekleri bir döneme girilmişti.
Kağıdın Doğu’dan Avrupa’ya getirilmesiyle, elyazmaları artık parşömen yerine kağıda yazılmaya başlandı. Parşömen üzerindeki elyazmaları ise, ancak lüks kitap istekleri için kullanılır oldu. Daha ucuz ve kalitesiz görülen kağıt ise, üniversite öğrencilerinin ve sıradan burjuvaların kitap gereksinmelerine ayrıldı.
Hıristiyan düşüncesi, uzun yıllar Pagan inancının bir ürünü saydığı bilime düşman olmuştu. Bilim, inanç karşısında hep ikinci plana itilmişti. Bunun sonucu olarak, bilim adamları kadar bilimsel olsun olmasın Hıristiyan dogmalarına uygun metinler içermeyen tüm kitaplar, Hıristiyanlığın kurbanı haline geldi. Kitap düşmanlığı, Hıristiyanlığın Roma’da resmî din olarak kabul edilmesinden sonra artmıştı. İmparator Büyük Constantinus, sapkın sayılan bir mezhep kuran din bilgini Arius’un tüm yapıtlarının yakılmasını buyurmuş, bununla da kalmayıp, Porphyrios’un yapıtlarının tamamını da yaktırmıştı. 390 yılında İskenderiye’deki ünlü Serapium Tapınağı’nın içinde 400 bin kitap olduğu söylenen bölümü İskenderiye Piskoposu Theophilos tarafından yaktırılmıştı. İmparator Constantinus tarafından İstanbul’da kurulmuş olan kitaplık ise, 477 yılında gerçekleşen Basileus ayaklanması sırasında 120 bin cilt yapıtı ile birlikte yakılmıştı. 780-843 yılları arasında Bizans’ta resim düşmanlığı sonucu yaşanan ikona savaşları, tüm eski kitapların yok olmasına neden olmuştu.
1204 yılında Bizans’ın Haçlı ordusu tarafından işgali (4. Haçlı Seferi) ve Frank krallıklarının kurulması ile tüm Doğu dünyasındaki kitaplıklar ortadan kaldırıldı. Ancak o tarihten sonra yeniden kurulan kitaplıklar, varlıklarını, Bizans’ın Türkler tarafından ele geçirilip artık İstanbul adını aldığı 1453 yılına kadar korudu.
Orta Çağda birçok düşünür ve bilim adamının kitapları, Kilise’nin resmi öğretisini yadsıyan pasajlar içerdiği için yakıldı. Kitapları yakılan Orta Çağ düşünürlerinden biri de Scotus Eurigena’dır. Şöyle demiştir Euriguena: «Dinsel kuralları, düşünme gücüne sahip aklın eleştirisinden geçirmek zorunludur.» Kutsal Kitap’taki Tanrı’nın kimi insanları cehenneme atıp, kimilerini cennete alacağına ilişkin hükümlerin hiç de akla yatkın olmadığını, bu nedenle de “cehennem cezası” ile “cennet ödülü” denilen şeylerin aslında vicdan hesaplaşması demek olduğunu söyler. Dahası, din verilerinin simgesel yönleriyle ele alınması gerektiğini belirtir. Bu durumda nasıl olurdu da tüm yapıtları Kilise tarafından yasaklanmaz yandaşları hapse atılmaz, kitapları yakılmazdı!
12. yüzyılın ilk yarısında Orta Çağ skolastik felsefesinin ilerici düşünürlerinden Papaz Petrus Abelardus, dinsel inancı akılcı öncüllerle sınırlandırmaya kalkıştığı, Hıristiyan dogmalarıyla savaştığı için Saint Denise Manastırı’na kapatılmıştı. “De Unitate et Trinitate Divina” (Birlik ve Tanrısal Üçleme Üstüne) adlı yapıtını orada yazdı. Ancak, sonraki yıllarda bu yapıtını kendi eliyle yakmaya zorlandı.
Skolastiğin çöküşünü hazırlayan, Rönesans’ın doğuşunda etkileri olduğu, özellikle Reform’un yapıtaşlarını hazırladığı söylenen Johann Eckhart, aslında Dominiken tarikatı üyesi bir din adamı olmasına karşın Kilise’nin dinsel görüşlerine aykırı eğilimler sergilemişti. Dolayısıyla tüm yapıtları yasaklandı. Engizisyon önünde yargılanarak, tıpkı çok yıllar sonra Galileo Galilei’nin yapacağı gibi düşüncelerini yadsıdığını itirafa zorlandı.
13. yüzyılda Oxford, Paris ve Padua üniversitelerinde okutulan İbn-ür-Rüşt felsefesi, Hıristiyan papazların şiddetli eleştirisine uğradı. 1210 yılında Paris Parlamentosu tarafından resmen yasaklandı. Buna karşın İtalya’da Padua Üniversitesi, 16. yüzyıla kadar bu felsefeyi okutmaya devam etti.
Skolastiğin son döneminde, Papalık tarafından tüm felsefî ve bilimsel eserlere karşı savaş açıldı. Orta Çağ skolastik döneminin sonlarında ortaya çıkan Roger Bacon adlı bir Fransisken tarikatı üyesi İngiliz papazı da üstleri tarafından göz altına aldırıldı; kitabını yayınlaması yasaklandı. Düşünceleri ve yayınladığı kitaplar yüzünden yaşamının 15 yılını hapiste geçirmek zorunda kaldı.
Burada tüm bunlara benzer olayları sayıp dökmeye, bunların ayrıntılarına girmeye olanak yok. O kadar çok örnek var ki!
İşte bu aşamaya gelince, düşünceleri, önermeleri ve yapıtlarıyla Hıristiyan dünyasına yön vermiş olan birbirine karşıt iki ünlü düşünürden söz etmek gerek. Bunlardan biri Padualı Marsiglio, diğeri Aquinolu Tommaso. Ancak onları bu bölümde irdelemektense forumun “Hıristiyanlık” bölümünde görmek, sonra bu bölümde Orta Çağ’da Avrupa tarihçesine Haçlı Seferleri’nin olağanın dışında bir başka açıdan anlatımı ile devam etmek isterim.