Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı.
Kral Süleyman, kâh çalışma odasında kâh toplantı salonunda güncel işlerini yürütmekteydi. Yoapert de çoğu zaman onunla birlikteydi; özel yazmanı niteliğiyle görevini yürütüyordu. Sık sık gelen giden birileri oluyor, çeşitli konular görüşülüyor, kararlar alınıyor, görevliler krala bilgi sunuyor, görüş iletiyor, istenirse öneride bulunuyor, yönerge ya da buyruk alıyorlardı.
Sur Kralı Hiram da ikide birde Kudüs’e geliyordu. (Yoapert’in deyişiyle “damlıyordu”) Öz ülkesinin kralıydı ama ona göre Kudüs’ü komşu kapısı etmiş, Süleyman’ın kabul salonuna da abone olmuş gibiydi. Hatta öteki toplantı salonuna girdiği bile oluyordu. Bu arada Süleyman Sur’a sadece bir kez gidip gelmişti.
Kral Hiram, Süleyman’dan yaşça hayli ileri, üstelik çok daha deneyimliydi. Buna karşın, bir keresinde burada devlet yönetimi üzerine birçok yeni bilgi edindiğini söylemekten kendini alamamıştı. Bu söz, Süleyman’ın da çok hoşuna gitmişti. Yoapert hiç sormamıştı; haddini bilmesi gerektiğinden ona düşmezdi ama hem bundan ötürü hem özellikle başka ülkelerden gelip gidenlere karşı bir görkem gösterisi olsun diye Süleyman’ın da Kral Hiram’ın yanında bulunmasına pek ses çıkarmadığını düşünüyordu.
Süleyman zaman zaman çalışma odasına geçiyor, ya yalnız başına çalışıyor ya birisiyle teke tek görüşüyor ya da Yoapert’i yanına alıp notlar yazdırıyordu.
İşte öyle bir gün, Kral Süleyman ile Yoapert baş başa çalışırlarken, birisi kapıyı garip bir şekilde tıklattı. Tık, tık, tık tık, tık diye… .
Bakıştılar. Zerbal kapının önünde değil miydi? Süleyman, «Kalk bak! Kapıya böyle vuran kimmiş anlayalım.» dedi.
Yoapert kapıyı açtığında gelenin Ben Dekar olduğunu gördü. “Şu işe bak!” diye düşündü o ar, “Kabul salonunda olsaydı da Zerbal’ın bulunmadığı bir anda ben gelip kapıya böyle garip bir şekilde vursam, beni karşılayan o olacaktı.”
Aslında Ben Dekar birkaç günden beri ortalıklarda yoktu. Gerektiğinde salonun içerideki koruyucusu olarak yerine bir başkası bakıyordu. Yoapert Süleyman’a Ben Dekar’ın gelmiş olduğunu iletince biraz şaşırdı. «Neden gelmiş acaba? İzinliydi.» diye sesli düşündü. Sonra Yoapert’e «Niçin bekletiyorsun ki!... Mutlaka bir derdi vardır. Söyle hemen gelsin. Bakalım sorunu neymiş?» dedi.
Ben Dekar önce kralın önünde diz çökerek bir reverans yaptı, sonra ayağa kalkıp onu bir kez daha selâmladı.
Süleyman «Ne oldu Ben Dekar?» dedi. «Sen buraya pek gelmezdin. Önemli bir şey mi var? Üstelik daha önce dediğine göre şu sırada senin Galile’de, ailenin yanında olman gerekmiyor muydu? Bunun için izin almıştın. Hayırdır?»
Ben Dekar, gerçekten de çok önemli bir şey olduğunu, bu yüzden Galile’deki aile sorunlarını bir yana bırakıp hemen buraya geldiğini belirtince, Süleyman oturmasına izin verdi. «Anlat bakalım.»
Ben Dekar’ın anlattıkları gerçekten de çok önemliydi. Dediğine göre Ekron Dağı’nı geçtikten sonra Galile’ye gitmeden önce Aşrod kentine şöyle bir uğramış. Orada kulağına Mimar Hiram Usta’yı öldürmüş olanlarla ilgili bir söylenti çalınmış. Buna göre iki zanlı galiba Gat ülkesinde saklanıyormuş.
Süleyman «Demek oraya kaçmışlar.» dedi, «Fakat bu senin duymuş olduğun sadece bir söylentiyse, doğru olup olmadığını bilemeyiz. Ancak doğruysa, ona göre davranmalıyız.»
Yoapert’e hemen kalemi eline almasını söyledi. Gat Kralı Maaka’ya bir mektup yazdırdı. Bu esnada Ben Dekar’a da gidip Zerbal ile Zadok’u bulmasını, onları toplantı salonuna yönlendirmesini, bir de Adoniram’a gelmesi için haber iletmesini buyurdu.
Ben Dekar buyruğu yerine getirmek üzere çıktı. Süleyman’ın Gat kralına yazdoığı ve bu konuda yardımcı olması dileğinde bulunduğu mektup bitince onu sarıp mühürledi; Yoapert’e verdi. Sonra kalktı. O önde Yoapert arkasında toplantı salonuna gittiler.
Zerbal, Zadok ve Ben Dekar çoktan gelmişti. Adoniram yoktu. Süleyman Ben Dekar’dan ona haber göndermiş olduğunun teyidini altıktan sonra, «Herhalde şantiyede bir yerdedir. Bulunması uzun sürebilir. O gelene kadar bekleyemeyiz. Biz işimize bakalım. O da gelince bize katılır.» dedi.
Zerbal ile Zadok’a «Ben Dekar’ın getirdiği bilgiyi herhalde biliyorsunuz.» diyerek söze başlamıştı ki, Zerbal ile Zadok şaşkınlıkla önce birbirlerine, sonra dönüp Ben Dekar’a baktılar. Süleyman «Yoksa bilmiyor musunuz?» diye sorduğunda ise, boyunlarını büktüler.
Ben Dekar’ın onlara konuyla ilgili hiçbir şey söylememiş olduğu, neyin kime anlatılıp neyin anlatılmaması gerektiği konusunda kendi başına karar vermek istemediği, sadece kralın buyruğu üzerine onları çağırmakla yetindiği anlaşıldı. Süleyman’ın isteği üzerine bir kez daha anlattı.
Süleyman Zadok’a ne düşündüğünü sordu. Zadok bunun ona düşmeyeceğini, kral nasıl isterse öyle yapılacağının, doğrusunun öyle olduğunu söyledi.
«Tamam. Öyle ama sen gene de ne düşündüğünü söyle.»
«Ben Dekar’ın getirdiği bilgi sadece bir söylenti. Doğru olabilir de, olmayabilir de.»
«Eeee?»
«Doğruysa, mutlaka oraya bir ekip göndermeliyiz.»
«Değilse?»
«Bunun doğruluğunu araştırmaya girişemeyiz. O riski göze almamalıyız. Göndermeliyiz. Doğru olmayabilir. O zaman boşuna gidip gelmiş olurlar. Bu bize çok bir şey kaybettirmez.»
«Yani diyorsun ki oraya mutlaka bir ekip gönderelim. En azından gidip araştırsınlar.»
«Evet ama en iyisini ve en doğrusunu kralımız bilir.»
«Peki, diyelim ki senin dediğinin en iyisi ve en doğrusu olacağına karar verdik. Kimi gönderelim. Yine seçilmiş dokuzları mı? Sence uygun düşer mi? Yoksa bambaşka bir ekip mi düşünelim? Ne dersin?» diye sordu. Bunu Zadok’a sorarken bir yandan da şöylesine göz kaş ile Yoapert’i işaret etti ama Yoapert bunu görmedi.
Zadok, sanki Kral Süleyman hiç öyle bir sezdirmede bulunmamışçasına, seçilmiş dokuzların bir kez seçilmiş oldukları için yine gönderilebileceğini, ancak Gat ülkesi karışık bir yer olduğu için gönderileceklerin sayısını artırmanın yararlı olabileceğini söyledi. Süleyman «On beş kişi olsa sence yeter mi?» diye sorduğunda, «Kralımız öyle demişse uygundur.» diye yanıtladı.
O sırada dışarıdan bir patırtı uyuldu. Zerbal ne olduğunu anlamak için kapıyı açınca, Adoniram nefes nefese içeri girdi. Önce kralı yöntemince selâmladı. Tapınak inşaatındaymış. Ona çok önemli bir şey olduğunu, bir an önce gelmesi gerektiğini bildirmişler; o da tapınaktan saraya kadar koşmuş.
Süleyman «Abartmışlar.» dedi. Ben Dekar’a «Sen gönderdiğin adama öyle mi söyledin?» diye sorduysa da, bu sorusunun yanıtını beklemeyip, «Neyse, bunun önemi yok. Adoniram biraz yoruldu, o kadar. Biz işimize dönelim.» diyerek, ona da oturup dinlenmesini söyledi.
Yoapert tam “Şimdi bir de Kral Hiram çıkagelebilir.” diye düşünüyordu ki, kapı çalındı.
Yoapert “Şom ağızlı mıyım ben ne?” diye kendi kendisini azarlarken Zerbal dışarıya baktı. Hayır!... Gelen Stolkin’di. İçeriye alındı. Zerbal da ne olur ne olmaz diye dışarıya çıkarak hear zaman olduğu gibi kapı önündeki yerini aldı.
Stolkin bazı hesaplar hakkında konuşmak istiyordu. Süleyman ona, «Şimdi sırası değil.Daha sonra bakarız.» diyerek Stolkin’i göndertti. Sonra da pişman oldu. «O da bu görüşmede bulunabilirdi ama oldu bir kere.» Yine Zadok’a döndü. «Sence diğer seçilmişleri de yine önceki gibi kura ile mi belirlesek?»
Zadok, «Adoniram henüz geldiği için konunun ne olduğunu bilmiyor.» diyerek önce ona da anlatılmasının uygun olacağını sezdirdi. Süleyman «Doğru ya!... Onun bilmediğini unuttum. Fakat iyi de oldu. Bilmediğine göre hiçbir etki altında kalmaz. Seçimi ona yaptıralım.» diyerek, Adoniram’a «Şimdi bana her bakımdan güvenilir ve ne olursa olsun her işi başarır olduğuna inandığın altı kişinin adını söyle.» dedi.
Adoniram zor durumda kalmıştı. Gerçi onun öteden beri güvendiği altı ustası vardı ama onlardan biri zaten buradaydı. Hiram Usta’nın öldürülmesinin üzerinden aşağı yukarı dört ay geçmiş, Yoapert rastlantısal olarak Abiram’ı öldürdükten sonra, hiçbir haber alınamayan diğer iki zanlı zihinlerden hemen hemen silinmişti. Tapınağın yapımı da bitmek üzereydi. Ustalardan birçoğu ekipleriyle birlikte kendi ülkelerine gönderilmişti. Adoniram’ın elinin altında pek az adam kalmıştı. Verilecek görevin ne olduğunu bilse, belki ona göre bir seçim yapardı. Ancak buradaki şu konuşmaya bakılacak olursa, önemli olduğu da belliydi.
Herkesin yüzüne şöyle bir baktı. Renk veren olmadı.
Yoapert onun yakınacağını, doğru seçim yapabilmek için hiç olmazsa bir ipucu isteyeceğini düşünüyordu. Yanılmıştı. Adoniram’ın gerçekten de çok güçlü bir karakteri vardı. Kendisinden “her bakımdan güvenilir olan altı kişi” adı istenmişti; o da önerisini belirtti: «Ben Hesed... Ben Abinadap... Akimaz... Yosafat... Ben Faro.»
Durdu. «Beş kişi oldu. Altı olacaktı değil mi?» diye sesli düşündü. «Elbette! Nasıl da atladım. Hepsinden önce, en başa Ben Gaber.» dedi.
Süleyman ancak bundan sonra Adoniram’a bu seçimi niçin yapmış olduğunu söyledi.
Adoniram biraz burulmuş gibiydi. Çok daha sonraki tarihlerde bir Yoapert ile ikisi bir vesileyle bu serüveni andıklarında, «Bilseydim, biraz farklı bir seçim yapardım. Neyse, hiç olmazsa Ben Hesed ile Ben Gaber bu görev için çok uygun düşmüştü.» demişti.
Süleyman, bu kez hiç telâşa gerek olmadığını, seçilmiş on beş kişinin ertesi gün şafak sökmeden ön avluya gelmesinin sağlanmasını buyurdu. Sonra Zabud’u çağırttı. Ona on beş kişinin çıkacağı uzunca bir yolculuk için gerekli hazırlığı yapmasını bildirdi. Ardından biraz dinleneceğini belirtip, herkesin ayrılmasına izin verdi.
Bu arada önceki dokuz seçilmiş değiştirilmeden kaldığından, Yoapert’in durumundan söz eden olmamıştı. Yoapert, Kral Süleyman’ın belki de Zerbal’ın onu karşısına çekip sıkı bir diskur çekeceğini bekliyordu ama öyle bir şey olmadı.